24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 AĞUSTOS 2014 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Evet, İlk İhtiyaç Parti İçi Demokrasidir ‘Restorasyon’ mu ‘Zeval’ mi? Erdoğan, cumhurbaşkanı seçildiği kesinleştikten sonra, bütün anayasal ve yasal kurallara karşı gelerek sürdürdüğü Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevleriyle, yeni başbakan adayını açıkladı... Beklenen sürpriz(!) aday, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu oldu. Davutoğlu yaptığı teşekkür konuşmasında şöyle dedi: “...kimsenin tereddüdü olmasın ki son 12 yılda gerçekleştirilen büyük restorasyon hareketi hiçbir ara ve kesintiye uğramadan devam edecektir.” Davutoğlu, akademik kökenli bir politikacıdır... Hiç kuşkusuz, “Restorasyon” sözcüğünü iç ve dış kamuoyuna bilinçli bir mesaj vermek için kullanmıştır. HHH Restorasyon, günlük dilde, “yenileme”, “eski haline göre yeniden inşa” anlamına gelir. Peki neyi restore ediyor AKP, yani neyi eski haline göre yeniden inşa ediyor, Davutoğlu neyin yeniden kurulmasına devam edecek? Şimdi çok kısaca “Restorasyon” sözcüğünün akademik olarak ne anlama geldiğine bakalım: “Restorasyon”, tarihte ve siyasal bilimlerde çok kısaca, bir savaş, bir isyan, bir devrim veya bir darbe ile yıkılan eski rejimlerin yeniden kurulması anlamına geliyor. Wikipedi, bu sözcüğü şöyle tanımlıyor: “Tarih bilimi terminolojisinde restorasyon (lat. restaurare = yeniden kurmak) genel olarak bir politik durumun yeniden kurulması, kural olarak da bir devrim sonucu devrilmiş bir hanedanın yeniden iktidara gelişini ifade eder. Daha nadir olarak, iç ya da dış etkiler sonucu kesintiye uğramış meşru bir egemenlik biçiminin yeniden kuruluşunu ifade etmek için de kullanılır. Restorasyon sözcüğünü terminolojiye sokan İsviçreli devlet hukukçusu Karl Ludwig von Haller’dir. Haller kavramı olumlu anlamda kullanmışsa da, kavram 19. yüzyılda bütün olumlu anlamlarını yitirmiş ve gericilikle eş anlamlı olarak kullanılır olmuştur. Tarihte restorasyon sözcüğüyle ifade edilen en önemli iki dönem İngiltere’deki Stuart Restorasyonu (16601688) ve Fransa’daki Bourbon Restorasyonu’dur (1814/18151830). Ayrıca 1815 ile 1830 yılları arasındaki dönem Almanca konuşulan ülkelerin hepsinde Fransız Devrimi’nden esinlenilerek ve Napoleon işgali ve Prusya Reformları sonucu hazırlanan anayasaların saf dışı edildiği, yurttaş hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı ve aristokrasinin yeniden kendi düzenini kurduğu bir dönem restorasyon dönemi olarak tanımlanır. Bu dönemde Avusturyalı devlet adamı Metternich kilit bir isimdir. Ayrıca Almanya’da 1848 sonrası döneme de restorasyon adı verilir.” HHH Yazının başlığında kullandığım “Zeval” sözcüğü, Arapça kökenlidir: Bitiş, sona eriş, yok oluş, çöküş anlamlarını taşıyor... Halinden, gelirinden memnun olan insanların sık sık dile getirdiği “Allah devlete millete zeval vermesin” deyişindeki gibi. HHH Fazla söze gerek yok, sanırım: Davutoğlu 12 yıllık AKP iktidarı dönemine ve kendi görevine “Restorasyon” dediğine göre “Osmanlı’nın restorasyonunu” kastediyor... Siz bunu “Türkiye Cumhuriyeti’nin zevali” diye de okuyabilirsiniz! R OKTAY EKŞİ CHP İstanbul Milletvekili ahmetli Turan Güneş’in siyasi düşüncelerinden ve makalelerinden bazılarını, oğlu Hurşit Güneş, 1982 yılında “Araba Devrilmeden Önce” adıyla kitap haline getirmişti. Güneş’in ve sağduyu sahibi başka politikacıların, yazarların, düşünürlerin uyarıları maalesef sonuç vermedi. O yüzden araba, Turan Güneş’in uyarılarından önce de sonra da ikide bir ya şarampole yuvarlandı veya takla attı. Bu dediklerim demokratik rejimin başına gelenlerle ilgili olanı. Ama partilerimiz yönünden de benzeri gözlemleri ve sonuçları söylemek mümkün. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi söz konusu ise... Yerel yönetim seçimleri ardından yaşadığımız son Cumhurbaşkanı seçiminin de partide yarattığı fırtına ve onun ardından CHP’nin “seçimli” bir olağanüstü kurultaya gitme kararı bunun tipik bir örneği... Demek ki bir şeyler hep yanlış gidiyor ve biz ne o yanlışa doğru teşhis koyabiliyoruz ne de koyduğumuz teşhislerle çözüm üretebiliyoruz. Siyasete giren ama “siyasetçi” olmayı beceremeyen biri sıfatıyla söyleyeyim: Siyasetçi arkadaşlarımızı dinliyorum. Özellikle CHP’nin hem halihazır yönetimi hem de ileride iktidar olabilmesinin temel koşulları konusundaki görüşlerini öğreniyorum. Kiminde biraz fazla, ötekinde biraz daha az olsa da her birinde kulak vermeye değer doğrular, anlamlı görünen çözümler buluyorum. Ama kendi gözlemlerimi tüm dinlediklerimle karşılaştırdığım zaman dönüyor, dolaşıyor Prof. Dr. Hakkı Keskin’in 20 Ağustos 2014 tarihli Cumhuriyet’te çıkan “Temel Sorun Parti İçi Demokrasi” başlıklı makalesinde savunduğu görüşün “tüm çözüm önerilerinin ortak noktasını” dile getirdiği sonucuna varıyorum. Önce “genel” bir değerlendirmemi paylaşmak isterim: Aslında Parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin hiçbirinin (Halkların Demokratik Partisi’nin içyüzünü bilemediğim için, onu değerlendirme dışında tutuyorum) işleyişi “parti içi demokrasi” kavramıyla yakından uzaktan ilişkili değildir. Sadece “partilerin” değil bizzat TBMM’nin de işleyişi ne “demokratik”tir ne de gerçek bir “Parlamento”ya yakışacak niteliktedir. Ama onlar konumuzun dışında olduğu için ayrıntıya girmenin anlamı olacağını düşünmüyorum. Konumuz CHP olduğuna göre, ona bakalım: Bunlar “hiç yoktur” demek haksızlık olur. Bazı gayretli örgüt başkanlarının ve milletvekillerinin kendi sorumluluk alanlarıyla ilgili çözüm üretip genel merkeze taşıdıklarına örnekler verilebilir. Ama üretilen çözümleri ne partinin “genel politikaları” açısından değerlendirip yaşama geçirecek mekanizma vardır ne de “önerdiklerimiz konusunda ne yaptınız” diye sorgulamak mümkündür. Aslında partinin en alt birimlerinden en üst birimlerine kadar kendi iç işleyişlerinde de “parti içi demokrasi”den dolayısıyla iç denetimi hayata geçiren anlayıştan çok “itaatçı” anlayış egemendir. Zaten uygulamaların o birim üyeleri tarafından periyodik olarak irdelenmesine müsait mekanizmalar da mevcut değildir. Tüm CHP’liler haklı olarak “CHP’nin Cumhuriyeti kuran parti” olduğunu söylerler. Bu bir başka ifadeyle “partimiz 90 yaşını aşan, köklü bir çınardır” anlamına gelir. Ama böyle övünen CHP’liler “Acaba ‘parti içi demokrasi’ yönünden halimiz nedir?” diye sormazlar. 90 yaşını geçen CHP’nin parti içi demokrasiyi hâlâ hayata geçirememiş olması, çok büyük bir ayıptır. Bu ayıptan kurtulmanın ilk adımını 56 Eylül 2014 tarihlerinde yapılacak CHP Olağanüstü Kurultayı atmalıdır. Tüm CHP’liler haklı olarak “CHP’nin Cumhuriyeti kuran parti” olduğunu söylerler. Bu bir başka ifadeyle “partimiz 90 yaşını aşan, köklü bir çınardır” anlamına gelir. Ama böyle övünen CHP’liler “Acaba ‘parti içi demokrasi’ yönünden halimiz nedir?” diye sormazlar. Çünkü aynen öteki partilerde olduğu gibi CHP örgütünün de “kendi görev alanındaki halkın sorunlarının neler olduğunu” tartışma, “partinin o yöredeki birimi olarak bunlara nasıl bir çözüm üretileceğine” dair görüş üretme, “üretilen çözüm önerisini bir üst birime taşıma” ve alt birimlerden gelen önerileri değerlendirip örneğin “il örgütünün önerileri” halinde merkeze iletme gibi bir geleneği yoktur. Bu gerçek, partinin TBMM’deki Meclis grubu için bile geçerlidir. O nedenle işler “ortak aklın ürettiği” çözümlerle değil, parti içi otoritenin aklına gelen çözümlerle yürütülür. En basit örneği içinde bulunduğum CHP Meclis grubunun işleyişinden vereyim. Bunu söylerken belirteyim: Anayasal sistemin kalbi durumundaki TBMM’nin, bu kurumu bir “ortaokul müsamere salonuna” çeviren anlamsız, hatta aptalca hükümlerle dolu İçtüzüğü’nün yarattığı olumsuzluklardan söz etmiyorum. O da ayrı ve vahim gerçekleri dile getirmesi gereken bir başka yazı konusudur. CHP’nin üç yılı aşkın süredir İstanbul milletvekiliyim. Bugüne kadar TBMM’ye gelen veya geleceği bilinen hiçbir yasa tasarısı yahut önerisi hakkında “CHP’nin nasıl bir tutum izlemesi gerektiğine” ilişkin tartışma yapılan bir tek “Grup Genel Kurul toplantısı”na tanık olmadım. Çünkü nöbetçi grup başkanvekilinin Sayın Genel Başkan’la görüşüp “kabul edelim” yahut “ret oyu kullanalım” yanıtını alması, grubun TBMM genel kurulundaki tutumunu belirleme konusunda yeterli sayıldı. İşin ilginç yanı, “Grubun bu tür konuları önceden görüşüp bağlayıcı bir karar almasının gerekliliğini” savunan milletvekili bulmakta da zorlanıyorsunuz. Ama herkesin her konuda bir fikri var. Ve herkes kendi dediğinin, örneğin genel başkanı ziyaret edip ona aktardığı düşüncelerin uygulanması halinde partinin sorunlarının çözüleceğinden emin. Aynen Prof. Dr. Hakkı Keskin gibi ben de CHP’nin bunca yıldır (başta seçim kazanmak olmak üzere) üstesinden gelemediği sorunlarının ancak “parti içi demokrasiyle” çözülebileceğine inandığım için tuttum, CHP Meclis grubunun iç yönetmeliğine sadece iki kelime ekleyerek “her hafta bir kere, partili milletvekillerinden, başkasına kapalı Grup toplantısı yapılmasını” öngören bir öneriyi 28 Mayıs 2014 tarihinde grup başkanlığına sundum. Böylece “parti içi demokrasi”yi hiç değilse TBMM’deki CHP Meclis grubunda yaşama geçirebiliriz, diye düşündüm. Bu satırların yazıldığı 20 Ağustos 2014 tarihine kadar, konunun grup yönetimince ele alındığına (dikkat edin, grup genel kurulunda ne zaman görüşüleceğinden söz etmiyorum) dair kimseden bir bilgi almadığıma göre, önerimin nasıl karşılandığını anlayabilirsiniz. O nedenle diyorum ki 90 yaşını geçen CHP’nin parti içi demokrasiyi hâlâ hayata geçirememiş olması, çok büyük bir ayıptır. Bu ayıptan kurtulmanın ilk adımını 56 Eylül 2014 tarihlerinde yapılacak CHP Olağanüstü Kurultayı atmalıdır. K CHP’de Yol Ayrımı mı Var? CHP’nin zor günlerinde sıkıntı yaratanlar, hep zararlı çıkmıştır. Bunu öğrenmek için CHP tarihine bir göz atmak yeterlidir. CHP’den ayrılanların kurdukları hiçbir parti de uzun ömürlü olmamış; ilk seçimde eriyip kaybolmuştur. Prof. Dr. MUSTAFA ÖZYURT 22. Dönem Bursa Milletvekili oy oranıyla kıl payı farkla, seçimi kazanması CHP’deki bir grup milletvekilini hemen harekete geçirdi. Gerçi bu grubu oluşturan milletvekilleri işin başından beri her vesile ile muhalif tavırlarını ortaya koydular. Hiç kuşkusuz seçim sırasında canla başla çalışmalarını sergiledikten sonra ortaya çıkıp “Biz baştan beri söyledik, ama dinletemedik” deme hakları çok daha gerçekçi olurdu. Üstelik Başbakan çok açık farkla yani araştırma şirketlerinin şişirdikleri kadar yüzde 5558 gibi bir oranla da seçimi kazanmış değil. Bu koşulda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hevesinin suya düşme şaşkınlığı ve AKP içindeki iktidar kavgasının tam kızıştığı günlerde birkaç CHP milletvekilinin ortaya çıkıp partide ikilik yaratıp kurultay istemeleri AKP’nin içindeki karmaşayı gölgelemeye yardımcı olmaz mı? Seçim sonuçları öncelikle CHP’nin yetkili organlarında tartışılır ve yapılan hatanın nedenleri irdelendikten sonra ortaya çıkmaları daha inandırıcı olurdu. Bu davranışları ilkeli olmaktan çok, yakın gelecekte siyasi amaçlarının bir ön hazırlığı olarak yorumlanabilir. CHP kurultaylar partisidir. Bugüne değin 34 olağan ve 15 olağanüstü kurultay yapmıştır. Siyasi tarihimizde bu sayıların yarısına bile ulaşmış bir başka parti gösterilemez. Üstelik uzun yıllardan beri iktidarda olmadığı halde, gerçekten gönül verenlerin desteğiyle ayakta durmaktadır. Kurultay istemek, partiye yıllarını vermiş, örgütün her kademesinde çalışmış, elinde avucunda ne varsa harcamış olanların hakkıdır; kabul edilebilir. Yoksa seçime bir hafta kala partiye kayıt yaptırıp milletvekili seçilmiş olanların bu isteği çok daha sonra gelir. Bütün bu olumsuzluklara karşın, sayın CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun isteği doğrultusunda 56 Eylül tarihlerinde olağanüstü kurultay toplanacaktır. Milletvekili seçimine çok az süre kaldığı günümüzde, seçimli kurultay ile yenilenen yönetim kadrosu ve geleneksel güçlü CHP Genel Sekreterlik olmak üzere yönetimsel gerekli değişiklikleri de yapma fırsatı yakalanmış olur. CHP’nin zor günlerinde sıkıntı yaratanlar, hep zararlı çıkmıştır. Bunu öğrenmek için CHP tarihine bir göz atmak yeterlidir. CHP’den ayrılanların kurdukları hiçbir parti de uzun ömürlü olmamış; ilk seçimde eriyip kaybolmuştur. Yol ayrımına gelince, bu yola çıkan birkaç milletvekili arkadaşın bileceği iş. emal Tahir’in ünlü romanı “Yol Ayrımı”, Kurtuluş Savaşı’ndan yüz akıyla çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ilk çok partili demokrasi denemesini konu alır. Bilindiği gibi Serbest Fırka başarısızlığı sonrasında, demokrasiye geçiş sürecine, İkinci Dünya Savaşı sonuna 1946 yılına kadar ara verilmiştir. Bizim demokrasi denemelerimiz tamamlandı sayılmaz. Cumhurbaşkanı seçimi, doğrudan halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı yine bir ilktir. İktidar partisi adayının avantajlı olarak başlayacağı gerçeği, bilerek ya da bilmeyerek yasa yapılırken, göz ardı edilmiştir. O bakımdan Başbakan ile karşısındaki adaylar arasında parasal, örgütsel, medya ve devlet olanaklarını kullanma koşulları orantısızlıkla açıklanamaz; tam anlamıyla arada uçurum vardır. Cumhurbaşkanı seçimi sonunda CHP’nin desteklediği çatı adayı Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yüzde 38.5 oranında oy alması ve sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzde 51.7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle