28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 13 HAZİRAN 2014 CUMA 18 KÜLTÜR Adalar Belediyesi’ne karşı yürütülen çadırlı direniş sona erdi Adaevi krizinde uzlaşma CEREN ÇIPLAK Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye’li ‘Kış Uykusu’ en sonunda Türkiye sinemalarında Ustaya şapka çıkaralım u Yılmaz GüneyŞerif Gören imzalı ‘Yol’dan 32 yıl sonra, sinemamıza 100. Yılında Altın Palmiye kazandıran ‘Kış Uykusu’, meraklısını 3 saat 15 dakika boyunca beyazperdeye bağlayan, mutlaka görülesi bir başyapıt. “Kış Uykusu”. Yıllarını tiyatroya hasretmiş, epey sahne tozu yutmuş, emektar oyuncuyeni yazar Aydın (Haluk Bilginer) nicedir İstanbul’u terk ederek bata çıka yaşadığı Kapadokya’daki patronu olduğu, babadan kalma bir Otel Othello’ya kapağı atmış, çok varlıklı ve emekli bir mirasyedi hayatı sürdürürken, Bozkırın Sesi adlı yerel bir gazetede güncel konulara değinen, ahlak ve vicdan sahibi, çoğu kez eleştiren bir köşe yazarı olarak ahkâm kesmekten başka bir de tuğla gibi kalın bir Türk Tiyatro Tarihi kitabı kaleme almaya niyetlenen biri. Tıpkı doğaya salınmış, yaşlı bir yılkı atı gibi yaşamının kış uykusuna yatmış, kibirli bir yöre ağası izlenimi veren, adı gibi her şeyi bilen, her şeye vâkıf ama sonuçta taşranın yabanıllığına, doğanın koynuna ve peribacalarının ıssızlığına sığınmış, gerçeklerle hayalleri arasında kalakalmış, olgun bir entelektüel Aydın. Çevredeki muhtaç okullara maddi manevi destek sağlayacak birtakım yardım kampanyaları düzenlemeyi, iyilik etmeyi yaşamının ana hedefi yapmış genç güzel karısı Nihal (Melisa Sözen) ile kocasından ayrılmış ama hâlâ boşanma sürecinin yoğun karmaşasını atlatamayarak kendini iyice koyverip düştüğü boşluktan çıkamamış, hiç çalışmaz ve kitap çevirmez olmuş, aklı hâlâ alkole gark olmuş eski koca Necdet’te kalmış, mutsuz, bezgin kızkardeşi Necla da (Demet Akbağ) var, ev gibi otelde, emekli aktörpatronla beraber yaşayan. Nerdeyse 20 yıldır müdavimi olduğu Cannes festivalinden bu kez nihayet Altın Palmiye ödülüyle dönen Nuri Bilge Ceylan’ın merakla beklediğimiz son filmi “Kış Uykusu”, onun ele güne karşı dünya çapında, gerçek bir sinema ustası olduğunu baştan sona kanıtlayan, Anton Çehov esintili, edebi diyaloglarla örülü, söz ağırlıklı, Ebru ve N. B. Ceylan imzalı, zengin senaryosunun yanı sıra geri plandaki çarpıcı görselliğiyle de meraklısını 3 saat 15 dakika süresince resmen beyazperdeye bağlayan, mutlaka görülesi bir başyapıt, baştan belirtmek gerekirse. Üç ana karakterin çevresinde gelişiyor Japon turistlerin yeğlediği Otel Othello’yu şoförlükten kâhyalığa kadar her işi çekip çeviren, Aydın’ın sadık emir eri Hidayet’le (Ayberk Pekcan) mutfaktaki Fatma kadın çekip çeviriyor. Otelin yanı sıra çevrede kira getiren başka mülklerin de sahibi olan Aydın’ın arabasının camının, kira borçlarını ödeyemeyince eve gelen icra memurlarınca televizyonları filan haczedilmiş kiracısı, bekâr imam Hamdi Hoca’nın (Serhat Kılıç) yeğeni ve hapisten yeni çıkmış, işsiz ağabeyi İsmail’in (Nejat İşler) ilkokul beşe giden suskun oğlu tarafından taş atılarak kırılmasıyla başlayan film, Aydın’ın yakınlarıyla Kapadokya’nın benzersiz, fantastik coğrafyasında oluşturup harala gürele sürdürmeye çabaladığı, evrensel nitelikteki karıkoca ve kardeşlik ilişkilerini konu ediniyor özetle. Kimi zaman, karısının ölümüyle çiftliğinde yalnızlığa gömülmüş, Londra’ya yerleşmiş çocuğunca da unutulmuş, kuşaktaşı ve kafa dengi komşusu Suavi’nin (Tamer Levent) yoldaşlığına başvuran Aydın’ın kendisiyle, idealist, yardımsever, genç karısıyla ve bunaltılı, sıkkın bacısıyla hesaplaşmaları üzerinden gelişen film, edebi yoğunluktaki uzun diyalog, monolog (ve bazen tirat’ımsı) sahnelere başvuruyor çoğunlukla. Çoktan artık ustalık dönemine eriştiği söylenecek yönetmen NBC, yaklaşık 20 yılı bulan kariyerindeki 8. filmi olan “Kış Uykusu”nda kamerasını, hayattaki hayal kırıklıklarını, önyargıları, baskıları, çözümsüzlükleri ve çıkmazları içeren, her çeşit insani ilişkideki o karmaşık yapıya çeviriyor bu kez. Özellikle yer yer gayya kuyusundan farksızlaşan karıkoca ilişkisi sahnelerindeki başarısının yanı sıra, kötülüğe karşı koyma tartışması ya da el öptürme faslı görüntüleriyle akılda kalan film, öncelikle son derece inandırıcı karakterleri, ustaca kurulmuş anlatı yapısı ve NBC’nin demirbaş kameramanı Gökhan Tiryaki’nin nefis görüntüleriyle baştan sona etkiliyor seyircisini. Bir eli yağda bir eli balda yaşayan, avukatları ve kâhyası aracılığıyla kiralarını toplayan, rantiye Aydın’ın zenginliğiyle, dara düşmüş imam Hamdi ve Nihal’in verdiği yardım parasını ateşte yakacak kadar onuruna düşkün, bıçkın İsmail kardeşlerin yoksulluğunu olabildiğince doğal ve ikna edici yollardan perdeye taşıyan NBC, çeşitli toplumsal ve ruhbilimsel çatışmaları ifade eden, yer yer günceli de yakalayan diyaloglarıyla iz bırakıyor, bir an bile didaktizme düşmeksizin. Çok iyi ayrıntılandırılarak yazılmış, beceriyle çekilmiş ve başarıyla oynanmış, ayrıca Kapadokya’dan düşsel kış manzaralarını da öyküsüne ustaca yedirmiş bu yoğun ve karmaşık “Kış Uykusu”, sıra dışı dekormekânlarından sanat yönetimine (Gamze Kuş), akıcı montajından (N.B. Ceylan, Bora Gökşingöl) ses kayıtlarına ve muhteşem oyunculuklarına kadar gerçekten şapka çıkarılacak bir başyapıt düzeyinde, unutulmaz Shakespeare alıntılarıyla final yaparak, Altın Palmiye’yi (Yılmaz GüneyŞerif Gören imzalı “Yol”un 32 yıl ardından) 100. yılında bir kez daha sinemamıza kazandıran bir büyük film. Sahneden sonra beyazperdede bizce sonunda (“Masumiyet”ten beri) en büyük rolüne erişmiş Haluk Bilginer’in performansının yanı sıra, Melisa Sözen’den Serhat Kılıç’a, Demet Akbağ’dan Ayberk Pekcan’a, Tamer Levent’ten Nejat İşler’e ve Nadir Sarıbacak’a kadar bütün kadro, gerçekten tüm alkış ve övgüleri hak edecek kadar çok çok iyi. Özellikle Serhat Kılıç kendini aşmış. Diyeceğim (klişe bir niteleme olacak ama), her sinemaseverin kesinlikle kaçırmaması gereken, derinlemesine etkileyici bir NBC başyapıtı “Kış Uykusu”. Karanlık aydınlıkla kovulur Lee Daniels’ın yönettiği ‘Başkanlarının Hizmetkârı’nda ayrımcılık ve insan hakları tartışılıyor ASLI SELÇUK Geçen hafta gösterime giren The Butler’da (Başkanların Hizmetkârı/2013) siyahi yönetmen Lee Daniels filmini şu cümleyle başlatıyor: “Karanlık karanlıkla kovulmaz, karanlık aydınlıkla kovulur.” 1926’da Macon, Georgia’da babasıyla birlikte pamuk tarlasında çalışırken küçük Cecil’in gözü önünde beyaz bir adam babasını öldürür. Wil Haygood’un A Butler Well Served by This Election adlı yazısından uyarlanan, gerçek bir öyküye dayanan dram bu sert sahneyle başlar. Beyaz sahibesinden (Vanessa Redgrave) ev zencisi olmayı öğrenen Cecil, büyüyünce babasını öldüren beyaz adam onu öldürmeden önce evden ayrılır. Bir parçası ayrılmaktan korkuyordur, çünkü onun bildiği tek dünya Macon’dır. Cecil Gaines’e (Forest Whitaker) kendisi gibi bir siyahi yardım eder. Maynard (Clarence Williams) Cecil’e kendi ve beyazlara göstermek zorunda oldukları iki yüzleri olduğunu öğretir. Cecil, Washington’daki Hotel Excelsior’da iş bulur (1957). Otelin hizmetçisi Gloria (Ophray Winrey) ile evlenir, iki çocukları olur. Cecil’in ünü Beyaz Saray’a dek ulaşınca hiçbir şey görmeden, hiçbir şey duymadan Başkan Eisenhower’a servis yapmaya başlar. 30 yıl Beyaz Saray’da çalışan, 7 başkana hizmet eden Cecil, ırkçılığı, Ku Klux Klan’ı, Kennedy suikastını, Malcolm X’i, Kanlı Pazar’ı, Vietnam Savaşı’nı, Kara Panterler’i, Martin Luther King cinayetini görür. Oğullarından Louis siyahi direniş hareketine katılır, Charlie ise Vietnam’da şehit olur. Sonunda emekli olan Cecil, siyahi Obama’nın başkan seçildiğini de görür (2008). Daniels, ABD tarihindeki siyahilerin hakları uğruna savaşımlarını yetkinlikle sorgular. The Butler’la Fruitvale Station (Ryan Coogler) gişede iyi iş yaparlar. The Butler’a 41 ayrı yapımcı para koyar. The Butler, Fruitvale Station, 12 Years a Slave (12 Yıllık Esaret/ Steve McQueen) Hollywood’da yeni bir Rönesans’ın habercisi olurlar. Spike Lee’den (Do the Baştan sona etkileyici Adalar Belediyesi’nin, aynı yapı kompleksi içinde bulunan Çelik Gülersoy Kültür ve Sanat Merkezi ile Adaevi’nin boşaltılması amacıyla Adalar Vakfı’na gönderdiği tebligat sonrası, mekânı işgal eden Adaevi dostları direnişi sonlandırdı. Adalar Vakfı’na bağlı olarak Adalar Müzesi kapsamında açık sergi alanı olarak kullanılan Çelik Gülersoy Kültür Merkezi ve Adaevi’yle ilgili olarak belediye ile vakıf arasındaki protokol anlaşmasının bitmesi nedeniyle yaşanan yönetim ve mekân tahsisi krizinde uzlaşma sağlandı. Anımsanacağı üzere, Adaevi dostları, Adaevi’nin bahçesinde Gezi direnişindeki gibi çadırlı nöbet tutup direniş boyunca her gün kültür sanat etkinlikleri düzenlemişti. Adalar Belediyesi ile Adalar Vakfı arasında sağlanan uzlaşma sonrası yapı kompleksinin bütününün yönetim ve tahsisi belediyeye ait olacak, ancak Adaevi’nde düzenlenecek etkinlikler Adalar Belediyesi Başkan Yardımcısı Mahmut Yerlikaya, Adalar Vakfı Başkan Yardımcısı Ömer Faruk Berksan ile Cem Mansur’dan oluşan komite tarafından koordine edilecek. Yerlikaya, sosyal belediyecilik anlayışları gereği Adaevi’nin tüm sivil toplum örgütlerinin, sanatçıların, gençlerin, kısacası tüm Adalıların yararlanabileceği çok amaçlı bir kültür sanat mekânı olarak kullanılmaya devam edeceğini söyledi. Adalar Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu da sorunun bir çatışma ve paylaşma sorunu olmadığını belirterek “Adalarda, yıl boyunca kültür sanat etkinliği düzenlenen tek mekân burası. Bu etkinliklerin devamını sağlamak için yerel yönetimler ve STK’ler yeni işbirlikleri geliştirmeli” dedi. Açık sergi alanında yarın açılması planlanan, küratörlüğünü Burgazadalı mimarlık tarihçisi Hasan Kuruyazıcı’nın, tasarımını da Kınalıadalı Sera Dink’in yaptığı, Adalar müftülüğü dahil olmak üzere dini cemaatlerle işbirliği içinde hazırlanan “Adalar’da Tanrı’nın Evleri” sergisinin ise 15 Haziran’da sanatseverlerle buluşacağı açıklandı. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ’NDE BUGÜN u Başarısızlıklar, yenilgiler siyahi sinemacıları bağımsız yapımlar üretmeye, özerk çözümlere yönlendiriyor. Steve McQueen’e göre Obama’nın etkisi olumsuz: “Başkanlığı bitince bu tür filmler yapılacak mı? Bence yeni kuşağın çözmesi gereken en büyük sorun bu” diyor. Right Thing/1989) 25 yıl sonra siyahi Yeni Dalga Akımı, Hollywood’u yeniden sarsmaya başladı. 2013’te siyahi sinemacıların çektiği, stüdyolar ve bağımsız şirketlerin dağıttığı 10 film karaderili topluluğun gerçek, özgün öykülerini anlatıyor. McQueen bu olguyu Obama’ya bağlıyor: “Onun başkanlığı tam bir söz hakkı doğurdu. Barack, kültürel ırk ayrımını nerdeyse bitirdi.” Florida Üniversitesi’nden Prof. Mark Reid, “Uzun süredir sinemanın içinde olan siyahilerin filmlerine yatırım yapılmıyordu. Obama’yla bu durum değişti. Hollywood’da etik değil para önemlidir. The Butler gibi bir film, özgün konusundan değil 115 milyon dolar gişe getirisiyle dikkat çekti” diyor. Bağımsız olsun olmasın Hollywood’da karar noktalarında tek bir siyahi bile yok. Gişe getirilerinin büyük bölümü Siyah Amerika’ya göre değişse de Hollywood siyahi sinemayı çekinerek destekliyor. Ayrıca AfroAmerikan sinemanın karaborsaya düşme riskide var. Bu yeni filmler Sean Penn, Ophray Winrey (Precious), Forest Whitaker (Fruitvale Station),Will Smith gibi yıldızlarca destekleniyor. Yapımcılar bu filmlerin ana akım izleyiciye seslenmediğini düşünüyorlar. Güçlü, dramatik konusuyla, ayrımcılığı, insan haklarını tartışan The Butler’ın yönetmeni Lee Daniels “Yeni kuşağın en büyük açmazı sanatsal, yaratıcı yapım. Uzun süreçte neleri tartışmaları gerektiğini düşünmeliler, önceki kuşakların yanlışlarını yapmamalılar. İyi filmler üretmeli, iyi tanıtımlar yapmalıyız. Kendi öykülerimizi anlatmalıyız” diyor. Coogler’sa izleyicinin bütünleşebildiği, özdeşleşebildiği öykülerin, karakterlerin anlatılması gerektiğini savunuyor. Oysa özel bir topluluğun gözünden anlatılan özgün öyküler aslında tüm insanlığı betimlerler. Başarısızlıklar, yenilgiler siyahi sinemacıları bağımsız yapımlar üretmeye, özerk çözümlere yönlendiriyor. Steve McQueen’e göre Obama’nın etkisi olumsuz: “Başkanlığı bitince bu tür filmler yapılacak mı? Bence yeni kuşağın çözmesi gereken en büyük sorun bu” diyor. Alexander Raskatov Bir dünya prömiyeri Kültür Servisi İstanbul Müzik Festivali, bu yılki iki siparişinden birinin dünyadaki ilk seslendirilişini bugün Aya İrini Müzesi’nin büyüleyici atmosferinde gerçekleştirecek. Çağımızın önde gelen bestecilerinden Alexander Raskatov’un “Yabanda Çığlık” (Crying in the Wilderness) eserini festivalin yerleşik konuk orkestrası Sinfonia Varsovia ile Varşova Filarmoni Korosu seslendirecek. Bu akşam 20.30’da Aya İrini Müzesi’nde gerçekleştirilecek ve tamamen Alexander Raskatov’un yapıtlarına adanan gecede, Andres Mustonen’in yönetimindeki Sinfonia Varsovia ve Varşova Filarmoni Korosu, günümüzün en önemli viyolacısı Yuri Bashmet’e eşlik edecek. Konserde ayrıca Raskatov’un Bashmet’in 50. doğum günü için bestelediği viyola konçertosunun Türkiye prömiyeri de yapılacak. Konser öncesinde, 19.3020.00 saatleri arasında müzik eleştirmeni Alexandra Ivanoff moderatörlüğünde Alexander Raskatov ile bir söyleşi de düzenlenecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle