04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 MART 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türk Dili ve Alfabe Devrimi Komşu Dostluğu SON günlerin dış politika dalgalanmaları devletler arası ilişkilerde Türkiye’nin daha dikkatli ve duyarlı bir rota tutturmasını gerektireceğe benziyor. Karadeniz’in hemen karşımızdaki kuzey kıyılarında ve içteki topraklarda olup bitenleri iyi izlememiz ve gerektiğinde temkinli bir politika izlemeye hazırlanmış olmamız önemlidir. Kırım, neredeyse bizim toprağımız sayılacak kadar yakınımızda ve geçmişi de bizim tarihimizin sayfalarında. Öte yandan, Rusya’nın siyasal, ekonomik, stratejik ve sosyal açılardan bizler için ne denli önemli olduğunu ayrıca vurgulamak bile fuzuli kaçar. Böyle olunca, bu olayın kamuoyumuzda, siyaset çevrelerimizde, kısacası ülkemizde, ulusumuzda hiçbir çalkalanma, tedirginlik ve telaş yaratmamış olması çok tuhaf değil mi? kinci Dünya Harbi ve Soğuk Savaş bir yana, Rusya ile Çarlık rejiminin ve Sovyetler Birliği’nin topraklarında kurulan şimdiki Ukrayna devleti konusunda bilgi dağarcağımızda ne kadar ve nasıl bir birikim olduğu da pek belli değil. Böyle bir durumda kuzeyimizde ortaya çıkabilecek daha da kritik bir gelişmenin riskleri daha da endişe verici olabilir. omşu yarımadadaki gerilim çok şükür henüz bir çatışma ya da NATO’nun yahut doğrudan doğruya Türkiye’nin müdahale etmesini gerektirecek bir raddeye gelmiş değil. Ama yine de bölgenin önemli devleti ve en yakın komşusu olan Türkiye’nin ilgisini belli edici bir açıklamanın yapılması ve hiç değilse ticaret ilişkileri açısından bazı açıklamaların yapılması gerekmez miydi? Komşuluk adabı böyle bir durumda bazı ağızların konuşmasını bekler. Türk ulusunun yalnızca Osmanlı döneminin değil, tüm tarihsel geçmişini de 1931 yılında bizzat kurduğu “Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti”ne yaptırdığı bilimsel çalışmalarla Atatürk ortaya çıkarmıştır. Bütün bu gerçekler, Atatürk’ün 1 Kasım 1928’de TBMM’de yaptığı şu konuşmasında yansımasını bulur: “Hiçbir yenginin (muzafferiyetin) hatlarıyla kıyas kabul etmeyen bir başarının (muvaffakiyetin) heyecanı içindeyiz. Vatandaşlarımızı cehaletten kurtaracak bir sade öğretmenliğin (muallimliğin) vicdani hazzı varlığımızı doyuma ulaştırmıştır (işba etmiştir).” Doç. Dr. NECATİ ULUNAY UCUZSATAr 2 K İ 5 Ocak 2014 günü Haliç Kongre Merkezi’ndeki bir törende, aslında ardında Atatürk Devrimi düşmanlığı yatan söylem şudur: “Biz başka bir şeyi kaybettik. Bütün bir İslam coğrafyası... Kitapları okumak için lazım olan dilini... Kitapları anlayacak harflerini yitirdi.” Dini çıkarlarına paravan ederek Türk ulusunun vicdanında oturup oy devşiren zihniyetin alışık olduğumuz sıkça söylenen söylemlerinden birisidir yukarıya alınan. Böylesi bir inanç sömürücülüğünün Atatürk’ün önderliğini benimsemiş ulusal savaşım arkadaşlarıyla birlikte kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 21. yüzyıl başlarında sürüklendiği ortaçağ karanlığını görmemekte direnen! Üstelik, çıkarlar için Allah’ı ustaca kullanma sanatının Victor Hugo’nun ünlü Paris lağımlarını aratmayacak şekilde ülkede nasıl pislik, yolsuzluk, ahlaksızlık ve iğrençlikler yarattığını görmeden! Türkçe, başta Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarıyla birlikte, dünyanın her yerinde çeşitli lehçeleriyle yaşamayı sürdürmektedir. Türk dili, Türk ulusunun bilim, uygarlık, düşünce dünyası ve kültürünün beşiğidir. Bin yıllar öncesi Oğuzlarla doğan Türkçe; Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında halkın anadili olarak konuşulagelmiştir. Birlik ve beraberliğin; sevinçte, üzüntüde, varlık ve yoklukta ortak paylaşımın ‘olmazsa olmazı’dır. Ulus bireyleri arasında kaderde, kıvançta ve acılarda bağlılık ve dayanışmayı sağlayan en güçlü araçtır. Türklerin 940’ta, Karahanlılar döneminde İslam dinine girişinin ardından Arapçanın ulus yaşamına girmesi ve Farsça ile birlikte özellikle aydınlar tarafından yaygın olarak kullanılması,Türkçeye büyük bir darbe vurdu. İbni Sina ve Farabi gibi ünlü bilginlerin de aralarında bulunduğu aydınlar uzun bir zaman, Türkçeyi değil Arapçayı bilim dili olarak kullanmayı yeğlediler. Zamanla halk, yabancı dillerin egemenliği altına girmiş olan öz diline yabancılaştı. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs KOBİ KART KREDİSİ İÇİNDE HAZIR KART Siz de KOBİ Kart’ınızı hemen alın. ATM’den, Akbank Direkt İnternet’ten veya şubeden Ticari Kredi’nizi kullanın, taksit taksit ödeyin. Es nafa Gö nül d e n De st e k 1919’da Samsun’a çıktığı zaman; 1699 Karlofça Antlaşması’yla birlikte gerileme dönemine giren Osmanlı İmparatorluğu, bir ayağı Avrupa’da olmasına rağmen aydınlanma çağının dışında kalmıştı. Türk ulusu, skolastik düşüncenin kıskacında, yanlış algılanan ve yorumlanan “tevekkül” ve “kadercilik” anlayışıyla her şeyi Allah’tan bekliyordu. Başına gelen her kötülüğü Allah’ın takdiri ve yazgısı olarak gören halk; kendisine, Şeyhülislam fetvalarıyla Allah’ın buyruğudur diye “gâvur icadı” olarak yutturulan bilimden, kitaptan ve okumaktan kaçıyordu. Merhum İlhan Selçuk’un ünlü söylemiyle “Elifi görse kazık sanıyor”; başında takke veya külah, kıçında şalvar, elinde tespih; cehalet içinde tekke, zaviye ve medreselerin kapılarında sürünüyordu. Cumhuriyetin kurulduğu zamanda yazı dili de halkın anlamadığı ağır ve anlaşılmaz bir dil haline dönüşmüştü. Anadolu’nun bağrındaki halk dışında konuşulan dil de ulusun öz benliğini ve kültürünü yansıtmıyordu. Atatürk, bir an önce okumayazma oranını artırmayı ve dili de anlaşılır ve özüne uygun sade bir dil düzeyine yükseltmeyi amaçlamıştı. Oluşturulan Dil Encümeni, 20 kadar ülkenin alfabelerini ve harflerini incelemiş ve yaptığı çalışmalar sonunda 29 harfli, okuması kolay, Türk diline uygun, fonetik bir alfabe düzenlemişti. Encümenin hazırladığı 41 sayfalık “Elifba Raporu” gö rüşüldükten sonra Latin harfleri Türkçeyi en iyi karşılayan ve okumayı kolaylaştıracak olan harfler olarak seçilmiş ve TBMM’de, 1 Kasım 1928 tarihli “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla onaylanarak 3 Kasım 1928’de yürürlüğe girmişti. Bizzat başöğretmenlik yapan Atatürk ve yurdun her yerinde açılan ‘Millet Mektepleri’yle kısa zamanda okuryazar oranında büyük bir artış sağlanmış ve Türk ulusu aydınlanma yolunda hız kazanmıştı. Yeni Türk alfabesi 8 sesli ve 21 sessiz harften oluşturulmuştu. Sade, akla yakın ve okuması kolay olduğundan kısa zamanda ulusça benimsenmişti. Bu arada Cumhuriyet Gazetesi kurucusu merhum Yunus Nadi Bey’i de analım. Yunus Nadi Bey, 11 Ağustos 1928’de, yeni Türk harfleri üzerine bir demeç almak ve gazetede yayımlamak için Atatürk’ün yanına gitmişti. Atatürk onu sınava çekmiş, yazımı konusunda eksiklerini bulmuştu. Yarım saat içinde doğrusunu örneklerle İstanbul ağzını esas alarak kendisine öğrettiğinde Yunus Nadi Bey çok şaşırmış, ardından: “Sahi Gazi Hazretleri, hepsi bu kadar mı” diye sormuştu. “Evet, işte hepsi bu kadar” yanıtını aldıktan sonra neşe içinde gazeteye koşacak ve yeni Türk alfabesiyle ilk yazısını yazacaktı. Atatürk, dilin içine düşürüldüğü gerçeği de şöyle açıklamıştı: “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Türk Dili ve Alfabesi Devrimi’nin Türk ulusunun kökleri, kültürü ve uygarlığıyla bağlarını kopardığı sıkça iddia edilmektedir. Bir karşıdevrimle Atatürkçü aydınlanmayı yok etmek isteyen böylesi bir zihniyetin amaçları artık gün yüzüne çıkmıştır. Ancak ulusumuzun aldatılmaması için bu iddialara verilecek yanıt şudur: Atatürk devrimlerinden önce okuryazar oranı yüzde 10’un altında olan bir ulus, hangi köklerini, hangi uygarlığını, hangi kültürünü okuyabiliyordu? Bütün bu gerçekler, Atatürk’ün 1 Kasım 1928’de TBMM’de yaptığı şu konuşmasında yansımasını bulur: “Hiçbir yenginin (muzafferiyetin) hatlarıyla kıyas kabul etmeyen bir başarının (muvaffakiyetin) heyecanı içindeyiz. Vatandaşlarımızı cehaletten kurtaracak bir sade öğretmenliğin (muallimliğin) vicdani hazzı varlığımızı doyuma ulaştırmıştır (işba etmiştir).” Yalan yanlış iddialar karşısında tarihin kaydettiği bilimsel gerçekler bunlardır! Üniversite Dediğin Susmalı! E İrFAN o. HATİPoĞLU vrensel anlamda üniversiteler bilimin üretildiği, özgür düşüncenin yüksek sesle dillendirildiği, aydınlanmanın merkezi, kamunun çıkarlarının savunulduğu ve siyasal iktidardan bağımsız kurumlar olarak tanımlanır. Ülkemizde bunun böyle anlaşılmadığını üniversitelerin içine düştükleri derin sessizlikten anlıyoruz. Ülkenin yasal/değişik uygulamalarla geriye doğru çekilmek istenmesi girişimi, yolsuzluk/rüşvet olayları ile ülkenin yağmalanmasının önünün açılması, medyanın (yazılı, görsel) rant ilişkileri oluşturularak kontrol edilmesi ve son olarak sosyal (internet) medyanın iktidarın denetimine alınmasına sessiz kalmasına örnek verebiliriz. Siyasal iktidarın ortaya koyduğu “yasakçı/baskıcı anlayış” bulaşıcı bir şekilde üniversiteleri sarmıştır. Aldığı görevin bilincinde olan Yükseköğretim Kurulu da akademisyenleri ve öğrencileri duyarsız/ korkak hale getirmek için çaba harcıyor. En güzel örneği üniversite üst yöneticilerinin siyasal iktidarın “Gezi eylemlerinden” sonra başlattığı baskıcı uygulamalarına verdiği destektir. Siyasal iktidarın uygulamalarına koşut olarak eylemlere katılan/destekleyen öğretim elemanlarına soruşturma açılmış, bir bölümünün de üniversite ile ilişkileri kesilmiştir. Yine Gezi eylemlerine katılan öğrencileri saptayarak cezalandırmışlar, güvenlik güçlerine ve YURTKUR yöneticilerine ihbarda bulunarak tutuklanmalarını ve kredilerinin kesilmesini, yurtlarından atılmalarını sağlamışlardır. Yükseköğretim Kurulu uyguladığı baskıcı uygulamaları kalıcı kılmak için öğrenci ve çalışanlar disiplin yönetmeliklerinde değişikliğe gitmiştir. Yönetmeliklerde yaptığı değişikliklerle üniversiteleri öğrenciler ve akademisyenler açısından “açık zindan”lara dönüştürmeye çalışıyor. Öğrenci disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklik ile soruşturma geçiren öğrenciler kampusa giremeyecek. Soruşturma geçiren öğrenciler, haklarındaki inceleme tamamlanmadan okuldan uzaklaştırılabilecek. Sadece okul değil, kampustaki kütüphane, yurt, sosyal tesis ya da hastane gibi tüm binalara giriş yasağı gelecek. Bugüne kadar birçok üniversitede serbestçe ve siyasi amaçlar dışında da kullanılan “izinsiz olarak bildiri dağıtmak, afiş ve pankart asmak” kınama gerektiren bir suç olarak işlem görecek. Eyleme katılan öğrenciler bir yıl boyunca okuldan uzaklaştırılacak. Bu ceza, eyleme katılmaya zorlayanlar için iki yıla çıkacak. Üniversitelerin susturulması/susması bir ülke için iyiye yorulmaz. Ülkenin geleceğini sağlıklı inşa edemezsiniz. Korkak/yılgın/ürkek ve yeterli bilgi donanımından yoksun, sorgulayıcı olmayan insanların yaşadığı ülke olursunuz. Ülkemizin içinde hedeflenen budur. Bu nedenle konuşan bir üniversite için özgür/özerk üniversite mücadelesini yükseltmeliyiz. KOBİKART yaz boşluk bırak T.C. kimlik numaranı 4425’e gönder. akbankkobikart.com ya da Kart ve kredi talebi, tüm evrakların tamamlanmasının ardından başvuru değerlendirilerek olumlu bulunursa karşılanacaktır. Kart sahipleri, KOBİ Kart ile 15.000 TL’ye kadar TL Taksitli Ticari Kredi’yi şubeye gitmeden kullanabilmektedir. Akbank, ürünün koşullarında değişiklik yapma, durdurma hakkını saklı tutar. Detaylı bilgi: www.akbank.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle