05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 HAZİRAN 2014 PAZARTESİ 6 PAZARTESİ SÖYLEŞİLERİ Pakistan’a döneriz CAN HACIOĞLU AKP’nin dış politikasının Türkiye’yi felakete sürüklediğini belirten Büyükerşen: Aptala Yatmak!? Balyoz’un çöktüğünü taa ne zaman ilan ettim bu köşede, ama çöküş süreci zaman alıyor, ağrılı oluyor AKP’liler için... İktidar alıştıra alıştıra, her şeyi günbegün Cemaatin üzerine yıka yıka, “biz masumuz, aldatıldık, bak Cemaat bize de kumpas kurdu, o zaman fark ettik ki orduya da kumpas kurmuşlar... Uyutulduk tam manasıyla...” sözleriyle milleti inandırmaya çalışıyor. Dün, arada sırada sohbet ettiğimiz Ertuğrul Özkök, “Dani Rodrik çok iyi saptamalarda bulunuyor, tebriklerimi ilet” dedi ve söz AKP’nin “Biz ne safmışız...” savunmasına geldi. Bu savunmayı toptan yapıp Balyoz’dan yakasını sıyırmayı uman politikacı ve AKP yazarları olduğu gibi, adım adım gerileyerek yapanlar da var. İlk yan çiziş şöyle oldu: “Balyoz’da 360 kişinin hepsi suçlu olamaz. İçlerinde masumları da var, mahkemenin hatası, masumları darbecilerden ayırmaması oldu.” Sonra, bir adım geri daha attılar: “Kardeşim, darbeyi planlayanlar önemli, diğerleri emir komuta zincirinde, kendisine verilen talimatları yerine getiren askerler... mahkeme bu ayrımı yapmadı...” Arkasından son kaçış, kurtulma umudu: “Önemli olan CD’lerin sahte olması değil, seminerde yapılan ve kaydedilen konuşmalar başlı başına bir darbe planı... Siz buna bakın, orada darbe var...” HHH Bunların hepsine tanık oluyorum... Hepsi adına üzüleyim mi, sinirlenip köpüreyim mi, bilemiyorum. Geçen hafta katıldığım bir programda, sosyal demokrat tanınan, yetmez ama evetçi olduğunu belirten bir ekonomi profesörü, Balyoz davasıyla içeride bunca yıldır yatırılarak ömürlerinin çalınmasına “alçaklık” dediğimde sinirlendi: Bal gibi darbe teşebbüsü var, dedi. Ben de, Balyoz suçlama ve belgelerinde ilk sahtelik ortaya çıktığından beri bu teşebbüsün bir uydurma plan olduğu belli oldu, inceledim, öğrendim, yanıtını verdim. O ise, ben okumadım ve incelemedim, demez mi! O mahkemenin göreviymiş, bakar karar verir ve kendisi de öğrenirmiş... Bire bir değil ama yaklaşık şöyle geçti konuşma: l Peki bir bilim insanı olarak, okuyup incelemeden, böyle bir yargıya nasıl varıyorsun? l İktisat tarihçisi sayılırım ama ordunun geçmişini, siyasi tarihini, darbeciliğini bilirim... AKP gibi bir parti iktidara gelince, darbeyi düşünmesi çok doğaldır... l Geçmişteki darbeciliğinin Balyoz için de geçerli olduğunun kanıtlanması gerekmez mi... Kaldı ki, 12 yıldır asker darbe yapmadı! Koşulların en uygun olduğu zaman bile! Bunun nedenini bile düşünmezler! HHH Geçmişte darbeciydi, öyleyse şimdi de darbeye kalkışmıştır... İşte bizim entelektüelbilim insanı düzeyimiz... Türkiye’de bilim kültürünün yerleşmemiş olmasının sonuçlarıdır bunlar... Ayrıca, orduda bazı subayların düşüncelerinden darbe yapmak geçmiş olabilir. Türkiye’nin siyasi tarihine bakınca bu normaldir. Sadece bazı subayların değil, sadece bazı etkin çevrelerde değil, bugün iddia ediyorum, iktidar karşıtı yüz binlerce kişi, milyonlar, birileri çıksa da şunları devirse, diye düşünüyordur. Bu koşulları yaşayacak gelişmiş bir Avrupa ülkesinde de benzer düşünceler hızla filizlenir. Şimdi insanların düşüncelerini mi yargılayacağız... O zaman ortaçağ papalığının kurduğu engizisyon mahkemelerinin “kafanda sapkın düşünceler olduğundan eminiz, ya onları itiraf eder öyle yanarsın ya da işkence ile itirafını alır öyle öldürülürsün” döneminden bir adım ileride değiliz demektir. Balyoz davasını bilmiyor, ama hepsini suçlu ilan edebilen insanları düşünürken, Irak TV’sinde seyrettiğim, dünyanın düz olduğunu ilan eden bir sakallı ile yuvarlak olduğuna ilişkin kanıtları sıralayan bilim insanı arasındaki tartışma aklıma geldi!.. HHH Oray Eğin dünkü yazısında (Sözcü), Balyoz’un darbe olduğunu başından beri halka yutturma yazılarını yazanları, mahkemeye havale etti. Oray belki bir sivil gazeteciler mahkemesi kurar, ama esas işaret etmek istediği, gazetecilerin Balyoz gibi çok önemli bir davada, “Ne güzel, ordunun defteri dürülüyor, boş ver gerisini...” tutumunu alarak, bilerek alet olanların, hiç araştırmadan alet olanların, önlerine sahte belgeler konmasına rağmen gerçeklere gözlerini kapayanların... yani her halükârda alet olmaya hazır ve nazır olanların gazeteciliklerini sorguluyordu. Ayrıca, Hasan Cemal’lerin bir de “gazetecilik dersi” için dernek gibi bir şey kurduklarını yazıyordu! Ali Bayramoğlu’nun dünkü yazısı, “aydın” diye nitelendirilen bir yazarın 180 derece kıvırtıp, yazdıklarını unutup, Balyoz’u Cemaatin üzerine nasıl yıktığının tipik bir örneğiydi... insan yazarken utanır. Önce 34 yıl önceye gider, yazılarını ve kendisini masaya yatırır... HHH Şimdi son numara şu: Efendim Anayasa Mahkemesi beraat kararı vermiyor ki, yeniden yargılansın diyor! Durun bakalım!.. Hadi len oradan! Balyoz mu kaldı ortada... İddia mı kaldı, hepsi paçavraya döndü... Hâlâ bu düşüncenin peşine takılanlara siz bir şeyler deyiverin! Cemaat, Balyoz’da ceza verecek zirciri başından tepeye kadar kurdu. AKP’nin de desteğiyle! Adli tıbbından tutun bilirkişisine, polisine, Emniyet’ine, savcısına, mahkemesine... ve Yargıtay’ın o ünlü dairesine kadar. Zincirde hiçbir kopukluk olmaması sağlandı. Ama AKP her şeyden haberdardı ve “ben savcısıyım” diyen Başbakan ve adamları her türlü desteği verdi. Dani Rodrik dünkü söyleşide bunu açıkça ifade etti. Özkök mü bana dedi, ben mi ona: “Eğer iktidar gerçekten bu sahteliklerden haberdar değilse, bizi yıllardır aptallar yönetiyor demektir”... Ama bakıyorum da hiçbiri aptal değil, zekâ bakımından maşallahları bile var! ESKİŞEHİR CHP’li Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, AKP’nin uyguladığı dış politikanın Türkiye’yi felakete sürüklediğini belirterek “Türkiye, 35 yıl içinde Pakistan’a dönebilir. Afganistan’da Rus işgaline direnmek üzere örgütlenen gruplar, önce Afganistan’ı, ardından da komşusu Pakistan’ı istikrarsızlaştırdı. Pakistan’ı tehdit eden şeyin bir benzeri, şimdi bizim sınırımızda. Suriye’de, Irak’ta oluşan benzer örgütler birkaç yıl içinde Türkiye’de boy göstermeye başlayacaklar. Derhal tedbir almazsak, Pakistan’ın yaşadığı acıların benzerini yaşamak zorunda kalacağımızdan endişe ediyorum” dedi. Sayın Büyükerşen, Cumhurbaşkanlığı adaylığı için isminiz dolaşırken, partiniz belediye başkanlarını Eskişehir’de topladı. Boş verin şimdi Cumhurbaşkanlığını. Çok daha önemli meselelerimiz var. Ne gibi? Türkiye, 35 yıl içinde Pakistan’a dönebilir. benzerini yaşamak zorunda kalacağımızdan endişe ediyorum. Neler olabileceğini anlatmak zor. Şöyle anlatmayı deneyeyim: İşsiz kalan, iş bulamayan, bunalıma giren, gelecek hayalleri olmayan gençler, annelerinin babalarının üzerine titrediği çocuklarımız, gönüllü olarak bu örgütlere katılıyor zaten. Bu kartopu çığ gibi büyüyecek. Bugün yüzlerce çocuğumuz, hayatlarına bir anlam katabilmek ümidiyle bu çılgınlığa gönüllü yazılıyor. Yarın binleri, sonra on binleri bulacak. İranlaşmayı, Malezyalaşmayı biliyorduk, bu Pakistanlaşmak nereden çıktı? Pakistan’da yılda ortalama bin kişi ölüyor. Farkında mısınız? Bizim dost ülkelerimiz vardı. Bir de Bosna gibi, Azerbaycan gibi kardeş ülkelerimiz vardı. Hem dost hem kardeş ülke statüsüne sahip bir tek Pakistan vardı. Pakistan, İslam âleminin en masum, en mazlum topluluklarından biri. Yok canlarından yaptıkları bağışlarla bizim Milli Mücadelemizin finansmanına en büyük katkıyı yapmışlardı. Biz, uzun süre, Pakistan’ın bize duyduğu sempatiye aynen karşılık verdik. Türkiye’de her kesimde derin bir Pakistan sevgisi ve muhabbeti vardır. Pakistanlıların canını yakan her şeyi, kendi canımız yanıyormuş gibi hissettik. Ama şimdilerde pek gündemimizde yok. Neden? Ne değişti? Bilmiyorum. Benim açımdan bir şey değişmedi. Toplum açısından da pek bir şey değişmediğini zannediyorum. Ama hükümetimizin gündeminde Pakistan hiç yok. ‘Y ılda ortalama bin kişi ölüyor’ Nasıl tedbir almalıyız konusuna döneceğim ama merak ettim, Erdoğan neden Pakistan’da olup bitenlere kayıtsız? Dediğim gibi, onu Sayın Erdoğan’a soracaksınız. Onun ölüleri tasnif ederken kullandığı, benim aklımın ermediği bir sistemi var. Bazı ölümler çok acıklı, bazıları “işin fıtratında var”, Pakistan’da ölen Müslümanlar, Mısır’da ölen bir çocuk kadar etmeyebiliyor. Bana her ikisi de aynı derecede acıklı ve kaçınılabilir geliyor, ama Sayın Erdoğan’ın başka türlü bir hesap yaptığı aşikâr. O hesabı ben bilmiyorum. Peki, Pakistan gibi olmamak için ne yapmak gerekiyor? Irak’ta Maliki, kendisi gibi olmayanlara hayat hakkı tanımayan bir politika izledi. Katı bir mezhepçilik yaptı. Şii olmayanları yok saydı. Ne oldu? Sistemin içinde kendilerine yer bulamayan, hayatlarına bir anlam katamayan, gencecik insanlar, Irak’ın koskoca şehirlerini, neredeyse ellerini kollarını sallayarak teslim alıyorlar. Maliki onların hayatlarını değerli kılmaları için yapması gerekenlerin hiçbirini yapmadı. Bu, başlangıçta, Iraklı Şiilerin hoşuna gitmiş olabilir. Ama şimdi onlar da, yıllardır yok sayılmış Sünni gençlerin tehdidi altında. Sadece Maliki’nin yok saydığı Sünniler kaybetmedi, herkes kaybetti. Eğer Irak’ta Sünni Iraklıların da, Kürtlerin de hissedar olabileceği bir anlayış sergilenseydi, bugün her şeyin doğrusunu bildiğini zanneden birkaç bin çocuk, Irak’ın şehirlerini böyle işgal edemezdi. ‘Osözlerine aklım ermiyor’ ‘Sayın Erdoğan’ın ölüleri tasnif ederken kullandığı, benim aklımın ermediği bir sistemi var. Bazı ölümler çok acıklı, bazıları “işin fıtratında var”, Pakistan’da ölen Müslümanlar, Mısır’da ölen bir çocuk kadar etmeyebiliyor.’ ‘Erdoğan, Sünni ittifakı “Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçiminin sırası değil” dediniz, ama ben yine de soracağım. Erdoğan cumhurbaşkanı olursa, bu meseleler nasıl gelişecek? Tahmin etmek zor değil. Toplumu “benden yana olanlar” ve “bana karşı olanlar” diye bölerek bir iktidar çıkartmayı başaran Erdoğan, aynı taktiği dış politikada da izledi. Bölgedeki bölünmeleri kışkırtarak kendisine ve Türkiye’ye bir iktidar çıkartmaya kalkıştı. Cumhurbaşkanı olursa, vites büyüterek bu politikayı sürdürecek. 2003’te kuyruğuna takıldığı Amerika’ya şimdi efelenerek bölgedeki Amerikan düşmanlığı üzerinden, bir Sünni ittifakı yaratmaya çalışacak. Amerika da karşılık olarak Şii güçleri destekleyecek. Amerika ile İran arasındaki yumuşama sürecek. Bölge kan gölüne dönecek. Suriye’de ve Irak’ta palazlanan güçler, Türkiye’nin içindeki Alevi ve Kürt kesimlere saldırmak üzere Türkiye’ye girecek. Kendi çocuklarımız kendi çocuklarımızı öldürecek. Erdoğan ölenler kendisindense onlara ağlayacak. Öldürenler kendisindense ölenler için “geçmiş, gitmiş” diyecek. yaratmaya çalışacak’ şamak. Eğer bugüne kadar iyi kötü başardığımız gibi bunu bundan sonra da başarabilirsek, yeniden Ortadoğu’nun modeli haline gelebiliriz. Sadece bizim değil, bütün bölgenin, hatta bütün insanlığın, Ortadoğu’da bir model olarak Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye bölgeye ayrışma ve çatışma değil, bir arada yaşama kültürü ihraç edebilir. Bu ihracat, bölgeye ihraç ettiğimiz her şeyden daha değerli olur. Hepimiz için, Türkiye için, bölge için, insanlık için büyük bir hizmet olur. Böyle bir şeyin yapılabileceğini düşünüyor musunuz? Neden olmasın? 1980 öncesinde, Türkiye yüksek gerilimli bir dönem yaşadı. O dönemde ben, bu gerilimi besleyen en önemli unsurun hayalleri olmayan gençler olduğunu tespit etmiştim. Gencecik insanlara, kanı kaynayan insanlara bir gelecek hayali, gelecekte bir yer sunamıyorsanız, son derece yapıcı olabilecek olan enerjileri yıkıcı olur. İyi kullanılırsa, enerji, başta ona sahip olan kişi olmak üzere herkese faydalı olur. İyi kullanılamazsa, yine başta kendisi olmak üzere herkese zararlı olur. Bilenler bilir, benim Açıköğretim projem bu düşüncenin ürünüdür. 1980 öncesinde yıllarca yazdım bunu. Ama dinleyen olmadı. Umarım bu defa bana kulak veren olur. Eğer Türkiye 12 Eylül öncesinde açıköğretimle gençlere üniversite eğitimi için devletin imkân ve fırsat eşitliğini verebilseydi, 1970’li yıllardaki terör olmayacak, belki 12 Eylül bile olmayacaktı. Bölgede ve Türkiye’de, gencecik insanlarda, bir geleceği inşa etmek için en çok güvenebileceğimiz insanlarda, yıkıcı bir enerji birikti. Çok büyük ölçekli bir enerji birikti. Bu enerjiyi çocukların kendileri için, aileleri için, Türkiye için, bölge için, insanlık için yapıcı bir kanala sevk edemezsek, onun yol açacağı tahribattan hepimiz mesul olacağız. Neden yok? Onu bana değil, Sayın Erdoğan’a soracaksınız. Ama biliyoruz ki Pakistan tarihinin en sancılı günlerini yaşıyor. Bizim asıl anlamamız gereken konu, Pakistan’ın neden bu hale düştüğü. Pakistan bu hale düştü, çünkü Afganistan’da Rus işgaline direnmek üzere örgütlenen gruplar, dünyanın dört bir yanından ümidini kaybetmiş ama heyecanlı gençleri devşirdi. Bu gruplar önce Afganistan’ı, ardından da komşusu Pakistan’ı istikrarsızlaştırdı. Bu bizi neden ilgilendirmeli? Bir kere Pakistan’ı sevdiğimiz için ilgilendirmeli. İkincisi, Pakistan’ı tehdit eden şeyin bir benzeri, şimdi bizim sınırımızda. Suriye’de, Irak’ta oluşan benzer örgütler de hiç şüpheniz olmasın, birkaç yıl içinde Türkiye’de boy göstermeye başlayacaklar. Derhal tedbir almazsak, Pakistan’ın yaşadığı acıların Başbakan ‘Pakistan’ı Erdoğan’a sorun’ Şunu da söyleyeyim: O çocuklara kızamıyorum. Üzülüyorum. Kanları kaynıyor. Akıllarınca dünyayı düzeltmeye geldiklerini düşünüyorlar. İşgal ettikleri her kasaba, bunu yapabilecek kudrete sahip oldukları zannını besliyor. Dolayısıyla onları artık makul bir dünyaya ikna etmenin çaresi yok. McLuhan’ın ünlü bir sözü vardır: “Elinde çekiç olan, her şeyi çivi gibi görmeye başlar.” Elinde silah olan da, her problemin silahla çözüleceğini düşünür. Hele gençse, kanı kaynıyorsa. Silah müthiş bir kudret hissi verir insana. Kendisini itilmiş hisseden birilerinin elinde, dünyaya öfke duyan birilerinin elinde, o silahın namlusunun kime doğrultulacağını tahmin etmek bile mümkün olmaz. Kimse kendisini emin hissetmesin. Dünyayı düzeltme iddiasıyla bu harekete katılan her genç, önce kendi anne babasının Müslümanlığını yetersiz bulacaktır. Önce onları düzeltmeye kalkacaktır. Dünyayı Allah’ın izinden gidenler ve O’na karşı çıkanlar diye ikiye böldüğünüz zaman, annelik, babalık, kardeşlik beş para etmez. çekiç olan, her ‘Elinde şeyi çivi gibi görür’ Erdoğan’ın tasavvurunda, burası sadece kendisi gibi olanların yurdu. Erdoğan’a oy verenlere sesleniyorum, Erdoğan’ın projesi gerçekleştirilebilir bir proje değil. Onlar her kimlerse, bütün yurdu kendi mülkiyetlerine geçirebileceklerini zannediyorlarsa, yanılıyorlar. Başaramazlar. Kendileri gibi olmayanları yok sayabilirler belki. Ama ülke kan gölüne dönerse geride kendileri için de bir yurt kalmaz. Geriye kalanlar, silahları birbirlerine doğrulturlar. Hepimiz kaybederiz. Olup bitenlerin bir tek çaresi var. Aramızdaki bütün farkları Allah’ın bir lütfu olarak görüp o çeşitlilikle övünerek birbirimize yer açarak, bir arada ya için de bir yurt ‘Kendileri kalmaz’’ ‘Türkiye umurlarında değil’ Dünyayı nasıl bölmek gerekir? Dünyayı bölmek gerekmiyor. Allah adına bu cinayetleri işleyenlere, o cinayetlere nefretle yaklaşmayanlara soruyorum: Allah’ın onlar kadar aklı mı yok da dünyayı böyle çeşitli, böyle renkli yarattı? Herkes herkese katlanacak. Hele bu coğrafyada herkes herkese katlanmak zorunda. Burası, bütün peygamberlerin coğrafyası. Burası medeniyetin dünyaya yayıldığı yer. Burada hepimize yer var. Hepimiz, ancak bir diğerine yer açarsak var olmayı sürdürebiliriz. Maliki’nin yaptığı gibi yaparsak, sadece bizim gibi olanlara yer açar, diğerlerini yersiz yurtsuz, sahipsiz bırakırsak, sonunda bize de yer kalmaz. Ben, Sayın Erdoğan’ın da benzer şekilde davrandığını düşünüyorum. Seçim kazanmak uğruna karşılıklı öfkeyi körüklüyor. O öfke sonunda herkesi boğar. Unutmamak gerekiyor, öfke ve nefret, zaten lanetlenmiş duygulardır. Tek suçlu Maliki mi? Erdoğan mı? Mesela Amerika’nın hiç mi suçu yok? Amerika 2003’te Irak’ı sudan ve gerçek olmayan bahanelerle işgal etmeseydi, şimdi olanların hiçbiri mümkün olmayacaktı. Sovyet işgaline karşı Taliban örgütlenmeseydi, Pakistan bugün bu zulümle boğuşmak zorunda kalmayacaktı. Irak’ta Saddam rejimi de pek öyle içe sindirilecek bir rejim değildi, öyle değil mi? Amerika hiçbir şeye seyirci kalamaz. Kalmasını bekleyecek kadar saf da değilim. Ama kendi menfaatlarını düşünürken, bölgenin kendi dinamiklerini de hesaba katması, ince ayarlı, doğru politikalar uygulaması gerekiyordu. Sayın Erdoğan şimdilerde birden antiemperyalist oldu. Herkesin yakın geçmişi unuttuğunu düşünüyor olabilir. Ama 2003’te, Amerika’nın müttefiki olarak Irak’ın işgaline ortak olmak için kendisini paraladığını hatırlatayım. Allah’tan Meclis beklenmedik bir akıl sergiledi de biz bu utancın ortağı olmaktan kurtulduk. O dönemde hepimiz, “Yapmayın, Irak’ı işgal etmeyin, sonu kötü olacak” dedik. O günlerde Amerika’nın yanında Müslüman kanı dökmeye pek hevesli olanlar, bugün, başımıza gelen her şeyi Amerika’ya, İsrail’e fatura ediyorlar. Kendilerini, bölgedeki Amerikan oyunlarına direnen kahraman olarak pazarlamaya çalışıyorlar. Halbuki o dönemde Amerika’ya yol gösterebilirlerdi. Bush’u “aslansın, biz de seninleyiz” diye cesaretlendireceklerine, bölgenin menfaatları ile Amerika’nın menfaatlarının bir ortak paydasını bulup inisiyatif alabilirlerdi. Bu bölgenin ancak çoğulcu bir düzenle ayakta kalabileceğini, ancak herkes kendisine bir yer bulabilirse bölgede istikrarlı bir düzen tesis edilebileceğini anlatabilirlerdi. Bush onları dinler miydi? Muhtemelen dinlemezdi. Ama şimdi, işler rayından çıktığında, “Yahu Türkiye ta işin başında uyarmıştı” denirdi. Şimdi canı yanan herkes, yani herkes Türkiye’ye kulak verebilirdi. Şimdi hal nasıl? Bölgemizde her gün akla gelmeyecek şeyler oluyor ve Türkiye kimsenin umurunda değil. Bütün Batı dünyasının şeytanı olan İran ise başından beri hep aynı şeyi söylüyor. “Bu Taliban başa bela olacak, gelin ona karşı işbirliği yapalım” diyor. Ne oluyor? Batı dünyası İran’ı makul bir partner olarak kale almaya çalışıyor. ‘Amerika saf değil’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle