18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 24 Mayıs 2015 Liberal İSLAM’A GİDEN YOLLAR ‘Top’un ağzındaydılar, başına geçtiler! CEMAAT’TEN UMU R O Y P K A Ç İN İLG ülen Hareketi’nin halen önde gelen yetkili isimlerinden biri, 28 Şubat sürecindeki durumlarını şimdi içinde bulundukları durumla benzerliğe de sokarak şöyle özetliyor: “Hizmet Hareketi, 1997’den itibaren yoğun bir rejim takibatına uğradı. Hocaefendi müebbetle yargılandı, sekiz yıl sürdü, sonra beraat etti ayrı, ama durum buydu. O süreçte çeşitli özgürlüklerin aranır olduğu bir atmosfer oluştu Türkiye’de. Bilindiği gibi ‘Yeşil Sermaye’ adı altında Hizmet’e yönelik ve bugünkü iktidarın yaptığı ‘cadı avı’nın aynısı o zaman da yaşandı. Bugün aynı retorik, ‘perspektif daraltılmış olarak’, yani sadece bize karşı uygulanmaya devam ediliyor. O zaman bizle birlikte ‘Top’un hedefinde olanlar, şimdi ‘Top’un başına geçtiler.” 14 EDİTÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK haber 15 G Türkçe Olimpiyatları da deyim yerindeyse “hükümetin gazabına” uğradı... ur’dan Risalei N e Türkç tı’na Olimpiya Recep Tayyip Erdoğan Fethullah Gülen Erbakan, Batı kapitalizmine karşıydı. Bu sistem karşısında İslami kaynaklardan türettiği “Milli Görüş” ve “Adil Düzen” retoriğini öne çıkardı. Sosyalizmin yerinde radikal İslâmcılığın kapitalist düzene yeni tehdit algılandığı dünyada Erbakan’ın bu çizgisi, barındırdığı riskler itibarıyla toleransa elverişli değildi. Bunun sonucu olarak “28 Şubat” sürecinde Necmettin Hoca’yı “toparladılar” denilebilir. AKP ve Gülen Cemaati, liberalizmi İslami formata yerleştirmiş olarak parladı. Ortaya ‘liberal İslâm Türkiyesi’ çıktı . Yol ayrımına gelmek için köprülerin altından biraz daha suların akması gerekecekti cı bir bakışla Erbakan’la Gülen arasındaki “kritik” farkı göremedi. ‘Necmettin Hoca’yı “hal etme” yoluna giden darbeciler, aslında ona karşıt konumda olan ve darbeye açıktan cephe almamış, hatta kısmen olumlayıcı tutum takındığı söylenebilecek ‘Fethullah Hoca’yı da okkanın altına gitme noktasına getirdiler. Sonuçta Erbakan’ın “toparlanması”ndan sonra “Hocaefendi” de tasıtarağı toplayarak Atlantikötesine “hicret etmek” durumunda kaldı. ‘HİCRET ETMEK’ ZORUNDA KALDI “28 Şubat”çılar, toptan ecmettin Erbakan başbakanken 1997 Ramazan’ında köşkte 50 civarında tarikat ve cemaat önderine iftar yemeği verdi. Bu inisiyatif, “28 Şubat”ın en önde gelen gerekçesi olmuştur. O dönemde geniş bir kesimin laik Cumhuriyet’in temellerini sarsmak, altını oymak olarak değerlendirdiği, Erbakan ve partisi açısından da “Son Yemek” denilebilecek o tabloda önemli bir eksik dikkat çeker. Sofrada Fethullah Gülen yoktur. Davet edilmiş, ama katılmamıştır. Bu ayrıntı bize ErbakanGülen ilişkisine dair bir ipucu verir. Tıpkı çok değil, bundan üç yıl önce 2012 Türkçe Olimpiyatları’nda “Cemaat”e yakın ya da sempati duyan on binlerce insanın önünde kapanış konuşması yapıp “Hocaefendi”ye iltifat yağdıran Tayyip Erdoğan’ın sergilediği görüntünün de onunla Gülen arasında 2002’den itibaren mevcut ilişkinin seyrine dair ipucu vermesi gibi... Erbakan’la Gülen arasındaki ilişki sessiz ve derinden, görünürde bir nezaket çerçevesinin korunduğu, ama esas itibarıyla bir “hasımlık” ilişkisiydi. Özellikle İslami perspektiften Türkiye ve dünyaya bakış noktasında... Erdoğan’la Gülen, daha doğrusu her ikisinin de lideri olduğu oluşumlar arasındaki ilişki ise yukarıda kaydedilen örnekten de anlaşılacağı üzere epey bir süre “hısımlık” ilişkisidir. RP liderinin davetine Gülen icabet etmemişken AKP çevreleri kâh davetli, kâh ziyaretçi olarak Gülen’in ayağına akın akın gitmiştir. Daha dün Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın eski bir Pensilvanya ziyaretine ilişkin haber bu gazetenin baş sayfasındaydı. Erbakan ve Erdoğan’ın Gülen’le ilişkileri arasındaki farkı, 2000’ler Türkiye’sinde İslâmimuhafazakâr kesimde kendisini gösteren değişimlerle bağlantılı olarak açıklamak mümkündür. AKP ile “Cemaat”in yolları Türkiye’de İslâmi hareketin ekonomik, politik ve ideolojik dönüşümüne bağlı olarak kesişti. “Simbiyotik” denilebi N ve darbeye açıktan cephe almamış, hatta kısmen olumlayıcı tutum takındığı söylenebilecek ‘Fethullah Hoca’yı da okkanın altına gitme noktasına getirdiler. Sonuçta Erbakan’ın “toparlanması”ndan sonra “Hocaefendi” de tasıtarağı toplayarak Atlantikötesine “hicret etmek” durumunda kaldı. “Hicret” mekânı anlamlıdır ve Türkiye’de İslâm adına yürütülen parlamenter siyasetin “Atlantik”e dönük çehresinin çatıkkaşlı olmaktan çıkıp güleryüzlü hale gelmesi yolunda “milat” denilebilecek bir dönüşümü işaret eder. Bu, 2000’ler başından itibaren Türkiye’de İslami kesime hemen her boyutuyla yansıyan bir dönüşümdür. Aynı dönüşüm doğrultusunda “Necmettin Hoca”nın talebelerince inşa edilen AKP, elbette ki antiErbakan değil, ama “postErbakan” çizgide, ülkede sermayenin dindarmuhafazakâr kesimlerde de yoğunlaşmaya başlamış olmasının (Müslüman burjuvazinin) itici gücüyle, ama en önemlisi Batı ile ilişkilerini olumlu yönde yenilemiş olarak iktidara geldi. İslâmcı siyaset açısından bakıldığında bu bir “revizyonizm”dir. Erbakan’ın “Nakşilik”ten istim alan ve “Bâtıl”ın (Batı’nın) reddini vaaz eden “Milli Görüş” çizgisi geride kalmış, “Batılı” ve liberal (kapitalist) bir yeni İslâmcılık (ki buna “postİslamizm” demek de hiç yanlış değildir) AKP ile birlikte peyda olmuştur. Peki, AKP’yle kurulan ittifak veya koalisyon, yahut Gülen çevresi içinde tercih edilen tabirle “konsensüs” nasıl, hangi doğrultuda ve ne temeller üzerinde gerçekleşti. Bu konuda da vurgu yapılan noktalar şunlar: “2002’de AKP bir ümit verdi, vaatte bulundu. Demokratikleşme adına, AB kriterlerini uygulama adına... AKP bunları o derece içselleştirmişti ki AB bizi almasa da biz Kopenhag Kriterleri’ni ‘Ankara Kriterleri’ yapacağız demekteydiler. İşte biz AKP’yi değil bu prensipleri destekledik. İlk kuruluş beyannamesine bakın Parti’nin, parlamenter sistemi, yetkileri azaltılmış cumhurbaşkanını benimsemekteydiler. “Hizmet’in stratejisinin kaynağı Hocaefendi’dir. Hocaefendi’nin kaynağı nedir derseniz, o da Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş, Said Nursi, Necip Fazıl, Sezai ‘Biz AB kriterleri’ni destekledik’ Karakoç’ların sentezidir. “Asıl problem siyasal İslâm’la tasavvuf arasındaki meseleye bakıştan kaynaklanıyor. Tasavvuf bireyle, siyasal İslâm sistemle ilgilenir. Tasavvuf için birey kazanılması gereken bir gönüldür. Siyasal İslâm içinse sistem, ele geçirilmesi gereken bir kale. Kültürel ‘hizmet’ten, ağır hezimete de bakanlıktan o belgeyi de alsak bandrol alamayabileceğimizi söylediler. Zaten Saadet Hanım da kendi haklarından feragat ediyor basım konusunda” demişti. Güleçyüz, Risalei Nur’ların bir depoda bekletildiğini, buna karşın bakanlığın kitabı “engellediğini” de söylemişti. Bakanlık ise cemaate yakın gazete ve televizyonlarda çıkan bu haberlere sert tepki göstermiş ve açıklama yaparak, “bandrol” uygulamasında 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nın hükümlerini vurgulamış, yasaya göre eserler üzerindeki mali hakların kullanılabilmesinin, eser sahibinin, eser sahibi ölmüş ise mirasçılarının iznine bağlı olduğu anımsatılmış ve cemaat gazete ve televizyonları “gerçek dışı haber yapan yayın organları” olarak nitelendirilmişti. Tartışma aylarca sürmüş daha sonra bakanlık Risalei Nur gibi eserlerin basım ve dağıtım hakkını Diyanet İşleri Başkanlığı’na veren bir yasal uygulamayı hayata geçirecek adımlar atmış, böylece topu Diyanet’e havale etmişti. ‘Milli Görüş’ paltosunu giydiler! AKP kurulduğunda siyasal İslâm değildi. Değerler etrafında bir ‘konsensüs’ olarak kuruldu. Bu, liberaller, Kürtler, Hizmet Hareketi ve başka unsurlardan oluşan bir konsensüstü. 2008’lerden itibaren bu konsensüs bozuldu, siyasal İslâm hakim olmaya başladı. ‘Milli Görüş’ kimliğini çıkarmış olarak geldiler, sonra Milli Görüş’ün paltosunu giydiler! Ele geçirdikleri sistem üzerinden, sistemin çarklarıyla bireyi dönüştürmeye başladılar. Tasavvufi unsurları terk ettiler, siyasal İslâm kimliğini benimsemeye başladılar, onu hâkim kıldılar.” Erbakan’la Coşan, Erdoğan’la Gülen rbakan Naksini de, çevresinşibendi idi. dekileri de ustaO, 20’nci lıkla ve görünüş yüzyılın ikinci yarıitibarıyla saygısında İstanbul’da da kusur etmeden son derece karizCoşan’dan çekmatik bir tasavvumiş, adeta onu kafi şahsiyet olarak derine terk etmişöne çıkmış Nakşitir. Coşan ise dabendi şeyhi Mehha hırçın tutum tamed Zahid Kotku’ya kınarak Erbakan’ı mürit olarak bağhedef alan konuşlıydı. Onun İslâm malar yaptı. Bu koadına siyaset yanu üzerine görüşparak yükselişinlerine başvurdude Şeyh Kotku’nun ğumuz, yaşananpayı ve desteği büları yakından tayüktür. Kotku’nun kip etmiş kaynakşeyhlik dönelar, Coşan’ın tam mi, aynı zamanda bu noktada, yada Nakşibendiliğin ni sert konuşmalar Türkiye’de dindaryaparak kaybettimuhafazakâr kitleğini belirtmekteler. ler nezdinde rakipAynı kaynaklar, buİskenderpaşa cemaatinin ölen şeyhi Mahmut Esat Cosiz etki gücüne sanunla 1725 Araşan, Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Unakıtan’la... hip olduğu döneme lık sürecinde Taydenk gelir. yip Erdoğan’a karŞeyh Kotku’nun İskenderpaşa çevresi, o öldükşı “elikolu havada beddua eden” Fethullah Gülen’in ten sonra inişe geçti. Kotku’nun yerine geçen dama tavrı arasında da bir benzerlik olduğunun altını çizip, dı, Profesör Esat Coşan, Erbakan başta olmak üze“eğer Gülen konuşmasaydı bu şekilde kaybeden olre İslamcı siyaset erbabı tarafından kayınpederi kamazdı” demekteler. dar itibara mazhar olamadı. O yüzden aralar gerildi, Kuşkusuz her iki çatışmanın ne nitelik, ne Coşan’ın Erbakan’a yönelik sert çıkışları, ardından de ölçek olarak örtüştüğü söylenebilir. Birinda İskenderpaşa çevresini merkez alan bir siyasi ci ilişkide en azından bir Nakşilik ortak paydaparti kurma denemesi oldu. Ancak bu çabaların arsı varken Erdoğan’la Gülen arasındaki ilişkinin bir kası gelmedi ve İskenderpaşa Nakşi çevresi, yükse“koalisyon”dan öteye giden yanı yoktur. Ancak her lişinde çok önemli katkıda bulunduğu bir siyasi lider iki durumda İslâm adına öne çıkan bir siyasi lidertarafından devre dışı bırakıldı. “28 Şubat” sürecinde le bir dinimanevi lider arasında esasen iktidar soCoşan’ın Avustralya’ya “hicret”i, vefatından sonra rununa dayalı bir çekişme de söz konusu edilebilirda yerine geçen oğlu Nureddin Coşan’la birlikte bu dir. Tabii, siyasi güce sahip, diğer deyişle “Partili” çevrenin iyice sönümlendiği kaydedilebilir. olanın, ister tarikat, isterse cemaat adına kendisiyle Coşan’la çatışmasında Erbakan’ın sakince “paotorite yarışına giren şahsiyete galebe çaldığı bir sosif mukabele” içinde olduğu söylenir. Hoca, kendinucun bunu izlediği de... ükümet ile Gülen cemaati arasında 1725 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları sonrasında yaşanan kriz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndaki en belirgin uygulamasını iki olay üzerinden gösterdi. Telif Hakları Genel Müdürlüğü de cemaat için önemli olan Bediüzzaman Said Nursi’nin “Risalei Nur Külliyatı”nın basımı için onay ve bandrol vermedi. Bir dönemin “baş tacı” edilen Türkçe Olimpiyatları da deyim yerindeyse “hükümetin gazabına uğradı.” H E Cemaat, Parti’nin ‘kültürel yakıt’ı AKP ile siyaset sahnesine çıkan bu İslâmcılık, “kültürel” ve “moral” yakıtını Gülen Cemaati’nden aldı. 2000’lerin başından, yolların yavaş yavaş ayrılmaya başladığı 2010 başlarına kadar denilebilir ki Gülen Hareketi, AKP için kitleler nezdinde tam anlamıyla bir lojistik destek kaynağıdır. Bu akış içinde on yıllar boyu Türkiye siyasetinde İslami hareketin asli bileşeni olmuş, kitleler nezdinde en etkili tarikat çevresi Nakşibendiliğin düşüşe geçtiği, “Cemaat”in ise yükseliş, hatta rakipsizleşme noktasına geldiği de tespit edilebilir. Bununla birlikte süreç, Nurculuk’tan türemiş bir “posttarikat” oluşum olan Gülen Cemaati’ni de değişime uğrattı. Fethullah Hoca, önce (1970’lerde) bölgesel/mahallî bir güçtü. ‘12 Eylül’ (1980) onu ulusal/millî bir güç, ‘28 Şubat’ (1997) ise küresel/beynelmilel güç haline getirdi. “Atlantikötesi”ne açılma sonrasında karşımızda artık uluslarüstü bir İslâmi misyonerlik hareketi, “dinlerarası diyalog” faaliyetlerinde etkin bir oluşum vardır. Kısaca, küreselkapitalist “zamanın ruhu”nu iyi yakalamış iki oluşum, AKP ve Gülen Cemaati, yukarıda belirttiğimiz gibi, birbirinden beslenen bir ilişki içinde liberalizmi İslami bir formata yerleştirmiş olarak Türkiye’de parladılar. Ortaya bir “liberal İslâm Türkiyesi” çıkmıştı ve bu Türkiye’de yol ayrımına gelmek için köprülerin altından biraz daha suların akması gerekecekti. ‘Hısımlık’ ilişkisi Necmettin Erbakan’ın köşkteki iftar yemeğine 50’ye yakın tarikat ve cemaat önderi katılmıştı. lecek bir ilişki içerisinde her iki kesim de birbirinden beslenerek güçlendi. Bu süreci izlerken ihmal edilmemesi gereken diğer tarihsel dinamik, “Fethullah Hoca”nın yükselişiyle “Necmettin Hoca”nın düşüşünün paralelliğidir. Erbakan, 1970’lerde Türkiye’nin kapitalistleşme sürecinin tehdit ettiği taşra esnafı ve küçük üreticinin mutaassıp tepkisini temsilen sahneye çıkmıştı. Ancak öncülüğünü yaptığı hareket, İran Devrimi’nin tüm dünyada yarattığı “siyasal İslâm” atmosferinin itici gücü eşliğinde, 1980’lerin sonu ve 90’ların ilk yarısında kent yoksullarının ekonomik, toplumsal ve kültürel hoşnutsuzluklarından kaynaklanan tepki enerjisiyle “altın çağ”ını yaşadı. Erbakan Batı kapitalizmine karşıydı. “Batıl düzen” olarak tanımladığı bu sistem karşısında İslami kaynaklardan türettiği “Milli Görüş” ve “Adil Düzen” retoriğini öne çıkartmıştır. Sosyalizmin yerinde radikal İslâmcılığın kapitalist düzene yeni tehdit olarak algılandığı bir dünyada Erbakan’ın bu çizgisi, barındırdığı riskler itibarıyla toleransa elverişli değildi. Bunun sonucu olarak “28 Şubat” (1997) sürecinde Necmettin Hoca’yı “toparladılar” denilebilir. Fethullah Hoca ise bunlar olurken bambaşka sularda yüzmekteydi. Erbakan’ın siyasetin hayhuyu içinde olduğu günlerde o, daha çok “kültürel” plânda etkinlik sergiledi. Erbakan’ın siyasal İslâm çizgisi karşısında onunkisi esas itibarıyla bir “kültürel” İslâm hareketi olarak değerlendirilebilir. Daha önemlisi, rejime muhalefetten ziyade “muhabbet” sergileyen, hatta “Kemalizm”le barışık yaklaşımlar içinde olmuştur. Ancak “28 Şubat”çılar, toptancı bir bakışla Erbakan’la Gülen arasındaki “kritik” farkı göremedi. ‘Necmettin Hoca’yı “hal etme” yoluna giden darbeciler, aslında ona karşıt konumda olan 1725 Aralık’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndaki en büyük etkisi ise Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün Bediüzzaman Said Nursi’nin Risalei Nur Külliyatı’nın basılmasını fiilen durdurmasında, kitaba bandrol vermemesinde yaşandı. Yeni Asya Yayıncılık, Bediüzzaman’ın kardeşi AbdülmeOlimpiyat vetosu cit Ünlükul’un toruGülen cemaatinin düzennu, resmi vârisi Seylediği ve bir dönem iktidada Ünlükul’dan izin rın da büyük destek verdiği almasına rağmen baTürkçe Olimpiyatları da “pakanlık yayınevinin kiralel” tartışmalarının ardıntap için bandrol başi eal Ris dan hükümetten veto yedi. CeSaid Nursi’nin rattı. vurusuna “olumsuz” ya Nur’ları kriz maatin yurtdışındaki okulyanıt verdi. 2014’te larının kapatılması bir anda gündeyaşanan kriz sürerme gelirken, “büyük kültür hizmeti” olaken, Yeni Asya Gazetesi’nin Genel Yarak görülen, 7’den 77’ye hükümet üyeleyın Müdürü Kazım Güleçyüz, açıklarinin katıldığı Türkçe Olimpiyatları’ndan malar yaparak, bakanlığın uygulamada bir anda destek çekildi. Hatta Türkçe sını “skandal” olarak nitelendirmiş ve Olimpiyatları’na karşılık Erdoğan’ın oğSeyda Ünlükul’dan ailesi adına Risalei lu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu Nur’ları serbestçe basabileceklerine dair TÜRGEV’e yakınlığı ile bilinen Türkiye belge aldıklarını aktarmış, “Bakanlık bizim bu belgemize rağmen vârislerin yüz Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) organize ettiği “Uluslararası Öğrenci Buluşması” yapıldı. de 50’sinden alınan bir belge olarak deEtkinlik 33 farklı şehirde 911 Mayıs tağerlendirdi. Abdülmecit Ünlükul’un karrihlerinde yapılan etkinliğe sponsor destedeşi Saadet Hanım’dan da belge gerektiği de yağdı. l ANKARA/Cumhuriyet ğini söyledi. Ancak enteresan bir şekil En büyük darbe ‘bandrol’ Bambaşka sulardaydı... Cemaat MEDYASINA akreditasyon engeli ‘Muhacir’in yükselişi l Yarın AKP ve Cemaat: Ayrılan Yollar C M Y B televizyon kanallarına diğer bakanlıklarda da uygulanan “akreditasyon” uygulamasında oldu. Bir dönemin bakanlığın deyim yerindeyse “en çok haber” gönderdiği gazeteler bir anda “paralel” ilan edildi ve gazete ve TV muhabirleri bakanlığa alınmamaya başlandı. Hatta o gazete ve televizyonların muhabirleri bakanlığın “email” uygulamasından çıkarıldı; toplantılarına alınmadı. ükümet ve cemaat kavgasında Kültür ve TuH rizm Bakanlığı’nda yaşanan en son hamle ise Zaman, Bugün gibi gazeteler ile Samanyolu TV gibi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle