15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 10 Haziran 2015 EDITÖR: SERKAN OZAN haber 13 Kuş beyinli bir kuş hikâyesi es ettim... Televizyonu kapattım, gazetelerin ilk sayfalarına şöyle bir baktım, sonra da hiçbir köşe yazısı okumadan dürüp bir kenara attım. O ne öyle? Doğmadık çocuğa don biçer hesabı, olası koalisyon seçenekleri üstüne ince ağır ahkâm kesenler mi istersiniz; sandıktan yeterli iskemleye sahip CHP HDP koalisyonu çıkmış gibi zil takıp oynayanlar mı? 13 yıldır ele geçirdiği iktidarın siyasal ve ille de ekonomik olanaklarından patlayıncaya, çatlayıncaya kadar beslenmeyi alışkanlık edinmiş, elebaşılarının yargıç karşısına çıkmasını önlemenin tek çaresinin iktidar olmak ve iktidarda kalmak olduğunu en azından içgüdüleri ile iyi kavramış AKP’nin, biraz naz, biraz cilve yaptıktan sonra içinde mutlaka kendisinin de yer alacağı bir koalisyon için kolları sıvamayacağından kim, nasıl bu kadar emin olabiliyor anlamıyorum... Anlamadığıma göre demek benim bu inceliklere aklım ermiyor. Öyleyse benzeri bir Tırmık döktürüp okurun zaten kazana dönmüş kafasını büsbütün şişirmenin âlemi yok. Onun yerine nedense aklıma gelen ve yine nedense dünden bu yana aklımdan çıkmayan bir hikâye anlatacağım. Hiçbir siyasal yanı, iması, kinayesi olmayan, çooook masum bir hikâye... Buyrun... HHH Kuş beyinli bir kuş artık çok iyi uçtuğuna, uçmanın bütün hünerlerini öğrendiğine inanmış, kanat çırpıp yükselmeye başlamış. Uçmuş çıkmış, uçmuş çıkmış, yükseldikçe yükselmiş. “Benden daha yüksekte, benden daha usta kimse yok” diye böbürlenmekteymiş. Ama çok fazla yükselmiş. O kadar yüksekte hava birden ve aşırı ölçülerde soğumuş. Kuş beyinli kuş ne olduğunu anlayamadan donmuş; kaskatı kesilmiş; külçe gibi düşmeye başlamış. Sonunda sert bir inişle toprağa çakılmış. Rastlantı bu ya tam o sırada bir inek gelmiş ve yine rastlantı bu ya kaskatı donmuş kuşun tam üstüne okkalı bir “ıslak tezek” kondurmuş, yürümüş gitmiş. Bir süre sonra üstüne inen inek bokunun sıcaklığı ile kuş beyinli kuş yeniden canlanmış, keyifle cikcik ötmeye başlamış. “Cikcik”i duyan bir kedi gelmiş, patisini atıp kuş beyinli kuşu kapmış, karnını doyurmuş... Fıkra bu kadar... Gelelim fıkradan çıkarılacak derslere. Ders biiiiir: Çok yükseklere çıktım diye böbürlenme, hızlı düşersin... Ders ikiiii: Eleştirisi çok sert olan, yani her üstüne sıçan düşmanın değildir... Ders üüüüüç: Gırtlağa kadar boka batmışken cikcik edip kendini kandırma... Ders dööööört: Seni battığın boktan çekip çıkaran herkes dostun değildir... Hikâye bu kadar... HHH Şurada iki parmak daha yerim kaldı. Oraya sığdıracağım. Biliyor musunuz, biricik arkadaşım Hrant Dink Meclis’te... Evet evet, kalleş bir pusuda can vermesinden önce onun çevresinde halkalanan, “Hrantpınarı”ndan kana kana su içmiş “genç Hrantlar”dan biri, Garo Paylan kardeşim HDP listesinden milletvekili seçildi. Bana da çok sevinip, çok övünüp, Tırmık’ta okurlarla bu övüncü ve sevinci paylaşmak kaldı... Yani gördüğünüz gibi ben hâlâ sevinmeye devam ediyorum. Siz de edin... P Siyasette yükseldikçe ilmen görünmez oldu DAvutoğlu: ‘Münevver’ AlTYApıSını AKp MAcerASındA hArcAdı B ağırmak, “Ahmet Hoca” dendiğinde 2030 yıl öncesinde akla gelebilecek bir şey değildi. “Popülizm” hiç harcı değildi. Erdoğan’la arasındaki entelektüel, kültürel ve kişiliksel olarak korunması gereken fark buydu. Olmadı... “Ahmet Hoca”yı ilk tanıdığımda ne kadar sevmiştim, anlatamam!.. Yüz yüze tanışmanın çok öncesinde, Londra Üniversitesi’nde lisansüstü eğitimimi sürdürürken o, Ortadoğu üzerine her yıl düzenlenen ve uluslararası saygınlığa sahip bir konferansta sunduğu bildirinin basılmış metni ile karşıma çıktı. 1980’lerin sonunda ve üzerine kafa yorduğum alanda kaynak açısından hayli büyük kuraklığın söz konusu olduğu zamanda. “The ReEmergence of Islamic Thought in Turkey – Intellectual Transformation” (Türkiye’de İslâmi Düşüncenin YenidenDoğuşu – Entelektüel Dönüşüm, 1986) başlıklı bu yazısında “Ahmet Hoca”, sadece Necip Fazıl’dan Cemil Meriç’e, Sezai Karakoç’tan İsmet Özel’e kadar açılan yelpazede İslâmi düşüncenin Türkiye’deki tarihsel yapı taşları üzerine odaklaşmakla kalmıyordu. Yanı sıra, ülkenin genel entelektüel ve edebi topoğrafyasına dair de ağırlıklı değerlendirme ve tespitlerde bulunuyordu. Bundan da öte, Türkiye’de 1960sonrası Marksistsosyalist düşünce ve yazın erbabının ülkenin entelektüel birikimini nasıl zenginleştirdiğinden söz ediyor, daha da önemlisi, sosyalist düşüncenin kapitalizm ve Kemalizm eleştirilerinin dolaylı şekilde 1970’lerden itibaren İslâmi hareketin yeni kuşağı üzerindeki etkisinin altını çiziyordu. “Ahmet Hoca”yla 1990’ların ikinci yarısında yüz yüze tanışma imkânı bulduğumda da bu izlenimi değiştirmek yerine pekiştirecek veriler daha çok karşıma çıktı. Evet, Türkiye’nin geleceğinde etkin yeri olacağı çok kuvvetli ihtimaldi. Sağmuhafazakâr düşüncenin ve çağdaş bir İslâmcılık anlayışının bilge temsilcisi, üreticisi, taşıyıcısı olarak akademik kulvardan siyaset arenasına en eksik ve çok ihtiyaç duyulan katkıyı yapabilecek eşsiz bir isim olmayı vaat ediyordu. Onu bu noktada tanımış olmakla yetinmeyi çok isterdim!.. Ahmet Davutoğlu böylesi “münevver” bir altyapıyı AKP macerasında harcadı. Siyasette yükseldikçe ilmen görünmez oldu. Ve siyasi yükselişi, içinde yer aldığı hareketin durumuna da paralel olarak irtifa kaybetmeye başladığında bulunduğu yerde kalabilmek için kendisini esas var eden ağırlıkları atarak “hafifleme” yoluna gitti. Mesela sosyalist düşüncenin Türkiye’nin entelektüel birikimine katkılarından söz eden, sol klasiklere hâkimiyet kesp etme yolunda hassasiyet sahibi isim, “DHKPC’si, PKK’sı, Paralel’cisi, Türkçüsü birleşti, şer cephesi oluşturdu, üstümüze geliyorrr” gibisinden vasat, harcıâlem, geyik muhabbetlerine yakışır lafları meydanlarda bas bas bağırır oldu. “Bağırmak”, başlı başına “Ahmet Hoca”, dendiğinde 2030 yıl öncesinde akla gelebilecek, hayal edilebilecek bir şey değildi. İslâmcılık evet, ama “popülizm” onun harcı hiç değildi. Erdoğan’la arasındaki entelektüel, kültürel ve kişiliksel olarak temel, esaslı ve (en önemlisi) korunması gereken fark buydu. Olmadı. “Hikmet”ten vazgeçti, (“selef”i gibi) “hiddet”i benimsedi. “Birinci yarı”yı Aziz Babuşçu açmıştı. 2011 seçimi sonrasında AKP İstanbul İl Başkanı iken sarf ettiği sözlerle... AKP’nin ilk 10 yıllık iktidarında birlikte hareket ettikleri insanlarla artık “paydaş”lığın bittiğini söyleyen Babuşçu, bu insanlar hazmedemese de geleceğin “inşa dönemi” olduğunu ve bu inşa döneminin de o paydaşların arzu ettiği gibi olamayacağını söylüyordu. Ne kadar samimi olup olmadığı artık mutlaka ki tartışmalı, ama AKP’nin başlangıçtaki liberaldemokratik siyasi pratikten, dinbazlığa endeksli totaliterotokratik pratiğe makas değiştirmesi bu noktalarda başladı ve Gezi patlamasını da yaratarak bugüne kadar geldi. “Birinci yarı” buydu. Ahmet Davutoğlu, böyle bir maçın ikinci yarısına kaptanlık pazubandını, ilk yarıda gayrinizami şekilde fiziğini de, çehresini de, dilini de kullanarak karşı takım üzerinde dehşet verici bir baskı oluşturmuş asıl kaptandan alarak çıktı. Şer cephesi “Bu Ahmet Davutoğlu”nu yakından tanıyan bir dost, onun küçük yaştan itibaren kendisini adeta bir “filozofkral” gibi yetiştirmek isteyen, yani hem siyasette, hem de bilim ve düşüncede, her iki alan arasındaki bağı da koparmadan yol almayı hedeflediğini söyler. “Doğu”nun da, “Batı”nın da bilgisine “eşit ağırlıklı” sahip olmayı amaçlayan bir insandır bu... ‘Filozof kral’ Gökçekleşme... “Casusluk faaliyetleri”nden, “ajanlık suçlamaları”ndan, “paralelterör örgütleri”nden, “yerliyabancı işbirlikçiler” eşliğinde tüm dünyanın “Biz’e karşı”lığından dem vurabilecek noktaya geldi. “Doğu” ile “Batı”nın bilgisini buluşturmayı hedefleyen insandan, Batı’ya karşı Doğu’lu bir emperyal yükseliş arzusunun (yeniOsmanlıcılık retoriğiyle) temsiline soyunan insana dönüştü. Sosyotarihsel çözümlemelerden, siyaset ve sosyoloji teorilerinden “komplo teorileri”nin ocağına düşecek, “MelihGökçek”leşecek en son insandı o... Ama işte çatışmacı, kutuplaşmacı, kavgacı bir siyasi iradeyi dönüştürmek yerine tevarüs ederek, etmeye itilerek olmayacak duaya âmin dedi. HHH “Olmayacak duaya âmin” dedi, çünkü “2’nci Erdoğan” olamayacağı bir konjonktür de Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde karşımızdaydı. Durumunu en iyi, ama maalesef oldukça da “keskin” açık layacak ifade, Marx’ın “Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i” kitabının meşhur giriş cümlesinden çıkar: Bir dünyatarihsel olay ya da şahsiyet iki kez ortaya çıktığında birincisinde trajedi olsa da ikincisinde ancak “fars” (farce) yani komedidir. Maalesef bu!.. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye için bir trajedi oldu. Onun yerine gelmekle kalmayıp onu “yineleme” tercihini de benimseyen Davutoğlu ise komedi... Ama tabii ne kadar “fars”, yahut komedi olsa da bu, gayet “zehirli” bir performans olarak çıkmıştır karşımıza... Seçimden iki gün geçtiği halde hâlâ toplanmamış, ikamet ettiğim İstanbul’un uç köşesinde trafikte karşıma çıkan, 2015 seçim sürecinin en kötü siyasi propaganda afişi “İkinci Yarı Başlıyor”da olduğu gibi... Afişteki bu yazının altında “Ahmet Hoca”nın güleç yüzünü görmek hem elem, hem de esef vericidir. İkinci yarı başlıyor Fakat işte, tabii ne kadar isteyerek ya da içtenlikle, ne kadar “mahalle baskısı”yla icra etti ayrı konu, ama sonuçta söz konusu icraatın aynı trajik etkiyi yaratmak yerine, hayli trajikomik sonuçlar verdiğini görmemeye imkân yok. Erdoğan gölgesinde başbakan olmaya hayır diyemedi; ona “Gölge etme başka ihsan istemem” diyemedi; “Ne hakla benim siyasete çağırdığım MİT müsteşarını tekrar teşkilata yolluyorsun” diyemedi. Bunları diyemediği gibi hiçbir şeyi Erdoğan gibi de diyemedi, diyemezdi; bu yüzden de ona biçilen “zarf”, onun “mazruf”uyla uyuşmadı. Bir karşılaştırma denemesiyle bitirmek gerekirse, ona reva görülen zarfın üzerinde “Van Minüt, Van Minüüütt” yazmaktaydı. Hâlbuki farzımuhal o dönemde Davos’ta o koltukta kendisi otursaydı, belki aynı ağırlıkta ve kararlılıkta, ama “Just a second” diye müdahalede bulunacak adamdı. Aradaki fark, üslup, yetişme, birikim, deneyim ve mizaç açısından çok önemlidir ve bu farkın unutulması, daha doğrusu (seçim sürecindeki performansa bakıldığında) reddi cihetine gidilmesi, Ahmet Davutoğlu’nun bir insan, bilim adamı ve siyasetçi olarak kariyerinde önemli hasarlara yol açmıştır. Bunları, 25 yıl önceki “Ahmet Hoca”nın dahi tasvip etmekte zorlanacağı, hiç matah olmayan bir siyasi hilafete kurban etmiştir. Sözün özü, kaybetmiştir. Gölgedeki başbakan YARIN: KEMAL KILIÇDAROĞLU Kadıköy’de kiliseye molotoflu saldırı adıköy’deki Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’nin kapısına molotofkokteyli atıldı. Yangın büyümeden söndürülürken, zanlı zabıtalar tarafından yakalandı. Dün akşam saat 20.30 sıralarında Bahariye’de bulunan Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’nin önüne gelen bir kişi “Allahu Ekber” diye bağırarak kilisenin kapısına molotofkokteyli attı. Molotofkokteylinin isabet ettiği kapı yanmaya başlarken çevredeki yurttaşların tepki gösterdiği şahıs “Hıristiyanlığı ve Yahudiliği bitirdim!” diyerek kaçmaya başladı. Saldırgan kovalama sonucu zabatılar tarafından yakalanarak polise teslim edildi. Kilisenin kapısında maddi hasar meydana geldi. l İSTANBUL / Cumhuriyet K Koalisyon, YAŞ’ta da AKP’nin elini zayıflatacak Ağustostaki Yüksek Askeri Şura’da, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki atama ve terfileri istediği gibi yapamayacak SERTAÇ EŞ eçimlerde koalisyon çıkmasının ardından ağustos başındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üzerindeki güçlü iktidar baskısının azalacağı değerlendiriliyor. YAŞ’ta hükümet ortaklarının birbirini dengeleyebileceği, AKP’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) istediği değişiklikleri yapma konusunda elinin zayıflayacağına dikkat S çekiliyor. Seçimde AKP’nin tek başına iktidar olamaması, kabinenin koalisyon ya da azınlık hükümeti formülüne göre belirlenecek olması TSK’de de rahat nefes alınmasına neden oldu. Seçimlerden önce Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın “1000’in üzerinde kişi hakkında soruşturma sürüyor” yönündeki açıklaması, tedirginliğe neden olmuştu. AKP’nin tek başına güçlü iktidar olduğu 2011’de hükü met ile komuta kademesi arasında yaşanan anlaşmazlık istifa ile sonuçlanmıştı. Hükümet ile YAŞ konusunda anlaşamayan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanı emekliliklerini istemişti. Bu aşamadan sonra AKP, YAŞ toplantılarında aktif ve belirleyici pozisyon almıştı. AKP’nin koalisyon ve olası azınlık hüküme Hükümeti nasıl etkiler ti durumunda aynı tutumunu sürdürmesi olanaksız görülüyor. Bunun yerine TSK’nin AKP döneminde yıpratılan teamüllerinin öne çıkabileceğine dikkat çekiliyor. Koalisyon hükümetinde Başbakanın AKP’den olmasına kaçınılmaz olarak bakılıyor. Ancak YAŞ’a giren ikinci sivil üye Milli Savunma Bakanı’nın diğer koalisyon partisinden olacağı, her koşulda TSK’deki kritik terfi ve atamalarında koalisyon ortaklarının birlikte tutum belirlemesinin kaçınılmaz olacağı vurgulanıyor. AKP’nin seçim öncesinde gündeme getirdiği “paralelle mücadele” konusunda “hoyrat yaklaşımın” törpüleneceği savunuluyor. AKP’nin azınlık hükümeti kurması ve bu şekilde YAŞ’ın toplanması durumunda da güçsüz bir hükümetin TSK’de büyük değişimlere gidemeyeceği, gelecek sert tepkilerin bunu engelleyeceği iddia ediliyor. l ANKARA C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle