28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 NİSAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 1923’ü Reddederek... Danıştay Başkanı’na Soru CHP milletvekili İzzet Çetin, geçen hafta Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün yakından ilgilenmesi gereken bir açıklama yaptı. Çetin, AKP döneminde özelleştirilen kurumların pek çoğunun satışı yargı tarafından iptal edilmesine karşın, Bakanlar Kurulu’nun 11 Haziran 2012’de Özelleştirme İdaresi’nin uygulamalarında yargı kararlarının yok sayılmasını içeren bir karar alarak hukuk tanımazlığını kanıtladığını söyledi ve örnekler verdi: “Eti Alüminyum’un 2005’te Cengiz İnşaat’a satışını Danıştay 2007’de iptal etti. Balıkesir SEKA, 2003’te bir daire fiyatına Albayrak’lara satıldı, Danıştay iptal etti. Çeşme Limanı 2003’te Ulusoy Ortak Girişim Grubu’na satıldı, Danıştay iptal etti. Kuşadası Limanı’nın 30 yıllık işletme hakkı şaibeli bir biçimde, karışık ilişkilerle Sami Ofer’in oğlu Eyal Ofer’in sahibi olduğu şirkete verildi. İhale iptal edildi. Tüpraş’ın yüzde 14.76’lık hissesinin satış ihalesi 2004’te yapıldı. İsrailli Sami Ofer aldı. Bu satış da iptal edildi. Ancak bu iptallerin sonucunda yargı kararlarının hiçbirine hükümetin başı uymadı ve yargı kararlarını uygulamamak için Bakanlar Kurulu’na karar aldırdı.” Son birkaç dönemdir, Danıştay başkanları, bir anayasal suç olan mahkeme kararlarına uyulmamasına göz yumuyorlar. Bülent Arınç’ın dediği gibi “Kurban olduğum Allah verdikçe verdiği” için olsa gerek... Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir bölümü gözlerden kaçan 22 Nisan günkü AKP grup konuşması, 1923 devrimini reddeden bir bildirge gibiydi: “İlk Meclis aynı zamanda Osmanlı Devleti içinde kurulmuş, olağanüstü yetkileri olan bir Meclis’ti. Ortada bir devamlılık vardı, bu devamlılık Osmanlı Devleti’nin kurumlarından ziyade Osmanlı millet yapısını yansıtan bir devamlılıktı. 23 Nisan 1920’de yeni bir Türkiye inşa ediliyordu, ama bu Türkiye; yeni bir halkla, yeni bir milletle, köksüz, tarihsiz, ecdatsız bir devletle değil, mevcut halkla, mevcut millet tasavvuruyla ve kadim tarihin ve medeniyetin üzerine inşa ediliyordu.” Yani? 1923’te Cumhuriyet ile yeni milletli, köksüz, tarihsiz, ecdatsız bir devlet kurulmuştur. Devam ediyor: “İlk Meclis hiç kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı bir Meclis’ti. Bir etnik kökenin, bir mezhebin, bir sınıfın diğerine üstten bakmadığı, kibirle yaklaşmadığı bir Meclis’ti. Eğer ilk Meclis böyle bir hoşgörünün üzerine bina edilmeseydi, inanın Kurtuluş Savaşı yapılamaz, yapılsa bile zafer kazanabilmek mümkün olmazdı.” Yani? 1923’te temeli atılan ulus devlet; bir etnik kökenin, bir mezhebin, bir sınıfın diğerine üstten baktığı, kibirli bir devlettir. Yetmiyor, ekliyor: “Alevileri ya da Sünnileri dışlayan bir Meclis, Kuvayi Milliye’yi sevk ve idare edebilir miydi? Mütedeyyin kesimi, sakallıları, başörtülüleri, farklı düşünceleri, farklı inançları olanları dışarıda bırakan bir Meclis, acaba düşmanın önüne çıkaracak kahraman neferleri bulabilir miydi?” Yani? Sakallılar, ulusal kurtuluşu örgütlemeye ve yürütmeye baştan beri iman etmişlerdi de, kurtuluş sonrası kuruluş dönemindeki devrimlerle, özellikle laiklik ilkesi ile aldatılmış oldular! Cumhuriyete, Cumhuriyeti kabullenmeyen bir algıyla bakan bir kişilik, şimdi o Cumhuriyetin Cumhurbaşkanlığı’na hazırlanıyor. Gönlündeki, 1923 Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı değil zaten. Bir tür halife sultanlık; imameti kübrâ, imameti uzma... Olağan Şüpheliler Her yaşanan olay bir öncesinin ne kadar anlamsız ve hoyrat olduğunu çok daha iyi ortaya koyuyor. 17 Aralık sürecine bakıldığında, istenirse nelerin yapılabileceğini görüyor ve hayatı ellerinden kayan insanlar için kahroluyorsunuz. İlk olay Atabeyler çetesi diye adlandırılan grubun Başbakan’a suikast girişimi iddiasıydı ve üzerinden nerdeyse sekiz sene geçti. O tarihten beri yazılı, görsel basında yazılan ve söylenenleri elimden geldiğince taramaya çalıştım. Köşe yazarlarının ve siyasetçilerin beyanlarıyla bugünkü söylemlerini karşılaştırınca vicdan denen olgunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım. Bunları eleştirmenin dışında ikinci bir tespit daha yapmanın gerekli olduğu inancındayım. Yaşanan süreçlerde kim nerede hatta yaptı? Bugün bu konuyu ele almak istiyorum. Hangi yıllar arasında kimler Genelkurmay Başkanlığı yapmıştı hatırlayalım isterseniz. Olayların ilk başladığı yıllar emekli Org. Yaşar Büyükanıt (20062008) dönemine denk gelmiş olsa bile, aslında süreci emekli Org. Hilmi Özkök ( 20022006) döneminden başlatmakta yarar vardır. Art arda açılan dava süreçleri ise emekli Org. İlker Başbuğ (20082010) dönemine denk gelmiştir. Kendisi de dahil olmak üzere en fazla tutuklama süreci bu dönemler arasında yaşanmıştır. Arkasından emekli Org. Işık Koşaner’in (20102011) Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa ettiği dönemde de süreç hızlanarak devam etmiştir. Şu anki Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel döneminde de bu olaylar farklı bir boyuta dönüşmüştür. Bu hatırlatmayı herkesin olaylara tarihi bir kronoloji ile bakmasını istediğim için yaptım. Bunun en önemli nedeni ise sürecin çok karışık ve uzun yılları kapsamasından kaynaklanmaktadır. İlk yanlış, yaşanan olaylarla ilgili kapsamlı bir araştırma yapmayan Hilmi Özkök dönemine aittir. Sizler o dönemde eğer bir yanlışlık ve emre itaatsizlik gördüyseniz o gün müdahale edecektiniz. Ama eğer böyle bir şey olmadıysa da “Ben kasaptaki ete soğan doğramam” diyerek işin içinden sıyrılmayacaktınız. Bugün sizin doğramadığınız soğan yüzünden, yüzlerce genç TSK mensubunun hayatı mahvoldu. İkinci hata, o günlerde özel konuşmalar ve muhtıra benzeri açıklamalar yapmak yerine halkın önüne çıkarak konuşmayı tercih etmemektir. “Dolmabahçe görüşmesi” diye tarihe not düşecek bir görüşmenin içerisinde yer almayacaktınız. Konu kişisel ise bunu aile ziyaretinizde, ama yok bu bir devlet sorunu ise o zamanda Milli Güvenlik Kurulu’nda konuşmayı tercih edecektiniz. Size saygısı olan mensuplarınızın hatırına size armağan edilen o arabayı almayacak ve binmeyecektiniz. Tüm bu yaşananların da personeli “aidiyet duygusundan” nasıl kopardığını fark edecektiniz. Sanırım, bu yaşanan sürecin içerisinde en fazla zarar gören İlker Başbuğ olmuştur. Kendisine miras kalan sorunları çözmek, personelin motivasyonunu artırmak ve artan terör olaylarını bertaraf etmekle meşgul olmaya çalışmıştı. Kendisinin bu sorunları ilk anlamaya çalışan komutan olduğunu da düşünüyorum. Kendisine katılmadığım tek şey ise çözüm yöntemleriydi. Muhatap olunan sorunları ve açılan davaları, bireylerle ilgili olarak algılaması sonucunda o kişileri davalarda tek başına bırakmıştı. Kendi döneminde açılan davaların büyük bir kısmı, verilen görevlerle ilgiliydi ve TSK bu davalarda müdahil olarak bulunmalıydı. Emir komuta sistemiyle idare edilen bir ordu, bireyler üzerinden aklanmaya çalıştı. Hem kumpas olduğunu hem de TSK’ye asimetrik savaş ilan edildiğini söylüyorsanız eğer, bunun delilleri de müdahil olarak ortaya koymaya çalışılmalıydı. Bu süreçte TSK mensupları, aslında ne kadar yalnız olduklarını gördüler. Bu yıllar içerisinde, kendi üslubuna göre hareket etmeye ve doğru bir çözüm bulmaya çalışan birkaç kişiden biri de Işık Koşener’dir. Bir yıl içerisinde ordunun ellerinin arasından nasıl kayıp gittiğini gördüğünde, kendine göre en doğru seçim olan “istifa etmeyi” tercih etti. Kendisinin ve arkadaşlarının istifasını bir kaçış gibi algılayanlar olsa bile meslektaşları bu çıkışı “ilk onurlu demokratik” itiraz olarak tarihe not ettiler. Her TSK mensubunun birer “olağan şüpheli” olarak görüldüğü bu yılların sanırım en talihsiz Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’dir. Beraber olduğu ekip içerisindeki herkes istifa ettiğinde onun neden kaldığını anlatması çok zordu. Bir de bu işi herkesin kamplaştığı ülkede yapmak daha da zordu. Saygı Öztürk bu konuda yazdığı bir yazıda, Işık Koşaner’in; “içerde kalmalısın” dediğini belirtmiş olsa da, bu olayı bir tavrı bozmak olarak algılayanların da olduğu söylenebilir. Açıkçası, ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranmanın zor olduğu bir süreçte, PKK’nin alan hâkimiyeti kalkışmalarına karşı orduyu görev içerisinde tutmaya ve yeniden toparlamaya çalışmıştır. Bu fikrime kızacak birçok kişi olabilir, ama bu süreçte kızmaya hakkımız olduğunu düşündüğüm en son kişi Org. Necdet Özel’dir. Baştan anlatmaya çalıştığım süreci kronolojik olarak okuduğunuzda sizlerde bu sonuca varırsınız. Bugünkü tabloda benim gördüğüm “başkalarının ektiğiyle biçenin sorumlu gösterilmeye çalışıldığıdır”. İyi kaptan, fırtınalı havada teknesini karaya yanaştıran değildir; iyi kaptan, fırtınanın çıkacağını hesaplayan ve personelini riske etmeyerek denize açılmayandır. Park Ankara’daki Güven Park’ın Milli Eğitim Bakanlığı’na bakan alanında; ağaçlar altında duldada kalan bölümü çocuklar için ayrılmıştı. Kızaklar, tahterevalliler, salıncaklar çocuk çığlıklarına eşlik ederdi. Epeydir, Güven Park’ın o yönü, polis barikatları ile yurttaşsızlaştırıldı. Kızaklar, salıncaklar söküldü; yerine polis otobüsleri dolduruldu. Kızılay’a çocuklar iner de, hani özgürlük filan ararlar diye... Eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “Küresel Genç İstihdamı Trendleri 2013 Raporu”na dikkat çekiyor: “Raporun bana en çarpıcı gelen tablosu; okumayan, eğitim almayan ve çalışmayan 1529 yaş arası gençlerin oranı (NEET Rate). Bu verileri genç işsizliği ile karıştırmamak lazım. Orada 1524 yaş arası takip ediliyor. İş Çocuk Farkı aramaktan umudunu kesenler işsiz olarak kabul edilmiyor. Dolayısıyla hem kapsam, hem de tanım farkı var. Ancak ülke karşılaştırması yaparken ve ülke içinde sosyoekonomik değerlendirmelerde en başa konulması gereken bir veri. Türkiye’de NEET oranı 2000 yılında, yüzde 37.8 iken 2010 yılında yüzde 36.6 olmuş. Yani her üç gençten biri ne okulda, ne mesleki eğitim alıyor ne de çalışıyor. Diğer OECD ülkelerinde durum bizim kadar kötü değil. Her zaman olduğu gibi sosyal göstergelerde yine OECD’nin en sonuncusuyuz.” Çocuk var, para kazanmak için yaşamını sıfırlar. Çocuk var, paraları sıfırlamak için yaşar! CHP’NİN KÜLTÜR PLATFORMU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘TÜSAK sanata saldırıdır’ Kültür Servisi CHP Kültür Platformu toplantısında bir araya gelen sanatçılar, AKP hükümetinin getirmek istediği Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısının “sanata saldırı”ya dönüştüğü vurguladı. CHP Kültür Platformu’nun düzenlediği Türkiye Sanat Kurumu Sempozyumu, dün İstanbul’da Plaza Otel’de yapıldı. Toplantıya CHP Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata, CHP’li eski Kültür bakanları Ercan Karakaş ve Fikri Sağlar’ın yanı sıra eski Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcıları Murat Katoğlu, Hasan Hüseyin Akbulut, eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Yücel Ertan, eski İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya ile sanatçılar, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri katıldı. lerle dolu olduğunu belirtti. “Mesele sadece TÜSAK değil” diyen Hasan Hüseyin Akbulut ise AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne sanata ve kültüre yönelik saldırıları sıraladı. Kültür Bakanlığı’na turizmin eklenmesinden başlayarak AKM’nin, sanat galerilerinin kapatılmasını örnek veren Akbulut, “Başbakan yeni Türkiye diyor, mesele kültürsüzleştirme politikalarıyla nasıl bir Türkiye yaratılmak istendiğidir” diye konuştu. HARBİ SEMİH POROY ‘Mevcut yapı değişmeli’ Yücel Ertan, hayal ettiği sanat kurumunu “demokratik yöntemlerle oluşmuş, idari ve mali özerkliğe sahip, tutarlı, kucaklayıcı, yerinden yönetilecek, repertuvarını engelsiz belirleyerek bir Türkiye Özerk Sanat Kurumu” sözleriyle anlattı. Orhan Alkaya, TÜSAK’a karşı olduklarını söylerken mevcut yapının da değişmesi gerektiğini anlattı. Türkiye’de yönetmeliği olan yalnızca 4 belediye tiyatrosu olduğuna dikkat çekti. Toplantının kapanış konuşmasını ise Fikri Sağlar yaptı. “Baskıcı siyasetçiler her zaman sanatı, sanatçıyı yok etmeye çalışır. Ama bunu yapmaları mümkün değildir, o zaman da kendi ideolojilerine uygun sanat yaratmaya uğraşırlar” diyen Sağlar, “TRT’den bir farkı yok” diye tanımladığı TÜSAK’ın bu amaçla kurulmak istendiğini söyledi. Kültür Bakanı olduğu 49. hükümet döneminde Özerk Sanat Konseyi kurmak için attıkları adımları ve sanatçılara aktardıkları kaynakları anlatan Sağlar sözlerini şöyle sürdürdü: “Karşımızda Vahabi anlayışı sergileyen hükümet var. Vahabilikte kâmil insan istenmez, onlar için akıl önemli değildir. Biat kültürü hâkimdir. Sanat AKP için üçüncü nokta. Eğitim, hukuktan sonra şimdi sanata saldırıyorlar. O zaman bizim yapmamız gereken buna karşı direnmek. Sanat kurumları, üniversiteler, Gezi inisiyatifindeki anlayış bir eylem planı oluşturmalı ve biz siyasetçileri yönlendirmeli.” kuracağız’ ‘İletişim köprüsü UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Toplantıda konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Sencer Ayata, “Sanata çok ciddi önem verme azmi içerisindeyiz. Genel Başkan ile de defaatle konuştuk. Sanatçılarla ilişkiler konusunda en genel anlamda, CHP ile sanat ve sanatçılar arasında yeni bir iletişim köprüsü kuracağız” dedi. CHP’li eski Kültür Bakan Ercan Karakaş da sanatın gelişmesi için demokrasiye, ifade özgürlüğüne ihtiyaç olduğunu, ancak AKP hükümetinin sanatsal alana sürekli saldırdığını belirtti. Sunuş konuşmasında Vecdi Sayar, son 12 yıl içinde iktidarın Cumhuriyetin kültür politikasını İslami referanslarla donatılmış muhafazakâr bir kültür politika ile ikame etmeye çalıştığını, bunu da pazar koşullarıyla harmanlayarak özelleştirme yönünde adımlar attığını belirti. Ardından Sayar, Zeynep Akatlı Altıok, Orhan Alkaya, Serhan Bali, Yücel Erten’le birlikte hazırladıkları ve nasıl bir özerk sanat konseyi istediklerini anlatan metni okudu. Kadıköy Süreyya Operası Müdürü Murat Katoğlu TÜSAK yasa tasarısı taslağının kavram karmaşaları ve hile 1/ Tek kişilik is 1 kambil oyunu. 2/ İzmir’in bir ilçe 2 si... Satrançta bir 3 taş. 3/ TürkiyeGürcistan sınırın 4 daki gümrük kapı 5 sı... Antalya yöre 6 sine özgü, kaburga ve pirinçle ya 7 pılan bir yemek. 8 4/ Yağmur suyunun biriktiği çu 9 kur yer... Bir ili1 2 3 4 5 6 7 8 9 miz. 5/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Memet 1 L İ M O N K Ü F Ü Baydur’un bir tiyatro 2 A H A R ON A Y oyunu. 6/ Yerli bir erik 3 T A T A L İ Z E cinsi. 7/ Bir tür ince meA K İ T şin. 8/ Gözkapaklarına 4 İ T sürülen boya... Arının 5 F A B L V E B A kovandaki yarıkları ka 6 A B R A R L patmak için salgıladı 7 K U T A N B O A ğı siyah ve koyu sıvı. 8 E R A T R A N D 9/ Gemilerde türlü işlerde kullanılan demir 9 Y A V R U A Ğ Z I halka... Yeniçeri kışlası. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Pişti” de denilen iskambil oyunu... Bir nota. 2/ Karışık renkli... Bir tarafı dışarıya açık olan oda. 3/ Eğitilmiş hayvanların ve cambazların gösteri yaptıkları kapalı yer... Doğu Anadolu’ya özgü bir halk oyunu. 4/ Bir baykuş cinsi. 5/ Pantolonun apış arasına gelen yeri... Anadolu halklarının en büyük ana tanrıçası. 6/ Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan demir... Yaprakları çay gibi haşlanarak içilen bir Güney Amerika bitkisi. 7/ Yurdumuzda da yetiştirilen ve “amerikanarmudu” da denilen meyve. 8/ Kastamonu’nun bir ilçesi... Şöhret. 9/ Doğalgazın önemli bir bileşeni olan gaz... Tırpana balığına verilen bir başka ad. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle