02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 4 NİSAN 2014 CUMA 14 KÜLTÜR Festival arifesinde görselliğiyle öne çıkan, yılın dev bütçeli, 3 boyutlu Amerikan yapımlarından ‘NoahNuh: Büyük Tufan’ bugün başlıyor 3 boyutlu peygamber vicdanı Tüm sinemaseverleri bugün başlayacak ve 33. kez yaşanacak İstanbul Film Festivali’nin heyecanı ve beklentisi sarmışken biz “Nuh: Büyük Tufan” adıyla dün gösterime giren ve kuşkusuz yılın dev bütçeli, en gösterişli Amerikan yapımlarından biri olan, Darren Aronofsky imzalı “Noah”ı seyrettik. 1998’de “Pi” ile başlayıp “Bir Rüya İçin Ağıt” (2000), “Kaynak” (2006), “Şampiyon” (2009) ve “Siyah Kuğu” (2010) gibi kimi ilginç, kimi tartışmalı filmlerle süregelen Bağımsız Sinemacı kariyerinin 6. ve en pahalı filmini Paramount’un yapımcılığında çeken yönetmen Darren Aronofsky, dürüstlük timsali ve üzüm bağcılığının atası Nuh peygamberle gemisi efsanesine kendi kişisel yorumunu getirmiş, ruhani bir bakışla. Aronofsky’nin Ari Handel’le birlikte, malum kutsal kitap metinlerinden esinlenip kimi ayrıntıları değiştirerek yazdığı, tartışmaya açık bir senaryodan, İzlanda’nın en fantastik mekânlarında çektiği bu 3 boyutlu “Nuh: Büyük Tufan”, insanlığın başlangıcına dair herkesin bildiklerini tazeleyerek başlıyor, yılan u Nuh peygamber efsanesini, alışılmış, cafcaflı, aksiyonlu, malum Hollywood tarzı, sürükleyici epik bir kıyamet filmi ve panayır eğlencesi yaklaşımından çok vicdan, suçluluk duygusunun ağır bastığı bir epik karakter draması olarak ele alan Aronofsky, işe karışmak isteyen yapımcı şirket Paramount’un gişeye yönelik müdahale çabalarını pek de iplemeksizin, sevginin ağır bastığı bir finalle tamamlamış “Büyük Tufan”ı. kılığındaki şeytanın dürtüklemesiyle yasak meyveyi yiyince yüce Yaradan tarafından cennetten kovulmuş Adem babamızla Havva anamızın 3 oğlunu (Kabil, Habil, Şit) tanıyıp Kabil’in Habil’i öldürmesini izliyoruz. Sonrasında herkesin içinde kötülük vardır genellemesini yapan, iyilerin en ön safındaki inançlı Nuh’un (Russell Crowe), karısı Naameh’i (Jennifer Connnelly), oğulları Shem’i (Douglas Booth), Ham’i (Logen Lerkman), Yaphet’i ve kurtarıp büyüttükleri, Shem’in de karısı olacak Ila’sıyla (Emma Watson) peygamberin tüm ailesiyle de tanışıyoruz. Anthony Hopkins de mucizevi güçlere sahip, dağın kovuğunda yalnız başına takılan Nuh’un babasını, böğürtlen seven, sempatik Methuselah dedeyi, Ray Winstone da tebasını tufanda boğulmaya bırakıp gemiye gizlice giren (kadınsız Ham’in de babası Nuh’a karşı kafasını karıştıran) kötü kralı oynuyor. Kuran’da 950 yıl yaşadığı belirtilen, vaktiyle günümüzün Şırnak kentini mesken tutmuş Nuh peygamberin, o malum her cinsten canlıyı tufan kıyametinden kurtarma serüveninde, biz efsanedeki gibi geminin, Tanrı yardımıyla Cudi Dağı’nın tepesine salimen oturtulmasını beklerken farklı bir finale dümen kırıyor film. Kutsal kitaplardaki söylencelerin öteden beri zengin bir senaryo kaynağı olageldiği Hollywood’dan çıkagelen bu son örnek diyebileceğimiz “Büyük Tufan”, o malum Nuh der peygamber demez sözünün kökenini de içeriyor. Kabil’in soyundan gelenleri dünyayı tüketen kötü ve günahkâr insanlar olarak kategorize eden Aronofsky, Hz. Adem’den sonra Tevrat’ta ve Kuran’da adı geçen (Nuh’un halkını Tanrı’nın birliği inancına çağırması anlatılır Kuran’daki Nuh suresinde) peygamberlerden Nuh’a Tanrı’nın verdiği, yeryüzündeki canlı soyunu sürdürme görevini (gemisine yeryüzündeki her türden bir dişi, bir erkek alarak) yerine getirmesini hikâye ediyor 135 dakika süresince, IMAX teknolojisi sayesinde habire gözümüze, algımıza fink attırarak bizi de içine alan 3 boyutlu, görkemli görüntüler eşliğinde. Tanrı’nın puta tapan günahkârlara verdiği büyük tufan cezasından gemisine doldurduğu her türden canlıyı kurtarmakla görevlendirdiği o bildik Nuh peygamber efsanesini, alışılmış, cafcaflı, aksiyonlu, malum Hollywood tarzı, sürükleyici epik bir kıyamet filmi ve panayır eğlencesi yaklaşımından çok vicdan, suçluluk duygusunun ağır bastığı bir epik karakter draması olarak ele alan Aronofsky, işe karışmak isteyen yapımcı şirket Paramount’un gişeye yönelik müdahale çabalarını pek de iplemeksizin, sevginin ağır bastığı bir finalle tamamlamış “Büyük Tufan”ı. Nuh peygamberin çağlar içinde efsaneleşen, masalımsı serüvenlerini, öncelikle başka bir gezegene aitmiş izlenimi veren kimi değişik mekânları, hareketli, kocaman, canlı kayalar halindeki (peygambere yardım edip gemiyi de inşa eden) dev gözcüler gibi fantastik yaratıkları da barındıran karakterleri ve özellikle nefis görüntülerden oluşan görkemli görselliğiyle seyirciyi içine alan epik bir seyirlik ortaya koymuş, içeriğiyle yeterince ikna edici olamasa da... Doğrusu bazı İslam ülkelerinde şimdiden yasaklanan “Büyük Tufan” festival telaşının kuşattığı sinemaseverlerin pek de önemsemeyecekleri bir film. 33. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ’NDE GÖSTERİLECEK OLAN “KISMET” TÜRK PEMBE DİZİLERİNİN ETKİSİNİ YANSITAN İLGİNÇ BİR BELGESEL Selanik’ten İstanbul Festivali’ne... ASLI SELÇUK Gabriel Garcia Marquez hastaneye kaldırıldı MEKSİKO (AA) Nobel ödüllü Kolombiyalı romancı Gabriel Garcia Marquez’in Meksika’nın başkenti Meksiko’da hastaneye kaldırıldığı bildirildi. İsimlerinin gizli tutulmasını isteyen federal sağlık yetkilileri, 87 yaşındaki yazarın neden hastaneye kaldırıldığını ailesinin ricası üzerine açıklamadı. Dünya edebiyatının büyük romancıları arasında yer alan Marquez, Nobel Edebiyat Ödülü’ne 1982 yılında değer görülmüştü. Edebiyatta “büyülü gerçekçilik” akımının önemli temsilcilerinden Marquez’in, 1967’de yayımlanan “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı kült romanı 25’ten fazla dile çevrilmişti. 16. Selanik Belgesel Film Festivali’nde 42 ülkeden 191 belgesel izleyiciyle buluştu. 33. İstanbul Film Festivali’nde de gösterilecek olan “Kismet” (Kısmet) Türk pembe dizilerinin etkisini, gücünü yansıtan ilginç bir belgesel. Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki kadın, “1001 Gece”yi izledikten sonra yaşamının bir peri masalına dönüştüğünü belirtiyor. “Fatmagül’ün Suçu Ne?”den sonra Mısırlı bir kadın 2011’de onun sayesinde bakirelik testlerinin durdurulduğunu vurguluyor. Mısır’daki politik kargaşa, savaş, şiddet evde oturan kadınları TV dizilerine yöneltiyor. “Gümüş, romantizm dolu, biz buna açız” diyorlar. Vervia’da yaşayan Marika, Türk dizilerinin aileden, saygıdan söz ettiklerini anlatıyor. Atinalı Hrisula, “Muhteşem Yüzyıl”ı izledikten sonra Türkçe öğrenmeye başladığını, dizilerde aile birliğinin, yardımlaşmanın, komşularla iyi ilişkilerin güçlü olduğu 30 yıl önceki Yunanistan’ı anımsattığını irdeliyor. Ortadoğu’da “Gümüş”ün 95 milyon izleyicisi var. Diziden sonra kadınlar kocalarının onları yeterince sevmediklerini düşünüp boşanıyorlar, yayın saatlerine göre boşanma istekleri de gündemde. Balkanlar’daki ve Ortadoğu’daki kadınlar dizi lerimizle o denli özdeşleşiyorlar ki, İstanbul’a geldiklerinde dizilerin çekildiği mekânları ziyaret edip oyuncularla anı fotoğrafları çektiriyorlar. Belgeselin yönetmeni Nina Maria Paschalidou İstanbul’a konuk olacak, “Kısmet”le ilgili bir panel yapılacak. İnsan Hakları Jürisi Ödülü’nü TürkYunan ortak yapımı “Çapulcu: Voices from Gezi”ye (Çapulcu: Gezi’den Sesler) verirken “Hem insan hakları ihlalini eksiksiz anlatan hem de teknik bütünlüğü eksiksiz bir belgesel seçmek çok zordur. Çapulcu, polis şiddetini; devletin, erkini kötüye kullanmasını açıkça yansıtıyor” açık u Balkanlar’daki ve Ortadoğu’daki kadınlar dizilerimizle o denli özdeşleşiyorlar ki, İstanbul’a geldiklerinde dizilerin çekildiği mekânları ziyaret edip oyuncularla anı fotoğrafları çektiriyorlar. lamasını yaptı. Uluslararası Sinema Eleştirmenleri (Fipresci) jürisi, “Kalavryta: People and Shadows”u Yunan halkı için tarihsel travma yaratan bir olayı soruşturmasından, geçmişteki antifaşist savaşımın önemini çağdaş bir bakışla yansıtmasından ötürü en iyi ulusal, “On the Edge of the World”u yönetmen Claus Drexel ve kameraman Sylvain Leser’in denetimli biçemlerinden, belli bir mesafe yeğleyerek evsizleri bilge, onurlu portreleriyle, büyülü görüntülerle irdelemelerinden ötürü en iyi uluslararası belgesel seçti. İzleyici Ödülü’nü, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan üç çocu ğun kendileriyle, çevreleriyle olan ilişkilerini anlatan “Four Letters ApartChildren in the Age of ADHD” ve Kenya’da tatil yapan Avrupalı kadınlara eşlik eden Afrikalı delikanlıları, seks turizmini irdeleyen “Beach Boy” aldı. Ulusal bölümde tiyatro okulunun sınavına katılan gençlerin düşlerini, gerginliklerini yansıtan “Becoming an Actor”le Atina’daki profesyonel müzisyenlerin ücretsiz müzik dersi vermelerini irdeleyen Social Conservatory seçildi. Toplu gösterimi yapılan Fransız usta belgeselci Nicolas Philibert ilginç açıklamalar yaptı: “Çalışan insanı, kitleleri anlatmayı seviyorum. Dil, sesler, gürültü ilgimi çekiyor. Filmlerim etik ve politik sorgulamaların çevresinde birleşiyor. Sürekli yaşamda ne yapıyorum sorusunu soruyorum” diyen Philibert, çağımızın görüntü çağı olduğunu, bu görüntü kirliliğinin kısmen kesilmesini, sinemasında satıhta bir konu olduğunu, bu konunun bir araç olduğunu, iyi filmlerin konularını aşan filmler olduğunu irdeledi. Ön hazırlık yapmayan Philibert, çekincelerin, rastlantıların yaratıcılığına değinerek yönetmenlerin aşağı yukarı aynı konuları çektiklerini belirtti: “Salt görüntüler koymam, ileti vermek de istemem. Konu da çok önemli değil, önemli olan bakış açısı” diyen gündelik yaşamın filozofu yaşamın akışını yetkinlikle aktarıyor. Pearson’ın yeni filmi bulundu Kültür Servisi İngiliz sessiz sinemasının başyapıtlarından sayılan, George Pearson tarafından çekilen 1923 yapımı “Love, Life and Laughter” (Aşk, Hayat ve Kahkaha) adlı film Hollanda’daki küçük bir sinemada toz içinde bulundu. Pearson’ın filminin, sinemanın içinde bulunduğu binanın tadilata girmesinin ardından buradaki bazı filmlerin, Hollanda Sinema Müzesi’ne taşındığı sırada bulunduğu öğrenildi. İngiliz Film Enstitüsü’nün sessiz film küratörü Bryony Dixon, “Sessiz sinema döneminin en tanınmış kadın oyuncusu Betty Balfou’un oynadığı bu filmin bulunması çok önemli bir gelişme. Döneminin en yetenekli İngiliz yönetmenlerinden George Pearson’un günümüze kadar ulaşabilmiş sadece bir filmi vardı. Pearson’un I. Dünya Savaşı’nı anlatan ‘Reveille’ filmi de en çok arananlar listemizde bulunuyor” dedi. Dixon, Balfour’un canlandırdığı şarkıcının yoksul bir yazara âşık olmasını anlatan 90 dakikalık filmi yıl içinde göstermeyi planladıklarını belirtti. İNGİLİZ SESSİZ SİNEMASININ BAŞYAPITLARINDAN BİRİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle