07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 TEMMUZ 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 Sözün bittiği yerde... HANDE EAGLE Türkiye’nin ilk pantomim sanatçılarından Ergin Kolbek’i 45 yıl önce yitirmiştik LONDRA 6 Temmuz 1969 günü Fındıklı’daki İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) çatısından atlayarak intihar eden Ergin Kolbek Türkiye’nin ilk pantomim kulübünün kurucularındandı. Ölümünden bugüne kadar kayıp giden 45 yılda Kolbek’in hatırası çeşitli pantomim etkinlikleri ve kendisine adanmış bir Facebook sayfasıyla yaşatıldı. 45. ölüm yıldönümünde Kolbek’i anmanın hem genç kuşağın pantomime ilgisini artırmak, hem de Kolbek’in anısını hak ettiği biçimde yaşatmak açısından önemli olduğu kanısındayım. 7 Temmuz 1969’da Milliyet gazetesinde yayımlanan ölüm haberi, hiç tanımadığım 32 yaşındaki aile ferdimin intiharını inanılmaz bir duyarsızlıkla yansıtmıştı. En azından ben, yeni ve temiz bir Ergin Kolbek hatırası istiyorum. Çocukluğum ve gençliğim Ergin Kolbek’le ilgili anekdotları çoğunlukla babaannem Zerrin Sağlam’dan dinleyerek geçti. Ergin Kolbek’in teyzesi olan babaannem, zaman zaman duyarlılığıma ve duygusallığıma tanık olduğunda, gözleri dolar, bazen suskunca ağlar, kırık kalbi ve titreyen sesiyle bana onu anlatır. Aslında bu yazıyı yazmamı da, Ergin’i kendi oğullarından hiç ayırmadan seven, anısını acıtatlı hikâyelerle yaşatan, bir yandan ölümüyle ilgili kendini çaresiz hisseden, öte yandan o çok sevdiği dalgalı saçlı, sempatik, sıcakkanlı çocuğun ölümünü yüreğinde kor bir ateş olarak hisseden babaanneme borçluyum. Babaannemin ablası genç yaşta veremden ölmüş, ardında iki oğul bırakmış; büyük olanın adı Ergun, küçük olanın adı Ergin. Zor zamanlardan geçmiş iki kardeş. Ne yazık ki babaannemin annesi de, babaannemi doğurduktan kısa süre sonra hayata gözlerini yummuş. O yüzden, babaannemin hem Ergin’e hem de abisi Ergun’a duyduğu derin anne sevgisinin bu çifte trajediden güç alarak Ergin’in ölümünden hem önce hem de sonra onun gözlerini buğulandırdığına inanırım. Konuşuruz, o anlatır, ben dinlerim. Efkârlanır, bazen kaçamak bir sigara yakar, sonra da “Annesiz büyümenin ne demek olduğunu ben bilirim” der. Sonra hem kendini hem beni güldürmek için Ergin’in kediye rakı içirdiği zamanı anlatır. Ardından Ergin’in içine şeffaf küçük bir hortum sallandırılmış Güzel Marmara şarap şişesini paltosunun iç cebine koyup, kimseye çaktırmadan yudumladığını da. Ergin’in insan sevgisinden, resim tutkusundan söz açılır. İDGSA’da resim eğitimini Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde tamamladıktan sonra, Bilecik’te askerliğini yaparken babaanneme gönderdiği mektupları, resimleri (özellikle günebakanları resmettiği) teker teker anlatır. Sonra da bana “Çok ince ruhlu çocuktu, tıpkı senin gibiydi” der. Bu hatıralarla büyümüş biri olarak hep “Keşke tanıyabilseydim, keşke çok daha önce doğmuş olsaydım” diye düşünürüm. Şimdi bakıyorum Cumhuriyet gazetesi arşivinden çıkan iki fotoğrafa. Geriye kalan sadece Ergin’in temiz yürekli yüzü. Şimdi gözümün önüne geliyor babaannemin hatıraları, her karesi siyah beyaz. Tanımadığım Ergin’in anısı, sonsuzluğa uzanıyor. 2008 yazında Ergin’i daha yakından tanımaya çabalamıştım. Kadir Has Üniversitesi’nde Oktay Anılanmert’i ziyarete gitmiştim. Sağ olsun, beni kırmamış, hatırı sayılır bir vakit ayırmıştı. Bana yakın arkadaşı Ergin Kolbek’i anlatmıştı. Türkiye’nin ilk pantomim kulübü Akademi Sözsüz Oyuncuları’nı nasıl kurduklarını, nasıl çabaladıklarını anlatmıştı. Onda da yeri doldurulamaz bir hasret sezinlemiştim. Şimdi ne zaman şarap ya da rakı içsem, ne zaman Londra sokaklarında bir pantomim sanatçısı görsem, ne zaman Van Gogh’un “Günebakanlar”ına bakacak olsam, ne zaman bir Güzel Sanatlar Fakültesi’nin önünden geçsem, aklımda tatlı ve yumuşak bir Ergin Kolbek rüzgârı esiyor... [email protected] Şimdi bakıyorum Cumhuriyet gazetesi arşivinden çıkan iki fotoğrafa. Geriye kalan sadece Ergin’in temiz yürekli yüzü. Şimdi gözümün önüne geliyor babaannemin hatıraları, her karesi siyah beyaz. Tanımadığım Ergin’in anısı, sonsuzluğa uzanıyor. Gezi Kitaplıkları’ndan Akademiye... Geçen hafta Nâzım Hikmet Akademisi’ndeki (NHA) yeniden yapılandırma çalışmaları konusunda yazdığım yazıyı, kendimden bir alıntı ile sürdürmek istiyorum: “Böyle bir Akademi, TKP’ye ne kazandırır, sorusu sorulmaması gereken bir soru değildir. Ama çok dikkatle sorulması gereken bir sorudur. Çünkü ülkemizin bugün varmış olduğu noktanın özel koşulları gereği, sorunun önce Türkiye’nin bilimsel kurumları ve bilim yaşamı açısından, dolayısıyla da şöyle sorulması gerekmektedir: Bugün NHA gibi bir kurumun Türkiye açısından önemi nedir?” Bundan bir yıl önce gençler tarafından gerçekleştirilen ve Prof. Dr. Doğan Kuban Hocamızın çok yerinde bir saptama ile “Türk tarihinin ilk gerçek halk ayaklanması” diye nitelendirdiği Gezi Parkı Direnişi, kültür tarihimiz açısından bir başka ve çok önemli ilk’e daha sahne oldu. Özellikle 1980 faşistlerinin gayretiyle o zamandan bu yana hep düşünmeyen, asi ve işe yaramaz bir kitle diye nitelendirilen bir gençlik, önce Taksim’deki Gezi Parkı’nda, ardından da direnişin sürdüğü öteki parklarda “kitaplıklar” kurdu. Evlerden gelen ya da yayınevlerince bağışlanan yüzlerce kitap bu parklara taşındı ve gençler arasında kitlesel bir kitap takası başladı. Bununla eşzamanlı olarak söz konusu alanlarda okuma eylemleri düzenlendi ve militan okuma, direnişin terminolojisindeki yerini aldı. Bu yıl kış aylarında NHA’daki yeniden yapılandırma çalışmalarını, öğrencilerimizle birlikte başlattık ve bir imeceye dönüştürdük. Gerçek bir akademi yapılandırılması açısından gerekli gördüğümüz bütün adımları kesinleştirmeden önce öğrencilerimizle paylaştık. Bu arada onlardan gelen ve bizim düşünmediğimiz öneriler, yeni akademi modelini daha da zenginleştirdi. Olaya dışarıdan bakanlar arasında, öğrencilerimizin bu çalışmalara katılmadaki heyecanlarını gördüklerinde şaşıranlar oldu. Yıllardır “apolitik”, “tembel”, “işe yaramaz” veya “çapulcu” diye nitelendirilen bu öğrenciler de nereden çıkmışlardı? Geçen ders yılı başlarken NHA’daki meslektaşlarıma: “Dikkatli olalım, zira bu yıl sanırım çok farklı bir öğrenci kitlesi ile karşılaşacağız! Bunlar, Gezi Parkı Sonrası’nın öğrencileri!” demiştim. Gelen yeni öğrenciler, bu tahminimi gerçeğe dönüştürdüler. Karşımızdakiler, elbette daha öncekilere göre kendilerine sihirbazın değneği değişmişçesine başkalaşmış değillerdi. Zaten böylesi bir başkalaşma insanın doğasına aykırıdır. Ama bu yıl gelenler, yine de çok farklıydılar. Her şeyden önce, artık sorguluyorlardı. Kendilerini sorguluyorlardı. Hocalarını sorguluyorlardı. Kendilerine ders adı altında okutulanları sorguluyorlardı. Dahası bu sorgulamalar, kimi zaman hocalarınca okundu “hadsiz!” diye suçlanmalarına yol açacak kadar yoğunlaşıyordu. Ama onlar, “hadsiz” değildiler sadece onyıllar boyunca önlerine konmuş gereksiz sınırları aşıyorlardı. Zaten onlar, evet, onlar ki hayatla ölüm arasındaki sınırları da o parklarda ve meydanlarda gencecik yaşlarında ölmeyi göze alarak aşmamışlar mıydı? Ve bir Türkiye gerçeği: Bu ülkedeki resmi eğitim kurumlarının bu gençleri anlaması, daha uzun zaman beklenemez. Ama NHA, özgür yapılanmasının çatısı altında bu gençlerle birlikte Gezi Parkı Direnişi’nden geleceğe uzanacak bir aydınlanmanın yolunu çizebilir. Bu hedefin önündeki bütün engelleri kaldırmak, artık Türkiye Komünist Partisi’nin, çatısı altında bir akademi kurmuş olan bu tek partinin tarihi misyonu ve sorumluluğudur! ERGİN KOLBEK (19371969) ‘Sözsüz Oyun’un Bico’su... Kültür Servisi 1937’de Samsun’da doğan Ergin Kolbek’in, çağdaş pantomim sanatının büyük ustası Marcel Marceau’nun öğrencilerinden Theo’yu izledikten sonra bu uğraşa gönül verdiği söylenir. 1958’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Pantomim Kulübü’nün kurucuları arasındadır. 1959’da Metin Talayman, Altan Candan, Oktay Anılanmert, Tülin Kalyoncu ile birlikte İDGSA Mim Pantomim Tiyatrosu’nu kurar. 1960’ta Oktay Anılanmert ile birlikte Akademi Sözsüz Oyuncuları Pantomim Tiyatrosu’nu oluşturur ve 100 kadar oyun sergilerler. İDGSA Bedri Rahmi Atölyesi’ni bitiren Kolbek, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) 8. Uluslararası Üniversite Kültür Festivali gösterileri, Alman Kültür Merkezi gösterilerinden sonra 1965’te Fransa’da Nancy Tiyatro Festivali’ne katılır. Genar Tiyatrosu’nda oynar. 1964’ten sonra TMTF’de ve İDGSA’da Kolbek Pantomim kursları açılır, yeni mim oyuncuları yetiştirilir. 1964’ten sonra yeni arayışlar içinde olan Kolbek, Bico tipini tasarlar. Bico, başı tıraşlanmış, yelekli, çizgili gömlekli, takkesi olan bir tiptir ve değişik karakterleri bünyesinde toplamıştır. 1967’de askerliğinden sonra Bilecik’e yerleşir. Bir kasap dükkânını kendisine sanat atölyesi yapar. Bilecik ve çevresinde oyunlar sergiler, birçok sanatçıyı davet eder. Ama siyasal çevreler rahatsızdır ve onu da rahat bırakmazlar. Kırgındır, üzülerek İstanbul’a döner. Son oyununu 1969’da oynar. 6 Temmuz’da Akademi’nin çatısından atlayarak yaşamına son verir. Ergin Kolbek’in pantomimle ilgili notlarında onun bu sanata bakışını bulmak mümkündür: “Kimi insan ha deyince anlatır, gördüğünü bildiğini deyiverir. Kimi de anlatacak şeyleri renge, biçime ve sese dönüştürür. Çoğu da dinler veya seyreder, bir diğeri de ne söyler, ne dinler. Ben sizleri kendi süzgecimden geçirerek Sözsüz Oyun ile sizlere anlatmak istiyorum, 1959’dan bu yana bu tema çevresinde çalışmalarımı devam ettire geldim, devam edeceğim...Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bu sanata yakın oyunlara, sessiz oyun, Lal, işaret oyunu, samıt gibi adlar veriliyor. Bizler ise Türkçede en yakın olarak pantomimi karşılayacağına inandığımız Sözsüz Oyunu kullandık...” Yeni Jimi Hendrix filmi yolda Kültür Servisi Efsane gitarist Jimi Hendrix’in hayatını anlatan “Jimi: All Is by My Side” 26 Eylül’de ABD’de gösterime girecek. Jimi Hendrix’i Outkast grubunun solisti Andre Benjamin (gruptaki adıyla “Andre 3000”) canlandırırken, filmde Hayley Atwell ve Imogen Poots da yer alıyor. Hendrix’in ünlü olmadan önceki Londra günlerine odaklanan filmin fragmanı video paylaşım sitesi YouTube’de yayımlandı ve ilgiyle karşılandı. “Jimi: All Is by My Side”ı, “12 Yıllık Esaret/12 Years a Slave” filmiyle uyarlama senaryo dalında bu yıl Oscar kazanan John Ridley yazıp yönetti. Jimi Hendrix’in hayatı daha önce de “A Film About Jimi Hendrix” (1973) adlı filmde beyazperdeye yansımıştı. Ahmet Cemal’e çeviri ödülü Kültür Servisi Gazetemiz yazarı, çevirmen Ahmet Cemal, edebi çeviri alanında verilen Avusturya Devlet Ödülü’ne değer görüldü. Bu alandaki en prestijli ödüllerden biri olarak kabul edilen ödül, haziran ayı sonunda Klagenfurt kentinde sunuldu. Ancak önümüzdeki günlerde Türkiye’de de bir tören düzenlenecek. “Çevirilerinde bugüne kadar sergilediği olağanüstü niteliklerden ötürü” değer bulunduğu ödülü Ahmet Cemal, İngilizceden çeviri yapan Avusturyalı çevirmen Dr. Uta Szyszkowitz’le paylaştı. Bugüne kadar Bertolt Brecht, Elias Canetti, Stefan Zweig, Ingeborg Bachmann, Paul Celan, Rainer Maria Rilke, Erich M. Remarque, Franz Kafka, Walter Benjamin gibi isimlerin eserlerini Türkçeye kazandıran Ahmet Cemal, 2010 yılında da Avusturya Cumhurbaşkanı tarafından Avusturya Federal Cumhuriyeti Altın Liyakat Nişanı’na layık görülmüştü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle