19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler 16 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BAHADIR AKTAŞ KÜLTÜR SANAT Perşembe 1 Ekim 2015 Gelecek korkusu sarıyor Galip Uyar Sosyolog Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” diyor. Yaşadığı anı bilen her insan zamanın içindedir; anı algılayamayanlar ise onun dışındadırlar. amanı algılayamamak, varlığı bilememektir; çünkü varlık ondan bağımsız değildir. Belki de bu yüzden, “Var olmak, algılanmış olmaktır,” demiş Berkeley. Dışında değil, büsbütün zamanın içinde olmak gerekiyor. İnsan, zamanın yurttaşı olmalı diyor, Türk dili’nin büyük ustası Nurullah Ataç. Zamanın yurttaşı olmak ne demek? Bunun açıklamasını gelin onun kaleminde arayalım. “Bir ülkede yaşamak, o ülkenin edebiyatını, tarihini, insanını bilerek yaşamaktır. Zamana uymak zamanın teknolojilerini de kullanmaktır. Uçağın yolculuk süresini kısaltması, yaşama katılım için bize daha çok zaman sağlar.” Ardından şu soruları sorar: Peki, biz kendimizi geliştirmek için neler yapıyoruz ya da buna ne kadar gereksinme duyuyoruz? Yaşadığımız ülkenin ve dünyanın tarihini, coğrafyasını öğrenmek için ne kadar çaba harcıyoruz? Ülkemizde düşünce özgürlüğü için verilen mücadelelerin, ödenen bedellerin ne kadar ayırdındayız? Yazarın sonunda tespiti: Sistem bize eski insanı dayatmaktadır... Konuşmayan, düşünmeyen, araştırmayan, ezberci, yalnızca verileni yerine getiren insan modeli... Z Zaman dediğimiz kavram sorun üretmez, tıpkı çözüm üretmediği gibi. Söz nereye mi varacak? “Yeni insan ile eskinin mücadelesidir aydınlanma mücadelesi... Eski insan, egemen dünyanın tüm gerici güçlerini arkasına almış, yeni insanın oluşumunu engellemeye odaklanmıştır. Aydınlanma sürecinin başarısı için yeni insana gereksinim vardır. Bu da bilim öncülüğündeki estetik bilinç ve insani bakışla olasıdır.” (*) Bir satır arası okuması yaparsak, modernite tek başına çağdaşlık değildir diyor yazar. Ülkemizde yıllardır süren mücadelenin adıdır; eskiyle, yeninin mücadelesi... Ne gariptir ki, “Yeni Türkiye” diyenler, eski insan modelini karşımıza çıkarıyorlar. Cilalanmış bir Ortaçağ kurmanın hayaliyle yaşıyorlar. Zaman, sorun ve çözüm Zamanın yurttaşlarını bu nedenle aralarında görmek istemi yorlar. Tüm toplumsal, ekonomik, siyasal sorunların ve sıkıntıların kaynağını şimdide arıyorlar. Oysa zaman dediğimiz kavram sorun üretmez; tıpkı çözüm üretmediği gibi. Bu gerçeğe rağmen eski insan modeli, eski zamanlara sığınır. Çözümü eskiye dönmekte görür. Nedense, her sonun yeni bir başlangıç olduğunu düşünmez. Bu yüzden de kendini geleceğe hazırlamaz; çünkü gelecekten korkar. Einstein diyor ki; “Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor.” Hızla gelen geleceği algılayamazsanız, değişimi algılayamaz, zamanın yurttaşı olamazsınız. Son günlerde yaşananlara baktığımızda, ülkemizde yaşayan herkes, Einstein’ın tersine gelecekten endişeli. Her gün onlarca insan ölürken, katliam isteyen insanların sesleri sokaklarda dalga dalga yayılırken, işyerleri yağmalanıp evler yakılırken endişe duymamak mümkün mü? Zamanın yurttaşıyla, eski insan modelinin endişesi de farklı oluyor: Birinci gruptakiler, eskiden hatta eskiden de daha kötü koşullarda yaşamaktan endişeli; ikinci gruptakiler ise yenilikten... Her iki grubun korkularındaki ortak payda şu: Eskiye dönmek de yeniliği yakalamak da gelecekte olacak. Gelecek korkusunu aşmanın bir yolu yok mu? Var elbette. Zamanın içinde olup, onun yurttaşları olmayı başarabilirsek, geleceği şimdiden inşa eder, endişelerimizi sonlandırırız. Artık, zamanı suçlama alışkanlığından vazgeçmemiz gerekiyor. Yönetenler, kendi basiretsizliklerini zamana yüklemesinler. “İyi ya da kötü zamanlar yoktur, sadece değişen zamanlar vardır.” Böyle diyor ve bize de söyleyecek başka bir söz bırakmıyor Heraklitos. (*) Kaynak: İnsancıl dergisi, Ekim 2013 Roger Waters, ses duvarını demokrasiyle aşıyor 28 Şubat 2016 tarihlerinde İstanbul, 36 Mart’ta ise Ankara ve İzmir’de yer alacak 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, ilk özel etkinliğini önceki akşam Nişantaşı City’s Cinemaximum’da yaptı. Pink Floyd grubu kurucu üyesi, yönetmen, besteci, vokalist ve bas gitarist Roger Waters’ın 2013’te İstanbul’a da taşıdığı ‘Roger Waters The Wall’ turnesiyle harmanladığı, yönetmenliği Sean Evans ile payEVRİM laştıkları 2014 ALTUĞ tarihli dramatik konser turnesi filmi, !f’in sosyal medyada düzenlediği barış temalı duvar yazısı ve görselleri yarışmasında beğeni toplayanlar ve basın mensupları eşliğinde, İstanbul ve Ankara’da aynı anda izlendi. Açılışını İrlanda asıllı aktör Liam Neeson’un, temeli 1979’a dayanan ‘The Wall’ proje albümü fenomeni ve dünyaya etkilerine yönelik siyasi ve kişisel itiraflarla yaptığı, arasız 133 dakikalık bu konser / film, böylece 300’ü ABD olmak üzere, tüm dünyada 2 bin 700’e yakın salonda da gösterime sokulmuş oldu. Ne yazık ki henüz Türkiye salonlarına yansımayacak bu nadide filmin, !f 2016 programına alınması için ise ‘yoğun görüşmelerin sürdüğü’ ve bu yöndeki taleplerin dikkate alındığı öğrenildi. 18 Seçmenlerin yolsuzluk algısı Doç. Dr. Faruk Güçlü Emekli Öğr. Üyesi on günlerde yaygınlaşan “çalıyor ama çalışıyor” veya “ çalmayan var mı ki” anlayışı ya da “çaldı ama duble yol yaptı” türünden gerekçeler toplumsal yozlaşmanın gittikçe derinleştiğini, yolsuzluk yapılmasının seçmen nezdinde benimsendiğini de göstermektedir. S Siyaset ve yolsuzluk uzun yıllardır ülkemiz gündemini işgal eden temel konulardan birisi olmuştur. Ancak Türk toplumu siyaseti yolsuzluktan arındıramamış, yolsuzluk yapan siyasetçileri sahne dışına atmayı başaramamıştır. Her iki dünya savaşında yitirdiği babası ve dedesi üzerinden çıktığı duygusal ‘yolculuğu’ 219 konserlik The Wall turnesiyle harmanlayan Roger Waters’ın Sean Evans ile çektiği 133 dakikalık epik film ‘Roger Waters The Wall’, önceki gün dünya ile aynı anda İstanbul ve Ankara’da alkışlandı. Erdal Eren’e de selam yollayan filmin !f İstanbul programına alınması gündemde. Yapımın DVD ve CD’leri ise iki aya kadar raflarda olacak. Sol seçmen Bu kapsamda sağ seçmen ve sol seçmenin yolsuzluk algısını ya da yolsuzluğa bakış açısının farklı olduğunu da görmek mümkündür. Örneğin Erdal İnönü başkanlığındaki SHP tarafından kazanılan İstanbul Belediye Başkanlığı’na bağlı İSKİ’de yaşanan “klor yolsuzluğu” bugünkü yolsuzluklar açısından “deve de kulak” cinsinden olsa da sol seçmen partisini cezalandırmış, SHP tarihten silinmiştir. Sol partilerde dedikodu düzeyinde de olsa ismi yolsuzluğa karışan politikacıları, parti yönetimi korusa dahi seçmen silmektedir. O halde sol seçmende yolsuzluk duyarlığının yüksek olduğunu söylemek mümkündür. AKP seçmeninde yer yer tepkiler ve kırılmalar görülse de yolsuzluk iddialarına karşılık yeterli tepkinin verilmediği, parti içi sorgulamanın yapılmadığı çok açıktır. Peki, sağ seçmen? Siyasal yelpazenin sağında çeşitli partiler yer almaktadır. Kuşkusuz bunları ve bunların seçmenlerini aynı kategoride irdelemek mümkün değildir. Ancak merkez sağ seçmen açısından bakıldığında, sol seçmenin yolsuzluğa karşı gösterdiği duyarlılığın gösterilmediğine tanık oluyoruz. Zira merhum Süleyman Demirel yeğenleri, kayın biraderi ve kardeşinin karıştığı iddia edilen yolsuzluk olayları ile anılmış; seçmen Demirel’i sorgulama ve cezalandırma gereği duymamıştır. Merhum Özal döneminde “papatyalar” olarak Özal’ın bilenen grubun yarattığı olaylara kızı ve damadının karıştığı eylemler yeterince sorgulanmamıştır. Özal’ın kendi bakanını Yüce Divan’a gönderen siyasetçi olduğu da unutulmamalıdır. Anap Genel Başkanlarından Mesut Yılmaz “Yüce Divan”da yargılanmış ve aklanmıştır. Özer Uçuran Çiller ve villalar ile dillere destan olan DYP Genel Başkanı Tansu Çiller konusunda bir aklama ya da yargılama olmamıştır. Parti tabanının da bu durumu sorguladığına ya da cezalandırma eğilimine girdiğine tanık olunamamıştır. Tepki yeterli mi? Son birkaç yıldır AKP iktidarının bulaştığı yolsuzluklar cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları olarak basına yansı maktadır. AKP seçmeninde yer yer tepkiler ve kırılmalar görülse de yolsuzluk iddialarına karşılık yeterli tepkinin verilmediği, parti içi sorgulamanın yapılmadığı açıktır. Buna rağmen partinin son seçimde yüzde 41’e yaklaşan oy alması seçmenin yolsuzluk iddialarını ciddiye almadığını ya da benimsediğini göstermektedir. AKP seçmeninin merkez sağ ile siyasal İslamı benimseyen hatta kendisini “milliyetçi” olarak tanımlayan seçmen olması daha da düşündürücüdür. Zira bu durum yolsuzluklar karşısında sağ seçmende karşılaşılan genel duyarsızlığı ortaya koymaktadır. Çağdaş ülkeler Çağdaş ülkelerde siyaset zen ginleşme, eşi dostu kayırma aracı değil halka hizmet etmenin aracıdır. Ülkemizde özellikle 1973’den sonra yaşanan siyasal dönemde “siyaset –yolsuzluk” sarmalı ayıklanamamış ve ülkenin başına bela olmaya devam etmektedir. Hukuk sistemimizin siyasetçileri sorgulamakta ve yargılamakta aciz kalması bu sarmalın derinleşmesine yol açmaktadır. O nedenle sol seçmenin yolsuzluklar karşısında gösterdiği tepki ve algının sağ seçmen tarafından da benimsenmesi gereklidir. Bu sağlanmadan ve “benim hırsızım iyidir” algısı yıkılmadan ülkemizde siyasetin temizlenmesi veya temiz siyaset yapılması oldukça zor görünmektedir. Sanatçı Waters’ın yine önceki akşam, oğulları eşliğinde New York kentindeki prömiyerine katıldığı yapım, Waters’ı 22 Haziran 2006 ve 4 Ağustos 2013’te İstanbul’daki iki konserinde ‘canlı’ izleyememiş olanları oldukça tatmin edici ses ve görüntü kalitesiyle övgüyü gerçekten hak ediyor. Waters’ın, özellikle felsefi yönünü artırabilmek adına bir yol filmi biçiminde kurguladığı, her iki Dünya Savaşı’nda yitirdiği babası Teğmen Eric Waters (İtalya) ve dedesi Eric Fletcher’ın izinde, klasik bir Bentley otomobille çıktığı fiziksel ve metafiziksel seyahat ekseninde izlenen film, turnenin ‘setlist’ine (parça listesi) sadık, adeta konserdeymişsiniz hissi veren ıslıklarla bezeli, candan bir akustik dramaturjiyle zenginleştirilmiş görünüyor. Filmin ‘hediye’si olarak ise, yapımın sonunda sanatçının Pink Floyd davulcusu Nick Mason ile bir restoranda şarap eşliğinde yaptıkları, dünyadan kendilerine yollanan ‘hayran anketi’ne Ses ve görüntü kalitesi övgüye değer verdikleri samimi yanıtlar ve çok eğlenceli anlar öne çıkıyor. Bu soru cevap faslında bir ara Mason’a, ‘Biz David Gilmour ile hiçbir zaman düşman olmadık, yalnızca ayrı yolları seçtik,’ diyen ve aynı karşılığı alan Waters, 219 konserlik dev turnede olduğu gibi, bu sefer de dünyadaki bütün faşist, tektipleştirici ve kapitalist örgütlenmelere, ölüme yol açan her nevî tercihe yönelik direnişini, bu filmde de sakınmıyor. Nitekim filmin arka jeneriğinde de, bu tür ‘Demokrasi kahramanları’ da, 17 yaşında idam edilen 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi kurbanı Erdal Eren veya 16 Mart 2003’te öldürülen ABD’li Rachel Corrie ya da suikasta uğrayan İsveç Başbakanı Olof Palme ile, Ortadoğulu kimi aktivistlerin kişiliğinde, tıpkı konserle özdeş duvardaki gibi, unutulmuyor. Çıktığınızda ‘Abicim o neydi ya, sonunda ben de Roger Waters konserine gittimmm,’ dedirtecek samimiyetteki kurgusuyla, hele bir de Waters’ın ‘aktif dinleyicisi’ iseniz, birkaç kez görmeyi arzu edeceğiniz, kesinlikle ‘sinema ebatları ve ses kalitesinde’ görülesi yapımın, Sony Music etiketli DVD ve CD’lerinin de en geç iki ay içinde raflardaki yerini alması bekleniyor. Bu arada, sanatçının son ‘cilalı’ albüm düzenlemesi ‘Amused to Death’ın da geçen ay çıktığını anımsatalım. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle