23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 NİSAN 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 Bülent Ecevit özenli Türkçesiyle bu yöntem için “ayır buyur yöntemi” derdi. Ayırdıktan sonra, buyurmak ve buyurganlık yapmak çok kolaylaşıyordu. “Parçala yönet” ilk kabile kavgasından bu yana bilinen en eski ve en şeytani yöntem. Görünürde en önem verdikleri haslet, cesaret, kabadayılık ve delikanlılıktı. Ama “ayırmaya ve buyurmaya” önce kadınların arkasına saklanarak başladılar: “Başını örtenler örtmeyenler...” Sonra da çocuklar ve gençler üzerinden devam ettiler... “İmam hatipliler imam hatibe karşı olanlar.” En vahşi toplumsal çatışma ve bölünmelerin din ve inanç eksenli olduğunu bildiklerinden bu kez halkı “inananlar ve inanmayanlar” diye ayırmaya yöneldiler. “İnanmak” elbette “Allah”a inanmaktı... Ama kastettikleri kendilerine vazgeçmeyişinin nedeni bu. Her konuşmasının öfke ve şiddet yüklü olması bundan. Ama buna da şükretmek gerek. Zaafını kendisi de biliyor. Hiçbir zaman bu ülkenin tamamını yönetmeye layık olmadığının kendisi de farkında! Bu nedenle bireysel “megali idea”sını gerçekleştirse ve Çankaya’ya çıksa bile, ettiği yemine layık olamayacak: Anayasa Md. 103’e göre cumhurbaşkanları... “Büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namus ve şerefi üzerine” ant içmek zorunda! “Büyük Türk milletini”, ayır buyura tabi kılan biri olarak bu andı içebilecek mi? Seçimlerde hile hurda... Seçmen kütüklerinde başlar, sandıkta devam eder, oy tutanağında sona erer. Kural böyle. Ama başlama noktası birçok kentte biraz öne alındı. Hile hurda anketler ile başladı. Anketlerin çoğu, seçmen eğilimini yansıtmak için değil seçmeni yanıltmak için yapıldı. Bunun en açık örneği Ankara’da verildi. Seçime haftalar kala başarıyla ve yüzde 13.5 puan farkla AKP zaferini ilan ettti. Ayırıcı Buyurucudan Ancak ‘Cum Başkanı’ Olur... inanılması idi. Dahası kendilerine destek olunması, oy verilmesiydi. Yani oy vermeyenler inanmayanlardı, dolayısıyla “Allahsız”lardı. Bu kadar açık, bu kadar net. Allahsızlar üzerine saldırması engellenen, evlerinde zor tutulan kitle inananlardı... Yani iman edenler, yani müminler, yani Başbakan’ı destekleyenler ve ona oy verenlerdi. Başbakan nedense halkın bütününe sahip çıkmak istemiyor... Balkona çıksa da istemiyor. Çünkü gücünü bölmekten ve bölünmeden alıyor. İnanmayanları, başını örtmeyenleri, imam hatipli olmayanları lanetliyor. Ülkeye böyle hükmedeceğine ve gücünü ancak böyle sürdürebileceğine inanıyor. Şeytan taşlama üslubundan Egemenlerin Siyaseti!.. Siyaset yapma sorunu, “politiklik” egemenlerin çarpıttığı, kullandığı bir alan. Yaşamda örneklerine sık rastlıyoruz. Biçiminden ötürü kirletilen ve karalanan, değersizleştirilen bir kavram olarak siyaset, gerçekte yaşamın kendisi. Herhangi bir konuda düşünce belirtildiğinde, buna yönelik eyleme girişildiğinde doğallıkla siyaset yapmış olunuyor. Dolayısıyla insan ilişkilerinden başlayıp devlet ve sisteme kadar uzanan hayatın her alanında siyaset yapıyoruz. Yapılmalıdır da. Siyaset algısının değişkenliği konunun gerçeğini bozamıyor çünkü. Spora, bilime, sanata siyasetin karışmaması, dinin bu kavramdan uzak olması gibi benzeri söylemler, özünde egemenlerin, iktidarların kitlelere dayattığı bir sonuçtur, ki bu durum da asli olarak siyasettir, politiktir... Örneklere bakar mısınız?.. Antalya’da iki öğretmen hakkında “derse siyaset karıştırma” gerekçesiyle soruşturma açmışlar. 75’inci Yıl Cumhuriyet Lisesi’nde felsefe ve tarih derslerine giren iki öğretmen, “Gezi eylemlerine destek verdikleri, öğrencilere siyasi içerikli kitap tavsiye ettikleri” için suçlanıyor... Öğretmenler Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler”, Attilâ İlhan’ın “Batı’nın Deli Gömleği”, İlhan Selçuk’un “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı”nı önermiş. Yobaz kafaya bak sen! Saçma, akıl ve bilim dışı bir soruşturma. Siyasi içerik taşımayan herhangi bir kitap var mıdır acaba? Başka bir örnek, İzmir’den... Bu kez siyaset yaptıkları için suçlananlar, öğrenciler... İzmir Emniyet Müdürlüğü, Berkin Elvan’ın ölümünün ardından yürüyen ve oturma eylemi yapan öğrenciler için il milli eğitim müdürlüğüne yazı gönderiyor. “Gereğinin yapılması”nı istiyor. Yetmiyor, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’na muhalefet” ve “devlet büyüklerine hakaret” suçlarına ilişkin cumhuriyet savcısının talimatıyla işlem başlatıldığı belirtiliyor. Egemenlere, yönetenlere siyaset yapmak serbest; öğretmene, öğrenciye, işçiye, kadına yasak... HHH İktidar siyaseti, yılın ilk yüz gününde 61 kadının şiddet sonucu yaşamını yitirmesine yol açtı bu ülkede. Kadını ötekileştiren, ikinci sınıf gören, erkek egemen, baskıcı, faşist anlayışın siyaseti serbest, buna karşı çıkanlarınki yasak. İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Koordinatörü Aydeniz Alisbah Tuskan, son 10 ayda şiddet gördüğü için baroya başvuran 2 binden fazla kadın için tedbir kararı çıkardıklarını, ancak bu kadınların yüzde 80’inin yasa ve uygulamalardaki eksiklikler nedeniyle şiddet görmeye devam ettiğini söylüyor. Bakarsınız bu açıklama da siyaseten soruşturmalık olur. Egemenler istediği kadar dirensin, yurttaş olmanın temelinde siyaset yapma hakkı ve eylemliliği yatar. İnsan varlığı düşünme, eyleme geçme temellidir, politiktir, siyasidir, engellenemez... “Türk’üm” diyen, diyebilen herkes Türktür ve bu kan bağından, ırksal kökten öte bir durumdur. Bir anlamda bir fikir ve inançtır. Ne yazık ki, Tayyip Bey’in Türklük ile hep sorunu oldu. Ya da öyle algılandı. Kendisi yazar çizer, sanatçı, romancı ya da köşe yazarı olsa mesele değil. Ama o cumhurbaşkanı olmak istiyor. Türklük ile sorunu olan (veya öyle algılanan) birinin Türklerin tarihteki son devletinin başına geçmek istemesi bir tür vodvil, bir tür dramatiktrajedi! Şundan: Tarihte ilk kez “Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek”ten hüküm Türklük elbette kimsenin tekelinde değil giymiş biri cumhurbaşkanı koltuğuna oturacak! Cumhurbaşkanları “tarih önünde” ant içiyor. Ama her cumhurbaşkanının siyasi tarihe geçmesi diye bir şart yok. Tayyip Bey de tiyatro tarihine geçecektir. Bunun için, “tapeler” kadar Yargıtay’daki dosyalar da yeterli zenginliğe sahiptir. Malzeme fazlasıyla mevcuttur.. Şöyle demiş: “Bir şeyi iyi yapacağız. Din ile beraber olmaya mecburuz. Bizim TürkKürt Laz–Çerkez, Arap Beyaz, Doğulu Batılı farkımız olabilecektir. Ben kendimin ne olduğunu öğrenemedim!.. Ancak sorulduğu zaman ‘Elhamdülillah Müslümanım’ denilmesi gerekir!” (Diyarbakır 3 No’lu DGM: Esas 1998/36 ve 1998/69 sayı) Bu ifade üzerine hapis cezasına hükmeden Mahkeme Heyeti’nin kararı ise daha da ilginçtir: “Sanık R.T. Erdoğan’ın geçmişteki hali, kişiliği ve suç işleme eğilimi göz önüne alındığında (...) cezasının paraya çevrilmesine gerek yoktur!” HHH Erdoğan aday olursa, seçmen çoğunluğu da Diyarbakır Mahkemesi gibi, “geçmişteki halini, kişiliğini ve suç işleme eğilimini göz önüne alacak mı?” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Sanatta ‘İyi, Kötü ve Çirkin’ Bugün, Dünya Sanat Günü. Bugün sadece bu güzel kutlamaya tüm zerreleriyle sizi dahil etmem gerekir. Ama sanat ortamımızda yaşanan bir başka negatif olgu, müzayedeler, sanatçılarımızın varlığını, onurunu, kimliğini yok edecek boyutlara ulaştı. Öncelikle “ Dünya Sanat Günü ” için bir hatırlatma: 2011’de Meksika’da yapılan UNESCO’ya bağlı Dünya Sanat Dernekleri Genel Kurulu’nda, UPSD adına verdiğim önerge oybirliğiyle kabul edilmiş ve Da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan “Dünya Sanat Günü” ilan edilmişti. Artık dünyanın farklı ülkelerinde bu kutlama eşzamanlı gerçekleştiriliyor. Sizler de bu akşam İstanbulMKM’de UPSD’nin Beşiktaş Belediyesi ile açtığı Genç Etkinlik6 sergisini ve yarın Maçka’da UPSD galerisinde üyelerin sergisini gezebilirsiniz. Cuma 15.00’te İstanbul Modern’de, Washington’dan gelen Prof. Bülent Atalay’ın “Leonardo ve Türkler” konferansını da kaçırmayın. Ankara, Sinop, Antalya, Bodrum gibi onca farklı yerlerde yapılan etkinliklere de katılabilirsiniz. Bunlar işin “iyi” yanı. Türkiye’de sanat, bildiğiniz gibi “devlete rağmen” üretiliyor. Sanatçılara uygulanan aşağılamaları, sansürleri ezberlediniz. Böylesine olumsuz bir havada, tüm engellere rağmen sanatçılarımız inatla, geçtiğimiz zor tünelde, göçük altında üretiyorlar. Yalnız özel alıcıların katkılarıyla varlıklarını sürdürüyorlar, çark hem siyasi direniş, hem de sanatsal olarak dönmeye çalışıyor. İşte bu ortamda devletin sanatçılara ördüğü duvar zaten bildiğiniz işin “kötü” yanı. Ne yazık ki işin olumsuz bir tarafı daha var. Geçen hafta UPSD ve Sanat Galericileri Derneği ortak bir bildiri yayımlayarak, müzayede evlerinin sanatçı ve galericilerin varlığını tehdit edercesine uyguladıkları fiyat politikalarına ve vahşi kapitalizmin “serbest piyasa ekonomisi efendim” mazeretiyle yaşama geçirdikleri sorumsuz tavra tepki verdiler. İşin özeti şu: Sanatçıların eserleri gerçek değerinin beşte, bazen onda birini müzayedeye konuluyor. O anda sanatçı ve galericisi, koleksiyonerlere karşı zor duruma düşürülmüş oluyorlar. Örneğin, bir sanatçının belli bir dönemine ait eserleri, geçen birkaç yılda kendisi ve galericisi tarafından ortalama 100 TL’ye satılmış olsun. Müzayedecilerin, o işlerden birini açık arttırmaya koydukları zaman yıllar içinde oluşmuş fiyatın makul bir ölçüde altından başlatmaları normaldir. Eser satılsa da satılmasa da belirlenen bu alt limit, sanatçının o eserine zarar vermez. Aynı eser, beş misline satılırsa bu her eserinin o fiyata yükseldiğini göstermez. Ama 100 TL’lik bu esere onda biri gibi akıl almaz bir öngörüm fiyatı konulur ve bunu katalogda adeta sanatçının tescilli gerçek değeriymişçesine sunulursa, o zaman sanatçıya, galericisine ve eski koleksiyonerlerine büyük haksızlık edilmiş olunur. Müzayedeciler sanat piyasasına doğrudan el atıp aynı sanatçıdan 2030 işi “piyasaya” sürerek, sanat üretene saygısız bir tavırla, sanatçıları yok etme pahasına eserleri ortaya salt “ticari ürün” gibi sürüyorlar. En yaşlı çağdaş müzesi henüz 10 yaşında olan ve sanat tarihsel kriterleri henüz oturmamış bir ülkenin, spekülatif dedikodularla kolayca yönlendirilebilen koleksiyonerlerinin bu senaryoya biraz da isteyerek düşmeleri, ayrı bir üzüntü verici durum. Eserini değerli kılan temel verileri dikkate almadan, sadece hızlandırılmış ticari hırslarıyla hareket edenler, sanatçılara verdikleri maddi ve manevi zararla yüzleşmeye de hazır görünmüyorlar! Bu yoz ortamda, sanatçıların mantığa ve izana davet eden çağrılarını hiçe sayan müzayede evlerinin, bu yapıtların değerlerini sürümden kazanabilmek için çekinmeden yerle bir etmesi ve kimi açık artırma katılımcılarının bu kanlı ortamı Roma’da gladyatörlerin ölümünü izler gibi takip etmeleri kaygı verici. Ne acıdır ki, ne müzayedeciler, ne de bu kaygan piyasaya tenezzül eden alıcılar, esasında kendi bindikleri dalı kestiklerini göremiyorlar. Çünkü sanatçıları yok ettiklerinde ortada ne sergi ne müzayede kalacak! Bildiriye imza atanlar ise bu alanda Türkiye’nin en önemli isimleri: Adnan Çoker, Ergin İnan, Devrim Erbil, Balkan Naci İslimyeli, Özdemir Altan, Hüsamettin Koçan, Tomur Atagök, Mustafa Ata, Zahit Büyükişleyen, Beril Anılanmert, Ekrem Kahraman, Denizhan Özer, Ekrem Yalçındağ, Genco Gülan, Bahri Genç, Resul Aytemur, Suat Akdemir gibi sanatçılar; Teşvikiye Sanat Galerisi, Dirimart, Galeri Artist, Galeri Baraz, Mine Sanat Galerisi, SiyahBeyaz, Empire Project, Galeri Merkür ve Piramid Sanat gibi galeriler ve Emin Çetin Girgin, Yalçın Sadak, Kaya Özsezgin gibi eleştirmenler bulunuyor. İsimler bu sütunlara sığmaz! Türk sanat ortamı, bu alarm verici durumu en azından yapıcı bir diyalogla ortadan kaldırmayı başaramazsa, kendi sonunu hazırlamış olacak... HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Çinge1 ne pavur2 yası” da denilen ve eti 3 için avlanan 4 bir deniz 5 kabuklusu. 6 2/ Yemek... 7 Yabanarısı. 3/ Divan 8 edebiyatın 9 da manzum bilmece... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Evcil bir geyik 1 M I H L A M A A cinsi. 4/ Mimar 2 A R I C İ V A N lıkta girişik be 3 E R K zemeye verilen 4 R A L L İ M T Ö R E N A ad. 5/ Dolap ka5 O D A K B E K paklarına, aralığı E K örtmek için ça 6 S Ü N E P E kılan çıta... Eski 7 E M Ş E R E F E K İ N Anadolu halkla 8 T E B E R rının en eski ana 9 N E A K O R T tanrıçası. 6/ Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek... Bir meyve. 7/ Tokat yöresinde yetişen ve kaliteli bir şarap veren beyaz üzüm cinsi. 8/ Kaynağı antik çağlara dayanan kirişli bir çalgı... “Katırtırnağı” da denilen dikenli bir çalı. 9/ Bilgisiz, kültürsüz kimse... Eski Roma’da soylulardan oluşan yöneticiler meclisi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kartal, atmaca, çaylak gibi yırtıcı kuşlara verilen ortak ad. 2/ Hatay yöresine özgü, buğday ve etle yapılan bir yemek... Mutlak. 3/ Taşıtlarda yükün yükseklik ölçüsü. 4/ Sinirli... Soyaçekim. 5/ “Kenarın dilberi nazik de olsa olmaz” (Nabi). 6/ Önü hendekli siper... Ankara kentini oluşturan ilçelerden biri. 7/ Et kıymakta kullanılan büyük bıçak... Suç işleyen kimselere devletçe uygulanan yaptırım. 8/ AB ülkelerinde ve Türkiye’de bir ürünün güvenli olduğunu belirtmek için konulan simge... Bir nota... Satrançta bir taş. 9/ Avrupa’da küçük bir ülke.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle