17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 ŞUBAT 2015 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER Behçet hastası hükümlü Adnan Öztel tedavi olamazsa gözlerini kaybedecek 7 Karanlığa mahkum olmasın HİLAL KÖSE ÇAKIROĞLU’NUN ÖLDÜRÜLMESİNİ PROTESTO EYLEMLERİNDE 8 YARALI Neden Şiddet Toplumu Olduk?.. Danışmanlığını yaptığım Çocuk Yuvası’na yeni bir erkek çocuk gelmişti. Beş yaş grubuna alınan çocuk kısa sürede yuvaya alıştı. Sağına soluna bakınıp durumu gözden geçirdi, sonra da egemenliği eline geçirmeye başladı. Yöntemi kendi yaşına uygun bir zorbalıktı. Kızların saçını çekiyor, erkek çocuklara oyuncakla vuruyor, çevresini korkutuyordu. Uyardık, anlattık, hakkı olmadığını söyledik, olmadı. Ailesiyle görüştük, onlar da bir şey yapamadılar. Gruptaki çocukların aileleri şikâyete başladılar. Tam o günlerde gruba yeni bir erkek çocuk geldi. Ertesi gün bizim eski zorba ağlayarak geldi. Yeni gelen çocuk elindeki oyuncağı kafasına vurmuştu. Bizim astığı astık, kestiği kestik küçük zorbamız uysallaşıverdi. Yeni gelen de gruba uyum sağladı. Sorun çözülmüştü. Bu olay beni çok düşündürdü. Sonra, yapılan araştırmaların ortaya koyduğu gerçeği de öğrendik. Zorbalık, sahibine zarar vermeye başladığı zaman biter. Ya da zorbanın kendisine zarar geleceğini anladığı zaman zorbalıktan vazgeçtiği bilinir. Korkmak, kaçmak, boyun eğmek, kabul etmek zorbalığın artarak sürmesine yol açar. Zorbalığı önlemenin yolu, zorbayı önce pişman etmek, sonra da cezalandırmaktır. Cezalandırılmayan zorbalık sinsi sinsi etkisini sürdürür. HHH Öfke, beyindeki limbik sistemin parçası olan amigdaların uyarısı ile ortaya çıkar. Limbik sistem, beynin en eski bölümüdür ve yaşam becerilerinin programını yürütür. Ancak, öfke uyarıları beynin ön lobunda prefrontal bölge tarafından kontrol edilir. Bu bölge de gelen uyarıları seçme, değerlendirme ve doğru kararlar verme merkezidir. Uygar insan, içgüdülerini ve dürtülerini aklıyla kontrol edebilen insandır. Öfkenin göz karartan şiddeti ancak akıl yoluyla kontrol edilirse doğru bir davranışın enerjisi olabilir. Uygar ve bilinçli insan, bu nedenledir ki doğru kararlar verebilir, içgüdülerinin ve dürtülerinin esiri olmaz. Toplumumuzun bu denli şiddete sürüklenmesinin önemli nedeni, toplumu etkileyen liderlerin şiddete yönelik davranışlarıdır. Öfke ve şiddet davranışını bütün siyasetinin temeli yapan Recep Tayyip Erdoğan, kendi yandaşları için etkili bir liderdir. “Öfke de bir siyasettir” diyen R.T. Erdoğan şimdi Cumhurbaşkanıdır. Kişiliğinin de payı olan siyasetinin temelini oluşturan “öfkeşiddetsaldırısuçlama siyaseti” başında olduğu partinin siyasal yöntemi olmuştur. Öfke davranışı yapısal olarak şiddettir. Öfke, saldırının duygusal temelidir. Öfke ve saldırıyı sürekli rakiplerini aşağılamak, küçümsemek için kullanan siyaset, kaçınılmaz olarak suçlama ve cezalandırma hedefine yürüyecektir. Bu politikanın iki önemli sonucu olmuştur: Birincisi, toplumun her kesimine şiddetin egemen olması ve şiddetin bir sorun çözme yolu olarak benimsenmesi. Yaygınlaşan kadına şiddet, günlük hayatta yaşanan şiddet (kartopu cinayeti, trafik kavgaları, yanbaktın cinayetleri gibi) bu etkinin örnekleridir. Liderin örnek olması dalga dalga topluma yayılmıştır, daha da yayılacaktır. Kadın konusundaki siyasal iktidar söylemleri bu şiddeti bir anlamda kabul edilir kılmaktadır. Bu öfke ve şiddet politikasının ikinci önemli sonucu toplumun karşıt kamplara ayrılmasıdır. Dindar olanolmayan, Müslümankâfir, SünniAlevi, bizden olanolmayan gibi ayrımcılık topluma verilen kalıcı zararlardır. Bu öfkeşiddetsuçlama sarmalında bilinçli insan üzülüp kızmakla yetinecek ama bilinçsiz bir minibüs sürücüsü kendisini istediğini yapmakta haklı görecektir. Camı kırılan esnaf kartopunu atan yetişkin bir insanı bıçaklamakta yanlış bir şey görmeyecektir. Bülent Arınç’ın “bize oy vermeyenler bizden nefret ediyorlar” sözü kaygılı bir saptamadır. Ama bu nefrete kendi tarafının nasıl yol açtığını söylemeye cesaret edememektedir. Daha önceki bir iki cılız çıkışının nasıl azarlanıp sindirildiğini unutamaz. Kitlelerin böyle ayrıştırılıp kamplaştırılması dünya tarihinde ülkelerin iç savaşlarının nasıl çıktığını anlatmaktadır. Sorunun çözümü zorbalığın önce durdurulması, sonra da cezalandırılmasıdır. Bu da öncelikli görevin AKP’nin iktidardan uzaklaştırılması olduğunu açıkça gösterir. Bunun yapılamamasının Cumhuriyet tarihinin en büyük yanlışı olacağını hiç kimse unutmamalıdır. Türkiye’de cezaevleri denilince akla gelen ilk sorunlardan biri hasta tutuklular. Doktor, Adli Tıp, infaz savcılığı üçgeninde ölümle biten hayatlar söz konusu. “Aslında, var olan yasalar uygulansa, ağır hastaların tahliyesi bir sorun olmaktan çıkacak” diyor İnsan Hakları Derneği (İHD) gönüllüsü Neriman Çelik. Behçet hastalığı (damarların iltihaplanmasına, ileri safhalarda körlüğe neden olan ve nedeni bilinmeyen bir bağışıklık sistemi hastalığı) nedeniyle gözlerini kaybetmek üzere olan 44 yaşındaki Adnan Öztel’in tedavisini yaptırabilmek için vasiliğini üstlenmiş. Öztel’in “Kör olmaktansa, kanser olmayı tercih ederim” dediğini aktarıyor. Öztel’in sağlık dosyası, ihmaller zincirinin çarpıcı bir örneği. Türkiye Devrim Partisi (TDP) davasında yargılanan Öztel, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisiyken, 2004’te tutuklandı. Mart 2006’da müebbet hapse mahkum edildi. Bafra T Tipi Cezaevi’ndeki hükümlü, cezası ertelenmezse tamamen kör olacak. Öztel’in tahliye talebi Kasım 2014’te reddedildi. İnfaz savcılığının ret kararı, Bafra İlçe Devlet Hastanesi’nin raporuna dayanıyor. Rapor ise üç cümlelik: “Mahalinde tedavi edilebilir. Cezaevinde kalmasına engel değildir. Durum bildirir rapordur.” Öztel’in durumuyla ilgili hiç bilgi bulunmayan bu raporda 9 uzmanın imzası var. Klinik bulgulara ilişkin değerlendirme vs. yok. Tanı başlığına ise “behçet hastalığı” notu düşülmüş. Raporun imzacıları romatoloji uzmanı değil. Öztel’in tedavi gördüğü 19 Mayıs Üniversitesi Hastanesi’nin 2013’teki raporu da ‘hayati tehlike yok’ diyor. İnsancıl Dergisi yazarı Öztel’in yakında bir şiir kitabı basılacak. l Öztel’in şikâyetleri 2004 yılında başlamış. 6 yıl boyunca hastaneye bile götürülmeden alerji damlasıyla revirden koğuşa gönderilmiş. Bir buçuk ay boyunca 39 derecelik ateş düşürülmeyince, Mart 2010’da ilk kez üniversite hastanesine götürülmüş ve 16 ay boyunca 10 kez muayene olmuş. Ancak behçet hastalığı 2012 yılında tespit edilmiş. Teşhis konulamadığı için yanlış tedavi olan Öztel’in bu nedenle bağışıklık sistemi alt üst olmuş. Öztel’in sağlık dosyası İstanbul’da Prof. Dr. İlknur Tutkun’a getirildi. Tutkun, son seçenek başka bir ilaç tedavisinden söz ediyor: “Bu ilaç her ay aynı günde hastane ortamında, serumla verilir. Hastanın steril, sağlıklı koşullarda takibi yapılarak kullanılır. Tedavi mikrobu çeker. Hapishanede öneremem. Tüberküloza yakalanabilir. Gözlerini kaybedebilir.” Altı yıl boyunca doktor görmedi Anma sonrası gerginlik Yurt Haberleri Servisi Ege Üniversitesinde çıkan kavgada hayatını kaybeden Fırat Yılmaz Çakıroğlu için Kayseri’de Ülkü Ocakları İl Başkanlığınca gıyabi cenaze namazı kılındı. Namazın ardından Türk bayraklarıyla Ülkü Ocakları İl Başkanlığı’na doğru yürüyüşe geçen yaklaşık 1500 kişilik grup, güzergahtâki HDP İl Başkanlığına yöneldi. Polisin uyarılarına karşın binayı taşlayan gruba tazyikli su ve biber gazıyla müdahale edildi. Adıyaman’daki eylemde de BDP binasına saldıran grupla BDP’liler arasında arbede çıktı. Polis gruplara müdahale etti. Eskişehir’de Türkçüler, Ülkü Ocakları ile Kara Kalpaklılar Kültür ve Töre Derneği Porsuk Bulvarı’nda Çakıroğlu için yürüyüş yaptı. Saygı duruşundan sonra kalabalık dağılırken zafer işareti yapan 2 kişiye yaklaşık 30 kişilik grup saldırdı. Araya giren polisler saldırıya uğrayanları uzaklaştırdı. Yaralanan iki kişi tedavi altına alındı. Mersin’de Fırat Yılmaz Çakıroğlu için gıyabi cenaze namazı kılınmasının ardından 500 kişi yürüyüşe geçti. Grup, Kuvayi Milliye Caddesi’nde ilerlerken kimliği belirsiz iki kişinin zafer işareti yapması üzerine gerginlik çıktı. Ülkücüler, zafer işareti yapanların üzerine yürüdü. Bunun üzerine kaçan kişiler bir işyerine sığındı. Polisin müdahalesi ile grup sakinleştirildi. Erzurum’da altı yaralı Erzurum’daki yürüyüş sırasında Mahallebaşı mevkisinde Ülkücülerle HDP’liler arasında sözlü tartışma çıktı. Bıçak, taş ve sopaların kullanıldığı kavgaya 3’ü bıçakla olmak üzere 6 kişi yaralandı. Polis ile HDP’li grup arasında da gerginlik yaşandı. Taş, sopa ve havai fişek atarak karşılık veren gruba polis müdahale etti. Adana’da da gösterilere katıldığı öne sürdüğü bir kişiyi başına bez torba geçirip dövdüğü videoyu sosyal paylaşım sitesinde yayınlayan adı açıklanmayan şüpheli, polis tarafından yakalandı. Şüpheli arkadaşıyla mizansen yaptıklarını açıkladı. Okurlardan kısa kısa Lütfen puntoları büyütün Yalnız Cumhuriyet yazmıştı 1994’te babam Siirt JİTEM komutanlığında çok ağır bir işkenceli sorgulamadan geçmiş, haksız hukuksuz bir tutanakla mahkemeye sevk edilmişti. Av. Lütfi Kıyıcı, bu tutanakların işkence altında imzalatıldığını ve tutanaklardaki kolluk kuvvetlerinin imzalarının da “devletin kesinlikle kabul etmediği” bir kurumun adına JİTEM elemanı sıfatıyla imzalandığını belirtmesine rağmen babam sadece devletin kabul etmediği birilerinin imzaladığı sorgu tutanakları nedeniyle cezalandırıldı. Biz bu durumu basına anlatmaya çalışsak da o dönemlerdeki korku ve kaygılar nedeniyle kimseler yazmadı. SADECE CUMHURİYET yazdı. Karanlık günlerdi, ölüm korkusu insanları sindirmişti. Bu bataklığın içinde Cumhuriyet gazetesinin olması (her ne kadar mahkeme kararına bir etkisi olmasa da) bize büyük bir moral olmuştu. Bu yüzdendir ki, Cumhuriyet gazetesinin değerini iyi bilenlerdenim. Can Dündar gibi çok değer verdigim ve çocukluğumdan beri (35 yaşındayım) takip ettiğim demokrat ve cesur bir gazetecinin bu kurumun başına geçmiş olması beni mutlu etti. Ali Osman Rüzgâr Tekzip hakkının kötüye kullanımı Son zamanlarda Cumhuriyet gazetesinde, yandaş olmayan öteki gazetelerde çok sayıda “tekzip” görüyor, okuyorsunuz. Okurlarımız da şaşırıyorlar. İşte size bir okur mektubu: “Gazetenizin 15.02.2015 günkü nüshasında manşetten yayınlanan tekzip ve içeriği dikkate değer nitelikteydi. Öyle ki, hem yaptığınız habere “yalan ve iftira” diyorsunuz, hem de bunu manşetten veriyorsunuz. Bir okuyucu olarak bize de şunu düşünmek kalıyor; haberde yalan ve iftirayı kişileri karalamak için kullanıyorsanız biz sizi nasıl güvenip de okuyalım veya haberlerinizi çevremize referans diye gösterelim? Ali Kaya” Okurumuz bu sert eleştirisinde haklı mı? Kesinlikle hayır. Değerli Ali Kaya tekziplerin yasa gereği yayımlanmak zorunda olduğunu bilmiyor. Peki, neden tekziplerin sayısı bu kadar arttı. Cumhuriyet’in haberciliğinde bir kusur mu var? Bu durumun iki temel nedeninden söz edebiliriz. Birincisi özellikle siyaset sahnesinin önde gelenleri, yolsuzluk ve her türden hukuksuzluğun sahipleri gerçekleri yazan gazeteleri sindirmenin özel ve etkin bir yolu olarak artık tekzip “hakkı”nı daha sık kullanmaya ağırlık verdiler. Gönderdikleri ve gerçeği yansıtmayan itirazlar, “açıklamalar” yayımlanmayınca soluğu mahkemelerde alıyorlar. Doğrusu “itibarlı” kişi ve kurumların tekzip dilekçelerini, hakaret içeren ama gerçekle ilgisi olmayan metinlerini “mahkeme kararı” haline getirmeleri de zor olmuyor. Gazetelerin itirazları da genellikle reddediliyor. Bu durumda gazeteler ne yazık ki o tekzipten başka her şeye benzeyen, çoğunlukla ağır hakaretler içeren metinleri tekzip edilen haberin yayımlandığı yerde yayımlamak zorunda kalıyorlar. Çünkü yasalar böyle emrediyor. Peki, gerçek gerçek olmaktan çıkıyor mu? Kuşkusuz hayır. Biz o haksız hukuksuz tekziplere yanıt vermeyi ve gerçeklerin izini sürmeyi, yolsuzlukların, hukuksuzlukların peşini bırakmamayı sürdürüyoruz. Bu arada okurumuzu yanılgıya sürükleyen noktayı da belirtmeden geçmeyeceğim. Okurlar tekziple, gazetenin kendiliğinden yaptığı düzeltmeyi birbirinden nasıl ayıracak? Dürüst haberciliğe, halkın gerçekleri öğrenme hakkına saygılı gazeteler haberlerinde hata yaptıklarında, eksik gördüklerinde ya da kendilerine haklı bir eleştiri geldiğinde bunu saydamlık, açıklık gereği belirtirler; bu türden açıklamalara sayfalarında yer verirler. Bu açıklama ve düzeltmelerin mahkeme kararı ile yasa gereği zorunlulukla yayımlanan tekziplerden ayrılabilmesi şarttır. Öyleyse arkadaşlar tekziplere “tekzip” diyelim, mahkeme kararı nedeniyle yayımlandığını belirtelim, kendi açıklamalarımızı ise okurlarımızın tekziplerden kolaylıkla ayırabileceği bir formda yayımlamanın yolunu bulalım. DEFALARCA BU KONUDA YAZDIM, YİNE YAZIYORUM, LÜTFEN DİKKATE ALIP CEVAPLAYINIZ. SİZİN OKURLARINIZIN ÇOĞU BENİM GİBİ BELLİ YAŞI GEMİŞ İNSANLARDIR. HARFLERİ KÜÇÜK KÖŞE YAZILARINI OKUYAMIYORUZ. LÜTFEN KÖŞE YAZILARININ HARFLERİ BELLİ BİR BÜYÜKLÜĞÜN (kaç punto ise...) ALTINDA OLMASIN... Israrla cevap bekliyorum... Sami Batur Köşe yazarlarının sayısı azaldı mı? Uzun yıllardır okuru olduğum ve elimden geldiğince günü gününe takip etmeye çalıştığım Cumhuriyet gazetesinin son günlerde yaşadığı çalkantılı sürece üzüntüyle tanık oldum. Cumhuriyet’i de kapsayan bu dönüşüm, ülkemizde uzunca bir süredir, belirli sınırlar içinde kalmaya mahkum ve ehlileşmiş bir muhalefet isteyen türlü güç merkezlerinin politikalarından bağımsız düşünülemez. Sermayeyi ve silahı elinde tuttuklarından doğal olarak politikada da söz sahibi olan bu uluslararası çevrelerin, ülkemizde aydınlanma ve Cumhuriyet’in yarattığı değerlerle; bağımsızlıkla, laiklikle, demokrasiyle hesapları olduğu ortada. Hal böyleyken yayın politikasında bir değişimin de emareleri görülmeye başladı. Son günlerde Cumhuriyet’te köşe yazılarında belirgin bir azalma olduğu dikkatimi çekti. Umarım bu geçici bir durumdur. Ülkemizde özellikle internet yayıncılığının gelişmesiyle birlikte haber paylaşımındaki artış ifrat derecesine vardı. Öyle ki, enformasyon kirliliği olarak da adlandırabileceğimiz bir haber patlaması yaşıyoruz. Dolayısıyla, enformasyonu yorumlayacak ve dünya görüşümüzü zenginleştirecek düşünce yazılarının, hele ki böyle kritik süreçlerde önemi son derece yüksek. Cumhuriyet gazetesinin düşünce üreten, ufkumuzu açan, dilimizi zenginleştiren, sanat ve kültür dağarcığımızı genişleten saygın yazarlarının makalelerinden biz okurları yoksun bırakmak niye? Kendi adıma, günde en az 15 makalenizi okumakla dahi yetinen biri değilim. Bana kalırsa enformasyon cehaletinin ideolojik bir işlev gördüğü günümüz Türkiye’sinde, nitelikli makalelerinizi bizden esirgemeyin. Saygılarımla. Onur Aydemir Okur Temsilcisi’nin notu: Cumhuriyet çalışanları, okurumuzun yerinde bir saptamayla “enformasyon cehaleti” dediği olgunun etkisini azaltabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Cumhuriyet şu günlerde daha fazla okura ulaşabilmek için bir atılım içinde. Bu atılım döneminin kimi çevrelerce farklı yorumlandığını biliyoruz. Gazete yönetimi ve yayın kadrosu güçlendirildi. Cumhuriyet’in yayın politikasında herhangi bir değişiklik yok. Gazete çalışanları internet sitesinde sürekli olarak yayında kalan Yayın İlkeleri’ni temel alıyorlar. Okurumuzun da üzerinde durduğu laiklik, bağımsızlık ve demokrasi bu ilkeler arasında önemli bir yer tutuyor. Köşe yazarlarının sayısı ise azalmadı, arttı. Sizleri severek takip ediyoruz... Sizlerden rica ediyorum kendi adıma ve çevremden gelen tepkiler adına, artık N. Doğan ile ilgili haberleri yayımlamayınız. Görmek istemiyoruz. Bizi ilgilendirmiyor onun şuna buna verdiği cevaplar, ne hissettiği, ne düşündüğü. Daha fazla prim yapmasına izin vermeyin. Şimdiden en derin sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. Melek Erener. Nihat Doğan’dan bıktık Sosyal medyayı daha iyi kullanabilirsiniz Kitap ve Bilim Teknoloji eklerimiz gazetemizin önemli parçaları. Elimde veri yok ama perşembe ve cuma günleri satış sayısına katkı yaptıklarına kuşkum yok. Ama gazetemizin de temel sorunlarından biri olduğuna inandığım tanıtım eksikliği, eklerimiz için de geçerli. Kitap ekiyle ilgili olarak Twitter’da hem haberlerden başlıklar sunuluyor hem de kapağı bir gün öncesinden yayımlanıyor. Bunları paylaştığımda, bu ekin varlığından bile haberi olmayan arkadaşlarımın bulunduğunu öğrendim. O arkadaşlarımdan bazıları artık perşembe günleri Cumhuriyet okuyor. Aynı basit tanıtımı Bilim Teknoloji ekimiz için de yapabiliriz. Hangi haftalık dergi 1456 sayıya ulaşabilmiş ki bu çorak ortamda? (Pazar ekimiz var, biliyorum.:)) Hedef daha fazla okuyucuya ulaşmak olmalı. Tanıtım için bütçe sıkıntısı varsa, sosyal medya en ucuz yol. Serdar Güray Sahip değil CEO Gazetenizde “Tesco 10 bin kişi çıkaracak” başlıklı bir haber okudum. Haberin son paragrafında “Tesco’nun sahibi Dave Lewis” denilmiş. Dave Lewis, Tesco’nun üst yöneticisidir (CEO), sahibi değil. Yabancı kaynaklardan aldığınız haberleri yazarken daha dikkatli olmanızı rica ederim. Altan Korkmaz Kadın bedeni üzerinden ‘tık’ almak Foto galeriler her ne kadar sitelerin “can suyu” olsa da tık sayısı konusunda, burada etik değerlerin her şeye rağmen gözetilmesi gerekir. Gün içinde Hürriyet’in #sendeanlat tag’inde yazılanları hadsizce foto galeri olarak haber yapması ve söz konusu kadınlardan hiçbir izin almadan bunu yapmış olması epey tepki çekmişti. Maalesef aynı özensizlik 22:00 civarında Cumhuriyet’ten de geldi. Cumhuriyet’i gerek sosyal medya gerekse basılı gazeteden takip eden biriyim. İdeolojik olarak aynı noktadan bakmasam da basın etiği konusundaki hassasiyetini biliyorum. Basılı gazetede gösterilen bu hassasiyet maalesef internet siteniz için gösterilmiyor. Bu ve benzeri birkaç galeri daha sayabilirim Cumhuriyet.com.tr’de yer alan. Kadın bedeni üzerinden ya da mağdur üzerinden tık almaya çalışma ucuzluğuna düşmenizi hayretle karşılıyorum. Özür beklemiyorum, kadınlar adına böyle bir şey beklemek zaten haddim değil. En azından bundan sonra böyle galerileri görmemek okur olarak hakkımdır diye düşünüyorum. Sizin kitlenizin büyük bir çoğunluğunun da aynı dertten mustarip olduğunu sosyal medyada gözlemleyebiliyorum. Bu durumun en kısa sürede giderileceğini umuyorum. İyi çalışmalar. Hakan Karakoca Orgeneral Güler’in kardeşi AKP’de siyaset peşinde ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’in kardeşi, emekli Albay Atilla Güler, Bayburt’tan milletvekili aday adaylığı için başvurdu. AKP’den adaylık başvurusu yapan Güler’in, Orgeneral Güler’in kardeşi olduğu bilgisini AKP kaynakları doğruladı. AKP’li yetkililerin “Aslında biz de bu adaylığa şaşırdık, çünkü Atilla Bey’i bugüne kadar siyasetle çok ilgili görmemiştik” dediği öğrenildi. Fransız kökenli aday adayı BURSA (DHA) Fransız vatandaşı Mekatronik Mühendisi Philippe Roger Delaisement, 2002 yılında OYAK Renault Fabrikası’nda, montaj hattını kurmak için Bursa’ya geldi. Burada eşi Evrim ile evlendikten sonra Mudanya ilçesine yerleşen ve Müslümanlığı seçen Delaisement, Türk vatandaşı oldu. Philippe Roger Delaisement, genel seçimlerde AKP’den milletvekili aday adayı oldu. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle