28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 OCAK 2015 PAZAR posta@cumhuriyet.com.tr 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Toplumbilime Göre ‘Cemaat’ Olgusu GÜNAY GÜNER O n yıllardır kavramların içlerinin boşaltılması, özgürlük, felsefe, bilim, sanat yönünden kavramların yeniden çözümlenmesini gerektirmektedir. Toplumbilim birikimine bakıldığında etkili düşünsel dönüşümlerin fizik, biyoloji gibi alanlardaki gelişmelerden esinlendikleri; özgürlüğü, bireysel istenci, seçenekler oluşturan ilişki biçimlerini başat dayanak aldıkları; dolayısıyla toplumsal gelişme aşaması olarak da, yeğlenecek yaşam olarak da “cemaat”ten topluma doğru bir yönelişi benimseyip belirledikleri söylenebilir. En “tutucu” sayılan toplumbilimciler bile (örneğin Tönnies) bilimsel ve felsefesel bilgi karşısında toplumun insansal, gelişmiş ve özgürleştirici olduğunu; toplumsal yaşamdan cemaatsal yaşama geçilemeyeceğini yazmışlardır. P. A. Sorokin’e göre, cemaati belirleyen özellikler ortak irade, üyelerin birey olmaması, cemaatin çıkarlarının üstün olması, inanç, din, gelenek ve alışkanlıklar, doğal dayanışma, ortak mülkiyet; toplumu belirleyen dayanaklar ise birey iradesi, üyelerin birey olması, bireylerin çıkarlarının üstünlüğü, öğreti (doktrin), kamuoyu, moda, sözleşmeli dayanışma, özel mülkiyettir. Bu bağlamda insan yeteneklerini ortaya çıkaran, gelişmesini sağlayan, görece özgür ilişkilerin yaşam alanının cemaat değil, toplum olduğu açık gerçektir. Postmodernizm olarak adlandırılan, yayılmacılığın kültürel seçimiyle ilerleme düşüncesi yadsınırken, birey özgürlüğünün engellenmesi önemsenmeden, referanslarını geçmişteki eşitsizlik üreten ilişki biçimlerinden alan, eleştiriye kapalı dinselbudunsal yapılar (ki kimlik siyasası diye de bilinir) yüceltilmiş, saygın sayılmıştır. Samuel P. Huntington ve benzeri tarihçilerce, düşünürlerce söylemsel üstyapısı oluşturulmaya çalışıldı. Ne yazık ki bilimin, nesnelliğin, eleştirelliğin yeri olması gereken üniversiteler bile cemaat övgüsünün kurumlarına dönüşmüştür. Söz konusu yapay uygulamalarla, “toplum mühendisliği” çabalarıyla yaratılan insanlık dışı dönemden çıkmakta sorumluluk bilinci taşıyan aydınlara önemli görev düşmektedir. Yok edilen, tüm aydınlanma kazanımlarıdır. Cemaat yapılarının insanlığın kazanımlarını aşındırdığı, bireyin özgürlüğünü engellediği, eşitsizlik ürettiği önsel (a priori) bilgi olarak benimsenmeli ve yeni bilgiler bu temel üzerine eklenmelidir. Çünkü günümüzde dünyanın savaşlarla, kıyımlarla, insanın kanını donduran öldürümlerle dolu bir duruma gelmesinde yukarıda belirtilen cemaat yüceltisinin önemli payı vardır. Uygarlıklar Çatışması! Ünlü tarihçi Toynbee, uygarlıkların ancak bir düşman, bir meydan okuma ile karşılaştıkları ve onun üstesinden geldikleri zaman geliştiklerini söyler. (Toynbee’nin kuramı için benim “Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği” adlı kitabıma bakılabilir.) Toynbee’nin takipçisi olan Huntington, “Uygarlıklar Çatışması” adlı kitabında, Sovyetler Birliği çöktükten sonra rakibini yitiren Batı Uygarlığı’nın rehavete kapılacağını, bunun için yeni düşmanlar bulması gerektiğini belirtiyor ve yakın düşman olarak İslam Uygarlığı’nı, ondan sonra da Sind (Çin) Uygarlığı’nı işaret ediyordu. Önce 1993’te bir makale olarak yayınladığı, sonra 1996’da kitaba dönüştürdüğü bu tezini yazarken zaten İslam adına yapılan saldırılar dünyanın çeşitli yerlerindeki Amerikan üslerini vurmaya başlamıştı bile... Ama asıl 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan El Kaide saldırısı, onun bu tezlerinin bütün dünyada daha etkili olmasını sağladı. Sovyetler’in 1991’de çöküşünden sonra başlayan “Küresel Dönemin” birinci “umut” aşaması, on yıl sonra İkiz Kuleler saldırısı ile bitmiş, artık “Uluslararası Terör” ve “Sınırların yeniden çizilmesi” aşaması başlamıştı. Zaten Sovyetler’in çöküşünden sonra, Balkanlar, Ortadoğu karışmış, yeni devletler ortaya çıkmaya, var olanlar parçalanmaya başlamıştı... ABD, “Kitle İmha Silahları var” yalanını kullanarak Irak’ı işgal edince Ortadoğu ve Kuzey Afrika, “Arap Baharı” aldatmacasıyla, yepyeni bir krizin içine girdi. Elbette Avrupa ve tüm dünya da bundan etkilendi: Bir yandan İslam adına yapılan terör eylemleri, öte yandan İslamofobi, el ele, eşzamanlı olarak gelişti, bütün Avrupa’yı ve dünyayı pençesine aldı. İşte Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı ve Türkiye de dahil olmak üzere, öteki ülkelerde yaşananlar bu bağlamda görülmelidir. HHH Bu “Uygarlıklar Çatışmasını” durdurmak için derhal önlemler alınmaya başlanmalıdır! Peki ama İslamı, radikal siyasal öğelerden ayırmak olanaklı mıdır? ABD’nin uydurduğu “Ilımlı Siyasal İslam” veya “Amerikancı İslam” modeli zaten çökmüştür. Bunu daha önce de bu sütunda yazmıştım: Kala kala önümüzde tek yol olarak, İslam Âleminde bir tecdid (yenileme, reform) hareketi ile laikliğin geliştirilmesi seçeneği kalmıştır. CHP lideri Kılıçdaroğlu da, grup konuşmasında Charlie Hebdo katliamını yorumlarken gayet isabetli bir biçimde şöyle demiş: “Bütün İslam dünyasına sesleniyoruz: Lütfen laikliği benimseyin. İnançların güvencesidir laiklik. İnsanların inançlarına siyasetin müdahale etmemesi demektir. Ederse ne olur? İşte Paris olur. Laiklik, terörün de panzehiridir.” HHH AKP denetimindeki medyada hasır altı edilen Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısına, sadece ulusal çapta değil, uluslararası düzeyde de destek verilmelidir. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle