04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MART 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 17 Aralık sonrası borsa 13 bin 70 puan birden düştü, yabancılar 506 milyon dolarlık hisse sattı Bu borsadan iş çıkmaz Dünyanın 10 finans merkezinden biri olma hedefindeki İstanbul se senedi piyasalarından yabancı kaçışının sürdüğünü Borsası son iki yılda bir arpa boyu yol alamadı. Üst düzey bir gösteriyor. İstanbul’un finans merYabancı yatırımborsa yöneticisi, endeksin iki yılda sadece 10 bin puan kezi olması hedefi bir yacıların 17 Aralık sonrası hisse na, borsanın inişli çıkışlı seysenetlerinde yaptıkları satışlar arttığını belirterek “Çok kötü durumdayız. Böyle ri mehter takımını andırıyor. 2 506 milyon doları buldu. Yıl bafinans merkezi olunmaz” dedi. Ocak 2012’de 51 bin 341 puanda şından bu yana ise hisse senetlerinPELİN ÜNKER olan endeks, Mayıs 2013’te 93 bin seviyesini aşsa da daha sonraki dönemde kayıplarını artırdı ve en son cuma günü 61 bin 770 puana kadar geriledi. Yani iki yılı aşkın sürede kazancı sadece 10 bin puan oldu. 17 Aralık operasyonu ise artan siyasi endişelerle borsadaki düşüşü hızlandırdı. 16 Aralık 2013’te 74 bin 843 puandan kapanan BIST 100 endeksi, operasyonla birlikte inişe geçerek 13 bin 70 puan birden düştü. Borsa ABD Merkez Bankası’nın (Fed) tahvil alımlarını azaltacağını duyurduğu 22 Mayıs’tan beri ise 31 bin 409 puan geriledi. Borsa İstanbul’un bu kötü gidişatı borsa kulislerinde de konuşulmaya başlan dı. 28 Şubat’ta Avustralya Viktorya Eyalet Hükümeti’nin Çırağan Sarayı’ndaki davetine katılan Borsa İstanbul’un bir üst düzey yöneticisinin yakın çevresine dert yandığı öğrenildi. Yemek çıkışında dostlarıyla sohbet eden yönetici, durumun endişe verici olduğunu şu sözlerle dile getirdi: “Çok kötü durumdayız. 2012’de 52 bindeydi işlemler. Şimdi 62 binde. İki yılda ancak bu kadar ilerleme kaydedebildik. Böyle finans merkezi olunmaz.” Yabancı kaçıyor Merkez Bankası (TCMB) verileri his den 280 milyon dolarlık çıkış yaşandı. Borsadaki yabancı payı yüzde 61 ile Temmuz 2005’den bu yana en düşük düzeye indi. Verilere göre yabancılar 21 Şubat haftasında 111 milyon dolar hisse senedi, 199 milyon dolar ise net tahvil satışı yaptı. Net tahvil satışı 17 Aralık’tan bu yana 2 milyar 296 milyon dolar, yılbaşından beri ise 1 milyar 751 milyon dolar oldu. Bu rakamlarla birlikte yılbaşından 22 Şubat tarihine kadar yabancıların toplam net satışı 2 milyar 31 milyon dolar seviyesine ulaştı. Bu yıl en yüksek miktarlı satışlar 31 Ocak haftasında yaşanmış, yabancılar 1.1 milyar dolar satış gerçekleştirmişti. İngiliz Long Finance tarafı “Küresel Finans Merke ndan yayımlanan zleri 2013” (Global Financia Endeksi Eylül l Centers IndexGFCI) raporunda İst anbul 80 finans merke zi arasında 44. sırada ye r alı Wellington (Yeni Zelan yor. Tel Aviv (İran), da), Man Adası, Hamilton (Bermuda) ve Abu Dhabi gibi merke zler listede İstanbul’d an önce geliyor. Liste nin ilk beşi ise sırasıyl a Londra, New York, Hong Kong, Singapu r ve Tokyo. İlk sıradak i Londra’nın puanı 794 iken İstanbul’unki 63 3. Söz konusu rakamlar , hükümetin İstanbul’u dünyanın ilk 10 finan s merkezinden biri yapma hedefine olduk ça uzak. Raporun 17 Aralık operasyonu ön cesi hazırlandığı da düşünülürse bu puan daha da düşebilir. GFI raporunda finan s merkezi olmak için gerekli olanlar şöyle sıralanıyor: Nitelikli insan gücü, düzenle me kalitesi, uluslararası finansal piyasala ra eri altyapısı, müşteriye eri şim imkânları, iş şim imkânları, adil iş ortamı, yaşam kalite si, vergi ve devlet düzenlemeleri. Hedef ilk 10, sıra 44 Tezkereden Bugüne Ülke siyasetinin bugün içine düştüğü çukur, gerçekte, dünün gelişmelerinin doğrudan sonucudur. Dünün gelişmelerinin içinde de tam 11 yıl önce yaşanan tezkere olayının ayrı bir yeri vardır. HHH Irak’a saldırmak üzere olan ABD askerlerinin ülkemizde konuşlanmasına olanak tanıyan tezkere 1 Mart 2003’te TBMM’de beklenmedik bir biçimde reddedildi. Çok önemli bir olaydı; ilk kez, bu ülkenin Meclis’i ABD’nin çok önemli bir isteğini geri çeviriyordu. Dünyayı sinema filmlerinde görülen kovboy ya da kasabanın şerifi anlayışıyla yöneten ve kendisine karşı çıkanları ağır biçimde cezalandıran ABD, bu olayı, o zamanki savunma bakanının sözleriyle kendisi için bir siyasi utanç saydı. HHH Tezkerenin reddedilmesini, o zamanki CHP’nin benim de üyesi olmaktan onur duyduğum, yönetimi ve Meclis grubuyla, tek bir yumruk gibi birlikte duruşu ve bir bölüm AKP milletvekilinin katılımı sağlamıştı. Sonrasında AKP hükümeti tezkerenin reddedilmesinden ABD gibi siyasi utanç duymuşçasına davrandı; ABD’nin her istediğini yapar duruma geldi. Tezkere ile ilgili Meclis tutanaklarının on yıllık gizlilik süresi geçen yıl sona erdi. AKP hükümeti o günlerde ABD ile yaptığı at pazarlıklarının ve diğer gizli işlerinin açığa çıkacağı korkusuyla olacak CHP’nin gizliliğin kaldırılması isteğini bir yıl önce geri çevirdi. Oysa tezkere tutanaklarının üzerindeki gizliliğin bir an önce kaldırılmasında ısrar edilmesi gerekiyor. Çünkü tezkere olayı AKP’nin şu sırada içine düştüğü bataklığa nasıl yuvarlandığı konusunda ipuçları verebilir. HHH Tezkerenin reddinden sonra olan CHP’ye oldu. Ülkede iktidarı biçimlendiren ABD, muhalefeti biçimlendirmez miydi? CHP üst yönetiminin de yetersizliklerinin katkısıyla CHP yeniden yapılandırıldı. CHP tezkere karşısındaki dik duruşunun sağladığı olağanüstü toplumsal desteği yeterince değerlendiremedi. CHP, partinin üye yapısını sağlıklı kılarak milletvekili ve yerel yönetim adaylarının saptanmasını ve yerel düzeyde siyaset üretimini yerel örgütlerine bırakmayı ve böylece partide demokrasi=ülkede demokrasi yaklaşımını yaşama geçirmeyi başaramadı. Ülkede de hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, basınyayın özgürlüğü; üniversite özerkliği ve sosyal haklar konularında demokratik açılımların öncülüğü üstlenilemedi. Tezkerenin reddi öncelikle barış içindi; CHP bu barışçı özünü, daha önce denemeye çalıştığı ancak başarısız kalan Kürt sorununun çözümünde, yeniden siyasal öncülükle sergileyebilirdi. Üstelik CHP üst yönetimi, parti içinden 30 dolayında milletvekilinin yaptığı demokrasi ve barış eksenli önerileri değerlendiremedi; tersine bu önerileri yapanları partiden dışlama yolunu seçti. Dışlama şimdiki üst yönetimi tarafından da sürdürüldü. O kadar ki, tezkereye ret oyu veren 178 CHP milletvekillerinin yalnızca 11’i bugün de milletvekilidir. Sonrasında da nasıl olduğu açıklanmayan oyunlarla CHP üst yönetimi çökertildi. Bununla da yetinilmedi. Partinin düşünce yapısı iyice sağcılaşan bir çizgiye evrildi. HHH Bugün Meclis’te CHP’nin 134 milletvekili var; kuşkusuz görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Ancak, hukuk devletini yok eden, yargı erkini yürütme erkine teslim eden son HSYK oylamasında toplam kaç milletvekili ret oyu verdi dersiniz? Yalnızca 28! Bunların kaçı CHP’liydi diye sormanın hiçbir anlamı yok. Ya Anayasa Mahkemesi’nin, CHP’nin HSYK Yasası’nın yürürlüğünün durdurulması başvurusunu eksiklerin giderilmesi isteğiyle geri çevirmesine ne demeli? Geçmiş, geri gelmez, ancak üzerindeki gizlilik örtüsü kaldırılan tezkere olayından gelecek için çokça ders çıkarılabilir. CHP ülkeyi iki siyasal İslamcı akımın yıkıcı baskısından Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkarak kurtaracak başarıyı önümüzdeki seçimlerde göstermelidir. Bunun için parti dışı koşullar çok uygundur. Yeter ki kendisi tezkere sonrası yaptığı yanlışları yapmadan toparlanmayı başarsın! nu, Halk Bankası’na yönelik 17 Aralık süreciyle ilgili iddiaları araştırdı. Komisyon Başkanı Hasan Fehmi Kinay, AA’ya yaptığı açıklamada, “Halk Bankası’na şu an Ekonomi Servisi Avustralya’nın Viktorya Eyaleti’nin önde gelen şirketleri geçen hafta perşembe ve cuma günleri Türkiye’ye çıkarma yaptı. Viktorya Hükümeti İnovasyon ve Turizm Bakanı Louise Asher önderliğinde, 25 Victoryalı şirketten oluşan delegasyon, İstanbul’da Türk yatırımcılarla bir araya geldi. Delegasyonda eğitim, sürdürülebilir kentsel tasarım, denizcilik ve moda endüstrisinden firmalar yer aldı. 7 moda firmasının moda pazarında Türk partner arayışına girdiği belirtildi. 28 Şubat cuma günü düzenlenen gala yemeğine Türk ve Viktoryalı işadamlarının yanı sıra Borsa İstanbul Başkanı İbrahim Turhan ve Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz da katıldı. Yemekte konuşan Louise Asher, Viktorya’nın Türkiye ile çift taraflı ticaretinin 230 milyon doları bulduğunu belirterek, ilişkilerin gelişmesi açısından Türk Hava Yolları’nın Melbourne’e direkt uçuş yapması için görüşmeEkonomi lerin devam ettiServisi TBMM ğini söyledi. KİT Alt Komisyo Viktoryalı şirketler yatırım avında Buğdayda yağmur alarmı Ekonomi Servisi Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, mart, nisan, mayıs yağışları mevsim normallerinde olsa bile buğdayda 27 ilde rekolte kaybı olacağını söyledi. Bayraktar, TZOB’un “20132014 Tarımsal Üretim Dönemi Kuraklık Risk Tahmin Raporu”nu açıkladı. Buna göre, mart, nisan, mayıs yağışları mevsim normalleri civarında oluşsa bile 2014 yılı buğday rekoltesinin geçen yıla göre yüzde 14.3 azalarak 18.9 milyon tona inmesi bekleniyor. Ancak yağışlar normalin üzerinde olursa rekolte kaybı azalacak. Buğday rekoltesinde şu anda tahmin edilen kayıp oranı, Akdeniz Bölgesi’nde yüzde 24.9, İç Anadolu Bölgesi’nde yüzde 23, Karadeniz Bölgesi’nde yüzde 15, Ege Bölgesi’nde yüzde 13, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 5, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yüzde 4. Şemsi Bayraktar KİT Komisyonu’na göre Halkbank ‘suçsuz’ itibarıyla savcılık tarafından herhangi bir suç duyurusu bulunmuyor. Uluslararası mevzuata ve bankacılık mevzuatına aykırı herhangi bir işleme rastlanmadı. Kara para aklamayla ilgili herhangi bir suç unsuru ne 17 Aralık öncesinde ne de sonrasında söz konusu” dedi. Kınay, Komisyon olarak gerek Halk Bankası gerekse onu denetleyen BDDK, MASAK, Merkez Bankası, Sayıştay gibi kurumlar nezdinde konuyu takip ettiklerini anlattı. Bankaya yönelik en önemli iddianın İran ile yapılan altın ihracatına ilişkin olduğuna işaret eden Kinay, “Maliye Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre iddia edilen 10 milyar Avro gibi hayali ihracata dayalı vergi iadesi söz konusu değil. İade 1 milyar 348 bin dolar” diye konuştu. Bankacılık sektörü dışında birtakım farklı suç unsurları söz konusu ise bunun şahısları bağladığını söyleyen Kinay “Onlar da bugün yargı önünde hesap veriyor. Bu hadiseler bankanın tüzel kişiliğini gölgelememeli” dedi. Birinci Dünya Savaşı’nın hiç beklenmedik biçimde, hiç istemeden, birçok hatalı adımın sonucunda başladığını vurgulamak için “uyurgezer gibi savaşın içine yüründü” ifadesi kullanılır (Sleepwalkers, Chritopher Clarke, 2012). Bu savaşın 100. yılında yine benzer bir yürüyüşten söz etmek olanaklı. ABD ve Avrupa’nın bir hesap hatası, Rus ordusunun Kırım’a girmeye başlamasına neden oldu. Birçok yorumcu Asya’da Japonya ile Çin’in küçücük bir ada için bir savaşa doğru ilerlediğini düşünüyor. Çok yönlü, karmaşık ittifaklar, rekabet kaygıları içinde büyük güçlerin manevra alanları giderek daralıyor. Korkutucu bir tartışma Yukardaki manzaraya bir de geçen hafta ABD’nin etkili dış politika dergisi The National Interest’te rastladığım bir tartışmayı eklemek istiyorum. Tartışmanın konusu şöyle: Güney Kore ve Japonya bir aşamada nükleer silahlara sahip olmaya karar verirlerse ABD’nin tavrı ne olmalı? Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın (NSYÖA) kurallarını mı öne çıkarmalı yoksa jeopolitik çıkarlarını mı? Bu soru önemli, çünkü Güney Kore, Japonya kısa zamanda nükleer bomba yapabilecek teknolojiye, kaynaklara sahipler. CSIS’nin (Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi) Pasifik Forumu’ndan David Santoro, 30 Ocak’ta yayımlanan yazısında, ABD’nin Asya müttefikleri, Kuzey Kore’nin gittikçe artan saldırgan tavırları, Çin’in giderek daha dayatmacı biçimler alan dış politikasına tepki olarak, NSYÖA’yı bir kenara iterek nükleer silah yapma yoluna gidebilirler; eğer bu gerçekleşirse ABD bu ülkelerle olan savunma anlaşmalarını iptal etmeli, onları kendi hallerine bırakmalı, diyor. Centre for New American Security (Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi) uzmanlarından Elbridge Colby ise Santoro’yu bu önemli sorunu gündeme getirdiği için kutluyor, ancak verdiği cevabın yanlış olduğunu savunuyor (National Interest 28/02). NSYÖA iyi bir anlaşmadır ama neticede amaç değil araçtır; ABD dış politikasının temelini oluşturmaz. “NSYÖA yüksek öneme sahip bir maldır” ama değiştirilemez bir mal değildir. ABD Güney Kore ve Japonya’nın kendi nükleer silahlarını ABD’den bağımsız olarak geliştirmelerine tabii ki karşı çıkmalıdır ama geliştirdikleri bir durumda, bu ülkelerin çıkarları, ABD’nin ulusal çıkarlarından büyük ölçüde farklılaşmadıkça, ABD bu ülkelerde ittifakına son vermemelidir. Kısacası Colby, ABD’nin, Çin’in yükselişine karşılık Güney Kore ve Japonya’nın nükleer silah yapmasına yeşil ışık yakabileceğini savunuyor. Bu koşullarda NSYÖA’nın çökeceğini varsaymak, Ortadoğu’dan Asya’ya, hatta (Almanya’nın Münih Güvenlik Konferansı’nda dile getirildiği gibi, II. Dünya Savaşı’nın mirasının gölgesinden çıkarak, savunma doktrinini değiştirmeye hazırladığını da düşününce) belki de Avrupa’ya kadar bir Tehlikeli Bir Gidiş… nükleer silahlanma yarışı olasılığı da kaçınılmaz olarak gündeme geliyor. Bu tartışma, ABD’nin Asya’ya yönelmesinin bir ‘bumerang’ etkisi yaparak ABD çıkarlarını vurmaya başladığına ilişkin tartışmayla yakından ilgili. The Asia Times’da Peter Lee’nin gözlemlerine göre bir taraftan ABD’nin müttefikleri kısa dönemde bu yönelimden cesaret alarak Çin’e karşı daha uzlaşmaz, daha atılgan, hatta düşmanca davranmaya başlıyorlar. Diğer taraftan ABD’nin geçmişteki tutumlarını (örneğin Japonya Hiroşima’yı, ABD’nin aniden Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımasını, Plaza Anlaşması’yla Japonya’nın ekonomisini torpillemesini), ABD’nin olayları belirleme gücünün azalmaya başladığını düşünüyor, ABD’den bağımsızlaşarak kendi başlarının Bumerang çaresine bakmayı amaçlayan politikalara yöneliyorlar (The Asia Times, 28/02). Almanya gibi, Japonya’nın da artık II. Dünya savaşı sonrası düzenin getirdiği sınırlamalardan kurtulmaya karar verdiği, ABD’nin uyarılarına, isteklerine kulaklarını kapamaya başladığı görülüyor. Japonya’nın muhafazakâr, milliyetçi başbakanı Abe’nin, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin, Çin ve Güney Kore’nin tepkilerini düşünerek yaptığı uyarılara aldırmayarak, savaş suçlularının yattığı Yasukuni anıt mezarına ziyaret etmesi önemli bir örnek oluşturuyor. Wall Street Journal’da geçen hafta yayımlanan bir araştırma yazısı, Japonya’da milliyetçi, hem Çin, Kore hem de ABD karşıtı duyguların hızla artmakta olduğunu gösteriyordu. WSJ’e göre yeni bir genç milliyetçi politikacılar kuşağı, bir Japon “Çay Partisi” yükseliyor. Yuka Hayashi’nin araştırması, popüler kültürde, 2030 yaş kuşağında Çin ve Kore düşmanı söylemlerin yaygınlaşmaya başladığına işaret ediyor. Kışkırtıcı milliyetçi başlıklarıyla bilinen İrade isimli bir derginin satışları iki yılda yüzde 30 artarak 100.000’i geçmiş, okuyucu profili geleneksek 50+ yaş ortalamasından 2030 yaş ortalamasına değişmiş. Sonra, Başbakan Abe’nin yakın dostu, yazar Naoki Hyakuta’nın “Ebedi Sıfır” adıyla sinemaya uyarlanan, kamikaze pilotlarının kahramanlığı üzerine kurulu romanı var. Bu film sekiz hafta listelerde 1. sırada kalmış, sinema endüstrisinde on yıllardır görülmeyen bir gişe performansı sergilemiş. Abe’nin kısa süre önce ulusal radyo televizyon kurumunun yönetim kuruluna atadığı Hyakuta’nın, nükleer bombalara göndermeyle dile getirdiği “1945’te ABD Japonları katletti” sözleri de geniş tartışma yaratmış. Japonya’da hem Çin’i, Kore’yi hem de ABD’yi hedef alan bir milliyetçilik gelişirken, Çin de ABD’nin bölgeye yönelimine cevap olarak, Japonya ile gelişen sorunlara uygun bir “Büyük Strateji”, 19. yüzyılda Bismarck’ın Avrupa’da kurduğu karmaşık ittifaklar ağına benzer bir Asya “haritası” oluşturmaya çalışıyor (Fransesco Sisci, The Asia Times, 26/02). Asya’da Çin ve Japonya kimi gözlemcilere göre adım adım olası bir savaşa doğru ilerlerken, her iki ülkede bu ilerleyişe uygun bir milliyetçi, hatta ırkçı kültür gelişiyor. Batı’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle oluşan kriz, Avrupa’nın NeoNazilerini dayanışma için Kiev’e çekerken, Rusya’nın Kırım’a girmeye başlamasıyla “beklenmedik” silahlı çatışma olasılıklarını ya da Batı’nın Rusya’nın refleksini sineye çekmek zorunda kalması gibi, gelecek yılları radikal biçimde etkileyecek gelişmeleri, yukardaki resmin içine eklediğimizde, ortaya dejenere olmaya başlayan bir dünya düzeni çıkıyor. Bu düzen içinde Gürcistan, Tayland gibi Ukrayna benzeri parçalanma, askeri müdahale senaryolarını içeren kriz noktaları çoğalmaya devam ediyor... Ne yazık ki böyle bir dünyada Türkiye dış politikada fiyasko üzerine fiyasko üretmiş, yolsuzluk, hırsızlık iddiaları altında meşruiyetini hızla kaybetmekte olan bir siyasetçiler grubu tarafından yönetiliyor! Balık fiyatları uçtu Ekonomi Servisi İstanbul Ticaret Odası (İTO) rakamlarına göre şubatta fiyatı en fazla artan ürün yüzde 36.78 oranla balık oldu. İTO’nun İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi’nde yer alan 242 ürünün 85’inin perakende fiyatı artarken, 13 ürünün fiyatı düştü, 144 ürünün fiyatı ise değişmedi. Fiyatı en çok artan ikinci ürün yüzde 19.17 ile mandalina olurken, ayva yüzde 10.99 artış oranı ile üçüncü sırayı aldı. Karnabahar yüzde 14.84 oran ile fiyatı en fazla ucuzlayan ürün olurken, bunu yüzde 9.70 düşüşle ıspanak izledi. Fiyatı yüzde 5.97 oranında gerileyen pırasa ise üçüncü sırada yer aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle