28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 NİSAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Emekliye AKP hükümeti gün geçtikçe emeklilerin yaşam koşullarını daha da zorlaştırıyor. Türkiye Emekliler Derneği’ne göre, özel hastanelerde 12 lira katılım payı ve yüzde 200’e kadar ilave ücret talep edilmesi, sağlık hizmetlerini paralı bir hale getirdi. Emeklinin hastaneye gitmesi bile hayal oldu. Ekonomi Servisi Türkiye Emekliler Derneği (TÜED) Başkanlar Kurulu’na göre, sağlık hizmetlerinde kamu ve özel hastanelerinden yararlanmada büyük bir farklılık ortaya çıktı. Katkı payı ve ilave ücretin özel hastanelerde yüksek belirlenmesi emeklileri mağdur eden bir uygulamaya dönüştü. TÜED Başkanlar Kurulu, 98 şube başkanının katılımıyla emeklilerin sorunları başta olmak üzere güncel ekonomik ve sosyal konuları değerlendirmek üzere Ankara’da toplandı. Toplantının sonuç bildirgesinde şu tespitlere yer verildi: 4 Özel hastanelerde 12 lira katılım payı ve yüzde 200’e kadar ilave ücret talep edilmesi, sağlık hizmetlerini paralı Katkı payı ve ilave ücretin özel hastanelerde yüksek belirlenmesi emeklileri mağdur eden bir uygulamaya dönüştü hastalanmak yasak bir yöne götürmüştür. 4 Bu yıl emekli aylıklarına yapılan zamlarda eşitlik sağlanamamıştır. SSK ve BağKur emeklilerine altı aylık tüketici fiyat artışları esas alınarak ilk 6 ayda yüzde 3.27 zam yapılmış, memur emeklilerine ise ortalama yıllık 140 lira seyyanen zam uygulanmıştır. Bu uygulama, yeni bir eşitsizlik getirdiğinden, gelecek dönemler için emekli aylıklarına yapılacak zamlarda eşitliği sağlayacak bir sistem getirilmelidir. 4 Emekli aylıklarına yapılacak zamlar planlanırken tek başına yüzdeli artışların emeklileri mağdur ettiği gerçeği görülmeli, seyyanen ve yüzdeli zamlar seçenekli olarak öngörülmeli, emeklilere refahtan pay verilmeli. 4 Çalışanlar gibi emeklilerin de maaşları karşılığında banka promosyonu almalarının sağlanması için Başbakanlık genelgesinde değişiklik yapılmalı. Yaşlılara yönelik ücretsiz kart uygulaması yine yasayla tanınan yaş haddi sınırı sonuna kadar kullandırılmalı ve yaş kriteri 65’ten 60’a çekilmeli. 4 Sağlık haklarına erişimin önündeki engeller kaldırılmalı, emeklilerden bir ücret alınmadan sağlık hizmetlerinden yararlanmaları sağlanmalı. İlaç bedeli, reçete ücreti ve ilaç fiyat farkı ile ödeme gücü olmayan emeklilerin sağlık hizmetinden yararlanmasını zorlaştıran bu uygulamalardan vazgeçilmeli. Artuklu Duyarsızlığı Mardin Artuklu Üniversitesi’nde (MAÜ) bir bilimsel toplantının yapılması engellendi. Söz konusu engellemeden çok daha olumsuz olan, bu konuda sergilenen toplumsal duyarsızlıktır. HHH MAÜ’de eşcinsellik üzerine 17 Nisan’da yapılacak bir bilimsel toplantının başına gelenler basında şöyle yer aldı: “Panel Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen bir haber sitesi tarafından ‘ahlaksız etkinlik’ diye duyurulunca iptal edildi. Ancak iptal yetmedi, etkinliği organize eden öğretim üyesi için, ‘O sapık gitmeli’ kampanyası başlatıldı. Bunun üzerine MAÜ’nün 12 öğretim üyesinin yayımladıkları bildiride, ‘Akademik özgürlük alanını yok eden bu dayatmalar karşısında sessiz kalmak hatadır. Fakültemizin, üniversitemizin, misafirlerimizin, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen öğretim elemanlarının ve farklı etnik, sosyokültürel ve dinsel kökenlere sahip öğrencilerimizin akademik varlığının linç diline hedef yapılması üzücüdür ve hukuk dışıdır. Nefret, iftira ve ötekileştirme ile akademik etkinliklerimiz engellenmemelidir. Bilimsel etkinliklerimiz hiçbir biçimde inanca, ırka, dile, dine, yaşam biçimine hakaret etmemektedir. Hiçbir grubu veya kişiyi hedef almamakta ve kimsenin değerlerini aşağılamamaktadır. Buna rağmen, son olayda gördüğümüz gibi, hedef alınıp aşağılanmakta, tehdit edilip korkutulmak istenmekteyiz. Büyük çabaya, özveriye, emeğe dayanan kurumumuzdaki hiç kimse, bu üzücü ve onur kırıcı muameleyi hak etmemektedir’ denildi.” (İsmail Saymaz, Radikal 21 Nisan) HHH Bu olay karşısında sergilenen kamuoyu duyarsızlığı, gerçekten tarihseldir. Engellemeyi siyasal İslamcı bir grubun yaptığı öne sürüldüğüne göre, her şeyden önce bu toplumda İslam dini adına resmen tek söz sahibi olan DİBDiyanet İşleri Başkanlığı’nın konu ile ilgili kamuoyuna bir açıklama yapması gerekirdi. Halktan toplanan vergilerden kendisine bu yıl geçen yıla göre yüzde 18.2 bir artışla Kültür ve Turizm, Ekonomi, Kalkınma ve Çevre bakanlıklarının toplam bütçelerine eşit ve 11 bakanlıktan daha fazla bütçe ödeneği ayrılan DİB’in bugüne dek böyle bir açıklama yapmaması ayrıca sorgulanmalıdır. İkinci olarak, MAÜ yönetimi, yapılacağını açıkladığı bir bilimsel toplantıyı bir kesimden eleştiri geldi diye iptal etmemeliydi. Çünkü bu baş eğme gelecekte şu ya da bu kesimler tarafından karşı çıkılan her toplantının yapılmaması sonucunu doğurur; üniversiteyi üniversite olmaktan iyice çıkarır. Ayrıca olayı kınama MAÜ’de yalnız 12 öğretim elemanının değil, tümünün, onlarla birlikte öğrenci topluluklarının işi olmalıydı. Üçüncüsü, uygarlıklar kenti Mardin’in Valisi ve kamuoyunda özgürlükçü kimliğiyle bilinen şimdiki Belediye Başkanı kentlerinde bilime böyle bir engelleme olduğunda, bunlardan birincisi görevi gereği özgürlüğü koruyucu güvenlik önlemlerini almalı ve ikincisi de açıklamalarıyla bilimsel özgürlüğün yanında durmalıydı. Dördüncüsü, bu ülkenin bilim ile ilgili tüm kurumları, üniversiteleri, TÜBİTAK’ı, YÖK’ü, TÜBA’sı, eninde sonunda kendi varlık nedenlerinin yok oluşu anlamına geleceği için böyle bir engellemeye var güçleriyle karşı durmalıydı. Beşincisi, başta kendisi de öğretim üyeliğinden gelen Milli Eğitim Bakanı ve MAÜ Rektörü’nü atayan en üst makamda bulunan Cumhurbaşkanı olmak üzere, iktidarıyla ve muhalefetiyle siyasetçilerin tamamı, bu olay bağlamında bilim özgürlüğünü güçlü bir biçimde savunmalıydı. Siyasi parti genel başkanları, hiç olmazsa olaydan beş gün sonra, 22 Nisan günü, verdikleri salı vaazlarında konuyu ülkenin gündemine getirmeliydi. İlginçtir ki, siyaset dünyasından bir tek DSİPDevrimci Sosyalist İşçi Partisi olayı kınandı. HHH Artuklu olayı bilimsel özgürlüğün yalnız bir üniversiteden kovulması değildir; ülkenin tamamından kapı dışarı edilmesidir. Çünkü, bilimsel özgürlük bir bütündür; ülkenin herhangi bir yerinde onu boğazlarsanız, her yerinde tamamını yok etmiş olursunuz! AKP özelleştirmede gaza bastı Ekonomi Servisi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, tüm dünyanın ekonomik sıkıntı içinde olduğu 2013 yılında, hedeflerinin çok üzerine çıkarak özelleştirmelerden 12.5 milyar dolarlık gelir elde ettiklerini belirterek “Bu yıl da yaklaşık 7 milyar dolar olan özelleştirme geliri hedefinin yakalanacağına, hatta bu tutarın üzerine çıkılacağına inancımız tam” dedi. Şimşek, büyük yatırımcıların Türkiye’ye Ekonomi Servisi Yaşar ilgisinin muazzam olduğunu savunarak Katar, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde Holding şirketlerinden DYO, yapacağı görüşmelerin özelleştirmeye ilgiyi Manisa Turgutlu Organize Sade artırabileceğini belirtti. Şimşek, “Spor nayi Bölgesi’nde toz boya ve Toto, at yarışları gibi yeni özelleştirme bobin boyaları üretmek için 28 projeleri ile kamunun elinde kalan tek milyon TL’ye fabrika kurdu. gaz dağıtım şirketi İGDAŞ’ın özelleşFabrikanın açılışı Yaşar Holtirilmesi için çalışıyoruz. Haydarpading Onursal Başkanı Selçuk Yaşa Garı ve liman dönüşüm projeşar, Yaşar Holding Yönetim Kusi de imar çalışmalarının tamamrulu Başkanı İdil Yiğitbaşı, Yaşar lanmasından sonra özelleştirHolding Boya Grubu Başkanı Ahmet me programına alınacak” diYiğitbaşı ve Turgutlu Belediye Başkaye konuştu. DYO 28 milyon TL’ye fabrika kurdu Açılışta verilen bilgilere göre, yabancı rakiplerin ağırlıkta olduğu toz boya pazarına yatırımı ile en büyük oyuncular arasına girmeyi hedefleyen DYO, 10 bin metrekarelik alana kurulan DYO Toz Boya Fabrikası’ndan Avrupa, Rusya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan oluşan geniş bir bölgeye ihracat yapacak. Fabrika başlangıçta yıllık 6 bin tonluk üretim kapasitesi ile çalışacak. Toz boya yatırımının, 2017 sonunda yılda 20 bin tonluk toz boya üretecek kapasiteye ulaşması amaçlanıyor. Toz boya; beyaz eşya ve ev aletleri, mobilya metal aksamları, mi nı Turgay Şirin’in katılımıyla yapıldı. mari, madeni eşya, otomotiv parçaları, üretim makineleri gibi sanayinin birçok kolunda kullanılıyor. DYO, ihracat potansiyeli yaş boyaya göre daha yüksek olan ve çevreci yanıyla öne çıkan toz boya ile birlikte potansiyeli yüksek bir başka alana daha adım attı. İnşaat ve beyaz eşya sektörleri başta olmak üzere sanayinin birçok dalında kullanılan bobin boyalarına yatırım yapan DYO’nun İzmir Çiğli fabrikasında özel bir ArGe ekibi de oluşturuldu. DYO, Türkiye’de 1500 kişiye istihdam sağlarken 632 bayisiyle 13 bin nalbura ve 300 direkt müşteriye hizmet sunuyor. İthalat değil tasarruf edin! Umut Oran, enerji alanındaki yapısal sorunların çözümü için hükümetin, sivil toplum kuruluşlarının, özel sektörün, üniversitelerin, yeterli koordinasyonun sağlaması gerektiğini açıkladı. Ekonomi Servisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, kuraklığın tarımda yol açtığı felakete karşı AKP hükümetinin önlem almadığını ve enerjide de aynı tavrı sürdürdüğünü belirterek konuyla ilgili açıklama yapan bakanların KaragözHacivat oyunu oynayarak kafa karıştırdıklarını vurguladı. Oran, Türkiye’nin bu yıl eşi görülmemiş bir kuraklık felaketi ile karşı karşıya olduğunu belirterek “Kuraklık, Türkiye’yi enerjide de krizle karşı karşıya bıraktı. Barajları besleyen su miktarı yaklaşık yüzde 60 azaldı. HES’ler kuruyor. Elektrik açığını kapatmak için ithalata başvurulacak, doğalgaz santrallarına ağırlık verilecek, bu durum nükleer santral için de bahane yapılacak” dedi. Oran yaptığı yazılı açıklamada, enerji alanındaki yapısal sorunların çözümü için hükümetin, sivil toplum kuruluşlarının, özel sektörün, üniversitelerin, ilgili diğer tüm kuruluşlarla yeterli koordinasyonu sağlayarak uzun vadeli planlar oluşturması gerektiğini vurguladı. Oran öncelikle acilen atılması gereken adımları ise şöyle anlattı: 4 Kuraklık gibi durumlar nedeniyle oluşan enerji açıklarını kapatmak için ithalata sarılmak yerine ve genel anlamda verimli kullanım için enerji tasarrufuna gidilmeli. 4 Türkiye’nin ithalata bağımlılığının azaltılması ve mevcut tüketimin 3.5 katına erişen yerel, yenilenebilir enerji kaynakları geliştirilmeli. şamba günün imzaladıkları “şey” aslında bir “çerçeve anlaşma”, öncelikle bir teknokratlar hükümetinin oluşturulmasını öngörüyor. Bu teknokratlar hükümeti, gelecek 6 ay içinde, en son 2005 ve 2006’da gerçekleşen başkanlık ve yasama meclisi üyelikleri seçimleri için gereken zemini hazırlayacak; bir anlamda birlik sürecini ete kemiğe büründürecek. FKÖ ve Filistin Yönetimi lideri Abbas, bu anlaşmanın hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile yaptığı telefon konuşmasında, “Hamas ve Fetih’in birlik hükümeti şiddeti reddedecek ve İsrail devletini tanıyacak” demiş. Abbas, kurulacak hükümetin kendisinin hükümeti olacağını, kendisinin politikalarını benimseyeceğini, iddia etmiş (Jarusalem Post, 26/04). Hamas’ın bu koşulları benimseme olasılığı yüksek değil. Diğer taraftan, Kerry’nin dokuz aydır yoğun biçimde sürdüğü diplomasi trafiğine karşın barış sürecinin, Kudüs’ün yönetimi, 1948’de sürgüne gidenlerin, ailelerinin geri dönme hakkı, İsrail’in sınırları gibi temel anlaşmazlık konularında hâlâ bir ilerleme yok (Israel News, 26/04). Gözlemciler, bu “birlik” anlaşması başarılı olursa, İsrail ve ABD birleşik Filistin yönetimini tanımamakta ısrar ederlerse, Filistin Yönetimi’nin Birleşmiş Milletler’e ve diğer uluslararası kurumlara “devlet” olarak başvurmasının, İsrail’e yönelik bir ekonomik boykotun inşa edilmesinin, hatta yeni bir “intifada” olasılığının gündeme gelebileceğini düşünüyorlar (Israel News). Son yıllarda bölge olaylarının arka plana ittiği İsrailFilistin sorunu yeniden gündemin ön sıralarına yükselecek gibi görünüyor. Hamas’la Filistin Kurtuluş Örgütü geçen hafta çarşamba günü imzaladıkları anlaşmayla, İsrail ile görüşmeleri sürdürecek bir birleşik yönetim oluşturma yolunda önemli bir adım attılar. Filistin halkını tek bir yönetim altında birleştirmeyi amaçlayan, barış görüşmelerinde de belirsizliği azaltabilecek bu gelişme, İsrail ve ABD yönetimlerinde panik yaratmışa benziyor. ABD yönetimi “düş kırıklığına uğradıklarını” açıkladı. İsrail Başbakanı Netanyahu, “Filistin Yönetimi Hamas’la mı barış yapacak yoksa İsrail ile mi” dedi “Barış görüşmelerini” askıya aldı. Birinci İntifada sırasında, 1987 yılında kurulan Hamas, Müslüman Kardeşler örgütünün bir dalıydı, tüm Filistin topraklarında (bu İsrail’in ortadan kalkması demekti) bir İslam devleti kurmayı amaçlıyordu. Bu iki özelliğinden hareketle, radikal söylemine, militan eylemlerine karşın Hamas’ın İsrail açısından çok yararlı bir gelişme olduğu söylenebilir. Birincisi Hamas’ın varlığı Filistin halkının tek bir irade altında kendini ifade etmesinin önüne bir engel koyuyordu. Uzun yıllar İsrail tarafından inkâr edilen, ancak FKÖ’nün çabalarıyla kabul ettirilen Filistinli kimliği de (dinciulusalcı/seküler ayrımıyla) bölünüyor; hatta Müslüman kimliği ile tüm Arap dünyası içinde yeniden eritiliyordu. İkincisi, Hamas’ın İsrail’i tanımamakta ısrar etmesi, aslında etkisiz ev yapması roketleri, İsrail yönetimine, İsrail halkının, dünyanın gözü önünde sıkıştıkları, taviz vermeye zorlandıkları her durumda, barış sürecini sabote etmeye uygun bir bahane sunuyordu. Üçüncüsü, İsrail askeri sınai kompleksi, yaşamsal tehlike altında olduğu savına dayanarak etrafındaki Arap Hamas’ın faydaları ülkelerinin toplam savunma bütçelerinden daha büyük, dünyanın ülke GSMH’sine göre en yüksek oranlı savunma bütçesine sahip olmasını haklı çıkarabiliyordu. İsrail de giderek Nehemia Shrasler’in deyişiyle “bir orduya iliştirilmiş bir ülke” görünümü kazanıyordu (Haaretz, 25/04/2013) Böylece İsrail her dönemeçte barış sürecini sabote ediyor, 2007’den bu yana Hamas yönetiminde olan Gazze halkını yok sayabiliyor; Filistin topraklarında yerleşimleri sürekli genişleterek “sahada fiili durum” yaratmaya devam ediyordu. İsrail hükümeti, ne zaman “Barış görüşmeleri” gündeme gelse karşısında muhatap olmadığından yakınıyor, FKÖ tarafını, Hamas’a karşı bir iç savaşa itmeye çabalıyordu. Hamas’ın bu konuda da İsrail’e yardımcı olduğu söylenebilir. Hamas, 2007 yılında bir ayaklanmadarbe karışımı hamleyle, Gazze’de yönetime el koyarak Filistin halkını fiilen böldü. Bu noktadan itibaren İsrail açısından, FKÖ ve Batı yakasına sıkışmış, Filistin yönetimiyle, İsrail’in varlığını tanıyor olsa bile barış sürecini görüşmeye devam etmenin de bir mantığı kalmadı. Böylece 2007 yılından bu yana, İsrail yerleşimleri genişletmeye, Filistin halkından yeni topraklar almaya, İsrail ordusu da zaman zaman Hamas terörizmini bahane ederek Gazze’ye seferler düzenlemeye devam edecek, Filistin halkı açısından da sorun öncelikle barış süreci değil, iki başlı yönetimden kurtulmak olacaktı. Abdul Rahman el Raşid’in işaret Filistin’de Birlik ve Barış Süreçleri İç İçe ettiği gibi, İsrail Başbakanı Netanyahu demeçlerinde FKÖ yönetiminin tutumunu över, Hamas’ı sürekli mahkum ederken gerçekte tam tersini yapıyordu. Batı yakasında FKÖ’nün yönetimine hemen hiçbir egemenlik hakkı tanımazken Gazze’de Hamas’ın egemenliğini kabul ediyor. Tutukluların takasında, Abbas’ın (FKÖ) Filistin yönetimine seksen emeklilik yaşında tutuklu teslim eder, 14 tutuklunun serbest bırakılmasına ilişkin görüşmeleri yarıda keserken Hamas’ın bin genç savaşçısını serbest bırakmayı kabul edebiliyordu (Al Awsat. 25/04). arış’ sürecinden ‘birlik’ sürecine Filistin halkı açısından barış sürecinin yeniden başlatılması ve yönetilmesi sorunu, Hamas ‘B FKÖ bölünmesinin aşılması sorununa dönüşürken özellikle genç kuşakların Gazze’de Hamas’ın, Batı yakasında FKÖ yönetimine, bir gün bir çözüm üretebileceklerine gü venleri sarsılıyordu. Arap İsyanlarının yankılarının Filistin topraklarına ulaşmaya başlamış olması da Filistin’in İslamcıulusalcı seçkinlerini, egemen sınıflarını, meşruiyetlerini güçlendirecek, örneğin “ birlik anlaşması ” gibi, siyasi manevralara zorluyordu. Diğer Arap ülkelerinin de basıncıyla Hamas ve FKÖ 2011’de Kahire’de, 2012’de Doha’da iki kez birliği yeniden kurmayı denediler ama başarılı olamadılar. Kimi gözlemcilere göre bu “kez farklı” ve bu kez bir başarı şansı var. Örneğin bu kez birliği zorlayan iki etken daha var. Biri Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün yönetiminin devrilmesi, Körfez Emirlikleri’nin, Suudi Arabistan’ın MK’ye karşı tavır alması Hamas’ı zayıflattı. İkincisi son kamuoyu yoklamaları Abbas’ın desteğinin yüzde 53, Haniya’nınkinin yüzde 41, Fetih’in desteğinin yüzde 43 Hamas’ın yüzde 28 olduğunu ortaya koyuyor (Financial Times, 23/04), zamanın Hamas’tan yana işlemediğini gösteriyor. Ama iyimserlerin de kötümserlerin de Hamas ve FKÖ liderliklerinin samimiyetinden kuşku duydukları da bir gerçek. İklimlendirme cihazlarına verimlilik şartı Yeni anlaşma Hamas ve FKÖ liderliğinin çar Ekonomi Servisi İklimlendirme sektöründe tasarrufu ve verimliliği ön plana çıkaracak olan ErP sistemli ürünlerin 2015’te Avrupa’da, 2017’de ise Türkiye’de piyasaya girmesi planlanıyor. Sektöründe daima ilklerin öncüsü olarak gazlı termosifon, şofben, duvar tipi kat kaloriferi ve kombinin mucidi Vaillant ise, ErP sistemi üzerine Avrupa’da edindiği deneyimleri Türkiye’ye taşımayı amaçlıyor. Vaillant Group Strateji Direktörü Dr. Patrick Metzler, enerji tasarrufu konusundaki duyarlılığın her geçen gün arttığını kaydederek “Cihazların üzerinde yer alan verimlilik etiketleri sayesinde tüketiciler daha bilinçli tercihler yapma imkânı bulacaklar. Beyaz eşya sektöründeki uygulamalardan farklı olarak ısıtma, soğutma ve sıcak su sistemlerinde kullanılacak her bir cihaz için ayrı ayrı etiketler bulunacak ve sistem bu işin uzmanı partnerlerimiz tarafından hesaplanarak ayrıca etiketlenecek” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle