05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 HAZİRAN 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER lki 2002 yılında 57. Ecevit Hükümeti ile başlayan, o günden bu yana tam beş kez ya doğrudan ya da çeşitli kanunlar içerisinde değiştirilmek istenen 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu, en sonuncusu 26 Haziran 2010 tarihinde olmak üzere, TBMM tarafından her defasında oybirliği ile reddedildi. Şimdi yeniden 16 Haziran 2014 tarihi ile Bakanlar Kurulu tarafından başbakan imzası ile TBMM Başkanlığı’na verilen kanun tasarısı ile Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılmak istenen düzenlemeyle birlikte Zeytin Kanunu altıncı kere değiştirilmek isteniyor! 2010 yılında Zeytin Kanunu’nda değişiklik gerçekleşmeyince Zeytin Yönetmeliği, kanununa aykırı olarak değiştirildi. Bu değişiklik, Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyimizin Danıştay’da açtığı dava sonucunda iptal edildi. Anlaşılacağı üzere son 12 yılda 3573 (değişik 4086) sayılı Zeytin Yasası ortalama her iki yılda bir değiştirilmek istenmiştir. Bu değişikliğin yapılmasını isteyenler hem kamuoyumuzun hem de tarafların yakından bildikleri malum çevrelerdir. Bu mesele, bu çevreler tarafından kan davası haline dönüştürülmüştür. Oysa dünyada 1939’dan bu yana bir ürüne, zeytine dair tek kanunu olan ülke Türkiye yalnızca bu onura sahiptir! Birleşmiş Milletler’e bağlı, bizim de kurucusu olduğumuz tek ürün konseyi Uluslararası Zeytin Konseyi’dir (IOOC) ve 1955 yılında kurulmuştur. Geldiğimiz bu noktada ülkemizin onuru olan Zeytin Kanunumuzla artık uğraşılmaması, adalet ve barışın simgesi zeytin ağaçlarının “emin beldelerinde” milyonlarca insanla birlikte binlerce yıldan bu yana olduğu gibi yaşamlarını sürdürmelerini istemek kuşkusuz her vicdanın isteğidir. Bu kapsamda bugüne kadar söylenebilecek her şeyi sayısız defa söyledik ve yazdık. Yıldırmak için yazdıklarımıza dava açtılar, yargılanıp beraat ettik. Son kez kamuoyunun, ilgililerin de bilgisi dahilinde değişiklik teklifinde imzası olan en yetkili ismine, Başbakan’a aşağı İ Yine Yeniden Zeytin... u Zeytin ağacı tarih boyunca adaletin ve barışın simgesi kabul edilmiş... Önümüzde iki yol var. Ya Zeytin Kanunu’nu bu kere değiştirecek, maddi dünya ile manevi dünya arasında bir tercih yapacaksınız. Ya da bugüne kadar olduğu gibi bu kere de olması gerekeni yaparak bu değişikliğin yapılmasına izin vermeyecek, sizin ve partinizin milletvekillerinin bir daha da Zeytin Kanunu’na ilişkin bir değişiklik teklifinin tarafı olamamaları talimatını vereceksiniz. MURAT NARİN Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi K. Yönetim Kurulu Üyesi daki mektubu yazdık. Sayın Recep Tayyip Erdoğan T.C. Başbakanı Ankara Zatı âlinize bir yurttaş olarak yazacağım bir mektubun elinize çeşitli nedenle geçip geçmeyeceğinden emin olamadığım için, Ülkemizin başbakanı ve hükümetinin, bürokratik rutinle gözden kaçmış olabileceği ve önemli yanlışlıklara yol açacak olması nedeni ile taraf olarak uyarma görevi gereği, Zaman kaybının giderilemez sonuçlar doğuracak olması, Ülkemizin çok büyük bir kesimini de doğrudan ilgilendiriyor olması nedeniyle kamuoyunun bilgisi dahilinde bu mektubu yazma gereği görmüş olmamı anlayışla karşılayacağınıza inanıyorum. Saygıdeğer Beyefendi, 16.6.2014 tarihli Elektrik piyasası kanun teklifiniz içerisinde Zeytin Kanunu’nu da değiştirmek için TBMM Başkanlığı’na teklif vermiş bulunmaktasınız. Zeytin Kanunu’nu değiştirmek üzere ilki 2002 yılında 57. hükümet döneminde olmak üzere bu sonuncu ile birlikte altıncı keredir Zeytin Kanunumuz değiştirilmek isteniyor. İlginçtir, bugüne kadarki bütün kanun değişiklik teklifleri aynı içerik ve cümlelerle yapılmak istenmekte… (malum çevrelerin elinden çıktığını yaşayarak biliyoruz.) İlk değişiklik girişimine karşı partinizin ve Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Beyefendi’nin milletvekili olarak, diğer milletvekilleri ile birlikte kendi el yazısı ile karşı oy ve imzası da arşivimizde bulunmakta. Bugüne kadar yapılmak istenen değişiklikler için söylenmesi gereken başta insani, ekonomik, bilimsel, sosyal, siyasal, anayasal, hukuki, uluslararası anlaşmalar, oybirliği ile yürürlüğe konulan yasalar, nihayet dini gerekçelerin hepsi söylenmiş ve yazılmıştır. Sayısız mahkeme ve yüksek mahkemelerin kararları olduğunu biliyoruz. Hem TBMM’de, hem de zeytin bölgelerindeki bütün siyasi partiler aynı ortak metinleri imzalayarak Zeytin Kanunu’nda değişiklik yapılmaması yönünde irade beyan etmişlerdir. Bu tartışmasızdır ki sizin için de çok değerli olduğunu bildiğimiz milli iradenin en güzel örneğidir. Zeytin Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliğe köylüler, tüccarlar, sanayiciler, ihracatçılar, kooperatifler, bilim insanları da dahil olmak üzere sektörümüz bir bütün olarak karşıdırlar. Çünkü zeytin, dünyada olduğu gibi ülkemiz için de stratejik bir üründür. Anadolu zeytin ağacının genetik anavatanıdır. Zeytin ağaçlarının kesilip sökülmesi denilince, belgesellerde “yerleşimci”(!) adı verilen işgalciler ve İsrail devleti, Filistinlilerin topraklarından sürüldüğü, motorlu testerelerle zeytin ağaçlarının meyveli dalları budanıp kepçelerle yerlerinden sökülerek yeniden dikilmek üzere ellerin den alınması, evlerinin yıkılması yetmiyormuş gibi tek gelirleri olan zeytin ağaçlarını kaybetmenin umutsuzluğu ile ağlayan büyükler ve onlara korku ve endişe ile bakan zeytin gözlü Filistinli çocukları hatırlıyorum… Ve Tin suresi ile Nur suresini de unutmak mümkün mü? “Zeytine ve incire, emin beldeye ant olsun” diyen Tin suresi, Nur suresinde “onun ışığı benim suretimdir” diyen yaradan buyruğunu elbette unutmak mümkün değil… Çünkü biz zeytinciler emin beldelerimizde binlerce yaşındaki zeytinlerimizin altında kesintisiz mükâfatın “yaşatmak için yaşamasını bilirim, siz gelmeden önce de ben buradaydım, siz gittikten sonra da ben burada olacağım” diyen zeytinin dünyasını yaşayarak ve yaşatarak biliyoruz… Sayın Başbakan, Biz bugüne kadar konuya ilişkin söylenmesi gereken her şeyi, ama her şeyi defalarca söyledik, yazdık, yapılması gereken her şeyi yaptık. Artık bundan sonra hangi nedeni hangi sözcüklerle nasıl anlatacağımızı bilmiyoruz. Yorulduk gayrı, bundan sonrasını Hakk’ın divanına bırakıyoruz… Oysa biz zeytinciler, enerji ve gücümüzü ülkemizin bu alanda dünyada saygın ve en güçlü ülkesi yapmaya harcamak istiyoruz. Bütün imkânlara sahibiz ve yapabiliriz! Zeytin ağacı tarih boyunca adaletin ve barışın simgesi kabul edilmiş... Önümüzde iki yol var. Ya Zeytin Kanunu’nu bu kere değiştirecek, maddi dünya ile manevi dünya arasında bir tercih yapacaksınız. Ya da bugüne kadar olduğu gibi bu kere de olması gerekeni yaparak bu değişikliğin yapılmasına izin vermeyecek, sizin ve partinizin milletvekillerinin bir daha da Zeytin Kanunu’na ilişkin bir değişiklik teklifinin tarafı olamamaları talimatını vereceksiniz. Her iki durumda da tarihe geçecek bir sonuç olacaktır. Zeytin ağacının uzun ömrü, bereketi ve sağlığı bütün insanlığın üzerine olsun. Saygılarımla Suriyeli Mülteciler G Dr. Erdener Özer eçen ay sonunda uluslararası saygın tıp dergilerinden biri olan Lancet’te yayımlanan bir makalede; Lübnan’da barındırılan Suriyeli mültecilerin durumuna sağlık sistemi açısından bakılmakta ve “kriz” vurgusu yapılmaktaydı. Bu bağlamda Suriyeli mültecilerin ülkemizin siyasi yapısına kattığı kritik etki bir yana, sağlık gibi devletin temel işlevlerinin üzerine bindirdiği yükü göz ardı edemeyiz. Suriye’den ilk mültecilerin geldiği 2011 Nisan ayından bu yana, Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı hızla 1 milyona yaklaşmakta. Suriye Bölgesel Müdahale Planı 2014 Stratejik Taslağı’na göre, 2014 yılı sonunda bu sayının 1.5 milyon olacağı öngörülüyor. Bu demografik tablo içerisinde, Türkiye devletinin Suriyeli mültecilere sağlık hizmetini sunarken, kendi vatandaşlarına olmadığı kadar cömert davrandığını söylemek gerek. Yapılan düzenlemeler ile her yaştaki Suriyeli mülteciler, kamplara kayıtlı olma şartı aranmadan, bütün devlet hastanelerinden ücretsiz yararlanabiliyor. İlaçlarını eczanelerden ücretsiz alabilmeleri için de protokoller imzalanmış durumda. İnsanın aklına “bu değirmenin suyu nereden” sorusu gelebilir. Hemen yanıtlayalım: Tedavi ile birlikte ilaç, protez, diş, gözlük, işitme cihazı gibi malzeme masrafları, valilik kanalıyla Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) tarafından karşılanıyor. İyi güzel de, bu cömertlikten öte devlet ol u Ülkemizdeki Suriyeli mültecilere yönelik ma sorumluluğunu, ülkemizde yasağlık hizmetinin şanan acil durumnitelikli olduğunu larda, örneğin takabullenmek, zaten ze yaşanan Soma faciasında neden sosyal güvenlik kendi vatandaşlaaçısından finansmanı rımız için göremisıkıntılı olan sağlık yoruz? Türk Tabipleri sistemimiz içerisinde Birliği’nin bu yıl hizmeti bu şekilde içerisinde Suriyesürdürmek mümkün li mültecilere yönelik yayımladıdeğildir. ğı raporda, sağlık hizmetinin daha çok kamplarda yoğunlaştırıldığı, buna karşın kamp dışındakiler açısından durumun son derece kaotik olduğu ifade ediliyor. Barınma koşullarının oldukça sağlıksız olduğu, beslenmenin de önemli bir sorun olduğu tespit edilmiş durumda. Mültecilerin sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda, mevcut mevzuatı bilmedikleri ve iletişim konusunda sıkıntılar yaşadıkları bilinmekte. Koruyucu hizmetlerle ilgili çok ciddi boyutta sorunlar gözleniyor. Suriyeli çocukların ülkemizde aşıya erişemedikleri için kızamık ve çocuk felci gibi hastalığa yakalandığı, epidemiyolojik risk nedeniyle ülkemizde bulaşıcı hastalıkların patlaması gibi vahim bir tablonun ortaya çıkabileceği söylenmekte. Benzer durum Suriyeli anne adayları için de geçerli. Hastanelerimizin yenidoğan bebek servislerinde artan sayıda doğumsal anomalili Suriyeli bebek yatmakta. Ülkemizdeki Suriyeli mültecilere yönelik sağlık hizmetinin nitelikli olduğunu kabullenmek, zaten sosyal güvenlik açısından finansmanı sıkıntılı olan sağlık sistemimiz içerisinde hizmeti bu şekilde sürdürmek mümkün değildir. Üstelik aynı Lübnan’da yaşanan kriz durumunda olduğu gibi, kanser ve böbrek yetmezliği gibi kronik hastalıkları olan mültecilerin yüksek tedavi masraflarının tamamıyla ücretsiz karşılanmasına er ya da geç son verilecektir. Dış politikada yapılan hataların bir bedeli de, iç politikada ve devletin temel işlevlerinde bu açıdan bir kargaşa olarak ortaya çıkacaktır. Ayrıca Suriye dışındaki diğer ülkelerden ülkemize sığınan on binlerce mültecinin sağlık sistemindeki akıbeti de iyice belirsizdir. Bir de buna, son haftalarda Kuzey Irak’ta yaşanan savaşın sonucu olarak yeni ve büyük bir mülteci akını eklenecek olursa, sağlık sistemimizdeki mültecilerden kaynaklanan açık yara daha da derinleşecektir. Aman Ayasofya’ya Dokunmayalım Sinei Millet H ŞABAN ALİ YAŞAROĞLU angi amaçla ortaya çıkarıldıysa Ayasofya Müzesi’nin camiye çevrilmesini ve arzusunu sakın iç politikamızın aletine dönüştürmeyelim diyorum. Çünkü, çok önemli kültürel varlığımız olan Ayasofya Müzesi, yalnız bize ait değildir. O değer, insanlığın mirası ve ortak malıdır. Anlatmak istediğim, Ayasofya tıpkı Mısır piramitleri gibi dünya coğrafyasında yer almış ve UNESCO’nun listesine ve korumasına giren mimari bir değerdir. Dünyada sayısı bilinen bu değerler, iki elin parmakları kadardır. İşte bir tanesini de insanlık bize emanet etmiştir. İnsanlığın ortak değerleri olan bu miras artık kimsenin malı değildir. İnsanlığın ortak mirası olan bu değerler, her yıl dünya insanlarını buluşturan, kaynaştıran, tanıştıran ve evrensel barışa hizmet eden uygarlığın kapılarıdır. Başka bir deyişle insanlığın küresel mekânlarıdır. Bir sabah zahmet edip İstanbul’un turistik yarımadasına gidiniz ve Ayasofya Müzesi’nin kapısını gözleyiniz. Dünyanın her bir yanından gelmiş her renkteki uygar insanları kapısında görmüş olacaksınız. Ünlü düşünürlerimizden mimar Sayın Doğan Kuban’ın dediği gibi “Ayasofya gibi dünya malı olmuş dünyanın en büyük yapıtını camiye çevirmeye çalışmak, altın yumurtlayan tavuğu kesmek anlamına gelir” sözü (Cumhuriyet gazetesi, Bilim Teknoloji eki 30 Mayıs 2014) öncelik le Turizm Bakanlığımızı, turizmcilerimizi ve Türk halkını derin derin düşündürmelidir. Çünkü çok pahalı turistik yatırımları ve doğal tarihi varlıklarıyla bir tatil ülkesi olan Türkiye’nin turizmden önemli beklentisi bulunmaktadır. Eğer Ayasofya’yı camiye çevirirsek ve uygar dünyaya dönük olan yüzümüzü tersine çevirirsek iletişim ve bilişim çağında dünya insanının önümüze koyacağı faturaların ağırlığını bugünden bilemeyiz. Cumhuriyetin Kemal Atatürk gençliğine karşı iktidarın tutumu nedeniyle son yıllarda dostları azalan Türkiye, Ayasofya gibi uluslararası bir harika yüzünden uygarlığın dışına düşüp yalnız da kalabilir. Ayasofya Müzesi’ni camiye çevirme ısrarının yetersiz ve eksik camilerimizden kaynaklanmadığı düşüncesindeyim. Soruyorum, bir buçuk milyar nüfuslu Müslüman ülkelerden hangisinde bizim gibi yüz binin üzerinde cami vardır? 77 milyon nüfuslu bir ülke ve Ortadoğu’nun ortasında yaşadığımızın bilincinde olalım. Etrafımızda topraklarımızın üzerine güç gösterme hevesinde yanıp tutuşan kimi ülkelerin bulunabileceğini unutmayalım. Milletçe duygusallıktan uzak, hoşgörüye dayalı tutum içinde olmalı, gerginliğe yol açan davranışlardan uzak durmalı ve ulusça barış içinde yaşamalıyız. Güçlü ekonomi ve güçlü ordunun ülkemizin güvenliği için yaşamsal olduğunun bilinci içinde olmalıyız. Demek istediğim, Ayasofya Müzesi ile uğraşmayalım. Tarihe yitirilmiş yıllar geçmesin arzusu ulusumuzun ortak dileği olsun. Ö Mithat MELEN yle bir gündem ki... Cumhurbaşkanlığı seçimi var, Musul’da konsolosluğumuzun personeli IŞİD’in elinde rehine tutuluyor. Irak paramparça edilmiş, Ortadoğu coğrafyasında mezhep savaşları başını almış gidiyor. Bu kadar can kaybı olurkan biz at pazarlığına odaklanmış, petrolden nasıl daha fazla pay kaparız hesabı içindeyiz. Bu Cumhuriyet neden kuruldu? Bu coğrafyada neden bir ulus devlet kuruldu? Niçin laik bir devlet oldu? Atatürk ve arkadaşları hilafeti kaldırırken İttihat ve Terakki’nin Panislamizm ve Pantürkizm hatalarını bilmiyorlar mıydı, görmemişler miydi? Yüzümüzü neden Batı’ya döndük? Yurtta sulh cihanda sulh sadece bir slogan mıydı? İnsanların dini inançlarına karışmak, saygısızlık etmek başka, ama bir İslam devleti olma fikri kabul edilemeyecek bir yapılanma. Ey Türkiye Cumhuriyeti’ni yönettiğini sananlar, iktidarı ve muhalefeti, bakın şu anlattıklarımı iyi dinleyin. Bir maliye başmüfettişi Hatay’a iner. Görevi Hatay’ın muhasebesine sahip olmaktır. Cahit Kayra, Leyla Tavşanoğlu’na verdiği söyleşide bu başmüfettişin cebinden 30 bin lira çıkarıp Hatay Maliye Bakanı Cemal Bey’e verdiğini söylüyor. Başbakan ne yapıyor? Bir plebisit, Türkiye’nin aleyhine çıkıyor. Bunu değiştirmek gerek. Başmüfettiş ve ekibi kolları sıvıyor. Netice değişiyor. Hatay Türkiye’ye ilhak oluyor. Ayrıntıları tarihçiler inceleyin. Genç ve laik Türkiye Cumhuriyeti Hatay’ın topraklarına ilhakıyla gerçek bir zafer kazanmıştır. Bu olayın mimarları Ferit Melen ve Tayfur Sökmen (Hatay Cumhurbaşkanı) tarihte yerlerini buldular. Ulus devleti kuran, genişleten laik kadro, vatansever, Batı’ya ve serbest piyasa ekonomisine dönük insanlar. Yiğit adam, sinei millete dönme cesareti gösterebilen Murat Sökmenoğlu’nu kaybettik. Yani Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in oğlunu. Başımız sağ olsun. Ey muhalefet, sizler Murat Sökmenoğlu gibi sinei millete dönmeye cesaret edebiliyor musunuz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle