01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA 16 srailli üç gencin İFilistinli öldürülmesiyle başlayıp, bir çocuğun yakılarak katliyle tırmanan yeni gerilimde, Yahudi devletinin eğer isterse, eğer birileri engel olmazsa, Gazze’de taş taş üstünde bırakmayacağı, kesin. Başlattığı kara sadırılarında, sivildi, çocuktu hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan, zaten uluslararası savaş etik kurallarına da aldırmadan, vuruyor, vuruyor, vuruyor İsrail ordusu... Karşısında ne direnen var, ne direnebilen. Zaten düşman ordusu bile yok. Hamas’la savaşmıyor İsrail. Filistin koalisyon hükümeti ortaklarından ne Hamas, ne de El Fetih İsrail’e resmen savaş açtı, henüz. Başka bir deyişle, Gazze hem dünya, hem de bizzat Filistin yönetimi tarafından fiilen İsrail’in insafına terk edildi. Oysa İsrail devletinin yaptığı bu tek taraflı katliama duyarsız kalmak mümkün değil. Zaten İsrailli muhalifler dahil, tüm ülkelerde insan yüreği taşıyan herkes isyan ediyor. Ama bırakın ırak, uzak “küffar” ülkeleri, komşusu Müslüman devletler bile ağız dolusu küfür kıyamete rağmen, dehşet içinde seyretmekle yetiniyor! BM ve NATO gibi uluslararası yaptırım/ caydırım kurumlarının Batı egemenliğinde olduğu düşünülerek, İsrail’in genelinde Filistin, özelinde Gazze’ye yaptığı haksızlık ve zulmün yıllardır veriyor İsrail’e. Ama verdiği bir doları, iki dolar olarak geri alıyor. Çünkü İsrail, savaş silahlarından tıptaki devrim gibi buluşlara, başta ABD, tüm dünyanın vazgeçemeyeceği önem ve değerdeki ArGe laboratuvarı. İsrail, işte bu dehayı göstermeyi, bilim ve teknolojide dünyanın en ileri ülkelerinden biri, pek çok alanda da birincisi olmayı başardı. HHH İnsanlık tarihinde din savaşları dahil hiçbir savaş, haksızlığa ve zulme uğrayan mağdurları korumak için yapılmamıştır. Toplum galeyana gelir, insanlar inançları için sınır aşar, silaha sarılıp yardıma koşar ama hiçbir devlet, aman dindaşımın imdadına yetişeyim diye ordu düzüp göndermez. Boş hamasi söylemlerin ardında saldırıyı da, saldırana saldırıyı da başlatan ya da durduran gerçek gerekçe mutlaka, “zulme uğrayan mağdur benim ne işime yarar” ve “zalim kazanırsa ne kaybederim” hesabıdır. İsrail, küresel kapitalizmin işte bu hesabında dokunulmazlık kazanacak kadar artı sahibi. Üstelik nüfusu az, üretimi çok. Herhangi bir alanda üretimi sıfır altı Filistin ve Gazze ise giderek çoğalan nüfusundan eksilen masumların sadece vicdanları sızlattığı ama küresel kapitalin zaten gözden çıkardığı zarar hanesine kayıtlı! “Haksızlık duygusu, haksızlığı yenmeye yetm ez.” FRANÇOIS MITTERAN D Kâr, Zarar, Gazze... 976 Nasıra doğumlu Prof. 1 Hossam Haick (Hüsam Hayik), Arap asıllı bir İsrail böylesine pervasızca sürüşü, elbette Hıristiyan Batı’nın emperyalist güç birliği çıkarları, Müslüman Doğu’nun da emperyalistlere hizmette sınır tanımayan Batıcı işbirliğiyle açıklanabilir. Ama böyle bir açıklamaya, belki başka bir parametreyi, serbest piyasa kurallarını da eklemek gerekir. HHH Küresel kapitalizm, ülkeleri ve insanları tıpkı üretim ya da yatırım araçları gibi, “kim neye yarar, ne kazandırır” diye değerlendirir. İşte İsrail ile Filistin ya da Gazze arasındaki tercihi belirleyen bam teli de bu sorunun yanıtıdır. Filistin ve Gazze’de sömürülecek doğal zenginlik falan yok. Bu yoksul topraklarda yaşam savaşı veren çaresizlerin, salt pazarına piyasasına değil, düpedüz dünyaya hiçbir katkısı yok. Tam tersine, küresel kapitalin sırtında bir “hayırseverlik” yükü, çünkü ekonomisi uluslararası yardımlardan ibaret. Dolayısıyla Filistin’in içler acısı durumu, kapitalist dünya için bir vicdan sorunu, bir haksızlık duygusundan ibaret. Oysa İsrail, küresel kapitalizmin gözbebeği, çünkü düzenin geleceğine yön veren bilimsel ve teknolojik buluşların merkezi. Evet, ABD para bilimcisi. Genç yaşına karşın onlarca ödülü var ve son buluşu, tıp dünyasını salladı. Akciğer kanserini nefes kokusundan algılayan köpeklerin burun yapısından yola çıkarak, Hayfa’daki Technion Teknoloji Enstitüsü’nde yönettiği laboratuvarda, kanser koklayıcı yapay bir burun üretmeyi başardı. Nanoteknoloji harikası olup NaNose adı verilen yapay burun, trafik polislerinin kullandığı alkol test balonundan farksız görünüm ve basitlikte. NaNose, soluğunu üfleyen kişinin akciğer kanseri olup olmadığını, bugünkü tıp gereçlerinin tanımlayamadığı en erken evresinde bile birkaç saniye içinde saptıyor. Hüsam Hayik’in yönettiği araştırma ekibi 42 uzmandan oluşuyor. Yapay burun ve ekibin İsrail devlet bütçesine maliyeti, 15 milyon Avro. Halen 4 bin denekte yüzde 95 başarıyla uygulandı, 22 hastanede kullanılıyor ve 4 yıl sonra tüm dünya laboratuvarlarını donatacak. Prof. Hüsam Hayik, acaba İsrail işgali altındaki Nasıra’da değil de Gazze’de doğmuş olsaydı, ne olurdu? Hamas komutanı mı, El Fetih militanı mı, yoksa Filistin şehidi mi olurdu bilinmez. Ama ne dahi olabilirdi, ne de mucit, bu kesin. Küresel kapitalizm de İsrail ile Filistin’i işte tam böyle tartıyor. Geçmiş ve Gelecek’ten Çok Sesli’ye İstanbul Modern’e giderken ilk gözüme takılan 5 No’lu antrepoda süren Resim ve Heykel Müzesi inşaatı oluyor. Yoğun bir yıkım çalışması var. Galataport ihalesini onaylayan İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu 1957’de Sedad Hakkı Eldem’in denetiminde inşa edilen 4 ve 5 No’lu antrepoların yerinde kalması kararını verirken binaların yıkılacağını öngörmüş müydü bilemiyoruz. Ama Emre Arolat’ın mimarı olduğu müze sonuç olarak bir antrepoya benzemeyecek. “Tüm duvarların soyulup ızgara benzeri yapı korunarak şeffaf bir bina tasarlamış ve inşa ediliyor.” Ben İstanbul Modern’e giderken henüz Müge Akgün’ün “İstanbul Modern’in yerine yapılacak yeni müze binasının altına altı katlı otopark olacak ve teras katı da Doğuş Grubu tarafından restoran olarak kullanılacakmış” haberi yayımlanmamıştı (15.07.14, radikal. com.tr). Sadece 5 No’lu antreponun hemen yanındaki yolda yürürken yıkımdan kafama taş düşer mi diye endişeleniyordum. Hava sıcaklığı otuz derecenin üzerinde, nem ise hesap edilemeyecek bir yoğunlukta, öğle sıcağında İstanbul Modern’deki yoğun kalabalık ise şaşırttı, sevindirdi. Tabanlıoğlu Mimarlık İstanbul Modern’i dış görünümünü koruyarak inşa etmiş. Limanın genel görünümünü bozmamış. Galataport’la birlikte tüm liman binaları yıkılacaksa İstanbul Modern’in olduğu gibi kalması anlamlı değil. Tek merakım, ihaleyi alan Doğuş Grubu inşaat sırasında 13. yüzyıldan kalma Latin Limanı’nı bulursa o tarihi kalıntıları nasıl koruyacağı? İstanbul Modern 8.000 metrekarelik bir alana sahipmiş. Süreli ve sürekli sergi salonları, fotoğraf galerisi, kütüphane, sinema, restoran ve mağazası var. Sürekli sergi alanında “Geçmiş ve Gelecek”, süreli sergi alanında “Çok Sesli” ve fotoğraf galerisinde Nar Photos’un “Yolda” sergileri yer alıyor. İstanbul Modern kuruluşundan bu yana geçen on yılda koleksiyonunu oldukça geliştirmiş. “Geçmiş ve Gelecek” adlı yeni sürekli sergi Türk resim tarihinin tüm aşamalarını anlatmakla kalmıyor, günümüzün bilinen tüm adlarını da sunuyor. Adındaki vurgulamaya uygun olarak çağdaş sanatın nasıl bir geleceği olacağı hakkında fikir de veriyor. Koleksiyona yeni resimlerin yanında yerleştirmeler ve videolar da eklenmiş. Heykel koleksiyonu da güçlenirse dört dörtlük olacak. Çelenk Bafra ve Levent Çalıkoğlu’nun küratörlüğünü yaptığı ‘‘Çok Sesli’’, “Türkiye’de görsel ve işitsel sanatlar arasındaki etkileşimlere işaret etmeyi ve bu alandaki güncel üretimlerden bir seçki sunmayı hedefliyor”. 27 Kasım’a kadar sürecek sergide Semiha Berksoy, Burhan Doğançay, Sarkis, Hale Tenger gibi önemli isimlerden oluşan 17 sanatçının resim, heykel, video ve yerleştirmeleri yer alıyor. Girişteki “Repertuar” adlı çalışma Türkiye’de müziğin gelişimini görsel ve işitsel şekilde anlatarak izleyiciyi sergiye hazırlıyor. Görsel sanatların müzik ve sesle ilişkisini sorgulamaya başlamak için az, öz ve iyi bir seçki olmuş. Fotoğraf galerisinde “Yolda” sergisi var. 9 Kasım’a kadar sürecek olan ve küratörlüğünü Sena Çakırkaya’nın yaptığı sergi Nar Photos’un 2003 2013 arşivinden bir derleme niteliği taşıyormuş. Nar Photos’un amacı “konulara dışarıdan bakmayan, tanıklığın ötesinde müdahil olan, samimi bir yaklaşım” oluşturmak. Hedeflerine ulaşmışlar. Sergide son on yılın olaylarını gerçekçi bakışla ama sanatsal nitelik de yansıtan unutulmaz fotoğraflar var. Tadımlık bir derleme olmuş. Nar Photos sanatçılarının bireysel sergiler açmalarında fayda var. Oya Eczacıbaşı “Bölgedeki dönüşümde İstanbul Modern’in müze olarak varlığının ve işlevinin büyümesi için gerekli olan her koşulu gözden geçiriyoruz” demiş. Haklı. İstanbul Modern mevcut binasına sığmıyor. Büyümesi gerek. Ama nasıl? Louison GÖRÜŞ İLTER ERTUĞRUL* ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI G NOKTASI kamilmasaracı@gmail.com Samsun’dan Başlayıp Erzurum’a Geçmek 23 Temmuz, Erzurum Kongresi’nin 95. yıldönümü… 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 21/22 Haziran’da bilinen kişilerle Amasya Genelgesi’ni yayımladı ve 10 Temmuz’da Erzurum’da bir bölgesel, ardından da Sivas’ta bir ulusal kongre çağrısı yaptı. Amasya Genelgesi tek maddede şunu söylüyordu: “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!” Tarihi ayrıntısıyla bilmeyenler, Mustafa Kemal’in Amasya’dan Erzurum’a geçtiğini sanabilirler ve bir Cumhurbaşkanlığı seçim takvimini buna göre düzenleyebilirler. Ama tam tersine, Mustafa Kemal, İstanbul ve İngilizler tarafından hazırlanan tertipleri önlemek için 25/26 Haziran’da ve adeta bir baskın biçiminde önce Sivas’a gitti. Bir hafta kadar Sivas’ta kaldı. Elazığ Valisi Ali Galip’in kendini tutuklatmak için yaptığı girişimleri engelledi. Ali Galip bile Mustafa Kemal’e biat etti. Sivas halkının tam desteğini aldı ve 3 Temmuz’da Erzurum’a geçti. Sivas’ta ve ardından Erzurum’a geldiğinde hâlâ “3. Ordu Müfettişi” ve “Fahri Yaveri Hazreti Şehriyari Mirliva Mustafa Kemal”di… HHH 8/9 Temmuz gecesi 10.50’de Mustafa Kemal İstanbul’daki Harbiye Nezareti’ne şu telgrafı çekti: “Kutsal saltanat ve hilafet makamının dokunulmazlığı, milletin bağımsızlığı, vatanın müdafaası uğrundaki acizane teşebbüslerimin İngilizlerce yanlış yorum ve anlamaya uğratılarak hükumeti seniyenin (yüce hükumetinizin) baskıya uğradığı ve bu yüzden acizane memuriyetime son verildiğine dair iradei seniyei cenabı tacidariyi (padişah buyruğunu) şeref tebellüğ eyledim” (onurla aldım). Saltanat ve hilafetin payitahtının (başkentinin) ve hükumeti seniyenin ne gibi baskı ve kısıtlamaların acıları altında bulunduğu zaten herkesçe ve her tarafça bilindiği ve açık olduğu için işbu baskı ve kısıtlamaların daha fazla genişlemesine yer kalmamak üzere büyük bir aşk ile bağlı bulunduğum mübarek yüce askerlik mesleğinden de istifamı takdim ile arzı veda ederim.” İmza son derece yalındı: “Mustafa Kemal”… HHH Bütün rütbe ve unvanlarını terk etmiş Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği Erzurum Kongresi, 23 Temmuz’dan 7 Ağustos’a kadar sürdü. Alınan kararları ilkokuldan beri okuduğunuz için hiçbiriniz unutmamışsınızdır. “Tarih” dediğimiz şey, önce “yapılır”, sonra “yazılır.” “Tarih yazanın tarih yapana sadık kalması” gerektiği bunun için söylenmiştir ve doğrudur. Tarih, “yapan”ın değil, “yazan”ın yazdığı bir bilim olduğu için, “tarihi yapana sadık” bir tarihçinin Erzurum Kongresi’nin 95. yılında görevden ayrılmadan cumhurbaşkanı adayı olmuş bir başbakanın 95 yıl önceye gönderme yaparak, Samsun’dan başlatıp sonra sanki Mustafa Kemal’in yolunu izliyormuş gibi yaparak Erzurum’a geçtiği bir seçim kampanyası hakkında yazacağı şudur: “1919’da Mustafa Kemal Erzurum Kongresi başlamadan önce askerlikten istifa etmiş, bütün rütbe ve unvanlarını terk etmişti. 2014’te cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan başbakan olarak bütün unvanları ve devlet olanaklarıyla Samsun’dan Erzurum’a gitti. Üstelik Mustafa Kemal’in Erzurum’dan önce Sivas’a gittiğini de bilmiyordu. Erzurum Kongresi’nde alınan kararlardan ise tümüyle bihaberdi.” Hegel’in “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir” genellemesine Marx’ın verdiği yanıtta söylediği gibi: “Evet bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…” *ODTÜ FenEdebiyat Fakültesi (Tarih Bölümü) ve A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi yarı zamanlı öğretim görevlisi HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Arap, Fars ve 1 Türk edebiyat 2 larında konusu Tanrı’ya yaka 3 rış olan şiir tü 4 rü. 2/ Bir çoklu 5 ğu oluşturan var6 lıkların her biri... Yeniçeri kışla 7 sı. 3/ Deniz kı 8 yısında bulunan 9 kamışlık ve sazlık. 4/ İçine sulu 1 2 3 4 5 6 7 8 9 şeyler konulan kap... 1 P S İ K O P A T Yeniçerilerin kayıtlı 2 İ A D E ÖD EM oldukları kütük def 3 G R A B E N R E teri. 5/ Başörtüsü... 4 M A E L K A T “ ve dağ çiçekleri5 E T E R M A Z İ ni istiyorum/ KaderV E N E D İ K leri bana benzeyen” 6 N A T A A (C.A. Kansu). 6/ Yak 7 T O L D E N K N Ü L laşık 7590 cm’lik es 8 ki bir uzunluk ölçü 9 Ş A K L A B A N sü... Antalya’nın bir ilçesi. 7/ Utanç duyma... Antik Yunan mimarlığının üç biçeminden biri... İlgi eki. 8/ Bir cins antibiyotik. 9/ “İdraki meali bu küçük akla gerekmez/Zira bu o kadar sıkleti çekmez” (Ziya Paşa). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Divan edebiyatında, her dizesine bir küçük dize eklenmiş şiir türü. 2/ Şöhret... Aynı soydan gelen aileler topluluğu; oymak. 3/ Tokat’ın bir ilçesi... Bir nota. 4/ Soyundan gelinen kimse... Radyo dalgalarının yankısını alarak cisimlerin yerini ve uzaklığını saptayan aygıt. 5/ Kesim hayvanlarının ticaretini yapan kimse... Kalça kemiği. 6/ İskambilde bir kâğıt... Bunalım. 7/ Kadın baş süslemesinde kullanılan, gümüşten yapılmış takı... Silisyum elementinin simgesi. 8/ Beyaz ve iri taneli bir üzüm cinsi. 9/ İnsan topluluğu... Küçük erkek kardeş.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle