07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 ŞEHRİBAN KIRAÇ 21 NİSAN 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] yılda milyon yoksul Genel Sağlık Sigortası’nı ödeme gücü olmayan yurttaş sayısı son bi r yılda 994 bin 46 kişi arttı AKP hükümeti her defasında ‘refah düzeyini yükselttik, halkın sağlık hizmetlerine ulaşmasını kolaylaştırdık’ dese de resmi rakamlar bile kendilerini yalanlıyor. Türkiye’de aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarı brüt 343 TL’nin altında olanların sayısı bir yılda bir milyon kişi yükseldi. tünleşik sosyal yardım hizmetleri bilgi sistemi’ üzerinden yürütülüyor. Bilindiği gibi kişi başına düşen aylık geliri brüt asgari ücretin üçte birinden yüksek olanlar GSS’den yararlanmak için prim ödemek zorunda bırakılırken geliri brüt asgari ücretin üçte birinin altında olan yurttaşların primleri ise genel bütçeden karşılanıyor. Dr. Demir ve Dr. Kılıç’a göre SGK’nin taşlar zorunlu olarak gelir testine tabi tutuluyor. GSS gelir testi işlemleri, 01.01.2012’den sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından ‘büaylık temel gösterge bülteninin AKP’nin söylediği gibi ülkede tüm yurttaşlar için sosyoekonomik düzey ve refahının artmadığını ortaya koyuyor. Söylemlerin aksine aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarı brüt 343 TL’nin altında olanların sayısı bir yılda 994 bin 46 kişi arttı. Demir ve Kılıç, ülkenin resmi kurumlarının da Türkiye’de yaşayan yurttaşların giderek daha da yoksullaştığını ortaya koyduğunu ifade ederek “Zenginleştik propagandası yapanların gizlemeye çalıştıkları yoksulluk artık saklanamayacak kadar yaygın ve alenidir. Yapılacak olan; yoksulluğa ve sefalete tevekkül etmek değil, gerçeğin üzerine örttükleri yalan perdesini yırtıp atmak, yoksulların, ezilenlerin kitlesel olarak sistemi sorgulamalarını sağlamak, eşitlik ve özgürlük temelinde Türkiye’nin yeniden kurulma mücadelesini birlikte yükseltmektir” açıklamasını yaptılar. İsmet ve Cenk kardeşler, 2014’ün ilkbahar ayları itibarıyla 4 otel, 298 oda ve 600’ü aşkın yatak sayısına ulaşıyor. EKONOMİ 13 Paylaşım Kavgaları Türkiye iki büyük paylaşım kavgası yaşıyor. Bunlardan biri cumhurbaşkanının yetkilerinin kullanımıyla; ikincisi de yerel yönetimlerin gelirleriyle ilgilidir. Siyasetin doğal akışına kavuşması, bu iki konuyu bir an önce çözmesi gerekiyor. HHH Türkiye, yaklaşık dört ay sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimlerin aday olacağını bilmiyor. Oysa bu seçim, önemli ve gerçek anlamda tarihseldir, çünkü 12 Eylül dönemi bir tarafa bırakılırsa, ülke, tarihinde ilk kez tüm seçmenlerin oylarıyla bir cumhurbaşkanı seçecektir. Bu sırada yerel seçimlerde yüzde 45 oy alan AKP’nin olası iki adayı tartışılırken seçmenin yüzde 55’inin adayı ya da adayları için adım atılmıyor. Ortada henüz aday yok; yine de seçimden sonra, cumhurbaşkanı ile başbakan arasında yetki paylaşımının nasıl olacağı derinlemesine hukuk ve siyaset çözümlemelerine konu oluyor. Burada iki noktanın altı çizilmelidir. Önce, çok yanlış bir anlayışla cumhurbaşkanının partili olmaması gerektiği vurgulanıyor. Üzerinde DP yazılı bastonla dolaşan cumhurbaşkanı olayını unutalım; ancak şimdiki cumhurbaşkanının, önceki uygulamalarını bir yana bıraksak da yalnızca Dicle Üniversitesi’ne rektör atamasında sergilediği tutum, diz boyu partililiğin ya da aynı anlama gelmek üzere yanlılığının çok somut bir göstergesi değil de nedir? Sonra, ağustosta halkın oylarıyla seçilecek cumhurbaşkanı, kaçınılmaz olarak öncekilerden güçlü olacaktır. Dolayısıyla, AKP’nin sonu, ANAP ve DYP gibi olmayabilir. Aslında toplum için önemli olan AKP değildir. Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırları bir an önce ve demokratik ölçülerle çizilmesidir. HHH Aynı ölçüde çok önemli bir paylaşım alanı da yerel yönetimlere kaynak ayrılmasıdır. Bilindiği gibi, Diyarbakır’ın yeni seçilen büyükşehir belediye başkanı orada üretilen petrol gelirlerinden pay istedi; Enerji Bakanı da bu isteği anında reddetti. AKP iktidarı belediye yasalarını değiştirdi. Ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 75’i 30 ilin bütünşehir belediyesi sınırları içinde yaşıyor. Bu illerde belde belediyeleri kapatıldı; il genel meclisi seçimleri yapılmadı; köylerin tüzel kişiliği kalmadı; kamu yatırım ve hizmetleri konusunda ve halkın ortak mallarının kullanımında valilikler yetkili kılındı. Ancak belediyelerin asıl gelir kaynağının merkezi hükümet bütçesinden ayrılan ödeneklerden oluşması uygulamasına dokunulmadı. Köklü bir biçimde yapısal değişime uğrayan yerel yönetimler, geçmişin merkezden gelecek sadaka benzeri ödeneklerle hizmet vermek zorunda bırakılıyor. Yerel yönetimler, toplam vergilerin yalnızca yüzde on dolayında bir bölümünü topluyor. Kaldı ki önceki dönemde İzmir ve Diyarbakır örneklerinde yaşandığı gibi, AKP hükümetinin kendisinden olmayan belediyelere güçlükler çıkardığı da biliniyor. Bu nedenlerle, vergileme yetkisi merkezi kalmakla birlikte bir kısım vergilerin, oranlarını ve tabanı saptama yetkisiyle birlikte yerel yönetimlere bırakılması gerekiyor. Çağdaş kamu maliyesinin ana ilkelerinden biri, yönetimin, vergi ve diğer gelirlerinin bir havuzda toplanması ve toplanan gelirlerin gereksinmelere göre paylaştırılmasıdır. Gerek belediye başkanının gerekse bakanın görüşleri bu kurala uymuyor. Enerji Bakanı’nın yaklaşımı, niteliği değişen belediyelerin kaynak sorununa çözüm getirmediği ya da merkezi hükümetin gücüne sarıldığı; belediye başkanının petrol gelirlerinden pay istemesi de, soruna tek belediye ve tek kaynak biçiminde ya da tekil yaklaştığı için doğru değildir. Yerel yönetimlerin tümünün gelir kaynaklarının artırılmasının yasal dayanaklarının oluşturulması yoluna gidilmelidir. HHH Öyle görülüyor ki Türkiye siyaseti, yıllardır çözümsüz bıraktığı sorunlar yumağında, özellikle cumhurbaşkanının yetkileri ve yerel yönetimlerin gelirleri kavgalarının çok daha ağırlaşmasıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu gidişle ulusal gelirin paylaşımının tartışılmasına bir türlü sıra gelmeyecektir! Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) aylık temel göstergeleri, açlık ve sefalet koşullarında yaşam mücadelesi veren ‘hayattaysa ocağında aş yerine yoksulluk kaynayan’ ve en asgari düzeyde yaşamaya çalışan yurttaşlar kervanına bir yılda bir milyon kişinin daha katıldığını ortaya koydu. Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç’ın belirlemelerine göre ödeme gücü olmadığından Genel Sağlık Sigortası (GSS) primleri genel bütçeden karşılanan ve sağlık kurumlarından ‘en asgari düzeyde’ sağlık hizmeti alabilmek için uğraş veren yurttaşların sayısı, Aralık 2012’de 11 milyon 357 bin 306 iken, Aralık 2013’te bu sayı 12 milyon 351 bin 352’ye yükseldi. 2012’de zorunlu GSS’nin hayata geçirilmesiyle birlikte Yeşil Kart uygulamasına son verildi. Sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmayan tüm yurt Kadın ve gençler işsizlik kıskacında İstanbul’da 3 otel daha açacak Geçen yıl şirketlerini Avantgarde Collection çatısı altında toplayan Öztanık Ailesi, İstanbul’da 3 yeni otel daha açacak. Yıl başında Yoo2 markasıyla Taksim’de faaliyete geçen 59 odalı tasarım otel artık Avantgarde Collection çatısı altında hizmet verecek. Otelin yeni adı Avantgarde Hotel Taksim Square. 36 milyon dolar yatırımla hizmete giren oteli satın alan Avantgarde Collection, 2017’ye kadar İstanbul’da 3 otel daha açmayı ve Londra’dan Avrupa’ya açılmayı hedefliyor. Yeni oteller için Levent, Karaköy ve Ataşehir bölgeleri düşünülüyor. Ekonomi Servisi CHP’nin ekonomi raporuna göre 2011 itibariyle 1529 yaş grubundaki her 100 gençten 32’si ne eğitim, ne de çalışma yaşamında bulunuyor. Erkek ve kadın istihdamı arasında ise yüzde 38.7 puan fark var. CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın koordinasyonunda hazırlanan 90. Ekonomik Görünüm Raporu’nda, Ocak 2014’te genç işsiz sayısının 822 bin olduğu belirtilerek, “Genç işsizliği verileri, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün(ILO) ‘Küresel İstihdam Eğilimleri2014’ raporundaki tespitlerle birlikte değerlendirildiğinde ortaya Türkiye açısından hiç de iç açıcı olmayan bir tablo çıkıyor. Raporda yer verilen 40 ülke içinde çalışmayan, eğitim veya öğrenim sürecinde olmayan gençlerin genç nüfusa oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye. 2011 itibariyle 1529 yaş grubundaki her 100 gençten 32’si ne eğitimde ne öğrenimde, ne de çalışma yaşamında” denildi. Türkiye’nin, bulunduğu bölgede erkek ile kadın istihdamı arasındaki makasın en açık olduğu ülke konumunda bulunduğu belirtilen raporda, “2012 itibariyle Türkiye’de erkeklerde istihdam oranı yüzde 65 iken kadınlarda yüzde 26.3. Türkiye bu farkla Merkez ve Güneydoğu Avrupa’da birinci” denildi. Mali kriz, “Büyük Durgunluk”, neoliberal modelin tükendiğini gösterdi. Yeni bir model arayışı, bir belirsizlik, ekonomi politikası tartışmalarının merkezine oturdu. Beş yıl önce “Büyük Durgunluk” başlarken, Reinhart & Rogoff (This Time is Different, 2009) büyük yankı uyandırmıştı. Dünyanın hemen yer yerinde kitleler, düzene yönelik öfkelerini protesto eylemleriyle dile getirmeye, kapitalizme yönelik bir tepkinin yeniden tarih sahnesine çıkma olasılığını yaratmaya başlayınca, dikkatler “gelir dağılımı”, “zenginyoksul” ikilemi üzerinde yoğunlaştı. Thomas Piketty’nin pazartesi yazımda kısaca değindiğim “21. Yüzyılda Sermaye” başlıklı çalışmasının büyük yankı uyandırmasının nedeni bu. Hafta içinde, “hak ettiği değerlendirmeyi” yapabilmek için Piketty’nin kitabı üzerine yazılanları okudum (Krugman, Martin Wolf, Will Hutton, Branko Milanovich, James K. Galbraighy, Michael Roberts, The Economist, Jacobin, Monthly Review) kitabın orasını burasını kurcaladım; sonunda, Piketty’nin bu kadar yankı uyandıran kitabının aslında birkaç paragrafta kolaylıkla özetlenebileceğini düşündüm, “yankı” sözcüğü de aklıma Lenin’in, “gereğinden fazla boş bir fıçı gibi ses çıkarıyor” ifadesini getirdi. Otel balonu sönüyor OLCAY BÜYÜKTAŞ Büyük oranda yabancıya teslim edilmiş turizm sektöründe ‘yerli oyuncu olarak biz de varız’ demek için yarımlarını sürdürdüklerini dile getiren Lucis Global Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İsmet Ömer Öztanık, İstanbul’da başta Talimhane olmak üzere genel olarak otelcilik alanında oluşan balonun sönmeye başladığını ve bunun da fiyatlara yüzde 15 civarında yansıdığını dile getirdi. İstanbul’da doluluk oranlarının Londra ve Paris’le kıyaslandığında yüzde 60’lar civarı ile oldukça gerisinde kaldığına dikkat çeken İsmet Ömer Öztanık, buna kar Başta Talimhane olmak üzere İstanbul’da otel balonunun sönmeye başladığını söyleyen Lucis Global Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İsmet Ömer Öztanık, fiyatları yüzde 15 düştüğünü belirtti. şın son dönemde büyük bir otelcilik arzı olduğunu, bu nedenle İstanbul Rumeli Caddesi’nde aldıkları birimleri otel yerine bölgeye uygun homeofis tarzı uzun dönemli kiralama modeli ile işletilecek bir yapıya dönüştürmeye karar verdiklerini söyledi. Yeni yatırımlarını konuşmak üzere bir grup gazeteci ile birayaya gelen İsmet Ömer Öztanık ve Lucis Global Yönetim Kurulu Üyesi Cenk Öztanık, Talimhane bölgesinde Gezi olayları ve 17 Aralık süreci sonrasında fiyatların düştüğünü belirttiler. “20092012 arasında işler çok hızlı ilerledi. 2012’den sonra İran, Mısır, Suriye olayları yüzünden durdu, Gezi olayları ise tuz biber ekti. Geçen yıl Haziran’da doluluk oranımız yüzde 92’den 32’ye düştü. 95100 Avro civarına gelen fiyatlar da 8085 Avro’ya geriledi” değerlendirmesini yapan Cenk Öztanık, olumsuzluklara rağmen yatırımlara devam edeceklerini ifade etti. keçiboynuzu Koskoca bir Piketty’nin çalışması 200 yıl boyunca gelir eşitsizliğini ortaya koyan, toplaması yıllar sürmüş verileri içeriyor. Verileri toplayanların çabalarını kutluyorum. Ama bu, sonunda ortaya çıkan resme bakıp dudak bükmemi engellemiyor. Ukalalık mı? Kararı sizin: Meğerse kapitalizm zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapıyormuş! Bu “bulguyla” birlikte karşımıza, hemen iki sorun çıkıyor: (1) Eeee, ne olmuş? (Sermaye açısından bu neden kötü?). (2) Diyelim ki kötü, peki ne yapmamız gerekir? Piketty’nin kitabı üzerine yazanlardan kimileri, Piketty’nin birinci soruya cevap vermediğinden yakınıyorlar. Kitaptan bir cevap üretmek isteyenler gelir dağılımındaki bozuklukla, ekonomik krizle, kapitalizmin uzun dönemli yaşamı arasında bir bağlantı kurmaya çabalıyorlar. Bu çaba da okuyucuyu ister istemez “kriz teorilerinin” karmaşık alanını ziyaret etmeye zorluyor. Bu alana girince de Piketty’nin sunduğu yol haritasının yetersizliği hemen belli oluyor. Piketty’nin ikinci soruya verdiği cevap ise o kadar sıradan ki, aklıma “keçiboynuzu” metaforu geldi: Zenginlere ve (son mali krizi de düşünerek) abartılı maaş alan genel müdürlere yüksek vergi koyalım? İyi de, zenginlik siyasi güç demektir. Burada dünyadaki tüm yetişkinlerin toplam varlıklarının yüzde 41’ini elinde tutan yüzde 0.7’sinin ekonomik siyasi gücünden söz ediyoruz (Global Wealth Report 2013 Credit Suisse,). Bu siyasi güç neden bu vergiyi koysun? Koymayacaksa peki kim koyacak? Ne düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum, ama Piketty o tarafa gitmiyor. Onun derdi kapitalizmi bu “aşırı” kapitalistlerden kurtarmak, ‘Kapitalizm İyi, Kapitalistler Kötü’ kitabında da belgelediği, 200 yıldır zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan ekonomik sistemden değil (Örneğin: Piketty: “Save capitalism from the capitalists by taxing wealth”, Financial Times, 28/03/2014). Şimdi “yani tüm şamata bu bayat sosyal demokrat fanteziyi savunmak için miymiş?” diyebilirsiniz. Ne yapalım kapitalist sınıfın entelektüellerinin alet çantası, hayal gücü bu kadar. ermaye mi’ dediniz? Piketty’nin “yapıtının” başlığı Karl Marx’ın Das Kapital’ine atıfla kocaman puntolara “Sermaye”; altında da küçük puntolarda “21. Yüzyılda” yazıyor. Kitabın adı “Sermaye” ama üze ‘S rine yazılan övgü ve eleştirileri okurken Piketty’nin sermaye derken ne kast ettiğini anlayamıyorsunuz. Kitaba bakınca da tatmin edici bir tanım bulamadım. Prof. Galbreight, Michael Roberts gibi akademik bir disiplinde yaklaşanlar da Piketty’nin “Sermaye” kavramının içini birkaç hamlede kolaylıkla boşaltıveriyorlar. Geriye de finansal, rantiye sermayesi, birikmiş servet kalıyor. Öyleyse, Tony Norfield’in, Kostas Lavapidas’ın kitabını eleştiren yazısının başlığını ödünç alırsam “Kapitalist üretim iyi, kapitalist finans kötü (http://economicsofimperialism.blogspot.co.uk/2014/01/ capitalistproductiongoodcapitalist.html) gibi bir şey. İngiliz İşçi Partisi entelijansiyası Piketty’yi çok sevmiş. Gerçekteyse sermaye bir “şey” (nesne) değil, üretim araçlarıyla doğrudan üreticiler özel tarihsel koşullarda (piyasada işgücünü meta olarak satan ve alan sınıfların oluşmasına bağlı olarak) bir araya geldiğinde oluşan bir “toplumsal ilişkidir”. Bu ilişki “kendi kendine genişleyen”, “kendini yeniden üreten” bir “organik bütünlük” oluşturur. İkincisi, Piketty de kapitalizm kadar eski bir hastalıktan kendini kurtaramıyor: Paranın dolaşımıyla (bu organik bütünlüğün bir görüntüsüyle) sermayenin kendisini birbirine karıştırıyor; bir bütün olarak sermayeyi değil, onun bir varoluş biçimini, finans sermayesini hedef alıyor. Sermayeyi düşünürken bu iki özelliğini gözden kaçırdınız mı, özellikle kriz dönemlerinde siyasetin yolu finansal faaliyetlere tepkiyle ırkçı milliyetçi fantezileri birleştiren faşizme kadar gidebilir. Kapitalizm eşitsizlik yaratıyorsa, bu kapitalizm için neden kötü olsun? Hele Piketty’nin iddia ettiği gibi “kâr oranları” büyüme oranlarından daha hızlı artıyorsa? Kapitalist sınıf büyümeden istediği gibi yararlanabiliyor, düzen gerektiği gibi işliyor demektir. Öyleyse sorun ne? Yok, eğer eşitsizliğin artması bir aşamada kapitalizmin krizine yol açarak geleceğini tehdit ediyor diyorsanız, o zaman başka. O zaman hem kapitalistlere anlatacak bir hikâyeniz olur: “Böyle giderseniz sonunuz kötü!” Hem de kriz teorileri alanına geçip gelir dağılımındaki eşitsizlikle toplam talep arasındaki ilişkiye, kârların realize olması sorununa sıçrar, eksik tüketim “sorununu” konuşmaya başlayabiliriz. Ama başlayamıyoruz. Piketty, kâr oranları düşme eğilimi yasasını reddediyor. Finansa odaklandığından onun modelinde “kârlar” hep artıyor. Bu yüzden, finansal sermayenin kârlarındaki artışın, krizin bir biçimi, dahası, üretken devrede (“reel ekonomide”) kârların düşme eğiliminin bir etkisi olabileceğini, kârlardaki düşüşü engellemek üzere işleyen karşıt eğilimlerin toplumsal, jeopolitik, ekolojik maliyetini konuşmak, böylece kapitalizme toptan bir eleştiri getirmek olanaksızlaşıyor. Sermayenin gelir eşitsizliğini artırdığını göstererek bu kadar yankı yapan bir kitap, dikkatle bakınca kapitalizmi gizleyerek korumaya çalışan, yeni bir düzenleme modeli umudu yaratan bir fanteziye dönüşüyor. Peki sorun ne? Hakİş’ten birlik mesajı ANKARA (AA) Hakİş tarafından 1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü dolayısıyla Türkİş, MemurSen ve Türkiye KamuSen’e birlik mesajını içeren mektup gönderildi. Hakİş Genel Başkanı Mahmut Arslan ve Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şahin tarafından kaleme alınan mektupta, 1 Mayıs’ın adına yakışır şekilde birlik ve dayanışma içinde kutlanması konusunda Hakİş, Türkİş, MemurSen ve Türkiye KamuSen’e önemli görevler düştüğü, yasaklı bölgelerin kutlamalara açılmasının birlikte başarıldığı ifade edildi. Mektupta, Hakİş’in bu yıl 1 Mayıs’ı kitlesel olarak Kayseri’de kutlama kararı aldığı anımsatıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle