28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 MAYIS 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İstanbul’un Mega(!) Projeleri Yerel seçimler eğrisiyle doğrusuyla geride kaldı. Sürüp giden nafile çekişmeleri siyasetçilere bırakıp biz geleceğe bakalım. İstanbul’da bugün yapılmakta olanlar şehrin geleceğini karartabilir. Son yıllardaki uygulamaların çoğu, plan dışı kararlarla oldu. Başta, arsaların değerini olabildiğince çok artırmaya yönelik yoğun ve yüksek yapılaşma… Bu gelişim İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkaracak yolda hızla sürüyor. Öte yandan özellikle Ankara’nın baskısıyla İstanbul’da geliştirilen ve mega projeler olarak anılan türden çok büyük maliyetli projeler söz konusu. Bu projeler İstanbul planlarında yok. İşte 3. Boğaz Köprüsü, “Başbakan’ın Çılgın Projesi” diye anılan Kanalİstanbul, 3. Havalimanı. Bunlara bir de Avrasya Tüneli eklendi. Hepsi de ulaşımla ilgili projeler… Planlama açısından bakıldığında hepsi sınıfta kalıyor. Ulaşım, trafik sıkışıklığı İstanbul’daki çarpıklığın yalnızca görünen yüzü… Tıpkı bir hastalığın belirtileri gibi. Üzerinde asıl durulması gereken konu bölgesel ve kentsel planlama. Ulaşım, planlamanın yalnızca bir parçasıdır. Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın girişimiyle İstanbul Metropoliten Planlama (İMP) Bürosu kurulmuştu; doğru bir girişimdi. Büroda beş yüze yakın uzman görev almıştı. O çerçevede İstanbul’un 1:100.000’lik Çevre Düzeni Planı hazırlandı ve yasal onaylardan sonra 2009 yılında devreye girdi. Daha sonra yine bilimsel katılım ve çalışmalarla, 2011’de yürürlüğe giren Ulaşım Ana Planı hazırlandı. Sonra ne oldu? Bu planlar bir yana bırakıldı. Ankara’dan gelen emirlerle, sivil emirkomuta zinciri içinde birtakım mega projelere girişildi. İşte yukarıda sıralanan 4 mega proje o kapsamda. Doğal ki İstanbul’da bugün yürütülmekte olan ve şehrin geleceğini sıkıntıya sokacak projeler bunlardan ibaret değil. Bu yazı kapsamında şimdilik yalnızca en me İnsanlık Adına Çok Üzülüyorum Kocasını, kardeşini, oğlunu, sevgilisini kaybetmiş bir kimseyi teselli etmenin çok kolay olmadığını bir kez daha dile getirmek isterim. Maalesef devlet büyüklerimizin “beylik söylemlerle” teselli etme çabaları da, acının bu kadar büyük olduğu durumlarda yetersiz kalıyor. Kanımca onlar için en doğrusu “susmak”tır. Sonra da onların, maden ocaklarında ölümlü kazaların olmaması için yapılması gerekenleri bir an evvel yaşama geçirecekleriyle ilgili “namus” sözü vermeleridir. İstanbul’a etkileri büyük tartışmalara konu olan bütün bu yapişletdevret projeleri için devletin girişimcilere rakamsal garantileri var. Son günlerde iktidar, çıkardığı bir yasayla bu projelere müteahhitlerin sağlayacakları krediler için de devlet garantisi tanıdı. Yani borçların kefili artık devlet, yani bizleriz, hepimiz... Hayırlı olsun! DOĞAN HASOL neltmek ve Boğaz’ı olası tehlikelerden korumak” şeklinde tanımlanıyor. Yaklaşık uzunluğu 40 km, genişliği ortalama 150 m, derinliği 25 m. Büyük maliyet, gemilerin ödeyecekleri geçiş ücretleriyle karşılanacakmış. Ne var ki proje gemilerin yolunu kısaltmıyor. Boğaz’dan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre bedava geçen gemilerin kanaldan niçin para ödeyerek geçeceklerini anlamak güç. Üstelik kanalın iki yakasına kurulacak birer milyon nüfuslu iki kentten söz ediliyor. İstanbul Boğazı için kaygı duyulan kaza türünden tehlikeler, kanalı ve o kentleri nasıl etkiler acaba? Yine Montrö’ye göre, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin bu proje üzerinde söz hakları var. Ayrıca, dünyadaki bütün kanalların stratejik sorun odağı oldukları biliniyor. Bütün bunların ötesinde çevre uzmanları, Karadeniz ile Marmara arasındaki su düzeyi farkının oluşturduğu akıntıları ve çevresel dengeyi olumsuz etkileyeceği için bu projenin Marmara’da bir çevre felaketi doğuracağını haykırarak belirtiyorlar. Öte yandan, kanal da yerleşmeler de yine Kuzey ormanlarını yok edecek nitelikte. ek olarak üçüncü bir havalimanı öngörüyor; ancak, Silivri’de ve yıllık 60 milyon yolcu için. Buna karşılık, yapılmak istenen havalimanı 150 milyon yolcu kapasiteli ve kuzeyde. Bugün dünyanın en büyük havalimanı ABD’de Atlanta’da ve 90 milyon/yıl yolcu kapasiteli. Havacılıkta geçerli maksimum kapasite bu. İşin uzmanları, tasarlanan 3. havalimanına, yeri, çevresi, arazi yapısı, olağan dışı büyüklüğü nedeniyle karşılar; kuşların göç yolu üzerinde olması nedeniyle getireceği ekolojik sorunlar ve uçuş riski bakımından da kaygılılar. Ayrıca Yüksek Planlama Kurulu (YPK) ve Hazine Müsteşarlığı’nın da projeye karşı oldukları biliniyor. Prof. Dr. Mete tAPAN l İnsanlık adına çok üzülüyorum... Avrasya tüneli Asya ve Avrupa yakalarını deniz tabanının altından geçen bir karayolu tüneli ile tünel dışı yollardan oluşan proje yine lastik tekerlekli araçlar için… Tünel Göztepe’den dalıp Çatladıkapı’da yüzeye çıkacak, sonra da kıyıyı izleyen 4 gidiş, 4 dönüş şeritli yolla Kazlıçeşme’ye bağlanacak. Bu 8 şeritli otoyolun Tarihi Yarımada’yı nasıl etkileyeceğini, tarihi İstanbul’un Marmara ile olan ilişkisini nasıl koparacağını okurların takdirine bırakalım. İstanbul’a etkileri büyük tartışmalara konu olan bütün bu yapişletdevret projeleri için devletin girişimcilere rakamsal garantileri var. Son günlerde iktidar, çıkardığı bir yasayla bu projelere müteahhitlerin sağlayacakları krediler için de devlet garantisi tanıdı. Yani borçların kefili artık devlet, yani bizleriz, hepimiz... Hayırlı olsun! Bir kez daha vurgulayalım, kent yönetiminin abecesi şudur: Ulaşım, sorunun görünen yüzüdür; çözüm çağdaş planlamadır. Bilimsel yolla hazırlanmış bölge planı, şehir planı olmadan, “ben yaptım oldu” anlayışı ve oldubittilerle kent sorunları çözülemez. O anlayışla dünya şehri İstanbul yaşanabilir kentler sıralamasında gerilerde kalmaktan kurtulamaz. ga(!)lara özetle değinelim. 3. Boğaz köprüsü Başbakan Erdoğan, İstanbul Belediyesi başkanı olduğu dönemde, “3. köprü olayı intihardır. Bu bir cinayettir” diyordu. Daha sonra görüşü değişmiş olmalı; yöreyi helikopterle gezerek köprünün yerini kendisi belirledi. Köprüler tuzağının yeni halkasını oluşturacak 3. köprü, Boğaz’ın kuzeyinde Garipçe ile Poyrazköy arasında yapılacaktı. Onaylı Çevre Düzeni Planı’nda o köprü yoktu. Yeri böylece belirlendikten sonra plana işleniverdi. Bir yasal zorunluluk olan Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporundan muaf tutuldu; şimdi inşa edilmekte. Gazetelerde, köprü yolları için sürdürülen orman kıyımının fotoğrafları yer alıyor. Ama asıl çevre kıyımı daha sonra olacak. Ana yollara, kavşaklarla başka yollar bağlanacak ve ardından yoğun yerleşmeler gelecek; tıpkı 2. köprü sonrasında olduğu gibi. Bütün bunlar, en temel şehircilik ilkeleri hiçe sayılarak İstanbul’un kuzeyinde yer alıyor. İstanbul’un akciğerleri konumundaki ormanların ve su havzalarının yok edilmesi pahasına… Sonucun, Başbakan’ın vaktiyle söylediklerini doğrular nitelikte olacağı açık. Cumhuriyeti kurduk, başında kapital birikimi olmadığı için “devletçiliği” ekonomik bir model olarak tercih ettik ve özellikle 1950’lerden sonra özel sektöre arka çıkarak serbest ekonomiye yelken açtık. 65 yıl geçti, madencilikte de özel sektöre yer verdik... Devlet bu maden yataklarını doğru dürüst, güvenli olarak çalıştıramıyor, buraları özele devredelim dedik. Onlar daha başarılı olur umuduyla bir süre yaşadık... Umutlarımızın içinde madenlerde çalışanların daha güvenli bir ortamda çalışacakları da vardı... Maalesef bugün bu umudumuz yok oldu... Çağın teknolojisinden yeterli bir biçimde yararlanılmış olsaydı, başımıza bu felaket gelmezdi... Amaç, insan sağlığına önem verilerek ucuz kömür elde edilmeliydi, bunun tersi olmamalıydı!.. Çalışma koşullarının nasıl olacağıyla ilgili yasa ve yönetmelikler, ayrıca teknik donanımlarla ilgili şartnamelerin var olmasına karşın, belki şu anda sayısı üç yüze varan canın yok olması anlaşılabilir değildir. İnsana neden değer vermiyoruz? Yaratılanı “YARATAN”dan dolayı seviyoruz diyerek Tanrı’ya, dolayısıyla insana olan sevgimizin ne kadar büyük olduğunu her zaman, her fırsatta dile getiriyoruz. Soruyorum şimdi, bu sevgiye karşın, neden bu emekçiler canlarını kaybettiler, kimler sorumsuzca davrandılar? Hangi kişiler veya kurumlar para uğruna bu katliamın aktörleri oldular. l İnsanlık adına çok üzülüyorum... l İnsanlık adına çok üzülüyorum... Kanal İstanbul 1994’te Ecevit ortaya atmış: Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak ve Trakya’yı ikiye bölecek bir kanal. Onaylı Çevre Düzeni Planı’nda bu proje de yok. Amaç, “İstanbul Boğazı’ndan geçecek gemileri bu kanala yö 3. havalimanı Yürürlükteki Çevre Düzeni Planı, İstanbul’un iki havalimanına Masalın Yan Etkisi ‘Soykırım’ın Bir Sonucu NUSRet eRtÜRK Ünlü düşünür Demosthenes kürsüde konuşmaktadır. Kimi dinleyicilerin aralarındaki söyleşi bir türlü bitmez. Demosthenes’in, “Bir öykü anlatacağım!” sözüyle salon sessizleşir, konuşmacıya dönülür. Adamın biri Atina’dan bir başka yere gitmek için eşek kiralar. Eşeğin sahibiyle sıcak bir günde yola çıkılır. Yorulunca dinlenmek üzere durulur. Ortalıkta bir gölge yoktur. Eşeğin sahibi, güneşten korunmak için hemen eşeğin gölgesine sığınır. Eşeği kiralayan karşı çıkar: “Ama eşeği ben kiraladım” der. Eşeğin sahibi şu yanıtı verir: “Ben sana eşeği kiraya verdim, gölgesini değil.” Aralarında anlaşmazlık başlar, mahkemelik olunur. Öykünün tam burasında Demosthenes konuşmasını keser. Dinleyiciler merak içinde sorarlar: “Eee, sonra ne oldu? Anlat anlat!” biçiminde sesler yükselir. Demosthenes sözünü şöyle sürdürür: “Size çok önemli şeyler anlatıyordum. Dinlemediniz. Şimdi ise bir eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Öykünün sonunu söylemeyeceğim” der, oradan ayrılır. Masalların, yararlı yanlarının yanında kesin uyutucu, uyuşturucu etkileri de vardır. Yoksa, örneğin bu masal binlerce yıl yaşar mıydı? Örnek vermede bile bir masala yer veriliyor. Ondandır, en çok kullanılan türlerin önünde masal geliyor. Haldun Taner, yukarıdaki masaldan esinlenir ve o ölümsüz Eşeğin Gölgesi adlı oyununu yazar. Masal merakımız bazen her şeyin önüne geçiyor. Dünyada en utanılacak durum nedir? Ben döneklik diyorum. “Sen de mi Brütüs?”, ihaneti içinde taşıyan en eski, en acı bir sözdür. Döneklik, DNA’ya işler, silemezsiniz. Dönekliğe giden yolun taşları, önemli ölçüde masallarla döşenir. Dönek, ilk önce masallara tutunur. Masallar, perdelemek için bol bol kullanılır. Geçen yıl kendi bilim dalında söz sahibi Prof. Celal Şengör: “Beni dinlemeye üç beş kişi geliyor!” diye yakınıyordu. Bir de şu günlerde yönetimdeki partinin meydan mitinglerine bakınız… Orada anlatılan masaldan da öte. İnsanların masallarla nasıl avlandıklarının canlı örneğini görüyoruz. Bir yanda bilimmiş, sanatmış, düşünceymiş… Bunlara ilgi yerlerde. İlle de masal… “Eee, sonra ne oldu? Anlat anlat!” diyenler yığınla. Geleceği karartan yeni masallar sunuluyor insanlara… Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı kesermiş… Tam da o dönemi yaşıyoruz masallar sayesinde. Bence, masalın sonunda soru sorulması önemlidir. Bakmışsınız soru, sorunun kapısını açar. Sonunda masal dünyasından uzaklaşılır, gerçeklere ulaşılır. Masal dinleyenler, her masalın sonunda soru sorsalar, ne iyi olur... Eee, sonra ne oldu? Anlat anlat! Neden bu kadar belleği zayıf bir toplumuz... Deprem olur, binlerce insanımız telef olur, unuturuz... Binlerce konut yok olur, unuturuz. Ne unutkan bir toplumuz? Bu unutkanlığın nedeni nedir diye de hep düşünmüşümdür. Sonunda kendimce bir cevap buldum: Halkım “günlük” yaşıyor. Onun için önemli olan gününü kurtarmaktır. Onu, ne geleceği ne de geçmişi ilgilendirir. Ne geleceğini planlar ne de geçmişinden ders alır. Kuşkusuz bu durum çağdaş olmamanın, sürekliliği önemsemeyen, yaşam felsefesi olmayan bir toplumun simgeleridir. İnsanın insana saygısı olmayan toplumlarda bireylerin birlikte kalkınmaları tarihte görülmemiştir. Eğitimin, çalışma ve sağlık koşullarının iyileştirilmesi devletin görevidir. Ülkelerin ekonomik sistemlerine ve toplumsal koşullarına göre bu iyileştirmeyi yaşama geçirmek, devletin en önemli amacı olmalıdır. Uçak, tank, gökdelen üreterek veya ürettirerek devlet, halkı için en önemli işleri yapmış olmaz. Buna karşın, eğer devlet erki eğitimin, çalışma koşullarının çağdaşlaşmasını ve sağlık hizmetlerini en mükemmel biçimde olmasını sağlarsa, “önce insan” sloganının gerçek temsilcisi olur. Bugünkü Soma faciasını ateşleyen “insanın” unutulmuş olmasıdır. Hepimizin başı sağ olsun. l İnsanlık adına çok üzülüyorum... Prof. Dr. tÜRKKAYA AtAÖV R.T. Erdoğan’ın Ermeni sorunu bağlantılı 23 Nisan açıklamasının birkaç sonucu olabilir. Bu yazıda olası sonuçlar içinde yalnız birine özetle odaklanmak istiyorum. Batı’nın bu açıklamayı TC’nin bir tür soykırım kabulü gibi anlaması, Türk halkı ve özellikle yeni kuşaklar için önceden kestirilemeyen çok sakıncalı ruhsal bir çöküntü sonucu doğuracaktır. Bu konunun genelinde yaygınlaşmamış ama neredeyse başyapıt olmuş çalışmalar var. Başbakan’ın danışmanları arasında toplumsal ruhbilime yönelik yayınları, örneğin Eric Erikson’un ve ondan gürlük kazanmış Türk ve yabancı uzmanların çalışmalarını bilenlerin bulunduğunu hiç sanmıyorum. Oysa, soykırım yorumlarını kolaylaştıracak bir Türk açıklaması yalnız günümüz Türklerini değil, gençyaşlı, kadınerkek sonraki kuşakları da ruhsal rahatsızlıklar zinciri yangın gibi saracak, bölünmeler bir de bu yüzden artacaktır. Bundan doğacak bozukluklara odaklanabilecek hastaneler ve yeterli sayıda uzmanlarımız yoktur. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar bile bu türlü dönüşümlerin beklenmedik sonuçlarıyla başa çıkabilecek derecede örgütlü değillerdir. Önce şu bilinmeli: Biz 1948 Soykırım Antlaşması’na uyan, devlet tasarımı ve öncülüğünde bir soykırım düşünmedik ve uygulamadık. Yakalayabildiklerini yargılayan, savaş yıllarının Dahiliye Nazırı Talât Paşa mahkemeleridir. Suçsuz Boğazlayan kaymakamı gibilerini asan ise savaş sonrasındaki yabancı işgalcilerin kuklası “Nemrut” takma adlı Mustafa Paşa mahkemesidir ki, Mustafa Kemal ve arkadaşları için (Vahdettin ve İngilizlerin ortak buyruğuyla) idam kararı çıkaran da orasıdır. Müslüman öldüren Ermeniler de oldu, tersi de... Diyelim ki, birtakım gereksiz ödünlerle bir sözde “açılım” yaptık! Ama onun ezikliği altında bir ruhsal süreç azalmadan, giderek şiddetlenip sürecektir. Yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu mutluluklarını, kabul gören soykırım suçlamasından ötürü bir kez daha yitireceklerdir. Yönetenlerin buna tek yanlı katılır görünmeleri bu acıya ancak derinlik ve süreklilik ekler. Bilinmelidir ki, Yahudilere, Romanlara, eşcinsellere ve özürlülere karşı gerçek soykırım suçu işlemiş olan Almanlar bugün de bunun ezikliğini yaşamakta ya da yıllarını ruhsal yardım aramakla geçirmektedirler. Ülkemiz yurttaşlarına, dışarıda yaşayan milyonlarımıza, onların çocukları ve torunlarına “soykırım suçlusu ulusun ürünleri” gözüyle bakılacaktır. Kimi dış odaklar bizi geçmişte tutmak istiyor. Sanki yalnız Türklerin kendi geçmişlerini sorgulama zorunluluğu var. Tüm devletler, bu arada Ermeniler ve onlar adına konuşanlar da kendilerini sorgulasınlar. Ya “Kızılderili” dediklerini yok eden, Afrikalıları köleleştiren, koca anakaraları sömüren, yüzlerce milyonun kökünü kurutan ve Balkanlar, Kırım ve Kafkasya’da (çoğu Türk) büyük Müslüman dünyasını çökertip toplam 11 milyonu ya öldürüp ya kaçıranlar ve kimi Ermenilerin öldürdükle ri! Yaptıklarını, kendi suçlarını bize yükleyerek unutturamazlar. Genel ve istisnasız bir sorgulamada Türk devleti en temiz çıkacak olanlar arasında olacaktır. Bugünkü iktidarın gene bir sözde “açılım” denemesiyle yurttaşın kişiliğini onarılmayacak biçimde yaralamaktan özenle kaçınması gerekir. Bu yazıda konunun yalnız kitlesel ruh yönüne kısaca değindik ama ödentisi bize kesilmek istenen başka yanları da var. l İnsanlık adına çok üzülüyorum...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle