28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 AĞUSTOS 2014 CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 USTA GAZETECİ Salzburger Festspiele / Monika Rittershaus Arda Uskan’ı yitirdik İstanbul Haber Servisi Takvim gazetesinde köşe yazarlığı yapan Arda Uskan karaciğer kanserine yenik düştü. Evinde dün yaşama veda eden Uskan’ın cenazesi, bugün Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecek. Uskan 1947 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde okurken son sınıftan ayrıldı. Bir süre İngiltere ve Fransa’da kendi deyimiyle “serserilik” yaptı. 1972 yılında “Milliyet”te gazeteciliğe başladı. Altı yıl orada çalıştıktan sonra sinemaya geçmek için gazeteden ayrıldı. İki film, pek çok fotoroman çekti, 20’ye yakın film senaryosu yazdı. 1982 yılında Gelişim Yayınları’na girdi ve “Nokta” dergisinin ilk sayısından itibaren Ercan Arıklı’yla çalışmaya başladı. Aralıksız 8 yıl “Nokta”nın genel yayın yönetmenliğini yaptı. Star’ın yeni kurulduğu günlerde, ilk özel televizyonun ilk haber müdürü oldu ve “Nefes Nefese” isimli bir haber programı yaptı. Daha sonra Kanal 6’nın kuruluşunda bu kanalda yine haber müdürü olarak görev yaptı. 1995 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte “özel haber ekibi” olarak ATV’ye geçti. Daha sonra aynı kanalda program yapımcısı olarak çalıştı. 2000 yılında tekrar yazılı basına dönerek “Radikal” gazetesinde köşe yazıları yazdı, “Aktüel” dergisinde “Varyete” ekini çıkardı. Uskan, 24 Ağustos’taki “Kısa bir veda olabilir” başlıklı yazısında “Yok arkadaşlar bu böyle olmayacak, gazino kapatır gibi sayfanın tümünü ele geçirmem gerekecek ki en iyisi ben burada adını anamadığım ünlüünsüz tüm dostlarıma huzurlarınızda bir güzel teşekkür edeyim. Galiba en çok da evimizin oğlu Ümit Zileli’ye... Yarın mı? Allah kerim...” sözlerini kaleme almıştı. ‘Rosenkavalier’ Görkem ve yaratıcılık Salzburger Festspiele / Silvia Lelli S A LZ BURG FES T İV A Lİ’ NDE 1 5 0 . DOĞUM Y ILINDA RIC HA RD S T RA US S ’ A S A Y GI 2014, Richard Strauss’un doğumunun 150. yılı. Salzburg Festivali, konser programlarıyla ve özel olarak ısmarladığı yeni prodüksiyonlarla besteciye saygı gösterisinde bulunuyordu. Festival yönetimi, Richard Strauss’un en popüler eserlerinden biri olan ve Librettosu Hugo von Hofmannsthal’a ait, “Der Rosenkavalier” (Güllü şövalye) eserini seçmişti. Hofmannsthal da tıpkı besteci gibi Salzburg Festivali’nin kurucularındandı. Bu ikilinin işbirliği, opera dünyasının mutluluğu oldu. “Rosenkavalier”nin bu yeni prodüksiyonu Viyana Philarmoniker’i yöneten Franz WelseMöst’e ve 60’ların,70’lerin ünlü Alman rejisörü Harry Kupfer’e teslim edilmişti. Bir zamanların çılgın rejisörü, yıllar içinde durulmuş. Dört buçuk saat süren operayı sakin, dingin ama her anı sonsuz bir güzellik ve estetik kaygıyla sahneye yerleştirmiş. 18. yy. Viyana’dayız. Kupfer, siyahbeyazgri tonlarından oluşan Viyanın iç ve dış mekân görüntüleriyle sahneyi kaplamış. Muhteşem bir teknikle görüntüler değişirken sah Görkemin doruğunda nenin arka fonuyla önü bütünleşirken, “ArtDeco”, mobilyalar yer değiştirirken imparatorluğun son yıllarının görkemi, asaletle sıradan insanın farkı bize sunuluyordu. Bu görsel mükemmelliğe ve güzelliğe karşın eserdeki komedi, dram, fantezi, düş ve gerçeklik bütünlüğü, psikolojik derinlik, karakterler arasındaki ilişki, hepsi yerli yerindeydi. Müzikle sahne yorumu iç içeydi bir bütündü. Bulgar soprano Krassimira Stoyanova (Kontes), buğulu sesi ile asaleti ve görkemi doruğa taşıyan yorumuyla; komedi öğelerini iyice vurgulayan Bass Günther Groissböck (Baron Ochs) sesleri ve oyunculuklarıyla geceyi taçlandıran sanatçılardı. Rossini’nin “La Cenerentola” (Külkedisi) prodüksiyonunu görmeye giderken iki endişem vardı: Bu Peri masalından gerçeğe kış İstanbul’da Yekta Kara’nın mizanseniyle İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nden izlediğim eserden öyle tat almıştım ki ya bunda düş kırıklığına uğrarsam? Bir de aynı zamanda Salzburg Whitsun Festivali’nin sanat yönetmeni olan ünlü soprano Cecilia Bartoli, oyunu kendi “şov”una dönüştürür mü? İki korkum da boşunaymış! J. C. Spinosi’nin yönettiği Ensemble Matheus topluluğu (bence temsilin en zayıf halkasıydı) ve Viyana Opera Korosu bugüne dek izlediğim en komik ve en gerçekçi, ayakları yere basan “Külkedisi”ni sundu. Külkedisi, masaldaki gibi şatoda değil, bir kafeteryada sabahtan akşama hiç aralıksız köle gibi çalışan işçi kızdır. Gençlerin uğrak yeri olan kafeteryada çalışmaktan, prens bekleyecek, düş kuracak hali yoktur. Yaşıtlarından farkı, sürekli iyilik yapması, iyiliğin kazanacağına inanmasıdır. Patronu da para canlısı üvey babadır. Balo sahnesinin yer aldığı prensin ‘Külkedisi’ sarayı da ışıl ışıl bir diskotek! (“Saturday Night Fever!”) Yine gökyüzünden aşk perisi iner ama kâh kafeteryanın müşterisi, kâh gece kulübünün koruması olarak... İtalyan yönetmen Domiano Michieletto ve sahne tasarımcısı Paolo Fantin, masalı, 1960’ların İtalya’sına yerleştirmişler. Operanın her anı, güldürü öğelerinin altı çizerek çok ince bir nakış gibi işlenmiş. Eser ilerledikçe, “oyunlar”, “buluşlar” birbirini izliyor: Aşk oklarının şimdi ona, sonra buna, hatta bir ara orkestra şefine saplanması... İlk göz göze gelişle sahnenin akvaryuma dönüşmesi... (Oyuncular resmen su balonlarına dönüşüp “uçtular”) Balkabağının atlı arabaya dönüşmesi yerine, otomobilin kafeterya camekânından içeri girmesi... Aşk kapıyı çalınca kentte (sahnede) zelzele olması! Ve finalde külkedisinin sabun köpükleriyle oynaması vb... Bütün ekip muhteşemdi ama Külkedisi rolünde Cecila Bartoli işte o görülecek bir şeydi. Dinleyiciyi bir anda avucunun içine alıp bir daha bırakmadı. Sesinin geniş yelpazesi, teknik üstünlüğü, duygu yüklü oyunculuğuyla mükemmeldi. Don Ramiro rolünde Meksikalı tenor Javier Camarena, sesiyle ve söyleme biçimiyle bana sanki Pavarotti’nin doğal mirasçısıymış gibi geldi. İkisinin de aryaları sık sık alkışlarla kesiliyordu. (Yerim bitti, festival izlenimleri bitmedi. Devamı Pazar’a...) u Xiao, ‘Dilerdim ki kitap fuarına bir günlüğüne de olsa Orhan Pamuk da gelsin’ diyor. ‘Çünkü kitapları burada her yerde. Orhan Pamuk gelseydi, biz de Mo Yan’ı çağırırdık ve iki Nobel ödüllü yazar burada buluşmuş olurdu.’ ASLI ULUŞAHİN Çin Halk Cumhuriyeti uluslararası yayıncılık fuarları sorumlusu Xiao Guanglu ‘Türkiye’yi çok önemsiyoruz...’ Halk Cumhuriyeti Medya Bakanı’nın ardından ona da armağan verildi. Xiao Guanglu, aynı zamanda bir söz ustası. Nereden bildiğimi sorarsanız, söyleşi yaptığımız bir saat boyunca “ustalığını konuşturdu” diye yanıtlarım. Çinli yetkiliye, Türkiye’nin organizasyonunu nasıl bulduğunu sorduğumda, çok başarılı bulduğunu belirtti, “Geçen yıl Pekin’e konuk olan Suudi Arabistan’dan daha iyiydi” dedi. “Çin ile Türkiye arasındaki ilişkiler çok önemli, iki ülke arasında stratejik ortaklık var” diyen Xiao, bu bağı nasıl önemsediklerini vurgulamak için de bugünden örnekler verdi: “Biz bu ilişkiye o kadar önem veriyoruz ki onur konuğu ülke resepsiyonunu parlamento binamızda, yani Çin’in merkezinde yaptık. Üst düzey görüşmede, bakan yardımcınızı bakanımız karşıladı. Ödül töreninde ise bakan yardımcınızı başbakan yardımcımızın yanında ağırladık.” Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, kitap fuarının onur konuğu ülke için resepsiyon yapılması bir yana, bu sözlerin ardından insan düşünmeden edemiyor: Eğer stratejik ilişki karşılıklı olarak böylesine önemseniyorsa, Türkiye de Pekin’de bakan düzeyinde temsil edilemez miydi? Kültürümüzün onlar için her halükârda ilgi çekici olduğunu sözlerine ekleyen Xiao’nun, organizasyonla ilgili ise “tek bir” sitemi vardı: “Dilerdim ki kitap fuarına Orhan Pamuk bir günlüğüne de olsa gelsin. Çünkü kitapları burada her yerde ve onu seven yüz binlerce okur var. Orhan Pamuk gelseydi, biz de Mo Yan’ı çağırırdık ve iki Nobel ödüllü yazar burada buluşmuş olurdu.” PEKİN Xiao Guanglu, Çin’in uluslararası yayıncılık fuarları sorumlusu. Bugün, gerçek bir kültürel buluşmaya dönüşen Uluslararası Pekin Kitap Fuarı’nın mimarlarından. Çinli yöneticinin, Türkiye’nin onur konuğu organizasyonunda da emeği büyük. Hatta bu nedenle, ulusal stant açılışında, Çin Cumhurbaşkanı rüşveti kaldırdı! Çin’den bir kültür yetkilisiyle buluşmuşken, ülkedeki ifade özgürlüğü, sanatsal özgürlük alanındaki baskıları sormamak olmazdı. Çünkü Çin, bu alanda dünyada kötü bir üne sahip. Xiao Guanglu yanıtlarken, “Evet, maalesef eskiden burada kimsenin konuşma hakkı yoktu, yorum hakkı yoktu” diyerek anlatmaya başladı: “Ancak artık öyle değil. Çin halkı artık başa geçen hükümeti eleştirme hakkında sahip. Özellikle şu andaki yeni cumhurbaşkanını Çin halkı inanılmaz seviyor. Bunun başlıca nedeni de ortalıktaki birçok rüşvet ve yolsuzluk dosyasını ortadan kaldırmış olmasıdır!”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle