07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 EYLÜL 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 Tek rakibi Ajda Pekkan Debbie Harry ve grubu Blondie, İstanbul Black Box’tan geçti ne” bittiğinde iç gıcıklayan bir selam veriyor, “Call Me”de Bu memlekette Blondie’yi glitter gözlüklerini çıkarıyor kaç kez görebilirsiniz ki? BilDebbie, “Maria” başlarken de diniz, şanslıysanız bir kez, hele siyah şalını öndeki seyircilere topluluğun üç orijinal üyesinin fırlatıyor. yaşı geçkinse? Sahnede renkler ve ışıklar Önceki akşam (şaşaası de“Suspiria” filmindeki gibi; arvasa tabelasından başlayan) kadaki hareketli görüntüler, Black Box adlı iddialı konspagetti western gitar riff’i ile ser mekânında bulunanlardı bu kombine edilmiş disko ritimleşanslılar. Zira birazdan onlarini destekliyor. rı hayatlarının adrenalin yükEsrime içinde çalkalanan kalü yıllarına götürecek bir toplu labalık eski ve yeni karışımı lukla gözleri yaşaracaktı. bir repertuvarı meze yapıyor; İnsanın gözlerini Blondie’yi topluluk son albümlerinden görmekten daha çok “Rave”, “Mile yaşartacak başka bir High”, “Euphodurum var; rötarlar ria”, “A Rose by u 69 yaşına ülkesinde konser iki Any Other Narağmen sahnesi dakika erken başladı, me” ve “Sugar takdire şayan; hem de az öncesinon the Side”ı çade Partizan çalınmalıyor. özgür ruhuna sı cabası, marş haline Önlerde Mekve yaşlanmayan gelmiş “One Way or sika Dalgası yaimgesine tanık Another” ile girmeratan “Rapture” leri diğer cabası. sonrasında çiftleri olmak ise ayrı Övgülerden evbirbirine yaklaşbir güzellemenin vel, öncelikle Debtıran “The Tide konusu. bie Harry için az önis High”ın arasıce kullandığım geçna “Groove is in kin sözünü (özür diThe Heart” karıleyerek) geri alıyorum; ablanın şırken “Heart of Glass” tavan tek rakibi Ajda Pekkan. yapıyor. Kısa bir bise, iki parHer ne kadar parçalı elbiça daha sığdı: “War Child” ve senin altında, kırmızı bir pan“Dreaming.” tolonun içine gizlenmiş olsa Çok sevdiğimiz için bize öyda eminim bacakları halen sale geldi diyemeyeceğim, konlondaki genç kızların çoğunser gerçekten kısaydı. 80 dakidan daha iyi. 69 yaşına rağka 40 yılın hatırına binaen yetmen sahnesi takdire şayan; özmedi… gür ruhuna ve yaşlanmayan (muratbeser@ imgesine tanık olmak ise ayrı muratbeser. bir güzellemenin konusu. Hacom) len güzel, sevimli, komik, tatlı, çılgın ve seksi... Ayrıca sesinde en küçük bir bozulma belirtisi yok. O, New York newwave’inin en cool temsilcisi ya da vamp rock tanrıçası! Yanı sıra onları topyekun mükemmel olarak tarif etmek, inanın iltifat değil. 40 yıl sonra, 10 albüm ve 40 milyon rekor satışın ardından halen dimdik ayaktalar. Sadece kocası gitarcı Stein, geçirdiği ciddi rahatsızlığın ardından artık sahnede ciddi bir rol üstlenmiyor; ritimleri, bazı basit melodileri ve riff’leri çalıyor. Öndeki gitarları üstlenen Tommy Kessler ise “Atomic” çalarken sahneyi boydan boya turlayarak metalik bir solo çekiyor. Clem Burke davulda dinamit gibi patlıyor, kendini çevreleyen pleksiglas duvarın ardında sürekli bageti yükseklere atıp tutuyor, parmaklarının arasında çeviriyor. Tüm üyelerinin orijinal olmaması hiçbir hayal kırıklığına yol açmıyor, buradaki herkes harika müzisyen; basçı Leigh Foxx ile klavyeci Matt KatzBohen özgün birer karakter. “Hanging on the TelephoMURAT BEŞER Bir Atölye Açtık... Evet, bundan bir hafta önce, 1 Eylül Pazartesi gününün akşamüstü saatlerinde, geçen yılki öğrencilerimle birlikte, bir atölye açtık. Adı “Ahmet Cemal Kültür Atölyesi”; kısaltılmış adıyla ACKA. Yerimiz, yani “yuvamız”, Moda Caddesi’nde. Eskiden, yani henüz bir atölye değilken, bir başka eğitim kurumunun çatısı altındaydık. Ama oradaki “ev sahiplerimiz” ile geçen yılın sonunda aramızda bazı geçimsizlikler belirdi. Daha doğrusu, onların kendi aralarında bazı çekişmeler ortaya çıktı. Ve sonunda biz, kendimizi bir günde kapının önünde bulduk. Öğrencilerime, “Benimle misiniz?” diye sordum. Bir ağızdan, “Evet!” dediler. “Birlikte bir ‘Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’ne var mısınız?” diye sordum. “Varız elbet!” dediler. Ve her şey çok çabuk başladı. Önce kendimize bir yer aramaya koyulduk. Daha bulmadan, onlara atölye çalışmalarımızın başlangıç tarihini bildirdim: 1 Eylül 2014 Pazartesi. Bir yer bulamasaydık, öğrencilerime şimdilik Moda’da yaşadığım çatı katını açacaktım. Gerçi nohut oda bakla sofa bir yerdir ama sığışırdık elbet. Buna gerek kalmadı. Moda’daki Çiçekişleri El Sanatları Atölyesi’ndeki dostlarım, Bülent Can, Cihan Eyvel ve Sedat Türk adlı üç dünya güzeli insan, bize atölyelerinin boş duran üçüncü katını açtılar. Ondan sonra her şey hızlandı. Küçük atölyemizi yaklaşık iki haftada döşedik. Oturacak yerler, minderler, klimalar, kahve ve çay makineleri, sebil, üç büyük kitaplık – kısacası, her gün bir şeyler eklendi. Bu arada o dünya güzeli ev sahiplerimiz de son günlerde boş durmadılar. Gündüzleri ne zaman atölyemize gelsek, ya atölyeye çıkan ahşap merdiven başlarına ya da doğrudan atölyenin odalarına sanki görünmeyen parmaklarla eklenmiş yeni süslemelerle ve düzenlemelerle karşılaştık. Paramız azdı. Ama birkaç ay önce kazandığım bir ödülün parasal karşılığından biraz bir şeyler kalmıştı. Ona son zamanlarda bazı çevirilerimin yeni basımlarından gelen paraları da ekleyince, kuruluş giderleri karşılanmış oldu. Hem kitaplardan kazandıklarım için, bir Kültür Atölyesi’nden daha uygun harcama yeri düşünülebilir miydi? Hiçbir bağış talebinde bulunmadık. Küçük atölyemiz kendi yağı ile kavrularak kuruldu. Kalan eksikleri de öyle gidereceğiz. Ortak katkı paylarımızla… 1 Eylül Pazartesi akşamı, benim verdiğim “Felsefenin Büyütecinden Kültür Tarihimiz” başlıklı dersle yola çıktık. Hazırlık niteliğindeki bu program, 15 Ekim’e kadar sürecek. Ondan sonra devreye başka hocaların verecekleri “Mitoloji”, “Görsel Kültürün Temelleri”, “Shakespeare ve Politika”, “Yeniçağın Kültür Tarihi” ve “Felsefe” gibi dersler ile çeşitli workshop’lar girecek. Kültürün giderek ucuzladığı ve ucuzlatıldığı bir ortamda, çareyi “İnadına Kültür!” demekte bulduk. Ve açıldığımız gün bir öğrencim, şöyle dedi: “Ben, burayı sonsuz bir yer olarak görüyorum!” Kararlılığımızı bundan daha iyi ifade edebilecek bir cümle sanırım zor bulunur! Ah bir bilsek, bir bilsek... Türkiye’de “zamanın ruhu”nun çok ciddi bir dönüşüm geçirdiği bir döneme denk geldi. Kırılma büyük oldu. Anton Çehov, kendi yaşadığı çağdaki bu tarz bir dönüşümü yapıtlarına en duyarlı biçimde yansıtmayı bilmiş yazarlardanÇocukluğumun ve gençliğimin geçdır. Kendi oyunlarıyla ilgili bir değerlendirtiği semtteyim bir süredir. İBŞT’de Ali mesi bu bağlamda daha da ilginç bir hal alıBerktay’ın “Kerbela”sının provalarını süryor: Çehov “Vişne Bahçesi”nden “Oyun dürürken İTÜ’nün Sosyal Tesisleri’nde kadramdan çok bir komedlıyorum. Hemen yanımda ilkokuya, hatta yer yer güldürü ollum, onun yanında ortaokul ve liu Çehov gelecekten du” diye söz ederken “Üç sem… Provadan tesislere dönerKızkardeş”in ilk okuma proken sanki çocukluğum yanı baumutluydu ve vasını ise Stanislavski’ye göre şımda koşuşturuyor bazen. kaybolan geçmişe şu nedenden ötürü terk ediyor: MaçkaTeşvikiye, İstanbul’da belli bir ironiyle “Çehov neşeli bir komedya mimari dokunun en iyi korunduğu yazdığını düşünürken herkes semtlerden biri olmalı diye düşübakıyordu. Peki okuma sırasında oyuna dram nüyorum. Okuldan çıkıp eve döya biz? Biz kendi gözüyle bakıp ağlamaya başnerken önünden geçtiğim ne kadar zamanımızın değişen lamıştı. Bu nedenle Çehov da bina varsa, herhalde tamamına yakını ayakta duruyor yine. Ama beruhunu nasıl yaşadık oyununun anlaşılamayıp başarısızlığa uğradığına inannim içimdeki zamansal mekân tave yaşıyoruz? mıştı.” mamen değişmiş durumda. O biBütün o acıları Çehov, bir “zaman”ın genaların, parkların arasından geçri dönmeyecek bir biçimde yineden çektiğimizi tikçe, o sokaklarda yürüdükçe tip gittiğini çok derinden ducanlanan anılar, kendilerine fırtıöğrenebilecek miyiz yumsamış ve bunu inanılmaz nada, tipide sığınacak yer bulamaçok geçmeden? bir başarıyla yansıtmasını bilmış serçeler gibi dönüp duruyorlar u Çocukluğumun mişti. Ama Çehov, gidenin bilincimde, ruhumda… yerine gelenden umutluydu. sokaklarında amanın ruhu Üç Kızkardeş”in finalinde dolaşırken bu sorular “ Olga’nın şu sözleri bunun gösBunun sadece insanın kişitakılıyor aklıma, tergesiydi: “Zaman geçecek, sel tarihiyle ilgili bir yitirme bizler de sonsuzca ayrılıp giduygusunun sonucu olduğubir yanımda Hz. deceğiz yaşamdan. Yüzlerinu düşünmüyorum. O da bir Hüseyin’in “Ölmek miz, seslerimiz, kaç kişi oletken tabii ki; “Ah, ah, bizim yenilmek değildir” duğumuz, hepsi unutulacak. gençliğimizde...” diye başlarepliği, diğer yanımda Ama acılarımız, bizden sonyan cümlelerin bir kişisel devra yaşayacaklar için sevinrin, hatta belki de en güzelinin “Ah bir bilsek, bir ce dönüşecek; mutluluk, dirbir daha geri dönmeyecek olmasıbilsek…” dileği. lik, düzenlik egemen olacak na hayıflanmayı da içerdiği yadsıdünyaya. (...) Bando nasıl da namaz. Ama burada asıl konu bu neşeyle, sevinçle çalıyor. Öydeğil; kopuş sadece kişisel tarihle geliyor ki bana, neden yaşadığımızı, bu ler düzeyinde yaşanmıyor. Bana öyle geliyor acıları neden çektiğimizi öğreneceğiz çok ki bu memlekette zaman denen nehrin ruhu çok ciddi bir biçimde değişti. Bu söylediğimi geçmeden. Ah bir bilsek, bir bilsek!” Çehov gelecekten umutluydu ve kaybolan günlük siyaset, ekonomi, göçler, vb. düzlemlerinde ele almayın, çok daha toptan bir kırıl geçmişe belli bir ironiyle bakıyordu. Peki ya biz? Biz kendi zamanımızın değişen ruhuma yaşanıyor ya da uzun süredir fay hattında biriken gerilimin somut sonuçlarını yeni gör nu nasıl yaşadık ve yaşıyoruz? Bütün o acıları neden çektiğimizi öğrenebilecek miyiz çok meye başlıyoruz. geçmeden? Tekrarlamamda yarar var: Siyasi iktidarlaÇocukluğumun sokaklarında dolaşırken rın değişimi düzeyinde bir kırılmadan, günbu sorular takılıyor aklıma, bir yanımda Hz. cel politikadan, vb. bahsetmiyorum. Çok daHüseyin’in “Ölmek yenilmek değildir” ha ciddi ve çok daha derin bir değişim bu. repliği, diğer yanımda “Ah bir bilsek, bir Evet, benim kuşağımın, hatta bizden bir kuşak sonrasının da hemen hemen tüm ömrü, bilsek…” dileği. Anton Çehov Moskova Sanat Tiyatrosu topluluğuna ‘Martı’yı okuyor. Çehov oyunları ve biz Z KEZBAN AKÇALI YAŞAMINI YİTİRDİ Telif alanının duayeniydi Kültür Servisi Türkiye’deki telif hakları alanının duayenlerinden Kezban Akçalı 70 yaşında hayata veda etti. Bir süredir mücadele ettiği hastalığa yenik düşen Akçalı’nın cenazesi bugün Erenköy Galip Paşa Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından Bodrum’da toprağa verilecek. 1944’te doğan Kezban Akçalı, 1960’larda May Yayınları’nda, daha sonra Milliyet Yayınları’nda çalıştı. Osman Necmi Karaca’nın ONK Ajans’ında 8 yıl görev yaptıktan sonra 1985’te Akçalı Telif Ajansı’nı kurdu ve genel direktörlüğünü üstlendi. Bu konuda öncü olarak Türkiye’de yayıncılığın bir sektör haline gelmesine katkılarda bulundu. Kezban Akçalı, Türkiye’nin ilk 3 telif ajansından biri olan Akçalı Telif Ajansı’nı, yabancı yayınevleri, ajanslar ve yazarlarla yılda iki bine yakın sözleşme imzalayan, sektörün lider ajanslarından biri durumuna getirdi. Silivri Cumhuriyet Evlerinde 362 ada, 7 parsel, 565 m2 (Projeli, ruhsatlı) satılık arsa Tel: 0536 311 45 46
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle