03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2014 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tıp ve Bilimde Özerklik Yok Ediliyor M eclis’te görüşülmekte olan torba yasa içerisinde bulunan yasa taslağına göre İstanbul’da “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” adıyla yeni bir devlet üniversitesi kurulacak. Bu üniversite, “Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi ile Sağlık Bilimleri Enstitüsü”nden oluşacak. Üniversitenin mütevelli heyeti sağlık bakanı, sağlık bakanlığı müsteşarı, rektör, bakanın seçeceği bir üye ve yükseköğretim kurulu tarafından seçilen profesör unvanına sahip bir üye olmak üzere, toplam beş üyeden oluşacak ve mütevelli heyeti başkanı sağlık bakanı olacak. Özetle bir “Sağlık Bakanlığı Üniversitesi ve Tıp Fakültesi” kurulacak. Türkiye Kamu Hastaneleri Birliği’ne bağlı eğitim ve araştırma hastaneleri, öğretim üyesi kadrolarının tahsisi ve kullanımı bakımından üniversitenin uygulama ve araştırma merkezi olarak kabul edilecek. Türkiye’deki tüm eğitim araştırma hastaneleri bir gecede tıp fakültesi hastanesine dönüşmüş olacak. Yapılmak istenen diğer alanlarda da olduğu gibi tıp alanında da özerkliği yok etmek ve tıp eğitimini de siyasi otoritenin kontrolüne almaktır. Niteliğe hiç önem vermeden sadece sayıları artırmak üzere artırılan tıp fakültesi ve tıp öğrenci sayıları ile birlikte yeni, niteliği belirsiz birçok yeni öğretim üyesi de bu şekilde Türkiye istatistiklerini yükseltme amacına hizmet edebilecektir. Ancak her siyasi iktidarın ülkenin geleceği ile bir kaygısı olmalıdır. Zaten Batı standartlarına göre çok düşük olan tıp eğitimi ve bilimsel araştırmalar daha niteliksiz olmaya devam edecektir. Prof. Dr. A. ÖZDEMİR AKTAN (Marmara Üniversitesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi) Körfez ülkelerinin altında Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın hazırladığı “Küresel Rekabet Raporu” da nitelik sorununa dikkat çekmektedir. Rapora göre Türkiye rekabet gücü sıralamasında 148 ülke arasında 44. sırada yer almaktadır. Niteliği gösteren önemli bir gösterge ise alınan patent sayılarıdır. Türkiye 41. sırada yer almaktadır. AB’de her milyon kişide 114.9 olan patent başvuru sayısı Türkiye’de 2.7’dir. Araştırıcı sayıları, ArGe harcamaları ve bilimsel kurulların kalitesi sıralamasında da Türkiye bu sıraların da altında bulunmaktadır. ArGe harcamalarına Türkiye milli gelirinin yüzde 0.73’ünü harcarken bu oran AB’de yüzde 1.90’dır. Bu harcama düzeyi ile Türkiye Körfez ülkelerinin de altında kalmaktadır. TC Yerine TSİC 2 Dün “Yeni Türkiye” diye medyada koparılan vaveylanın “Türkiye Cumhuriyeti”nin “Türkiye Sünni İslam Cumhuriyeti”ne dönüştürülmesi anlamına geldiğini, bunun mevcut anayasaya ve yasalara uygun olmadığını, ama uygulamanın bu yönde olduğunu belirtmiş ve bu çelişkinin nasıl meydana geldiğini sorgulayarak AKP iktidarı döneminde, Türkiye’nin içinden geçtiği süreci özetlemeye başlamıştım. İlk iki aşamayı da: 1) Önce “Sünni İslamcılık”, “Muhafazakârlık” diye maskelenerek “Demokrasi” adına, “Özgürlükler” adına, “Avrupa Birliği’ne üye olmak” adına, içte ve dışta ittifaklar kuruldu ve bu sahte vaatlerle, çöken orta sağın yerine iktidara gelindi. 2) İktidara gelindikten sonra TC’nin arkasındaki güçler temizlendi... Başlıkları altında aktarmaya çalışmıştım. Şimdi sürecin üçüncü ve dördüncü aşamalarıyla devam ediyorum. HHH 3) Siyasal, hukuksal ve medyatik ortam hazırlandı: a) Bütün yasalarla defalarca oynandı; ceza yasalarında, terör yasalarında, ihale yasalarında, adalette, ortamı hazırlayan, iktidarın siyasal gücünü arttıran yüzlerce değişiklik yapıldı. b) Referandum yoluyla, parlamenter rejimin özü bozularak, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ilkesi getirildi. c) 12 Eylül 2010 referandumu ile yargı, siyasal iktidarın denetimine sokuldu, kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal edildi. d) Gazete ve televizyonlara el kondu ve yandaşlara devredildi, biat medyası (son zamanlarda “havuz”) yaratıldı; ötekilere büyük cezalar kesildi, medya iktidarın sesi haline getirildi. e) Polis güçlendirildi. f) Simgeler değiştirildi, kurumların isimlerinin önünden T.C. ifadeleri kaldırıldı. g) İktidardan bağımsız olan mali, ekonomik kurumların yapıları değiştirildi, iktidara bağımlı hale getirildi. 4) Uygulama başladı: a) Her türlü demokratik gösteri, en şiddetli biçimde bastırıldı. b) Yürütme ve polis, yargıyı da baskı altına almakta kullanıldı, polis savcıların talimatlarını dinlemedi. c) Yolsuzluk soruşturmaları yapanlar cezalandırıldı. d) Sınırlarımızdaki Sünni Terör Örgütlerine maddi, manevi destek verildi. e) Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, demokrasi ve adalet ilkelerine aykırı bir biçimde Başbakan olarak, devletin ve hükümetin bütün olanaklarını kullanarak girdi ve kazandı. f) Değiştirilen bütün anayasa hükümlerine ve yasalara karşın, yine de mevcut durumda “anayasa ihlali” olan bir biçimde, “Seçilmiş Cumhurbaşkanı” Erdoğan ne başbakanlıktan ne de parti genel başkanlığından istifa etti, partisini ve hükümeti biçimlendirdi. HHH Sonuç: Huntington’un takipçisi olan Davutoğlu, Başbakan yapıldı ve “Restorasyon” sözcüğü ile, “Osmanlı’ya dönüşün” yeni biçimi olan “Türkiye Sünni İslam Cumhuriyeti”ni (TSİC) resmen ilan etti. Kalite yok ediliyor Bu verilere bakıldığında Türkiye’de tıp ve bilim alanında problemin, sayılardan çok nitelik sorunu olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak halen TBMM’de görüşülmekte olan yasa taslağında olduğu gibi birçok yasa ile kalite kavramı yok edilmektedir. Türkiye bilime ve teknolojiye odaklanmış bir ülke olmaktan daha da uzaklaşmaktadır. Sadece tıp fakültesi açarak iyi doktorlar yetiştirilemez. Bir milyon nüfusa birden fazla tıp fakültesi olan Türkiye bu alanda bir dünya rekoruna sahiptir. Bu tıp fakültelerinin altyapıları ve öğretim üyeleri yeterli değildir. Sağlık Bakanlığı yönetiminde, tüm eğitim araştırma hastanelerini bünyesine alarak ülkenin en büyük tıp fakültesini barındıracak olan sağlık bilimleri üniversitesi ise siyasi iktidarın gölgesinde ve bilimsel özerklikten tamamen uzak yapıda olacaktır. Tüm tıp fakültelerinin bu çatı altında toplanması ve kurulacak enstitüler ile bilimsel araştırmaların da, eğer yapılabilirse, siyasi iktidar kontrolünde yapılması ülke tıp eğitimini ve bilimi bulunduğu yerden daha da gerilere taşıyacaktır. Halen yakındığımız tıp eğitimi de elbette bu gelişmelerden etkilenecektir. Bu ülkenin geleceğini başta siyasi iktidar olmak üzere hepimiz düşünmeliyiz. Gelecek nesillerin nitelikli yetişmesi, bilimsel düşünebilmesi ve ülkeyi daha ileriye götürmesi siyasi iktidarın çıkarmakta olduğu yasalar ve davranış biçimi göz önüne alındığında pek olası, maalesef görülmemektedir. YÖK’ün benzeri Hükümet tarafından Meclis’e sunulan yeni kanun tasarısı, bütün tıp fakültelerini kurulması planlanan “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı” (TÜSEB) çatısı altında toplamayı öngörüyor. Sağlık YÖK’ü gibi hareket edecek olan TÜSEB’in başkanı ise sağlık bakanı olacak. Bütün tıp fakülteleri üzerinde tasarruf yapma yetkisine sahip olacak olan TÜSEB, tıp fakültelerinin kadrolarında da oynama yapabilecek. Tasarıya göre kanser ve kronik hastalıklarda araştırma yapmak, bu tarz hastalıkların yayılmasını engellemek ve yerli ilaç üretmek için TÜSEB’in bünyesinde altı enstitü kurulacak. Ayrıca gerek görüldüğü takdirde bakanlar kurulu kararıyla yeni sağlık enstitüleri de kurulabilecek. Toplam altı enstitüde görev alması için 400 akademisyene yeni kadrolar açılacak. Tasarı yasalaştığında “Sağlık Bakanlığı Eğitim Araştırma Hastaneleri”nde görev yapan doçentlerin de profesörlüğe yükseltilmesi sağlanabilecektir. Bu şekilde de Sağlık Bakanlığı kendi TÜBİTAK’ını kurmaktadır. Tasarı yasalaştığında tıp fakülteleri siyasi iktidarın baskısı altında tamamen özerklikten uzaklaşacaktır ve daha da ötesi bilim de ancak siyasi otoritenin izin verdiği ölçüde yapılabilecektir. Yapılmak istenen diğer alanlarda da olduğu gibi tıp alanında da özerkliği yok etmek ve tıp eğitimini de siyasi otoritenin kontrolüne almaktır. Niteliğe hiç önem vermeden sadece sayıları artırmak üzere artırılan tıp fakültesi ve tıp öğrenci sayıları ile birlikte yeni, niteliği belirsiz birçok yeni öğretim üyesi de bu şekilde Türkiye istatistiklerini yükseltme amacına hizmet edebilecektir. Ancak her siyasi iktidarın ülkenin geleceği ile bir kaygısı olmalıdır. Zaten Batı standartlarına göre çok düşük olan tıp eğitimi ve bilimsel araştırmalar daha niteliksiz olmaya devam edecektir. Ülkelerin bilimsel sıralamaları uluslararası bilimsel yayınları sayısı ile ölçülmektedir. Bu sayılara bakıldığın da dünya sıralamasında 1991’de 42. sırada olan Türkiye 1998’de 25, 2007’de ise 18. sıraya yükselmiş ve orada durmaktadır. Sıralama 18 ve 19’luk arasında değişmekte ve daha yukarı tırmanma imkânı da pek görülmemektedir. YÖK’ün akademik yükseltilmelerde yayın kriterini ön plana çekmesi bu yayınların artmasında büyük katkıda bulunmakla birlikte yayınların niteliği halen ciddi bir sorundur. Yayın başına yapılan atıflar 2013 yılında 0.29 ile bizim üstümüzdeki tüm ülkelerden düşük olduğu gibi altımızdaki 25 ülkeden de düşüktür. Yayın sıralamasında 18. olan Türkiye hindex sıralamasında 36. sıradadır. Bu nitelik bozukluğu yayınların bilim üretmekten çok akademik yükselme amaçlı olduğunu ortaya koymaktadır. CHP ve Sosyal Demokrat Program C HP kuruluş felsefesine bağlı kalarak ve sosyal demokrat parti programıyla seçmenlerin belleğinde ayırt edici iz bırakabilmelidir. Emeğiyle geçinen geniş halk kitlelerinin en güncel ve can alıcı sorunları partinin ana görevi olmalı, çağdaş eğitim ve sağlık sistemi, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sosyal devlet, toplumsal barış ve ulusal çıkarlar özenle, kararlılıkla ve çözüm önerileriyle günbegün işlenmelidir. CHP’nin kuruluş felsefesi, mevcut anayasanın ilk üç maddesinde de yer almakta ve bu maddelerin değiştirilemeyeceği dördüncü maddede güvence altına alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan CHP’nin kimliği, anayasanın bu maddelerinde özenle belirtilmektedir. CHP gurur duyacağı bu tarihine kararlılıkla sahip çıkmalı ve bu kimliğiyle tanınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin en belirgin ve değişmez niteliği, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti oluşudur. CHP yönetimi son derece doğru olarak önemle AKP hükümetinin demokrasi ve hukuk devleti ihlallerine vurgu yaparken, ne yazık ki kendi sosyal devlet olgusunu büyük ölçüde ihmal etmektedir. Oysa sosyal demokrat bir parti olan CHP’nin, aynı kararlılık ve önemle anayasanın da emri olan sosyal devlet ilkesi ve programını işlemesi gerekmektedir. Kanımca CHP’nin kimliği olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve anayasanın vazgeçilemezi, değiştirilemez ilk üç maddesi herkesçe bilinmelidir. CHP’nin programı nedir ve neyi değiştirecektir diye sorulduğunda sosyal demokrasi ve sosyal devlet programı her seçmenin belleğine işlenmelidir. Eski CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit bunu, “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen” olarak bu güzel cümlede özetlemişti. CHP tam da bu tümceyi içselleştirmeli ve tüm seçmenlerine sürekli olarak anlatmalıdır. CHP Ecevit’in bu cümlesini bir reklam spotu olarak da sürekli kullanmalıdır. Ne yazık ki CHP, Gezi Direnişi’ne katılan milyonlarca genci gerçek anlamda parti içi demokrasiyi sağlayarak kucaklamayı ve kapılarını bu gençlere açmayı başaramadı. Kendi partisinde demokrasiyi sağlayamayan yöneticilerin, bunu ülkede sağlama söylemleri inandırıcı olmamaktadır. Öte yandan Batı Avrupa ülkelerindeki sosyal demokratlar, Schröder/Blair ile başlayan, sağa kayarak oy toplama stratejisiyle büyük yenilgiler yaşıyorlar. Prof. Dr. HAKKI KESKİN Siyasal Bilimci HP gençliği kazanmak zorundadır C ilkesi olan sosyal devlet nedir? Sosyal devlet, her kişiye insanca, insan onuruna uygun olarak yaşayabilmeyi sağlayan ve bunu yasalarla ve gerekli önlemlerle güvence altına alan, toplumda sosyal adaleti ve sosyal barışı sağlayan devlettir. Her kişiye yeterli düzeyde sosyal güvence sağlayarak, söz konusu olabilecek risklere karşı gerekli sosyal güvenlik önlemlerini sağlayan devlettir. Toplumda işsiz, fakir, kimsesiz ve zayıf olanları sosyal adalet ilkesinin gereği olarak korumak, onlara da insan onuruna yaraşır yaşam koşullarını yasal güvence ve devlet olanaklarıyla sağlamakla görevlidir sosyal devlet. AKP’nin seçmenlerden oy alma amacıyla dul kadına, yaşlı ve gelirsiz kişilere, engelli çocuklarına bakanlara sağladığı parasal olanakları, CHP’nin sosyal devletin gereği olarak yasal güvencelerle fazlasıyla sağlayacağı, seçmenin anlayacağı berraklıkla anlatılabilmelidir. Bu yeterince yapılmamaktadır. Sosyal devlet, toplumda sosyal adalet ilkesine önem verir ve bunun için özellikle adil vergi sistemiyle ve dolaylı vergi payını minimize ederek alt gelir gruplarını korur. Oysa Türkiye’de zengine de fakire de aynı oranda yansıyan dolaylı vergiler, toplam vergi gelirlerinin neredeyse yarısını oluşturmaktadır. Türkiye’de AB ülkelerine kıyasla son derece adil olamayan bir vergi sistemi özellikle AKP döneminde giderek daha da artarak, üstalt gelir grupları ara Sosyal demokrasinin temel sında derin bir uçurum oluşmuştur. CHP bu konunun gündemde tutulmasını büyük ölçüde ihmal etmektedir. Sosyal devletin asla vazgeçmemesi gereken temel ilkeleri; kaliteli eğitimin, kaliteli sağlık sisteminin, kolay ulaşımın ve altyapı hizmetlerinin gereğince yerine getirilmesidir. Sosyal devletin en önemli görevlerinden biri de eğitimde şans eşitliğinin sağlanmasıdır. Eğitimin ilkokuldan üniversite bitirilinceye değin devletin temel görevleri arasında ve parasız olması gerekir. Oysa AKP son derece planlı olarak eğitimi de özelleştirmeye ve paralı eğitime dönüştürmeye ağırlık vermektedir. Devlet okulları çok yönlü ihmal edilmekte olduğundan anne ve babalar çocuklarını daha iyi eğitim için özel okullara göndermeye zorlanmaktadırlar. CHP bu konuya daha çok önem vererek eğilmelidir. Sosyal devletin ana görevi, halkın en önemli sorunları arasında bulunan işsizliğin adım adım giderilmesi, işsizlik ve hastalık süresince de işsizlik ve hastalık parasının ödemesidir. Kapitalist sistemde çalışanların haklarının en önemli güvencesi, onların gerçek anlamdaki sendikalarıdır. AKP gayet planlı olarak sendikal hakları tırpanlamış ve sendikaların gücünü minimize etmiştir. CHP gerçek anlamda sendikal hakları savunarak, sendikalarla birlikte bu konulara önemle ve sürekli olarak eğilmelidir. Sosyal demokrat parti olarak CHP gerçek sendikalarla sıkı bir dayanışma ve işbirliği içerisinde olmalıdır. Ne yazık ki CHP, Gezi Direnişi’ne katılan milyonlarca genci gerçek anlamda parti içi demokrasiyi sağlayarak kucaklamayı ve kapılarını bu gençlere açmayı başaramadı. Kendi partisinde demokrasiyi sağlayamayan yöneticilerin, bunu ülkede sağlama söylemleri inandırıcı olmamaktadır. Öte yandan Batı Avrupa ülkelerindeki sosyal demokratlar, Schröder/Blair ile başlayan, sağa kayarak oy toplama stratejisiyle büyük yenilgiler yaşıyorlar. CHP asla aynı hatayı yapmamalı, tam aksine sosyal demokrat programıyla seçmenleri kazanmaya çalışmalıdır. AKP’nin aksine, CHP özellikle alternatif enerji politikalarına, güneş ve rüzgâr enerjisine büyük öncelik vereceğini, böylece de Türkiye’nin dışa bağımlı ve dış ticaret açığının temel nedeni olan petrol ve gaz ithalatını büyük ölçüde azaltacağını önemle işlemelidir. Yasaları hiçe sayarak sit alanlarını, çevreyi ve doğayı yandaşlarına rant amaçlı kullandıran AKP’nin aksine, CHP’nin bu alanları büyük bir özenle koruyacağını gereğince halka anlatmalıdır. Yeni yasalarla zeytinlikleri bile imara açmayı öngören AKP’ye, CHP yüz binlerce zeytin üreticisinin yanında yer alarak ve onlarla çok yönlü protestolara da girerek tavır almalıdır. 20 Ağustos 2014 tarihinde bu sayfada yayımlanan “Temel Sorun Parti İçi Demokrasi” yazımda, milletvekili adayları konusunda genel başkanlığa yüzde 1015’lik bir kontenjan tanınmasını belirttim. Bu orandaki bir kontenjanı CHP’nin 130 milletvekiline orantılı olarak önerdim. 550 milletvekiline göre hesaplanacaksa bu kontenjanın en fazla yüzde 5 olması gerekir ki bu da 27 milletvekili yapar. Bu sayı istenen özel nitelikli kişilerin seçilebilmeleri için son derece yeterlidir. Ayrıca parti içi demokrasinin gereği, kurultay delegelerinin her kurultaydan iki hafta önce seçilmeleri ve yenilenmeleri gerekmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle