19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 MART 2014 PAZARTESİ 6 PAZARTESİ SÖYLEŞİLERİ otoğrafçı arkadaşım F Vedat’la çok kalabalık olduğunu umduğum adam genç TÜBİTAK’lı RTE Ordu İttifakı (Yeni Dönemin İşaretleri 2) AKP iktidarıyla ABD’nin kopuşu, şüphesiz Gezi sürecinden önceye gider. Gezi sürecinde “dış düşmanlar, fazi lobisi” vb gibi sloganların söylediği, Gezi’yi ABD’nin kışkırttığıdır, Yeni Şafak gibi AKP gazetelerinin başlıkları ve analizleri, bunu net olarak gösterir. Amerikan büyükelçisine de haddi bildirilir! ABD’nin kışkırtmalar yaptığı doğru da Gezi protestolarının ABD’ye zerre ihtiyacı yoktu! Türkiye’yi izleyen bir gözlemci, Gezi ile, AKP iktidarına karşı biriken büyük halk tepkisinin dışavurumu olduğunu görür. ABD şüphesiz RTE’nin iktidardan düşmesinden memnun olur! Ama yerine örneğin Gül’lü bir iktidarı öncelikle tercih eder. Sorunu AKP ile değil, RTE ve ekibiyledir! Harem’deki otobüs terminaline gidiyoruz. Meğer bu terminal 2015’te tümüyle kalkacakmış, şimdiden öyle ıssız, öyle hüzünlü ki… Etrafıma bakınırken Karşı gazetesi okuyan genç bir adam görüyorum. Yanına gidiyorum, merhaba diyerek kendimi tanıtıyorum. Beni tanıyıp masasına davet ediyor ama ancak arkadan fotoğraf çekilmesine izin veriyor. İki haftalık izne çıkmış, “Nerede çalışıyorsunuz?” diye soruyorum, gülerek “TÜBİTAK’ta” diyor, galiba zorunlu izinde. 2015’te boşaltılacakmış. Terminal ıssızlaşmış gene de bu ıssızlıkta TÜBİTAK’ta çalışan ve zorunlu izin almış genç bir mühendise rastlamak mümkün. l Meğerse Harem Terminali, Pek üstelemiyorum. Annesi Amerikalı, Amerika’da okumuş ve altı yıl önce Türkiye’ye gelmiş. Bir süre susuyoruz, sonra o “siz gerçekten bu dinleme işlerinin TÜBİTAK’tan mı çıktığını sanıyorsunuz. Amerika’da öyle kuruluşlar var ki, telefonları dinlemek, şifreleri çözmek onlar için çocuk oyuncağı. Birini dinlemek isterseniz buna hiç kimse mani olamaz. Ama bizim başımız yanacak, belli oldu. Ben de bu tatilde, Ankara’da iş arayacağım. Benim de ipimi kesecekler bu belli.” Ona başka soru sormuyorum, derdi kendine yeter. İyi yolculuklar dileyip oradan uzaklaşıyorum. Sokağın kafası karışık pazarlarında ‘Seçim koşusu nasıl bitecek’ sorusuna yanıt aradık IŞIL ÖZGENTÜRK ir İstanbul günü... Bugün kararlıyım, eczanelerde, marketlerde, pazarlarda, yolcu terminallerinde önüme kim çıkarsa, kim benimle konuşmak isterse, ona soracağım? Bugünlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Aklınız hâlâ yerinde mi? Ve bu seçim koşusu nasıl bitecek? Kime oy vereceksiniz? En iyisi mahalle eczanesinden başlamak. Eczacımızla yakınlığım Gezi eylemleri sırasında başladı. Eczacımız, eylem günlerinde ne olur ne olmaz, gençlerin biber gazından korunmak için yüzlerine sürdükleri Talcid, (aslında bir mide ilacıdır) depolardan toplanır diye, eczanesine koli koli Talcid sipariş etmişti. Mahalle kadınlarıyla birlikte üç ölçek suya, bir ölçek Talcid koyarak az cephane yapmadık. O da ne, eczacı arkadaşım son derece sinirli. “Az önce bir antidepresan almak zorunda kaldım” diyerek söze başladı. Ne oldu? Canını sıkan ne? “Daha ne olsun” diyerek başladı anlatmaya: “Kırk yıllık müşterim, sevdiğim bir insan, ne dedi biliyor musun? Efendim, Tayyip Erdoğan bu kadar parayı, fakirlere yardım için toplamış. Bu nedenle helal paraymış.” Vay canına, bu din nasıl bir şey!.. Adın bir kere dindar diye çıkmasın, her türlü üçkâğıdı yapabilirsin ve seni bağışlarlar. Bağışlamak için bir sebep bulurlar. Demek fakirler için toplanmış bu para? Bir kere yola çıktım ya, dönüş yok, moral bozukluğu yok, uygun adım marş marş ileri! İstanbul ’un eczanelerinde, marketlerinde, Pazarlarımız öyle renklidir ki, sanki bütün Türkiye oradadır... (Fotoğraflar: VEDAT ARIK) B yemeden kurtarırsan, bravo sana” diyerek emin adımlarla, görevime devam ediyorum. Usulca uzaklaşıp kendimi yeniden yollara atıyorum. Fotoğrafçı arkadaşım Vedat’la büyüleyici bir semt pazarına giriş yapıyoruz. Dünyanın bunca yerini gezdim, hepsinde pazarlara gittim ama bizdeki pazarlar gibisi yok. Öyle bir zenginlik ki, başdöndürücü, hele de o kuruyemiş tezgâhları yok mu? İnsanı baştan çıkarıyor, kuruyemişçi Bitlisli ama tam on yıldır Bitlis’e ayak atmamış, “Sen” diyor, “Bitlis cevizi al, Maraş’ın adı çıkmış, iyisi Bitlis’tir.” Tavsiyeye rağmen ben Maraş cevizi alıyorum, tezgâhta Kudüs hurması alan orta yaşlı bir kadın, böldüğü hurmanın yarısını bana uzatıyor “Ellerimle böldüm, buyur” diyor. Teşekkür edip alıyorum. Başı bağlı, hoş giyimli bir kadın, “Benim çocukları bunlarla besliyorum” diyor. “Bunlar adam azdırır” diyorum, “Öyle” diyor, “ben de onları spora yolluyorum, başka kötü şeylere bulaşmasınlar diye…” “Hangi kötü şeyler?” diye soruyorum, “Aman sokaklardan uzak olsunlar, sokaklar kötülük dolu!” “Nasıl?” “Anarşiye bulaşmasınlar istiyorum, Gezi olaylarında kurban olduğum kaç genç öldü, benim çocuklar yaşında. Kıyamam. ” Bu arada güneşte kurutulmuş bir kayısıyı tezgâhtan alıyor ve bölüp gene bana uzatıyor. “Benim öğlen yemeği rızkım doldu, bu kadar” diyor, “Diyet mi yapıyorsunuz?” “Evet, bir beyin kanaması geçirdim, çok hareketsiz kaldım, kilo aldım.” Birden “Siz seçimlerde oyunuzu hangi partiye vereceksiniz?” diye soruyorum. Biraz düşünüyor “Ben” diyor, “eşimin partisine oy vereceğim?” Eşinizin partisi hangisi? “AKP” diyor, “bizim üç seçimdir evcek oyumuz AKP’ye. ” Selamlaşıp kuru yemiş tezgâhından ayrılıyorum. Bu arada Vedat beni buluyor ve çay içmek istiyoruz. Tam o sırada, bir seyyar çaycı ayağımıza geliyor. Yüzü bir film kahramanı gibi etkileyici, bir elinde servis tepsisi, öteki elinde bir sehpaya raptedilmiş kocaman dev bir çaydanlık. Çaylarımızı alırken ben soruyorum, “Bu iş para getiriyor mu?” “Getirmez mi abla” diyor, “ben on beş yıldır bu işi yapıyorum, her gün bir pazardayım. Hamdolsun.” “Vergi yok, tezgâh parası yok, bu işi nasıl akıl ettin?” “İşte incelik burada” diyor, “şu sehpayla çaydanlığı bir araya getirmekte. Bu İstanbul var ya, kimseyi parasız bırakmaz. Böyle.” “Sen aslen nerelisin?” “Ben mi? Ben Diyarbakırlıyım ama Diyarbakır’ı hiç görmedim.” “Hadi sana bir soru, önümüzdeki seçimde oyunu hangi partiye vereceksin?” “Anlamadın mı? Diyarbakırlıyız dedik, elbette oyumu HDP’ye vereceğim. Şimdi beni tutma, bak karşıdan çağırıyorlar.” Başbakan, epeydir, kendisini iktidarda görmek istemeyen ABD/Batı karşısında, “kamp değiştirme” seçeneğini geliştiriyor. Şanghay Beşlisi bu bağlamda gündeme geldi, Türkiye’yi gözlemci statüsüne soktu. RTE hatta Putin’e, resmen bizi alın dedi. RTE, otoriter/diktatoryal yönetim biçimini, Şanghay Beşlisi ve bu bağlamda Avrasya seçeneği ile sorunsuz sürdüreceğine inanıyor. Şimdi bir soru: Jöleli’yi (Yiğit Bulut) danışman olarak neden ve niye aldı? O kadar adam varken yağlayıp bağlayan... Jöleli, RTE’yi yerden yere vururken iktidara yakın gazetelere ve televizyonlara geçince saf değiştirdi ve RTE’yi sevdi. Onun üzerine teoriler, büyük ve güçlü Türkiye masalları inşa etmeye başladı. Yeni Osmanlıcılık yayılmacı politikaları destekledi, alt emperyalist teoriler geliştirdi... Jöleli, MHP’ye yakındı, milletvekili bile olmayı bekledi; ekonomide ulusal gelişmeye destek verirdi... Yabancıların Borsa vb ile Türkiye’yi nasıl soyduğunu çıktığı programlarda anlatır ve yazılar döktürürdü! Ve bu tutumuyla da medya ve geniş çevrelerde “ulusalcı” olarak tanındı. RTE’nin Jöleli’yi baş danışmanları arasına katması, onu dış toplantılara da (Berlin’e mesela) götürmeye başlaması, aslında “Batı’dan kopuşu” veya Batı’dan dışlanması ile benzer zamanlara denk gelir. RTE, dolar krizinde faizi artıralım diyen Babacan’a “Ama Yiğit öyle söylemiyor” demektedir! Yiğit Bulut, yeni döneminde RTE’nin beslendiği düşünce deposudur! Bu yeni dönemin dışavuran karakteristik özelliklerinden biri, şüphesiz ki Silivri davalarının sonlandırılmasıdır. RTE, cemaatten kopuşla birlikte bu davalardan da koptu. Cemaatten kopuşu ile Batı’dan kopuşu ve ılımlı İslam projelerinin sona ermesi, hepsi birbiriyle bağlıdır. Cemaat ve Batı’dan kopunca, Silivri davalarının (Ergenekon ve Balyoz’u) sürdürmesinin zerre kadar bir anlamı kalmadı. Bunlar tamamen uydurulmuş siyasi davalardı! Bakıyorum bazı yandaş yazarlara hâlâ Ergenekon suçlarından falan bahsetmiyor mu! (Ali Bayramoğlu gibiler)... Gülüyorum; zerre kadar olayla yakınlık kuramamışlar ve hâlâ ciddi ciddi retoriklerini sürdürüyorlar! Devre dışı kaldıklarının, aslında kendilerine verilen görevlerin sona erdiğinin farkında bile değiller... Hey! Siyaset değişti! Birileri kulaklarına bişiler söylesin! Bu işi en iyi Yiğit Bulut yapabilir! RTE’nin yeni politikası, yeni ittifaklar gerektirir. Şüphesiz ki TSK kaçınılmaz baş müttefiktir. Ordunun desteğini almadan bu dönüşümü yapması mümkün değil. Ordu hazır. Çünkü, kendisine kurulan kumpasın arkasında Amerikalıların olduğunu biliyor artık! CemaatABDAKP ortaklığının, ilk iki kanadı çözülünce, geriye AKP ordu ortaklığı zorunlu olarak da kalır. Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılanan subaylarda, büyük bir ulusal uyanışdönüşüm var. Kitaplarına bakın. Aslında bu geç bir uyanış; ordunun ipini ABD somut olarak 2003’te Irak’ta subayların başına çuvalları geçirerek çekti... TSK, NATO ordusu olma tercihini çöpe atıyor gibi? Dün yayılan bir haber (Habertürk) ilginçtir: TSK artık ABD’ye yetiştirilmek için öğrencisubay (ünlü West Point’e) göndermeyecek, Güney Kore ve Çin’e gönderecek! RTE ile Ordu arasında bu buluşmanın şartlarından biri de orduya kurulan bu kumpasın sahiplerinin bulunmasıdır. Şüphesiz RTE de canı gönülden buna hazırlanıyor. Hep yazdım, cemaat hakkında açılacak soruşturmalarda en büyük delil, Ergenekon ve Balyoz süreçleridir... Polisinden girerler, savcısından ve mahkemesinden çıkarlar! Balyoz da birtakım haklı yasal durumlar ortaya konarak çökecektir. Cemaatin güdümündeki Yargıtay’ın da (özellikle 9. Dairesi) değişmesi gündeme gelecektir. TSK ortaya çıkan yolsuzlukrüşvet olaylarını yutar mı? En azından öncelikli mesele onlar açısından yolsuzluk olmadığı, bu zaten muhalefet partilerinin ve yargının sorunu olduğu açıktır. Peki sonrası? Gündemde daha çok soru var: RTE şu kısa süre içinde iktidarda kalabilir mi? 30 Mart seçimlerinden sonraki durum ne olur? RTE iktidarda kalırsa ABD ne yapabilir? RTE “ulusalcı/Avrasyacı” tutum alırsa, bazı ulusalcı çevrelerden destek alır mı? ABD’de darbe düşüncesi uyanır mı? Ayrıca buna ordudan taraftar bulabilir mi? RTE yerine Gül geçirilmek istenirse bunun yolu yordamı ne olur? CHP ABD için bir alternatif mi? CHP ile Türkiye’nin Batı’ya bağlılığı ve bağımlılığı sürdürülür düşüncesi doğru mudur?.. Var oğlu var... Ama... Hiçbir şey mutlak değildir. Ne ABD’nin ne RTE’nin vb siyaset üzerinde “mutlak yönlendirmesinden/gücünden” bahsedebiliriz... Şu seçimleri bir görelim... Daha neler yaşayacağız, bakın hele! RTE yeni kamp arıyor; ve Jöleli Film kahramanı gibi... Kopuşun getirdiği: Silivri çöküşü RTE ordu ittifakı mis kokusunda sohbet ediyoruz. Pek çok anne gibi çocuğunun geleceğinden kaygılı... l Ezgi Hanım’la mimozaların ayyip sana bakıyorsa bana da bakacak! Yolum bir markete düşüyor, büyücek bir market, üç dört kişi alışveriş yapıyor. Bu arada orta yaşlı, oldukça iyi giyimli bir kadın kasaya yaklaşıyor ve kasadaki kıza yalvararak “Ne olur bir parça peynir ver, çocukların çok canı istiyor, yalvarıyorum, Allah aşkı için…” Kasadaki market sahibi belli ki bıkmış, kadına “Hadi hadi, Tayyip Erdoğan’a git, o sana baksın” diyor. Kadın şöyle bir duruyor, o sırada kasanın üstünde duran benim sigaralara bakıyor, “Tayyip Erdoğan belli ki şu sigara alanı bir güzel görmüş, ben peynir alamıyorum, o iki tane sigarayı bir anda alıyor” diyor. Bir an bir sessizlik oluyor. Ardından kasadaki kadın, yüzünde sert bir ifade, “Yan tarafa geç sana biraz peynir versinler” diyor. Kadın yana doğru ilerlerken “Madem Tayyip sizi görüyor, siz de bizi göreceksiniz” diyerek adeta zafer kazanmış gibi gülümsüyor. Kendi kendime, “Işıl bugünü dayak T ‘Oğlumun zgi ve Nevim Hanım’la, E kadınların çalıştırdığı bir pazaryeri açıkhava kahvesin geleceğini çaldılar’ de bir yandan taze yapılmış mercimek köftesi yiyoruz, bir yandan laflıyoruz. Nevim Hanım hayatından çok memnun. İki kez evlenmiş, ikinci evlendiği kişi bir huzurevinde yaşıyormuş, aracı vasıtasıyla birbirlerini tanımışlar. Nevim Hanım, üç yıl önce Uğur Mumcu’da 180 bin liraya aldığı evin şimdilerde 450 bin lira yaptığını söylüyor. Hamdolsun yeni kocası ona hem evini almış hem yazlığını, şimdi kocası ölünce eline geçen 800 yüz lirayla idare etmeye çalışıyor. Eskiden bir kilo kıyma alırmış, şimdi yarım kilo alıyor. Ve insanların boşuna şikâyet ettiğini düşünüyor. Ona göre bu düzen böyle gelmiş, böyle sürermiş. Bu arada elektronikle uğraşan oğlunun işleri bozulmuş, evini bile satmak zorunda kalmış, Nevim Hanım’ın yanına sığınmışlar. Olsun, hallerinden hiç şikâyetçi değillermiş. O Diyarbakırlı ama Diyarbakır’ı hiç görmemiş ve kendi icadı çay tezgâhıyla Allah versin, hayatını gül gibi sürdürüyor. ‘Ağladım, yalvardım’ azar yerindeyiz ya, sürekli alışveriş yapıp, bir yandan da kim hangi partiye oy verecek öğrenmeye çalışıyorum. Elimde bir mikrofon arkamda da bir kamera olmadığı için işim pek kolay değil... Ülkenin bu karışıklığında, anketler nasıl yapılıyor, kaç anketçinin yüzüne kapı kapanıyor, gerçekten merak ediyorum. Pazara yakın bir kahvede oturuyorum, yaşlıca bir adam, sırtında ağır bir torba, elinde iki düzine kadın çorabı kahveye giriyor. Utangaç bir tavırla, özellikle kadınlara doğru gidiyor, elindeki çorapları uzatıp, “Üçü on lira” diyor. Birkaç kişi çoraplara bakıp, uygun görüyorlar ki alıyorlar. Sıra bana geliyor, “Başka desenler var mı?” diye soruyorum, torbadan yeni çoraplar P Sorular, sorular, sorular... genç olan Ezgi Hanım ise isyanlarda! Kendi ve kocası çalıştığı halde oğlunu bir devlet okuluna vermek zorunda kalmış. Şu günlerde çocuğu olan ve onun eğitimini dert edinen her anne gibi, “Benim çocuğumun geleceğini çaldılar” diyor başka bir şey demiyor. Mecburiyetten CHP’ye oy verecekmiş, “Hiç olmazsa onlar daha az çalarlar” diyor. İ syan... Hemen yanıbaşımızdaki daha çıkıyor, ben bakıyorum, bu arada işime devam etmem gerek. “Nerelisin” diye soruyorum, “Edirneliyim” diyor. “Ben onları hep çalgıcı bilirdim” diye sözü sürdürüyorum. “Yok ben de o kabiliyet yok. Bu iş de ikinci işim, aslında ben hafriyat kamyonu kullanıyorum, boş vakitlerimde de bu işi yapıyorum, oğlana para gerek.” “Oğlun okuyor mu?” “Evet, bu yıl Ankara’da Gazi Üniversitesi’ni kazandı ama bursu çıkmadı. Özelde kalıyor, 600 lira, az para değil. Her yere telefon ettim, milletvekillerine yalvardım, yok burs çıkmadı.” “Tabii çıkmaz, görmüyor musun, paralar uçtu gitti. ” “Yok öyle değil, senin dediğin gibi değil o paralar aklanan paralardı, bizim oğlanın bursuyla alakası yok.” “Nasıl yok, yapmayın.” “Kara para her hükümet zamanında aklanır, ayrıca Tayyip çok iş yaptı bu ülkeye. Denizin altından tren geçirdi, az iş mi?” “Peki kendinize sormuyor musunuz? Ben neden yoksulum, oğlum neden bursa muhtaç?” “Ben biliyorum, sonunda ne yapıp edip, bu bursu çıkaracağım, o zaman oğlum geriye dönüş de alacak... Üç yüz liradan hesapla. ” Artık hiçbir söz söylemek istemiyorum, üç tane çorap alıp bu canımı fena halde sıkan konuşmaya bir son veriyorum. Evet, sevgili okurlar, bu seçimler tam bir kaos ortamında yapılacak. Sanırım pek de sürpriz olmayacak. Canım sıkkın, evime dönüyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle