06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS 2014 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ALS’ye Bir Buz Kovasıyla Başkaldır Dr. HANDE ÖZDİNLER * A LS asrımızın belki de en korkunç hastalığı çünkü aslında bir hastalık değil, bir insanlık onuru savaşı. Beyin çalışıyor, düşünüyorsunuz, hissediyorsunuz, hatırlıyorsunuz, o çiçeğin kokusunu duyabiliyorsunuz, sizi insan yapacak her erdeme sahipsiniz ama konuşamıyorsunuz; vücudunuzu oynatamıyorsunuz, yeri geliyor, nefes bile almakta zorlanıyorsunuz. Boynunuza bir boru takıyorlar, midenize bir hortum sokuyorlar ve altınızı temizliyorlar; her gün yatmaktan vüducunuzda yaralar açılıyor.. Ama o sırada beyniniz evrim kuramını çözebilir, en olmadık buluşlar yapabilir ki, Stephen Hawking bütün önemli buluşlarını ALS hastasıyken yaptı ve halen çalışıyor. İşte ALS’yi bir insanlık onuru savaşı yapan bu... Kendi vücudunun içine hapsolmuş bir ruh, bir can, bir insan, ALS’li bir dost... Ben o dostlarımı çok seviyorum. Amacım ALS hastalığına çözüm bulmak. Amerika’da başlayan bu ALS’ye buz kovasıyla başkaldırma eylemi umarım ki ülkemizde de yayılır ve bu hastalığın aslında bir insanlık onuru savaşı olduğunu anlarız. Bizler de bir insan olarak seçimimizi bilimden yana kullanarak, yılmadan çalışarak, umutsuzluğa kapılmadan, hoşgörü ve sevgiyle yolumuza devam etmeliyiz. Türkiye’de eşgüdüm eksik Türkiye’de çok güzel işler yapan bir ALS derneği var. İsmail Gökçek Bey’in üstün çabaları ile kurulmuş; herkese kapısı açık olan ve herkesin canla başla çalıştığı bir dernek. Üstelik uluslararası ALS dernekleri ile de bağlantılı ve ülkemizi ALS konusunda dünyada temsil ediyorlar. (Türk ALS/MNH Derneği www.als.org.tr/) Türkiye aslında ALS konusunda dünyaya öncülük edebilecek konumda. Bunu başarmak için gerekli olan her şeye sahip ama ne bu zenginliğinin farkında, ne de zenginliği yaratanlar birbirleriyle temasta... Ortada bir kopukluk ve farkında olmama durumu var. Aslında doğru adımlarla çok büyük bir değişim başlatılabilir ve ben bunun nasıl yapılacağını biliyorum, ama önce bilime odaklanmalıyız; bilgi üretmeliyiz; çözümü ürettiğimiz bilgiye dayandırmalıyız. Üniversitede Kuzuların Sessizliği İlk, orta ve lise eğitimi gibi üniversiteler de, darbecilerin diktatörlerin ilk hedeflerinden biri olmuştur... 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, terörün kurbanı olan üniversiteleri terörün sorumlusu gibi göstermiş ve YÖK’ü kurarak, onları hem cezalandırmış, hem de denetim altına almıştı: EvrenDoğramacı işbirliğiyle üniversiteler ilkokul derecesine indirilmiş... Seçimle işbaşına gelmiş bütün yöneticiler değiştirilmiş... 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’yla yüzlerce doçent ve profesör görevlerinden alınmış... Kendi seçtikleri insanlara, doçent ve profesör unvanı verilerek, öğretim üyeliği sulandırılmıştır. Bu arada öğretim üyelerinin sakallarını kesmeleri zorunlu kılınarak kişilikleri ve haysiyetleri ile de oynanmıştır! (Benim, bu süreç içinde, “Sakal benim eşimin egemenlik alanıdır, devletin değil” diyerek, Hacettepe’den istifamın öyküsünü “Yaşamın Anlamı” adlı kitabımda okuyabilirsiniz!) HHH Elbette o günden bu yana, gerek YÖK Yasası’nda gerekse, 1980 Anayasası’nda çok sayıda değişiklik yapıldı... Ama her ikisi de esas olarak korundu ve siyasal iktidarların işlerine geldiği gibi kötüye kullandıkları araçlar oldu. AKP iktidarı da YÖK Yasası’nın kaldırılacağı sözünü vermişti... Ama bırakın kaldırmayı, 1980 Askeri Dönemi’ni andıran uygulamalarla üniversiteleri tam bir baskı ve denetim altına aldı. Artık sivil toplum kuruluşlarında görevli olan öğretim üyeleri hariç, ne senatoların, ne yönetim kurullarının, ne rektörlerin, ne dekanların, ne öğretim üyelerinin sesi çıkıyor: Silivri Davaları’nda büyük hukuk cinayetleri işleniyor; üniversiteler sessiz... HSYK ve üst yargı kurumları, AKP ve Cemaat arasında parselleniyor; üniversiteler sessiz... Deniz Feneri, Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmaları gibi olayların üstü örtülüyor, bunları yapan polisler, savcılar görevden alınıyor, cezalandırılıyor; üniversiteler sessiz... İktidar, İdari Yargı’nın yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını uygulamayacağını açıkça söylüyor; üniversiteler sessiz... Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra anayasa yerle bir ediliyor; üniversiteler sessiz... HHH Öğretim üyelerinin, özellikle de gençlerin, kaygılarını anlıyorum... Ama iktidarın emrine girip herkesi susturan yöneticileri anlamıyorum... Bilim adına, üniversite adına utanıyorum! ir bilim adamının penceresinden Ben bir bilim adamıyım. Beyinde, ALS hastalığında ölen motor nöronların neden öldüğünü bulmaya çalışıyoruz; onların hangi mekanizmalarla öldüğüne bağlı olarak da yeni iyileştirme yöntemleri geliştiriyoruz. Örneğin bir tanesi virüslerle gen transferi yöntemi; diğeri doğrudan ilaç bulabilme çabamız... Hastalığın birçok farklı nedeni olduğu için bizim de birçok farklı koldan yaklaşmamız gerekiyor. Hem hücresel, hem moleküler, hem genetik, hem protein biyokimyası yaklaşımlarımız var. Yepyeni sistemler geliştiriyoruz. Örneğin en son dünyadaki ilk motor nöronu florasan hayvan modelini geliştirdik. Ben dünyada bu beyindeki motor nöronlarını ilk izole etmeyi başaran bilim adamıyım; aynı zamanda bu motor nöronlarını araştırmak için kurulan araştırma merkezinin kurucu başkanıyım. Bu konuda dünyaya öncülük edecek modelleri geliştirip önemli bilgiler üretiyoruz, buluş yapıyoruz. Bu daha başlangıç, daha mücadelenin çok başındayız, ama önümüz açık; başarılı olacağımız kesin. Bütün dünyada ALS hastalığında bir farkındalılık yaratmak ve artık bu hastalığa “Yeter” demek için müthiş güzel bir eylem başladı. Başından aşağıya buzlu suyu döküyorlar ve tanıdıkları 3 kişiyi de davet ediyorlar aynı şeyi yapmaları için. Ya başından aşağıya su dökeceksin, ya da bir ALS derneğine bağışta bulunacaksın... Genelde suyu tercih edenler zaten bağışta bulunuyor... Böylece viral bir şekilde eylem yayılıyor. Hem insanlar “ben de varım” diyor, hem derneklere yardım yağıyor. Bu gerçekten çok önemli bir şey. Çünkü ALS hastasının yaşaması çok masraflı ve bu yardıma çok ihtiyaçları var. B Farkındalık yaratmak Başkaldırı eylemi yayılmalı Amerika’da başlayan bu ALS’ye buz kovasıyla başkaldırma eylemi umarım ki ülkemizde de yayılır ve bu hastalığın aslında bir insanlık onuru savaşı olduğunu anlarız. Bizler de bir insan olarak seçimimizi bilimden yana kullanarak, yılmadan çalışarak, umutsuzluğa kapılmadan, hoşgörü ve sevgiyle yolumuza devam etmeliyiz. Bill Gates’te kampanyaya katıldı. * (ABD’de Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nde Les Turner Araştırma Laboratuvarı’nın kurucu başkanı.) Atatürk Havalimanı’nın Adı Değiştiriliyor RAZİYE KARABEY 1 3 Ağustos 2014’te, Ulaştırma Bakanı’nın açıkladığı İstanbul’daki yeni havalimanına RTE adı verilmesi kararı, aslında Atatürk Havalimanı’nın adının RTE olarak değiştirilmesinden ibarettir, zira bölgedeki hava sahasının darlığından dolayı iki havalimanı aynı anda kullanılamaz, yeni havalimanının ilk fazı devreye girdiğinde Atatürk Havalimanı’nın tarifeli uçuşlara kapatılması gerekmektedir. Bu demektir ki, 2019 veya 2020 yılında İstanbul’da iki havalimanı mevcut olacaktır: Sabiha Gökçen ve RTE. Daha net bir ifadeyle, planlanan havalimanı İstanbul’un üçüncü değil, ikinci havalimanı olacaktır. Sonuçta, Atatürk adında bir havalimanımız kalmayacaktır. Yani konu, RTE adının verilmesi değil, Atatürk adının yok edilmesidir. Zaten TAV’ın kira sözleşmesi revize edilerek bunun altyapısı hazırlanmıştır. TAV’ın Atatürk Havalimanı’nı işletmek üzere DHMİ ile 2005 tarihinde imzaladığı ve 2021 yılında sona erecek kira sözleşmesi, 2013 yılında DHMİ’nin talebiyle yenilenerek, TAV’a erken fesih ve zarar tazminatı ödenmesi maddesi eklenmiştir. Ve zaten DHMİ Genel Müdürü Birdal bizzat, “üçüncü havalimanı” değil, “yeni havalimanı” ifadesinin daha uygun olacağını söylemiştir, çünkü planlanan havalimanı Atatürk’e ilaveten “diğer” bir havalimanı değildir, onu ikame eden bir “kapasite artırma” yatırımıdır ve onun trafiğini alacaktır. Dolayısıyla, hükümet bizleri aptal yerine koyarak, görünürde “üçüncü” havalimanına ad koyarken, fiiliyatta Atatürk Havalimanı’nın adını değiştirmiş olmaktadır. İşte bu nedenle, yapılacağı belirtilen isim değişikliğinin tek gerekçesi, Atatürk’ün adını silmek, hatıra sını unutturmaktır. Oysa beklenen, havalimanının adının Atatürk olarak devam etmesidir. Bu ülkenin kurtarıcısı ve bu Cumhuriyetin kurucusunun adının havalimanından silinmesi kabul edilemez. Düşünülmesi dahi abestir. Ad değiştirme niyetinin hükümetin rutin bir icraatı olmadığının herkes farkındadır. Anımsanacağı üzere, Avrupa Parlamentosu ve TBMM arasındaki Karma Parlamento Komisyonu’nun eşbaşkanı Andrew Duff 17 Eylül 2005 tarihindeki konuşmasında Atatürk’ün resimlerini resmi dairelerden indirmemizi talep etmişti. İzleyen dönemde, dıştan da destek gören uzun vadeli bir planın adım adım gerçekleştirildiğini görüyoruz. Üniversitelerde “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersi kaldırıldı, ortaöğretim kurumları yönetmeliğinde “Atatürk ilkelerine bağlılık” çıkarıldı, AOÇ talan edildi, Bakanlığın Teşkilat Yasası’nda yapılan değişiklikle MEB görev leri arasında olan “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı” yurttaşlar yetiştirme ifadeleri kaldırıldı. Ve son olarak, havalimanından adının kaldırılması planlanıyor. Tüm siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, üniversitelere, öğrenci ve kadın kuruluşlarına ve mesleki örgütlere çağrıda bulunuyorum: Sayesinde varlık bulduğumuz Atatürk’ün adının silinmesine karşı çıkınız. İnşaatın finansmanını üstlenmeyi planlayan bankalar Atatürk’ün adını ve hatırasını yok etmeye yönelik bu girişime alet olmayı kabul etmeyiniz, bu ulus ve tarih sizi affetmez. İnşaat ihalesini alan siz, LimakKolinCengizMapaKalyon Grubu, Atatürk’ü hedef alan bu planın bir parçası olmayı içinize sindirmeyiniz. Ulusumuzun ve insanlığın aziz değerine yapılması amaçlanan bu saygısızlığa karşı durmak hepimizin görevidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle