05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 HAZİRAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA Sıfır noktasına inmek ve oradan yeniden yükselmeyi denemek… Bu ülkede mümkün mü, bilmiyorum artık KÜLTÜR 15 Onların zamanı kuşun kanadındaydı u Yaşadıkları en ağır mağduriyetleri bile kişisel bir mağdurluk edebiyatına dönüştürmeyen o soylu, şövalye yürekler zaman denen nehrin gelip takıldığı bu şimdiki zaman bataklığının uzağında, hatta üstündeydiler. Yukarıdan bakıyorlardı sanki olup bitene. Onların zamanı kuşun kanadındaydı. rücü hızıyla akmaya devam ediyor. İlhan Ağabey o baskın olayından bir süre önce benden kendisine cepte taşınabilecek küçük bir ilaç kutusu almamı istemişti. Kendi yanındaki kutuyu göstermiş, “Bak bu çok büyük, ben şöyle bir iki hap alacak büyüklükte bir kutu istiyorum” demişti. İstediği gibi küçük, yuvarlak gümüş bir kutu buldum, götürdüm. Gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan sonra gazetede buluştuğumuzda, “Ayşe Emel o kutu çok işime yaradı biliyor musun” dedi: “Emniyet’te sorgu için beklerken kalbimin hafif hafif yoklamaya başladığını hissettim. Ne de olsa tecrübeliyim bu işte, bedenimin verdiği sinyalleri çözebiliyorum, enfarktüsün geldiğini anladım. Ama sıkıntı çektiğimi de çevremdekilere hissettirmek istemedim. Yanımda bekleyen polis memurundan bana bir bardak su getirmesini rica ettim. O gidince de kutuyu açtım, hemen bir dil altı hapı attım ağzıma. Atlattık vartayı.” Eski hapishaneciydi İlhan Ağabey. Türkiye’nin son 50 yıllık siyasi tarihinde büyük tecrübelerden geçmiş, büyük gerilimler, hatta işkenceli sorgular yaşamış, hepsinin de altından kalkmayı, üstelik Bektaşi mizacıyla bunları damıtıp, sarsılmaz iradesinin yanına katmayı bilmişti. Bu nedenle, bunu da atlatır diye düşünmüştüm, daha doğrusu umut etmiştim. Ama zaman öyle bir varlık ki ilerledikçe gözleri keskinleşiyor, insanda gençken görmezden geldiği bir sürü falsoyu belli bir noktadan sonra kilometrelerce uzaktan, şahinin avını görmesi gibi yakalıyor. Sağlıktaki en küçük denge bozulmasını bile affetmiyor. 83 yaşındaki İlhan Selçuk’u sabahın saat 5’inde evini basarak gözaltına alanlar, daha doğrusu bu emri verenler bıçak sırtında giden o dengeyi bozdular, bozulan denge de bir daha düzelmedi zaten. Peki, o meşhur Ergenekon davasından bugün ne kaldı geriye? Peki? Peki? Peki? Mezbahalardaki kasap çengelleri gibi peşpeşe sıralanan sayısız soru… Balyoz davasından yargılanan Çetin Doğan’ın damadı Prof. Dr. Dani Rodrik, Orhan Bursalı ile yaptığı söyleşide (22 Haziran, Pazar) işin püf noktasını vurgulamış aslında: “Türkiye’de (…) her kesimin yüzleşmek zorunda olduğu çirkin gerçekler var. Böyle bir süreci başlatmak ve yönetmek için gereken karşılıklı güven bir noktada tesis olur mu, bilemiyorum. (…) Belki Türkiye’de mağdur edilmemiş kesim kalmadığı zaman mümkün olur, ki artık o noktaya epey yaklaştık.” Sıfır noktasına inmek ve oradan yeniden yükselmeyi denemek… Bu ülkede mümkün mü, bilmiyorum artık. İlhan Ağabey rüyalarında nasıl dibe dalma deneyimi yaptığını anlatmıştı birkaç kez. “Bilinçdışı devreye girdiğinde bile bilincimi ayakta tutmaya çalışıyorum” derdi: “Koyu bir karanlığın içinde dibe doğru dalıyorum, dipte çocukluğum var, anılarım; dolaşıyorum orada gönlümce, sonra yüzeye doğru çıkıyorum, ama bir şey beni yine çekiyor aşağı. Bir an yok oluyorum, sonra yine anıların içinde buluyorum kendimi, tekrar yükseliyorum…” Rüyalarındaki bu çocukluğa dönüş vurgusunun nedeni neydi bilmiyorum, kendisi de bir yorum yapmadı bu konuda. Bendeki gibi bugünden geçmişe bir kaçış özlemi miydi? Sanmıyorum. İlhan Ağabey çok iradeli ve sorumlu bir insandı. Satranç masasının başından kalkacak biri değildi. Ama bir yanıyla da bu zamanın çok dışındaydı; o da Turhan Selçuk da… Yaşadıkları en ağır mağduriyetleri bile kişisel bir mağdurluk edebiyatına dönüştürmeyen o soylu, şövalye yürekler zaman denen nehrin gelip takıldığı bu şimdiki zaman bataklığının uzağında, hatta üstündeydiler. Yukarıdan bakıyorlardı sanki olup bitene. Onların zamanı kuşun kanadındaydı. Masumiyetini Yitiren Toplum… Shakespeare’in en görkemli ve en sarsıcı dizelerinden biridir… Kralın uykuda öldürülüşünden hemen sonra gelen o tek bir dize: “… Macbeth, uykuyu öldürdü.” Uyku, masumiyettir. Uyuyan insan ne iyidir ne de kötüdür. Çünkü hiçbir şey yapamaz. O, uyuduğu sürece sanki sonsuz bir edilginliğe yargılıdır. Ve işte o yüzden uyku, masumiyettir. Uykudaki insanı öldürmek ise, belki de masumiyetin yeryüzündeki son kalesini yıkmaktır. Yani, Shakespeare’in ağzından: “…Macbeth, uykuyu öldürdü …” Sanki böyle bir cinayetin ardından yeryüzü insanlarının başlarını sokabilecekleri hiçbir sığınak, hiçbir kale kalmamıştır. Ve uyuyan insan’ı öldüren insan, hemcinslerinin elinden Montaigne’nin son kale’sini de almıştır. Çünkü içimizde o zamana kadar inşa edebildiğimiz hiçbir kale, ne kadar güçlü ve duvarları ne kadar kalın olursa olsun, bizi böylesine bir kirletilmişlikten korumaya yetmeyecektir. Gezi Olayları sırasında evine pazar kahvaltısı için ekmek almaya çıkmışken başından kasten vurulan, ama vurulduğu anda ölmeyen, vurulduktan birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay sonra da ölmeyen – Tam 269 gün boyunca yatağında dirhem dirhem eriyerek, 45 kiloluk çocuk bedeninin her gramını sevdiklerinin ve onu sevenlerin gözleri önünde yitirerek 16 kiloluk ölen – BERKİN ELVAN’IN ÖLÜMÜYLE BİRLİKTE, TOPLUM OLARAK MASUMİYETİMİZİ YİTİRDİK… Üstelik “ağırlaştırıcı nedenler”le birlikte – “Cebinde sapan varmış …” diyenlerin, “Cenazesindeki kalabalık yüzünden borsa oynamadı…” diyenlerin, Cenazesindeki kalabalık hakkında ÖLÜSEVİCİLER diye yazanların, Söylediklerini duyup yazdıklarını okuyunca – Nazilerin ölüm kamplarında fırınlanan binlerce çocuğun ardından biz de, ilk kez ve böyle bir cinayetle masumiyetimizi yitirdik. Artık hepimiz, ama hepimiz, on dört yaşında vurulup on beşinci yaşının neredeyse sonuna kadar, tam 269 gün boyunca yatağında dirhem dirhem eriyerek ölen o çocuğun cinayetiyle, evet, bu toplumda yaşayan kim varsa, yani hepimiz, masumiyetimizi, her türlü masumiyet karinesini, insanların dünyasının herhangi bir yerinde masum olduğumuzu söyleyebilme hakkını yitirdik. Yoksa kimilerinizin içinden şu anda, bu satırları okuyunca: “Canım ben mi öldürdüm?” demek mi geliyor? SAKIN HA! Çünkü Berkin Elvan’ın yatağında eridiği her gün boyunca öylesine kan yitirdik ki, bu kolektif suçta kendi sorumluluk payımızı dürüstçe aramaya başlayacağımız güne kadar artık insan olacak yüzümüz kalmadı! Not: Bu yazı ilk yayımlandığında, Berkin Elvan’ın annesi henüz miting meydanlarında devlet büyüklerince(!) halka yuhalatılmamıştı. O yüzden şimdi bir daha yayınlamak “farz” oldu… Yıllar önceydi. İlhan Selçuk’un evindeydim. Mutfakta çay hazırlıyordu. Beni yanına çağırdı: “Ayşe Emel, gel sana bir şey göstereceğim.” Mutfağın bahçeye bakan penceresindeki beyaz jaluziyi kaldırdı, kocaman bir Japongülü nazlı nazlı salınıyordu. “Biliyor musun, bunu annem dikmişti bahçeye. Ondan sonra da ben baktım, nasıl büyüdü bak!” dedi. O unutulmaz yazının “Japon Gülü”yle böyle tanıştım. Zaman nasıl geçiyor, hepimizi ve her şeyi sürükleyerek… İlhan Ağabey’in evine şafakta yapılan baskınla gözaltına alınmasının üzerinden 6, onu yitirişimizin üzerinden 4 yıl geçti. Türkiye’nin son 67 yılına damga vuran kitlesel davalarda, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında tutuklu sanıkların tamamına yakını tahliye edildi. Hem Türkiye hem de Ortadoğu bambaşka bir mecraya girdi, zaman denen nehir baş döndü Baskınla gelen enfarktüs Zubin Mehta’ya ‘Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ Kültür Servisi 42. İstanbul Müzik Festivali’nin “Yaşam Boyu Başarı Ödülü”, yaşayan en büyük orkestra şeflerinden biri olan Zubin Mehta’ya verildi. Ödül töreni öncesinde Aya İrini Müzesi iç avlusunda müzik yazarımız Evin İyasoğlu, Zubin Mehta ile ünlü şefin hayatı üzerine yüksek katılımın olduğu bir söyleşi gerçekleştirdi. Ünlü şef ödülü, önceki akşam Aya İrini Müzesi’ndeki, ünlü arp sanatçısı Xavier de Maistre ile L’Arte del Mondo konseri öncesinde, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ve İstanbul Müzik Festivali Direktörü Yeşim Gürer Oymak tarafından takdim edildi. Mehta, İstanbul’da böyle kalteli bir konserde ödül almaktan duyduğu memnuniyeti ifade ederek teşekkür etti. Sıfır noktasına inmek n Kültür Servisi İspanyol asıllı Fransız müzisyen Manu Chao, La Ventura 2014 turnesi kapsamında önceki gün Life Park’ta düzenlenen Ekşi Fest’te sahne aldı. Konser sırasında barkovizyondan Gezi Direnişi’nden görüntülerin olduğu video gösterilirken konserde Gezi sloganları atıldı. Önceki gün düzenlenen Ekşi Fest’te ilk olarak Sattas, Baba Zula ve Hakan Vreskala sahne aldı. Saat 21.00’de sahneye çıkan Manu Chao yaklaşık bir buçuk saat sahnede kaldı. “Clandestino”, “Me Gustas Tu”, “Desaparecido” gibi sevilen şarkılarını da seslendiren Manu Chao’nun konseri sırasında Gezi Direnişi’nden görüntüler barkovizyondan gösterildi. Müzikseverler konser boyunca Gezi sloganları attı. Manu Chao İstanbul’daydı MÜZİK FESTİVALİ’NDE BUGÜN Maistre ve Damrau Kültür Servisi İKSV’nin düzenlediği 42. İstanbul Müzik Festivali’nde bugün, arpıyla Xavier De Maistre’nin eşlik edeceği soprano Diana Damrau müzikseverlerle buluşacak. Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’de saat 21.00’de başlayacak olan konserde Franz Schubert, Francisco Tarrega, Richard Strauss, Reynaldo Hahn, Ernest Chausson, Felix Godefroid ve Henri Duparc’ın eserleri seslendirilecek. • Havuz, çocuk havuzubahçesi • Açıkkapalı restaurant, bar • Odalarda: Klima, TV, fön, balkon • Sabah, öğle, akşam açık büfe, ikramlar • Alkolsüz içeceklerimiz LİMİTSİZDİR. • Plaj servisi, AİLE OTELİNİZ, WiFi 12 ADALAR, KELEBEKLER VADİSİ, DALYAN, GÖCEK, JEEP ile SAKLIKENT TURLARINA KATILMA İMKANI T (7 gece 8 gün konaklamalarda geçerlidir) Tel: 0252.616 76 11 12 • www.starotel.com.tr *60 TL AM PANSİYO N PLUS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle