18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 24 Mayıs 2015 KULTUR ‘Opus Amadeus’ Macar sanatçılarla kapanıyor Bu yıl 4’üncüsü düzenlenen İstanbul Uluslararası Opus Amadeus Oda Müziği Festivali kapanış konseri 26 Mayıs’ta gerçekleştirilecek. Karaköy Schneidertempel Kültür Merkezi’nde saat 20.30’da başlayacak konserde, Macaristan’ın önde gelen sanatçılarından Judit Rajk ve Laszlo Keringer ile viyolonselci Tamas Zetenyi’den oluşan “Passacaglia Trio” geniş bir repertuvarla seyircinin karşısına çıkacak. EDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ k Romanti balenin başyapıtı ‘Gisele’ hüsran Romantik balenin başyapıtlarından “Gisele” balesi New York’taki Metropolitan Opera Evi’nde dün akşamdan itibaren sahnelenmeye başladı. Aşk, hüsran, ölüm, vicdan azabı, kavuşamama ve yeniden birleşme düşü ekseninde geçen “Giselle”in koreografisi Jean Coralli, Jules Perrot ve Marius Petipa’ya ait. Amerikan Bale Tiyatrosu tarafından sahnelenecek olan balede “Gisele”i Hee Seo canlandıracak. Seo’ya Cory Stearns eşlik edecek. Eser Fransız opera ve bale bestecisi Adolphe Charles Adam tarafından 1841’de yazıldı. Aşk ve 23 Instagram artık sanat galerisinde paylaşılıyor Eserlerinde fotoğraf sanatına getirdiği kavramsal yorum ve müdahalelerle tartışılan Richard Prince, Frieze New York Fuarı ekseninde Gagosian Sanat Galerisi’nde açtığı yeni sergisiyle tartışma başlattı. Prince, sosyal medyadan edindiği onlarca Instagram fotoğrafını, sahiplerinin rızası dışında büyüttüğü ve görsellerin altına başkalarının kişisel yorumlarını dahil ettiği bir sergi açtı. Kiminin fiyatı 100 bin doları bulan yapıtların kaynağı olan Instagram karelerinin asıl sahipleri, ‘sanat’ haline getirilen dijital medya ürünlerinin bu şekilde patentlenip satılmasını hoşgörü ile karşılarken, kimi sanat eleştirmenleri ise Prince’i ağır dille eleştiriyor. l Kültür Servisi Küratör ve eleştirmen Necmi Sönmez, dün Venedik Bienali’nden kaldırılan ‘Camii’yi yorumladı. NECMİ SÖNMEZ ‘İbadete’ kapatılan güncel sanata dair hristoph Büchel’in çalışmalarını uzun zamandan beri takip ettiğim için, Santa Maria della Misericordia Kilisesi’ndeki İzlanda pavyonu, Venedik’te gördüğüm ilk projelerden biriydi. Bu proje, Venedik’teki Müslüman cemaatinin ibadet yeri ihtiyacını gidermesi için de düşünülmüştü. Afrika kökenli bir imamın katılımıyla beş vakit namaz kılınabilecek bir yere dönüştürülen mekânda garip bir “kurgu” havası esiyordu. Fikir olarak ilginç ama uygulama ve bunun açılımları açısından zayıf bir çalışmaydı. Müslümanlar ibadet ederken Bienal ziyaretçileri onlara mı bakacaklardı? Kilise kadınlar ve erkekler için ayrı yerlere bölünmüş, isteyenler oraya ayakkabılarını çıkararak da girebiliyorlardı. Garip bir durumla karşı karşıya kaldım. Yaratıcı ile inanan arasındaki hassas ilişkinin politikleştirilme çabası, aslında günümüzde yaşadığımız “din çatışmasının” temelindeki sorunlara gönderme yapıyordu. Müslüman cemaat en azından cuma namazlarını kılabileceği düzgün bir yer arayışıyla bu pro Instagramdan galeriye taşınan fotoğraflardan bir örnek. [email protected] Deniz ‘Deli Damla’ (We Play) Kapağından aydınlık gülüşüyle bize baktığı albümdeki adı Deniz, kafa kâğıdında ise Deniz Tipigil yazıyor. Ankara doğumlu, ortaokuldan sonra İstanbullu; matematik okumuş bir iletişim danışmanı. Yarı zamanlı çalışıyor, iş ile müzik ilişkisini dengelemiş. Zaten böylelikle yapmış ilk solo albümü “Deli Damla”yı. Takvim yapraklarına göre yaşı 43, ama enerjisi, ruhu, güçlü Erykah Badu’vari sesi ve neşeli müziğiyle 18. Ana çalgısı piyano; Sibel Köse’den vokal, Donovan Mixon’dan teori dersi almış. Albüm aslında 201012 arası yapılmış, ama Gezi nedeniyle askıya alınmış. Matematiğin pek çoğumuza hissettirdiği soğukluğunu sempatik ve duygusal yüzüyle göstermiş bize. Kolay dinlenebilir, insana aşırı yükleme yapmayan, sözünü dolandırmadan, kulağını tersinden göstermeden, basitliğin verdiği kuvvetle söylenen şarkılar; genelde hafifçe kalça sallatan kuvvetli ritimlerin üzerine oturmuş. R&B, asitcaz, funk, Groove esaslı şarkıları ticari zihniyetle tasarlanmamış, külliyen yaşanmışlıklardan, ani insani reflekslerden ve gündelik hayatın basit tepkilerinden doğmuş. Bir kez daha ispatlamış ki samimiyet, teknik imkânlar, büyük projeler ve paradan daha mühimmiş. Dikkat! Bu albümde yüksek yaşama sevinci var. C jeye katılmayı kabul etmiş, böylece Komünist Partili Venedik Belediye Başkanı üzerindeki baskıyı attırabilmek için eşi bulunmaz bir fırsat yakalamıştı. Büchel ise, dinler arasındaki iletişim sorunun nasıl güncel hayatımızı bile altüst edebilecek bir saatli bomba olduğuna “politik” bir gönderme yaparak önemli bir tartışma alanı açmış oluyordu. Proje, belediyenin verdiği ilk on günlük deneme izniyle başladı. Asıl sorunun cuma günü kopacağı önceden biliniyordu. Çünkü mekânda ancak 90 kişinin kalmasına izin veriliyordu. Resmi kapatma kararının nedeni olarak bu gösterildi. Projenin kapatılması elbette kabul edilemeyecek kadar korkak ve ikiyüzlü bir karar. Büchel bir tartışma başlatmak ve önünde kocaman buz bloklarının olduğu, korkulan, tepki verileceği düşünüldüğü için tabulaştırılan olguları biraz olsun yumuşatmaya çalışıyordu. Ama uluslararası sanat ortamı başını devekuşu gibi kuma gömme eğiliminde. Para ve erk ilişkilerinin sanatın üzerindeki etkisi, çağdaş sanatın “politik tartışma” cesaretini elinden aldı. Büchel bunu daha da ön plana çıkardığı Christoph Büchel’in ‘Cami’ çalışması. için ilginç bir çalışma gerçekleştirdi. Barış Bahçeci ‘Beyaz Kurdun Öyküsü’ (Eğlence Fabrikası) Bir elmanın iki yarısı; suret aynı suret, yarısı Kızılderili, yarısı soluk benizli. Badem topluluğundan tanıdığımız gitar, perküsyon, bağlama ve ıslık çalan Barış Bahçeci’nin ilk solo albümü “Beyaz Kurdun Öyküsü”nün kapağında. “Beyaz Kurdun Öyküsü” albümünde, Badem topluluğu çerçevesinde sıra gelmediği için seslendiremediği şarkıları çalmayı, söylemeyi ve paylaşmayı hedeflemiş Barış. Piyasaya tutunmak, iş yapmak türünden bir kaygıyı gütmediği her halinden belli olan şarkılarda, alçakgönüllü bir poprock tınısı hâkim. Yanı sıra eski Türk filmlerini anımsatan nameler, reggae ritimli türküler, akustik tınılar... O güne değin edindiği alışkanlıkları bir tarafa bırakarak yapmış düzenlemeleri 42 yaşındaki İstanbullu, BoğaziçiFelsefe mezunu Barış, bazılarını sarhoş, bazılarını yol gözleyen bir âşık, bazılarını da sevgi itirafçısı gibi okumuş; naif, kırılgan sesiyle. İki eski yoldaşı, Badem kurucularından solist Devrim Ünay ve ilk topluluğu Chairs’den birlikte olduğu basçı ve aranjör Süha Duran ile birlikte yapmış, biri sözsüz, biri İngilizce 11 şarkıyı. Albüm içeriğinin iki yüzü var, kapağı gibi; biri eğlenceli, diğeri ise içsel sorgulamalara sebebiyet verecek kadar derin duygularla dolu. İDSO Fazıl Say’ın “Haremde 1001 Gece” Keman Konçertosu’nu seslendirdi EGEMEN BERKÖZ İki arkadaşın duygudaşlığı İ stanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın (İDSO) 22 Mayıs Cuma akşamı Fulya Sanat Merkezi’ndeki konserinde seslendirdiği yapıtların biri Fazıl Say’ın “Haremde 1001 Gece” Keman Konçertosu’ydu. Bu özgün yapıtı, 20 Şubat 2008’de İsviçre’nin Luzern kentindeki dünya ilkçalınışında John Axelrod’un yönettiği Luzern Senfoni Orkestrası ile Patricia Kopatchinskaja’dan, sonra da defalarca yoğunçalardan dinlemiştim. İlk kez bir Türk şef yönetiminde Türk orkestrası ile Türk solistten dinleyeceğimden benim için çok özel bir konserdi. Ama konserin, Türk solisti yani Tuncay Yılmaz için taşıdığı anlam çok daha önemli olmalıydı. Çünkü Fazıl Say, konservatuvarda sınıf arkadaşıydı, ilk dinletilerini birlikte vermişler, Almanya’ya birlikte gitmişler, orada yüksek lisans yaparken Ankara Müzik Festivali’nde birlikte çalmışlardı. Konserin arasında kutlamak için kulise gittiğimde amaçladığı bir işi başarmış insanlara özgü erinç ve mutluluk içindeydi. Yapıtı ne kadar sevdiğini, Fazıl’la arkadaşlığının kendisi için taşıdığı önemi vurguluyor; önceki akşam Fazıl’la birlikte son kez üzerinden geçtiklerini, bundan sonra da üzerinde çalışmayı ve derinleşmeyi sürdüreceğini, önce Türkiye’de başka orkestralarla, sonra da Avrupa’da çalacağını söylüyor ve “Çok önemli bir yapıt, değeri ilerde daha iyi anlaşılacak” diyordu. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası dün akşamki konserinde. Fransız bestecinin, Bizet’nin Carmen operasının bazı bölümlerinden yararlanarak kendi çalgısı için oluşturduğu yapıtta orkestra ile solist, değerli flüt sanatçımız Gülşen Tatu incelikli bir yorum sundular. Ardından, kemanda Tuncay Yılmaz ve vurmalılarda Aykut Köselerli ile orkestradan dinlediğimiz Say’ın keman konçertosu ise dinleyicileri coşturmaktan çok duygulandırdı diye düşünüyorum, ışıklar yandığında gözlerini kurulayan bazı dinleyiciler gördüğümden. Bu güzel müzik akşamı, Dvorak’ın Amerikan Zenci ve Kızılderili halk ezgilerinin tınısını duyuran “Yeni Dünyadan” adlı 9. Senfonisi’yle biterken kulaklarda sanırım konçertonun tınıları vardı daha çok. Halk ezgilerinin tınısı Naci Özgüç’ün yönettiği İDSO konseri François Borne’un Carmen Fantezisi ile başladı. Aynı zamanda bir flütçü olan C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle