27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 31 Mayıs 2015 EDİTÖR: MİNE ESEN TASARIM: BETÜL BERİŞE pazar yazıları 21 Jacklyn’in barında İngiliz askerleri CALGARY MAHMUT ŞENOL 1 ‘Que bonitos ojos tienes’ MEKSİKO H ir keresinde New York’tan Indiana’ya dek araba sürüyordum, sabaha karşıydı; yol kenarında kocaman ponpon kuyruklu dev tavşanlar görmüştüm. Beynim rüya görüyor, bense araba sürüyordum ki, Allah’tan üst bilincim uyanıktı, bana tehlikeyi anımsattı, sağa yanaştım, azıcık hava aldım, sonra bir benzinci bulup orada uyukladım. Karayollarında ancak, Alice Harikalar Diyarı’nda görülebilecek dev tavşanları, yanımda uyuklayan eşime söyleyince yüzünde gördüğüm korkuyu da unutamayacağım. Yıllar sonra, ABD’nin Montana eyaletinden Kanada’nın Alberta’sına gümrükten geçince, mecburen direksiyon sallayacağınız ve kuzeye tırmanan, eğer birkaç bin km. yol yaparsanız kendinizi Kutup’ta bulacağınız 41.no’lu karayolunda araç sürüyordum. Gündüzdü, uykumu geceden almıştım; beyaz ponponlu tavşanlara elveda! B 960’ların başlarında Bursa’da bir avuç amatör olarak kurduğumuz Oda Tiyatrosu’ndaki ilk oyunumuz “Fareler ve İnsanlar”da George’u olağanüstü bir “performans”la canlandıran terzi Faik, prova aralarında omuzlarına kilim benzeri bir şeyler atar, başına nereden bulduysa geniş kenarlı bir hasır fötr şapka geçirir, gözlerini kısar, gitar çalıyormuşçasına hareketlerle “que bonitos ojos tienes”i söylerdi... Ortadan az daha kısa boylu, geniş omuzlu, tıknazca bir adam olan Faik, yanık yüzüyle, bıyıklarıyla da, Güney Amerikalı bir köylüden farksızdı. Yaptırmaya para ve zaman bulamadığı için epeyce dişsiz kalan ağzından dökülen sözcüklerden aklımda “kebanito sopostiyones” diye bir şeyler ve sonrasındaki “Malaguena” sözcüğü kalmış... ‘Ne güzel gözlerin var’ ATAOL BEHRAMOĞLU Ay Piramitleri’ni görmeye gidiyoruz. Bir iki durak sonra gitarlarıyla otobüse binen belli ki iki köy delikanlısı, az sonra, koridorda bir sıkışımlık yer bularak “Malaguena”yı söylemeye başladılar. Daha doğrusu, biri başlıyor, o durduğunda kaldığı yerden öteki sürdürüyor. Ben de ayakta durmaya çalışarak baştan sona videoya çektim bu unutulmaz dinletiyi. İtiraf ederim ki bu Meksika yolculuğumda ben de en çok iz bırakan şey ne Güneş ve Ay Piramitleri, ne şiir dinletilerimiz, ne sahneden sunulan profesyonel gitar dinletileri, fakat bu iki köylü delikanlının”Gözlerin Ne Güzel” şarkısı ve ardından çalıp söyledikleri ezgiler oldu... Böylesi yolculuklarda çevreye turist gibi değil de şair olarak bakmak böyle bir şey olmalı. Ayrıntılar daha çok ilgimi çekiyor. Örneğin, sözünü ettiğim piramitlerin bulunduğu turistik alanda satılan giysi, incik boncuk türünden şeylerden çok, satıcılar dikkatimi çekti. Bizim terzi Faik’e benzeyen, genellikle orta boylu, tıknazca, kalın bıyıklı, yanık tenli adamlar... Başlarındaki geniş kenarlı şapkalar, belli ki Meksikalı olarak görünmek için değil, kasım ayında da yakıp kavuran güneşe karşı bir önlem. Ürünlerinin satılması için aşırı bir ısrarları yok. Bir iki denemeden sonra kararı ağırbaşlılıkla alıcıya bırakıyorlar. Doğu’da, özellikle de yolumun düştüğü Arap ülkelerinde gördüğüm satıcılara benzemeyen bir satıcı tipi bu... Başkent Meksiko’nun günlük yaşamında “egzotik” bir şey görmedim. Şehrin merkezinde, trafiğe kapalı caddelerde, renkli ve barışçıl bir kalabalık vardı. Buna karşılık sözünü ettiğim merkezdeki büyük caddelerin kesiştiği bir alanda bulunan hükümet binasına belli bir mesafe dışında yaklaşmak yasakmış. Guerrero eyaletinde kaçırılan ve öldürülen 43 öğretmen okulu öğrencisinin acısı orada bulunduğum günlerde henüz çok tazeydi. Her yerde fotoğraflarının bulunduğu protesto afişlerine rastlanıyordu. Gece, şiir dinletilerinin yapıldığı açık alanlardan birinin yakınındaki büyük bir kilise tıklım tıklım doluydu. Ayini biraz izleyip çıktım... Dışarıdaki hafta sonu kalabalığı ise ne şiir dinletisiyle, ne kilisedeki ayinle, Katledilen öğrenciler... Israrcı olmayan satıcılar Sıra sıra tanklar... Ancak yol bu, şoförü acıktırır, uyutur da! Az sonra, yüz km. geçince, bir kasabada mola verip kamyoncu yemeği yiyerek iyice ağırlaştım, ama yola devam ettim. Suffield adlı kasabaya doğru, göz kapaklarıma sanki birisi kurşun bağladı, ağırlaştı, yayı bozuk jaluzi gibi kapandı kapanacak. O an, sağ şeritte ağır ağır hareket eden, İngiliz Kraliyet Ordusu’na ait askeri flamalar ve Kraliyet bayrağıyla donanmış bir sürü tankı, kamyonlar üzerinde görmez miyim? Sanki harbe giden, upuzun konvoydu. Bu, tavşandan da beterdi: Yakında bir başka benzinci olsa, parkında uyuklayacaktım ama yoktu. Ama, galiba bir rüya değildi, gerçekten, Kanada’da Kıt’a Sevkiyatı yapan İngiliz tank birliğiydi. Hem neden olmasın? Madem Kanada’nın bağlandığı İngiliz Kraliyeti, üzerine vatandaşlık yemini edilen İngiliz Kraliçesi olunca tanklarını görmek doğaldı! Kısa süre sonra, köyden bozma bir kasaba, Suffield göründü, içeri girip gerçek hayatı tanımak istedim. Nüfusu 220 kişilik Suffield 1884’te, buradan geçen tren hattı üzerinde inşa edilmiş, o vakitler nüfus beşbine kadar çıkmış; şimdi, in cin top oynuyor. Ama yakınındaki askeri üssün İngiliz birlikleri (!) epeyce kalabalık görünüyor. Kanada, İngiltere’den federal bağımsızlığını elde ettiği 1971’den sonra bazı askeri üsleri İngiliz ordusuna kiralamıştır. Her yıl, 1500 civarında İngiliz askerine burada manevra, tatbikat, çok maksatlı eğitim veriliyor. İngiliz bayrağının Suffield’da dalgalanma nedeni, bu! Karayolu rüyası görmemişim, gerçekmiş diye rahatladım. Gerçi eyaletlerin yerel parlamento girişinde, Ottowa’daki Federal Parlamento’da, resmi binalarda Kanada bayrağı yanı sıra İngiliz bayrağı görülmektedir. Ancak Kanada’da İngiliz tankı görmek, yol yorgunu benim için tavşan görmeye benziyordu. Durumu soruşturmak için en iyi yer, kasabaların kovboy barlarıdır; Alberta’nın güneyi halen kovboylarındır. Kamyoncu ve Benzinci Bar [Tracks&Gas Bar] yazılı bir tabelanın altındaki kapıdan içeri girdim, Jacklyn adlı bir bayan karşıladı, buranın sahibesiymiş; tanışmaktan mutlu oldum. İkinci mutluluğum ise Carolyn isimli garson kızın hizmete koşturmasıydı ki, bu daha da mesut etti. Yanak yanağa özçekim fotoğrafa bile çıktık. Fakat soruşturmamı dikkatle yapmalıydım. Askeri bilgi soran yabancı aksanlı birisi her zaman şüphe uyandırır; Kanada pasaportu taşısanız bile nafile! Askeri üste dikili dev anteni parmakla gösterince, öğrendim ki, Kuzey Amerika’da İngiliz varlığına hitap eden, dünyanın birçok yerinde antenleri de olan BfBs adlı Ordu Radyosu’na aitmiş. II. Dünya Savaşı’ndan beri radyo istasyonu, buradan 24 saat yayın yapıyor; öğrendiğim iyi oldu, yolun devamında ibreyi 104 FM’e getirince, arada gaydalar çalsa da, güzel müzik dinleyip, askeri sır elde edemeden, asfaltı Edmonton’a dek tamamlayacaktım. Radyo, internetten de itakip edilebiliyor. Afganistan’a, Irak’a gönderilen İngiliz birlikleri çoğunca burada eğitilmiştir. Kraliyetin tanktop atışı yapacak yeterince arazisi İngiltere’de olmayınca bu iş için Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi eski topraklar, yeni ülkeler biçilmiş kaftandır. Topçu eğitimine bedel ödendiği kuşkusuz, ancak bilgiye erişmek bu yazı için fazla zahmet idi; kalkışmadım. Daha önemlisi, Suffield gibi Tanrı’nın bile unuttuğu yerde İngiliz askerlerin Jacklyn’in barını hafta sonları şenlendirip para harcamasıdır, gazeteci olarak tatbikat bölgesinden edindiğim herkesi mutlu edici tek haber işte budur. msenol34@yahoo.com Geçen yıl kasım ayındaki Meksika yolculuğumun izlenimlerine ünlü şarkının bu ilk dizesiyle başlamaya karar verdiğimde doğrusu nedir diye internete girdim ve bunca yıl zihnimde ilgisiz birtakım sözcükler gezdirdiğim için kendimden utandım. “Ne güzel gözlerin var” diye başlıyor şarkı. İçeriği ise oldukça sıradan: İspanya’nın Malaga kentinde bir kıza ilanı aşk eden adam, çok yoksul olduğu için aşkına karşılık bulamıyor... Uluslararası Şiir Buluşması’na çağrılı olarak geldiğim Meksika’da birkaç arkadaşla birlikte bizim kasabalar arasında işleyen köhne otobüslerin bir benzerinde başkent Meksiko’nun elli kilometre kadar uzağındaki Güneş ve Otobüste gitar dinletisi... ne katledilen öğrencilerle, ne de belki Meksika’nın hem sanatsal hem turistik değeri Frida Kahlo’nun bir gün önce gezdiğimiz etkileyici müze eviyle ilgiliydi... Tek bir yazıyla Meksika nasıl anlatılır?... Şimdi en iyisi yazıyı burada kesmek ve “Ne Güzel Gözlerin Var” diye başlayan ölümsüz şarkıyı defalarca dinleyerek ezgisiyle birlikte sözlerini de belleğe kazımak... ataolbehramoglu@gmail.com Her yıl tatbikat yapılıyor AB gemisi şarkılarla Jantın kimliğini ele STOCKHOLM yürümüyor DALLAS veriyor OSMAN İKİZ TEVFİK DALGIÇ K imimiz uyduruk müzik deyip ciddiye almıyor, pek çok kimse yarışmanın heyecanına kapılıp televizyonun karşısına çakılıyor. Eurovision Şarkı Yarışması’na en fazla ilgi gösteren ülkelerden biri İsveç. Halkın yarışmaya ilgisi şöyle açıklanabilir. Çocuk yuvasından itibaren müzik aletleriyle haşır neşir olduklarından, herkes müzikle az ya da çok ilgili. Korolara katılımın en yaygın olduğu ülke İsveç. Yarışma düzenlemeyi ve eğlenmeyi de severler. Müzik sektörü, Avrupa’da İngiltere’den sonra en güçlü olan ülke. Eurovision Şarkı Yarışması’nın merkezi organizasyonundaki kilit isimler de İsveçlidir. Radyodan gayda sesleri Müzikle bu kadar içli dışlı olan İsveç, Eurovision Şarkı Yarışması’na katılacak yarışmacıyı bölgesel yarışmalarda kazananların katıldığı finalde seçmektedir. Altı hafta süren bu maraton cumartesi akşamları televizyonda yayımlanmakta ve kazanan halk tarafından belirlenmektedir. Bu arada İsveçliler de uluslararası yarışma için iyice ısınmaktadır. Måns Zelmerlöw, Viyana’ya bu süreçten geçerek gitti ve İsveç’e birincilik kazandırdı. İsveç böylelikle ilki 1974’te efsanevi ABBA topluluğu ile olmak üzere 41 yıl içinde altı kez Eurovision Şarkı Yarışması’nı kazanmış oldu. Bu kadar değil. İsveç yarışmalarda şarkıcılarının yanı sıra bestecileriyle de yarışıyor. Viyana’da ikinciliği kazanan Rus şarkıcı Polina Gargarin’in olduğu şarkının bestesi de İsveçlinin. Dahası, Gürcü, Azeri ve İspanyol şarkıcılar da İsveçlilerin besteleriyle yarıştılar. Eurovision Şarkı Yarışması bu tür müziği sevenler arasında heyecan yaratıyor ama uzmanlara göre bu yarışma müzikten çok Avrupalı kimliği ile ilgili. Bilindiği gibi yarışma 1956’da başladı. O sırada Avrupa iki bloktan oluşmaktaydı. Berlin Duvarı yı ‘Avrupalı kimliği’ kılıp Avrupa bütünleşince şarkı yarışmasının alanı da genişledi. Epey bir süredir İsrail de, Kafkas ülkeleri de yarışmaya katılıyor. Sevsek de, sevmesek de yarışma yüz milyonlarca kişi tarafından izleniyor. Çin televizyonu da bu yıl ilk kez yarışmayı yayımladı. Bütünleşmiş bir Avrupa hayali ile yola çıkanların AB projesinin yanı sıra “Avrupalı kimliği” için Eurovision Şarkı Yarışması’nı başlatmaları demek ki boş bir çaba değilmiş. Zaten akademik çalışmalarda da yarışmanın, değişik Avrupa kültürleri arasında temas iletişim ve yakınlaşma amacı taşıdığına işaret ediliyor. Televizyon karşısına oturanların ülkelerini temsil eden yarışmacılar için heyecanlanırken ortak Avrupalı kimliğini zaman içinde benimsemeleri bekleniyor. Ortak Avrupa vizyonunun kültürel entegrasyon sürecinde sınırlar, ulusal zıtlıklar yok sayılmakla birlikte yarışmada kurallara aykırı olarak politik mesajlar verilmek isteniyor. Ermeni şarkıcının Viyana’da “İnkâr Etme” adlı parçayla katılmak istemesi gibi. Kültürel cephede işler yolunda gitse de AB’nin geleceğinden endişe ediliyor. İflasın eşiğindeki Yunanistan Avro’yu bırakacak olursa AB öldürücü bir darbe yemiş olacak. Yunan şarkıcı yarışmada “Geri Gel ve Beni Kurtar” adlı parçasıyla AB kodamanlarına mesajını verdi. Avro’nun üzerinde kara bulutlar dolaşırken politik sorunlar da AB vizyonunu tehdit ediyor. İngiltere gelecek yıl AB üyeliği için “Tamam mı”, “Devam mı” halk oylaması yapacak. Finlandiya’da koalisyon hükümetinin AB Bakanlığı’na üyeliğe karşı olan Gerçek Finlandiyalılar partisinin lideri getirildi. Eurovision Şarkı Yarışması 60 yaşında ve hâlâ gelişmekte. Avro ise 16 yaşında krizlerle yüz yüze. AB gemisi şarkılarla yürümüyor. osman.ikiz@gmail.com A Birlik gelecekten kaygılı BD’nin güney eyaletlerinde sıkça kullanılan, giderek diğer bölgelere de yayılan bir deyim var. “Redneck”, yani “kırmızı boyun”. Boynu kızarmış anlamında. Bu deyim daha çok köylüleri, vücut işçiliği yapanları, açık havada çalıştıkları için güneşte enseleri kızaran kişileri tanımlar. Kimi çevrelerde ise alay, hakaret amacıyla da kullanılır. İnternet ansiklopedisi Vikipedia “Redneck”i şöyle tanımlıyor: “Genellikle ABD’nin güneyinde ya da ortabatı eyaletlerinde yaşayan, beyaz ırktan, düşük eğitimliler için kullanılan argo terim. Tarif ettiği sosyoekonomik grupla ilgili ön yargılarla yüklüdür, bazen aşağılayıcı bir anlamda kullanılır. Redneck sıfatı verilen birisi bundan gurur duyabilir veya kendini aşağılanmış hissedebilir. ABD’de küçük kasabada büyümüş, tarlada çalışmış ve bu yüzden boynu kızarık olan kimseler Redneck diye adlandırılır. Redneck denildiğinde akla gelen kalıplaşmış ön yargılar şunlardır: Kendine ait aksana sahiptir, avlanmaktan zevk alır, pickup arabası vardır, şapka takar, saçları uzundur, belki sakalları da vardır. Kentucky, Arkansas ve Teksas gibi güney eyaletler Redneck states diye anılır.” Haliyle bu kelimeyi kullanırken aman dikkat, çünkü “Redneck” cahil, tutucu, yobaz, görgüsüz gibi anlamlar da taşıyor duruma göre. Redneck’lerin bir kısmının ortak özellikleri arasında kullan dıkları araçlar ve onların tekerleklerinin büyüklüğü de dikkat çekiyor. Amerikalı köylü ve çiftçilerin kullandıkları binek araçları genel olarak kamyonet sınıfına giren pickup’lar. İngilizcede truck diye tanımlanıyor. Bazı Redneck pickup’larının orijinal jantları ve tekerlekleri sökülüp, yerlerine daha geniş, daha büyük jantlar ve tekerlekler takılıyor. Kimilerince bu, bir nevi sosyal kimliklerini ortaya koyma aracı. Şehrin orta yerinde bu dev görüntülü araçlarla dolaşıyorlar, trafik kurallarına pek kulak astıkları da söylenemez. Şaka gibi gelebilir ama araç tekerlekleri ülkenin güney eya Meksikalılar küçültüyor Dev tekerlekler... letlerinde etnik köken, kültürel farklılıklar konusunda bir anlamda gösterge. Redneck’lerin devasa araçlarının aksine Meksika asıllılar ise araçlarının jantlarını ve tekerleklerini orijinal boyutlarına göre küçültüyor. Kuşkusuz otomobil ve diğer taşıtların çok düşük fiyatlarla satılması ve benzinin Türkiye’deki fiyatının dörtte biri olması bu tür ilginçlikleri ve bir anlamda sosyal kültürel aidiyet ve etnik kökenleri anlatan mesaj verme olanaklarını hızlandırıyor olsa gerek. tdalgic@gmail.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle