27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 OCAK 2015 SALI [email protected] alınmasını müteakip, serbest bırakılması yönünde talimat vermiştir. Savcı, yasal gerekliliğe uygun davranmıştır. Ancak, yasal uygulamanın ‘Ankara’yı tatmin etmemesi sebebiyle evrakın bir başka Savcı’ya intikali ve Mustafa Şahin’in Sulh Ceza Hâkimine sevki sağlanmıştır. Böylece, soruşturmaya doğrudan müdahale edilmiştir. Bu arada, yasal gereklilikleri uygulayan Savcı Recep Altun’a da Ankara’dan yüksek yerlerden geldiği anlaşılan talimatla, ya da ‘yaratılan iklim’den vazife çıkaran ilgili mercilerin gayretkeşliğiyle, Savcı Recep Altun’un Zonguldak’a geçici görevle görevlendirilmesi sağlanmıştır. Savcı Recep Altun; 2802 sayılı yasanın 68 ve 69. maddesinde sözü edilen ihlâllerden hiçbirisini gerçekleştirmemiştir. Bu yönde bir bulgu söz konusu değildir. Ancak, Türkiye’de yaratılan ‘baskı ve tehdit’ ortamı sebebiyle, bu ve benzeri ‘keyfi ve hukuk dışı’ uygulamaların yapıldığı görülmektedir. Buna göre; 1 Savcı Recep Altun hakkında hiçbir somut iddia ve bulgu söz konusu olmamasına rağmen, bu görevlendirme hangi gerekçeyle yapılmıştır? 2 Takdiri yetki kavramıyla ilgisi olmayan, keyfi ve hukuk dışı işlem niteliğinde olan bu uygulamayı tesis eden HSYK’nun; Yargı Camiasına ‘bağımsızlık ve tarafsızlık’ anlamında güven vermesi söz konusu olabilir mi?” HHH Evet 2015 Türkiye’sinden bir kesit TBMM’ye de yansımış görünüyor... Yorum sizin! 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER J Paris’teki Charlie Hebdo Katliamının Ardından Kitapları ülkemizde de büyük bir ilgiyle okunan Fransız Marksist düşünür ce yolu nedir? Bu soruyu sormak illa korkaklık etmek değildir. ve yazar Etienne Balibar, Paris’teki “Charlie Hebdo katliamı” üstüne Liberation’a yazdığı “Ölenler ve sağ kalanlar için bir iki söz” başlıklı ‘Ortak duyu’ yazısını, Türkiye’de gazetemiz Cumhuriyet ve Bianet’le paylaştı. Balibar’ın Cihat. Bitirirken bu korkutan kelimeyi bilerek kullanıyorum, zira yazısını burada okurlarımıza sunuyoruz. ETIENNE BALIBAR Düşünür ve Yazar tiyacımız var: yas tutmak için, dayanışmak için, kendimizi korumak için, düşünmek için. Bu, dışlayıcı bir ortaklaşma değil, özellikle de, Fransız vatandaşları ya da göçmenler arasında, giderek daha şiddetlenen ve tarihimizin en karanlık dönemlerini hatırlatan bir propagandanın işgal ve terörizm fikriyle özdeşleştirdiği, korkularımızın, zayıflıklarımızın ve fantezilerimizin günah keçisi haline getirdiği kesimi dışlayan bir ortaklaşma değil. Ama Milli Cephe’nin tezlerine inanan veya Houellebecq’in yazdıklarından etkilenen kesimi dışlayan bir ortaklaşma da değil. Bu yüzden kendi kendiyle hesaplaşması, kendini açması gerekiyor. Ayrıca bu ortaklık sınırlara bağlı değil, özellikle de sürüp giden “küresel iç savaş”ın getirdiği duyguların, sorumluluk ve girişimlerin paylaşılması, uluslararası düzeyde ortaklaştırılması ve mümkünse bunun (Edgar Morin bu konuda çok haklıydı) kozmopolitik bir çerçevede yapılması gerektiği bu kadar açıkken. İşte bu yüzden ortaklık, “milli birlik” ile karıştırılmamalıdır. Bu “milli birlik” kavramı neredeyse daima, itiraf edilmesi bile güç amaçlara hizmet etti: Rahatsız edici sorular karşısında sessizliği dayatmak ve acil durum önlemlerinin kaçınılmaz olduğuna bizi inandırmak. Savaş sırasındaki Direniş hareketi bile asla bu terimi kullanmadı. Cumhurbaşkanı Hollande’ın, yaptığı ulusal yas çağrısını Fransa’nın dünyadaki askeri müdahalelerini haklılaştırmak için kullandığını gördük – oysa bu müdahalelerin dünyanın bugünkü halini almasına ne kadar katkıda bulunduğu malum. Bunun ardından ise siyasi partilerin “milli” olan ve olmayan olarak ikiye ayrılmasıyla ilgili hileli bir tartışma başladı. Yoksa birileri Madam Le Pen’e rakip mi olmak istiyor? İhtiyatsızlık. Charlie Hebdo çizerleri ihtiyatsız mı davrandı? Evet, ama bu kelimenin az çok kolaylıkla birbirinden ayrıştırılabilecek iki anlamı var (ve elbette burada öznel bir görüş devreye giriyor). İlk anlamı, tehlikeyi küçümsemek, riskten zevk almak, hatta kahramanlık. İkinci anlamı ise sağlıklı bir kışkırtmanın muhtemel kötü sonuçlarına karşı kayıtsızlık: Bugünkü durumda, zaten sürekli hor görülen milyonlarca insanın yaşadığı ve onları örgütlü fanatiklerin manipülasyonlarına açık hale getiren aşağılanma duygusu. Bence Charb ve yoldaşları, kelimenin her iki anlamıyla da ihtiyatsız davrandılar. Bugün bu ihtiyatsızlık onların hayatına mal olmuşken ve böylece ifade özgürlüğünü tehdit eden ölümcül tehlikeyi açığa çıkarmışken, sadece birinci anlamı düşünmek istiyorum. Ama yarın ve yarından sonra (zira bu iş bir günlük bir iş değil), şunu düşünmemiz gerekir: İhtiyatsızlığın ikinci anlamıyla ve bunun birinci anlamla arasındaki çelişkiyle başa çıkmanın en zekibunun neler getirdiğini incelemenin vakti geldi. Bu konudaki fikirlerim ancak başlangıç aşamasında, ama şuna inanıyorum: Kaderimiz Müslümanların elinde, bu adlandırma ne kadar belirsiz olursa olsun. Neden? Çünkü elbette, amalgamlara karşı insanları uyarmak, Kuran’da veya sözlü gelenekte cinayet çağrıları bulduğunu iddia eden islamofobinin önüne geçmek lazım. Ancak bu yeterli değil. İslamın cihatçı gruplar tarafından sömürülmesine –unutmayalım ki dünyadaki ve hatta Avrupa’daki Müslümanlar bu sömürünün esas kurbanlarıdır– cevap verebilecek olan, sadece bir teoloji kritiği olabilir, yani nihayetinde inananların gözünde cihatçılığın hakikatini kaybetmesini sağlayacak şekilde, dine dair “ortak duyunun” reforme edilmesi. Aksi takdirde hepimiz, kriz halindeki toplumlarımızın aşağılanmış, kırgın bireylerini kendine çekebilen terörizmin ve gitgide militarize olan devletlerin uygulamaya koyduğu, özgürlükleri katleden güvenlik politikalarının ölümcül kıskacı içinde bulacağız kendimizi. Dolayısıyla burada Müslümanlara düşen bir sorumluluk ya da daha ziyade bir görev vardır. Ama bu aynı zamanda bizim de görevimizdir, zira burada ve şimdi sözünü ettiğim “biz” zaten tanım itibarıyla birçok Müslümanı da içerir ve Müslümanların kültürleri ve dinleriyle maruz kaldıkları yalnızlaştırma söylemine tahammül etmeye devam ettiğimiz sürece, şimdiden zor gözüken bu tür bir kritiğin ve reformun başarılı olma şansı da kalmayacaktır. aponya’dan bir arkadaşım, Todai Üniversitesi’nde eski Profesör Haruhisa Kato, bana şunları yazmış: “Fotoğraflarda tüm Fransa’nın yasta olduğunu gördüm. Sarsılmış haldeyim. Zamanında Wolinski’nin albümlerini çok severdim. Uzun zamandır ‘Canard enchainé’ abonesiyim. Her hafta Cabu’nun Beauf çizimlerine hayran kalıyorum. Çalıştığım masanın yanında Cabu ve Paris albümü durur hep. ChampsElysée’de gezinen turist Japon genç kızların çizimleri hayranlık verici.” Ama biraz daha ileride şu uyarıyı yapmış arkadaşım: “1 Ocak tarihli Le Monde’un başyazısı şöyle diyor: ‘Daha iyi bir dünya mı? Bu her şeyden önce IŞİD’e ve onun gözü hiçbir şeyi görmeyen barbarlığına karşı verilen savaşın yoğunlaştırılmasını gerektirir.’ Açıkçası barış yapabilmek için savaştan geçmek gerektiğini söylemelerine çok şaşırdım, bunun ne kadar çelişik olduğu ortada.” Başka yerlerden de mektuplar alıyorum: Türkiye’den, Arjantin’den, ABD’den... Hepsi dostluk ve dayanışma mesajlarını iletiyor, ama aynı zamanda endişe duyuyorlar: güvenliğimiz ve demokrasimiz için, uygarlığımız için, neredeyse “ruhumuz” için. Bu yazıyla Libération’un yaptığı çağrıya olduğu kadar onlara da yanıt vermek istiyorum. Entelektüeller, ayrıcalık sahibi olmadan, özellikle de kendilerine özgü bir zihin açıklığı ayrıcalığına sahip olmadan, ama çekincesiz ve hesapsız bir biçimde kendilerini ifade etmeliler. Bu tehlikeli dönemde, sözün kamusal alanda dolaşabilmesi için bunu yapmaları gerekir. Bugünkü aciliyet havası içerisinde, yalnızca bir iki söz söylemek istiyorum. ‘Hırsızlık’ Üzerine Trajikomik Önerge Sevgili okurlarım, bugün size Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na Konya CHP Milletvekili Attila Kart tarafından verilen bir soru önergesini aktarmak istiyorum. HHH “8 Ocak 2015 TBMM Başkanlığı’na Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını Anayasa’nın 98 ve İçtüzüğün 96. maddeleri gereğince saygıyla talep ederim. Atilla Kart CHP Konya Milletvekili AKP Yönetimlerinde, temel hak ve özgürlüklerin kullanımında artık ‘kronik’ hal alan ihlâller yaşanmaktadır. Bu ihlâller sonucunda, Yargı süreçlerine doğrudan müdahale edilmektedir. Paranoya boyutlarına ulaşan bu anlayış ve zihniyet, beraberinde ‘korku, panik, tehdit, baskı ve görevi kötüye kullanma’ uygulamalarını getirmektedir. Bu anlayışın ‘trajik’ ve bir o kadar ‘kara mizah’ teşkil eden bir örneği 17 Aralık tarihinde Konya’da yaşanmıştır. Konyaİstanbul Hızlı Tren hattının 17 Aralık tarihindeki açılış töreninde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşması esnasında; Mustafa Şahin isimli yurttaşın, yanındaki kişiyle konuşurken ‘hırsızlık’ konulu bir sohbetin yapıldığını duyan Kolluk Görevlileri, adı geçen kişiyi hemen ‘derdest’ etmişler ve Feridiye Karakoluna teslim etmişlerdir. İlgili Savcı Recep Altun; adı geçenin ifadesinin ‘Örgütlü fanatikler’ ‘Küresel iç savaş’ Ortaklık. Evet, ortaklaşmaya ih PARAMETRE HAFTA İÇİ HER GÜN 09:00’DA tv.cnnturk.com/parametre twitter.com/CNNTURKProgram Hakan Çelik, Ebru Baki ve Deniz Zeyrek ile Ekranların piyasası en geniş programı. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle