28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler KÜLTÜR SANAT Pazar 21 Haziran 2015 Gün ışığındaki koalisyon Ö. İskender Özturanlı Toplumcu Düşünce Enstitüsü, Y.K. Üyesi 22 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN ligarşik siyasal yapının dışından gelen, kendi sahici merkezinin taleplerini de taşıyan, bu yüzden Türkiye’deki siyasal merkezi değiştirmeye aday parti olan HDP dışında bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Bugün, uzlaşma adına zorlanan partiler nicedir bir “siyasal hareket” olma özelliklerini, siyasal kökenlerinden topluma doğru bir vaat taşıdıkları gerçeğini yitirmiş, hem kadroları ile içyapılarında, hem de çeperlerinden oluşacak bir değişime kapanmış durumdalar. İşin tuhafı şu andaki ortaklık ihtiyacı da bundan kaynaklanmakta: Mücadelesiz mücadelenin, programa dönüşmeyen projelerin bittiği yerdeki bu uzlaşma çağrısına teslim olma hali; yeter ki sistemin sürekliliği ve sağlığı bozulmasın! Bu hal, medyadan akademiye iş dünyasından sivil topluma uyduruk gerekçelerle aynı repliği fısıldıyor: “Devletin devamlılığı esastır” ve “ülkemiz büyük bir dönemecin içinden geçiyor, hükümetsiz bırakılamaz.” Siyasal hakikatlerin, sadece seçim öncesi kampanyalarının pragmatik ihtiyacına indirgenmesi, taleplerin yönetime yansımasını engelliyor, sorunlarla yüzleşip onları aşabilmenin ihtimallerini göz ardı ediyor. “Devletin devamlılığı” adına sosyal dengelerin bozulmasına, beklentilerin ertelenmesine, vaatlerin ucu açık bir şekilde yeni bir seçime kadar unutulmasına, hukuksal yapının reforme edilmemesine yol açıyor, aşağıdan yukarı doğru bir siyasal paylaşıma imkân verecek demokratik fırsatı da he O Seçim sürecinde, meydanlarda, sosyal medyada oluşan coşku ve değişim arzusu, sonrasındaki kapalı pazarlıklar ile olmayanların oluyor, olanların olmuyor gibi gösterildiği klasik Türkiye siyasetinin yönetme tekniklerine yenik düşmüş durumda. Genel seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Deniz Baykal ile görüştü. Başar Sabuncu ya da yaşasın tiyatro! özü hiç ama hiç dolandırmadan söyleyeceğim: Türkiye’de en yaratıcı üç ya da beş tiyatro yönetmeninin adını söyle deseler bana, hiç kuşkusuz bunlardan biri Başar Sabuncu olurdu. O benim için düş gücünü, birikimle, gerçeklikle, sahicilikle, inandırıcılıkla, yetenekle bütünleyen ve bana sık sık “Yaşasın tiyatro” çığlıkları attıran; kimi temsilden sonra “iyi ki yaşıyorum” dedirten, tiyatronun ne muhteşem, ne harikulade, ne müthiş, ne olağanüstü bir düşünce ve eylem sanatı olduğuna beni inandıran yönetmendi. Chp’yi bitirme planı mı? Gündüz AKGÜL Emekli Cumhuriyet Savcısı S Değişime kapalılık Yücel’in çılgın çevirisi (ya da yeniden söyleyişiyle) “Bahar Noktası” (A Midsummer Night’s Dream) oyununu sahnelemişti Başar Sabuncu. Ve tiyatrodan atıldığı için programdan adı silinmişti. Tıpkı üstü siyahla kapatılan kimi oyuncuların adları gibi... Partiler yeni siyasal gerekçeler üzerinde uzlaştıklarında koalisyonlar ‘tereddütlü pazarlıklar’ olmaktan kurtulacaktır. ba ediliyor. Uzlaşma yerine denge, temsil yerine işleyişin sürmesi hedeflenince de, devlet mekanizmasının tanzimi tamamlandığında anlamını yitiriyor. Koalisyonların baştan başarısız olmaya mahkum olduğu hissinin gerçek nedeni budur. Partiler, geçmişin devamına çizgi çekip, yeni siyasal gerekçeler üzerinde uzlaştıklarında ancak, koalisyonlar “tereddütlü pazarlıklar” olmaktan kurtulacak, “daha iyi bir yaşam” adına kurulan ortaklıklar olacak. Koalisyon hükümetlerinin arkasındaki büyük sayıların gerçekliğine dayanabilmesi de buna bağlıdır. AKP üzerinden kurulacak olan her türlü uzlaşma geçmişe dönük olduğundan hayalidir. 12 yıllık sistemin onanması, neoliberal dev makinenin beyhude paylaşımından nispi bir istikrar çıkaracaksa varsın çıkarmasın. Bugün, kalabalık bir koro geçici bir istikrarı fısıldıyor, hepimize. Bu piyasalardaki borçlanabilme imkanının sürmesi adına bir feragati herkese dayatmakta. 12 yılda, özel sektör borçluluğu devlet ve hane halkının ötesine geçmiş ülkede, istikrarın sürmesi, bu büyük borçlanma açlığının doyurulabilmesine, muhtemel krizlerin etlenmesine bağlıdır. Yeni bir koalisyon, artık besbelli ki “Barış Süreci” gerçekliğine ve AKP döneminin oyaladığı kurumsal yapıyı kurmak, sosyal hakikatlere bu sürecin dinamiğini yaymak durumundadır. Hatta sadece bunun için bile bir hükümet inşa edilebilir. Bu sürecin bir tarafında sadece AKP’nin bulunması zorunluluğu, artık onlar için kaçırılmış bir fırsattır. Barış sürecinin tek taraflı, taktiksel, zorlama bir kabul olmaması için CHP inisiyatif alan sosyal demokrat bir duruş sergilemeli, HDP gerçekliğini asla kabul etmeyen Bahçeli ile HDP arasındaki yegâne dolaylı konuşma ve helalleşme alanını inşa edebilmelidir. Şimdilik zayıf ihtimal ama bu olursa Türkiye’nin hakiki toplumsal mutabakatı bir müşterek geleceği inşa edebilecektir. AKP dışındaki her üç parti de, yurttaşlara verdikleri seçim vaatlerini gerçekleştirebilmek için hiç tereddüt etmeden AKP’siz bir iktidardan söz etmeleri gerekirken yine AKP’nin oyununa gelmek üzereler. eçimleri geride bıraktık… Milli irade, tarafsız davranmayan, ülkeyi tek adam diktasına götürmeye çalışan, yolsuzluğa bulaştığı savlarıyla karşı karşıya olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, dolayısıyla seçim propagandasında genel başkanı gibi davrandığı AKP’ye kırmızı kart göstererek, CHP, MHP ve HDP’ye iktidar olma yolunu açmıştır... Her üç partide, AKP’nin 13 yıllık iktidarı döneminde ve seçim propagandaları sırasında AKP karşıtı görüş sergileyerek iktidara geldiklerinde; 4 Yolsuzluklar nedeniyle AKP’den hesap soracaklarını... 4Seçim barajını indireceklerini... 4YÖK’ü kaldıracaklarını... 4Dar gelirliye, esnafa, işçiye, köylüye nefes aldıracak maddi olanaklar sağlayacaklarının... 4Eğitim sistemini çağdaşlaştıracaklarını... vb. vaatlerde bulundular. Ancak, her üç parti de, yurttaşlara verdikleri bu vaatlerini gerçekleştirebilmek için hiç tereddüt etmeden AKP’siz bir iktidardan söz etmeleri gerekirken, yine AKP’nin oyununa gelmek üzereler... Ana muhalefet partisi CHP, ilk kez bu seçim bildirgesi ve projeleri ile yurttaşların büyük bir bölümünden olumlu katkı ve beğeni alırken, hesapta olmayan ve CHP’ye gönül verenlerin moralini bozan olaylara meydan vermeye hakkı yoktur. Bu olumsuz olayların mazereti, siyaset böyledir, ülke hükümetsiz kalmasın olamaz ve olmamalıdır. Teamülde olmayan ve hiç gereği yokken, Cumhurbaşkanı Deniz Baykal ile görüşmek isteğinde bulunuyor. Baykal da, durumu Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na bildiriyor, o da görüş diyor... Partinin yetkili kurulları toplanıp bu konu tartışılmadan, Genel Başkan ve Baykal’ın ortak iradesiyle gerçekleşmesi, son derece sakıncalı ve partiye zarar verecek bir durumdur. Muhtemeldir ki görüşme konusu da Baykal’a bildirilmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu görüşme isteğine verilecek yanıt, “AKP’nin 13 yıllık iktidarı döneminde ülkeyi getirdiği noktada, birinci derecede sorumlu siz olduğunuz için sizinle görüşülecek bir konumuz yoktur” olmalıydı. Ama olmadı, tıpış tıpış görüşmeye gidildi. Yetmedi, kaçak sarayda görüşmedik diye övünüldü. AKP’nin 13 yıllık iktidarında, her konuda rayından çıkarılan demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla tekrar rayına oturtulmasının ancak AKP’siz bir iktidarla olacağı ne zaman anlaşılacaktır? Erdoğan’ın, Baykal’ı çağırması hayra alamet değildir. Kafasında oluşturduğu kendisi ve irtibatını kesmediği partisi lehine bir durum yaratmak olduğu ne zaman anlaşılacaktır? CHP’nin 55 yıllık seçmeni, 18 yıllık üyesi olarak, her ne koşulda olursa olsun AKP ile kurulacak bir koalisyonun ve verilecek bir desteğin gelecek seçimde CHP’yi bitireceğini belirtmek istiyorum. Hiç kimsenin yıllarca bu partiye verdiğimiz emeğimizi heba etmeye hakkı yoktur. Sayın Baykal, Erdoğan’ı bir kez kurtardınız yetmedi mi? Onu eşsiz kılan Sevgili Başar, birkaç gündür senin için, daha doğrusu sahnelediğin oyunlar için yazdığım sayfalar dolusu eleştiri yazısını anımsıyorum. Bir araya getirsem, bir kitap olur. Şu birkaç satırda nasıl özetleyeyim ki... “Bahar Noktası”nda, gerçeği düşe, düşü gerçeğe çevirdin! Ayrıca her oyuncunun farklı yönetmenin elinde nasıl değişebileceğini gösterdin. Bin kez izlediğim o oyunculara sanki büyülü bir toz serpmiştin. Jean Genet’nin “Balkon”unda hepimize kimliklerimizi sorgulattın. Ülkemizi, günümüzde yaşadıklarımızı, tiyatroyu, “oynamayı” sorgulattın... Lorca’nın “Kanlı Düğün”de yalınlığın görkemiyle sarstın bizleri. Gogol’un “Palto”sunda tiyatronun tüm öğelerini atağa geçirdin. “Bir Ata Krallığım” oyununu Shakespeare’in nice oyunundan yazmıştın. Güç, iktidar hırsı ve şiddet arasındaki ilişkiyi gösterdin. Yazdığım yazının başlığı aklımda. “Shakespeare Susurluk’u Biliyor muydu?” Hangi birini ansam ki: İstanbul Şehir Tiyatrosu’na taşıdığın Nâzım Hikmet ve Brecht’leri mi? Vasıf Öngören’in “Zengin Mutfağı” ya da “Kaldırım Serçesi”ni mi... Yazarlığını yönetmenliğinin, yönetmenliğini yazarlığının hizmetine verdin. Bütüncül tiyatroyu seçtin. Toplumsal yaşamla tiyatroyu bütünledin. Hep doğru bildiğini yaptın. Ödün vermedin. Çağrışımları, simgeleri, açılımları çok sevdin. İlişkileri, yazarla, oyuncularınla, tasarımcılarınla ve seyirciyle ilişkilerini sonuna dek zorladın. Tiyatro sanatını muhteşem bir şölene dönüştürdün. Ülkem adına, tiyatro sanatı adına, sana çok teşekkür ediyorum. Seni çok özleyeceğiz. Kavgayla başlayan hayranlık S Yeni koalisyon Ne vaat etmişlerdi? Devlet devamlılığı Yıl 1974. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başında Muhsin Ertuğrul. Askeri darbeyle uzaklaştırıldığı tiyatrosuna döneli çok olmamış. Tiyatro beş sahnesiyle açılımlar yaşıyor. Sınır yok. Müthiş idealist, ütopik bir dönem yaşıyoruz... Herkes “uçuyor”... Tiyatrodaki bir grup genç yönetmen “merkezi yönetim”e karşı, “yerinden yönetim” diye başkaldırdı. İçlerinden biri de Başar Sabuncu. Ben de Sanat Dergisi’nde bu savaşın izini sürüyorum. Başar’la bol bol kavga ediyoruz. Tamam “yerinden yönetim”i ben de yeğlerim ama Hoca’ya karşı sürdürülen hoyratlık beni kahrediyor. Sonunda, yerinden yönetim galip geldi. Muhsin Hoca tiyatrodan ayrıldı... Onca kavgamız Fatih Şehir Tiyatrosu’nun başına geçen Başar Sabuncu’nun sahnelediği oyunlara hayran olmamı engellemedi. 1402’liklerin mücadelesi Baykal’ın görüşmesi Yıl 1980. Her baskı döneminde ilk tokadı sanat yiyordu. 12 Eylül faşizmi İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu da vuracaktı. 1402’likler “vatan haini” olarak tiyatrodan atılırlarken aralarında Başar Sabuncu da vardı. Tiyatronun başına getirilen Vasfi Rıza Zobu, “müfettişlik” görevini benimsediğinden kovulanların haklarını aramak bana düştü. Bunu aramızda hiç konuşmadık. Ama o mücadeledeki duruşumdan sonra Başar’la hiç ama hiç anlaşamadığımız konularda bile en keyifli tartışmaları yaptık. Tam o baskı döneminde Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde Shakespeare’den Can Yanıt ne olmalıydı? Hayra alamet mi? C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle