29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2014 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Engeliniz Pranganız Olmasın! Boyun Eğmeyin! Hakkınızı Arayın! Masal Yapın Kendinize Hep kendinden söz ediyorsun diyorlar? Bu bir eleştiri, biliyorum. Ama bunca birbirinin içine girmiş olaylar karşısında susacak mıyız ya da daha çok bağırmayacak mıyız? Ne değişecek durmadan halkımızı rahat uykusundan uyandırmaya çalışmakla, başarabilecek miyiz? Hepimiz bu hengâmenin içindeyiz. Yeni değil, yıllar hep böyle geçti, geçmekte. İşimiz yazmaksa bu görevi gereği gibi yerine getirmek kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çaresiz bizler de işin içindeyiz. Kaçarak saklanacaksak o başka? Yılların yazarı elbette sessiz kalamaz. Her sabah gazetedeki sütununda gördüğünü, bildiğini anlatır. Ben de kendimden söz ederken çoğalıyorum, birden koskoca bir toplumun kendisi oluyorum? Şair Behçet Necatigil’in dediği gibi: “Yıllar yılı yanımızda. Kavruldun yağımızla / Hiç bu böyle kalır mı / Biraz geç de olsa / Göreceksin hayatın sana da güldüğünü / Sabret yoksa / Nasıl mı? / Topraklarda tohumlar vardır / Karlar altında kış boyu / Kış geçer bir bahar günü / Çiçek açar toz pembe. Tıpkı öyle” Ben derken sizler söylüyorsunuz sanki. Oysa kendimiz dediğimizdeki gerçek, birbirinden kopmaz bir insanlar topluluğu olmamızdır. Hepimizde toz pembe günlerin susuzluğu vardır. Bir özlemdir ki yitip gitmez... Her birimiz bunu yaşarız. Ama nedense açıklamaktan korkarız... Korkmadan ürkmeden acaba ne diyecekler diye çekinmeden yazmak içinizden dışınızdan geçen şiirleri?.. Her şiirde bir şair vardır ama o şiirin sahipleri çoktur... Kuşaktan kuşağa gelen şiirlerle dostluk etmek gerçek bir varlık olmanın bedelidir. Bakın şair Şükran Kurdakul ne yazmış: “Bahçelerde çiçek kokarken henüz / Ağacınız varsa sizin / Masal ağaçları yapın kendinize / Seven şarkılar söyleyin / Rüzgârlara yelken dolarken henüz / Deniziniz varsa sizin / Masalınız varsa sizin / Masal denizleri yapın kendinize.” Bitirememiş şair, şunları da demiş: “Masalınız varsa sizin / Masal silahları yapın kendinize / yaşamı ateşe vermeyin” Aslında eveleyip gevelemeye gerek yok. Engelliler ayakaltında istenmiyor, göz ardı ediliyor. İşe alımda, eğitimde, hakların kullanılmasında her türlü ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Kurumlar, diğer kurumun kabul ettiği sağlık raporunu kabul etmiyor, yeniden hastane yollarına düşürüyor insanları. Kimin bu canları, doktor kapılarında helak etmeye hakkı var? Av. İSMAİL ALTAY İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Engelli Hakları Merkezi Koordinatörü B ir gün siz de engelli olacağınızın farkında mısınız? Belki doğuştan bir engeliniz yok. Belki hiç kaza da geçirmeyeceksiniz. Belki maganda kurşunu ya da çöplükte patlayan bombanın parçaları sizi bulmayacak. Artık günümüz Türkiyesi’nde gazilere de ters bakılıyor, gazi de olmayacaksınız. Hatta belki hatalı tedavi kurbanı da olmayacaksınız. Ama bir gün engelli olacaksınız. Yaşlanacak, hareketleriniz kısıtlanacak, şimdi üzerinde seke seke gezdiğiniz kaldırımlar bariyer haline gelecek, çarpıp düşeceksiniz. Düşünün bir kez, özgürlüğün müjdecisi gökkuşağı merdivenler bile engel olacak size. Yollar bitmez, yazılar görünmez, sesler işitilmez olacak. Dahası, siz anlaşılmaz olacaksınız. Dünkü çocuklar, sizin dünyayı tek elinizle kaldırdığınız günleri bilmeyecek, “kocamış kurt …” olacaksınız. Öldüğünüzde tabutunuz merdivenden inemeyecek, asansöre sığmayacak. Bilin, bilin bunları da, engellilere engel olurken, geleceğiniz gözlerinizin önüne gelsin. topluma erişimini sağlayacak ve onları sosyalleştirecek birtakım nesnelerin ne olduğu bilinmiyor. Görme engellilerin erişimini sağlayan kaldırım taşları, bazı ağaçların etrafında süs olarak kullanıldı, bazılarının da üzerine otomobil ya da motosiklet park edildi. Otoparklardaki engellilere ayrılan yerlere ise kodamanlar park ettiriliyor. nkaz devraldık’ demeye hakkınız yok Şehirde yaşamak bir kültürdür. Bu kolektif yaşam içinde, diğer bireylerin haklarına tecavüz etmemeyi, kamusal alanların, kamu mallarının nasıl kullanılacağını öğretmek artık kamu görevleri arasındadır. Kanunun yürürlüğe girmesinden bu yana 8 yıldan fazla süre geçti. Yasanın gerekli çalışmaların yapılması için tanıdığı süre aylar önce tükendi. Ama hâlâ engellilere ilişkin farkındalık yaratacak çalışmalar yapılmadı. Çevre düzenlemesi, trafik sistemi, geçitler, toplu taşıma vs. vs. engellilere uyumlu hale getirilmedi. İstanbul’da 1994’ten beri belediyecilik yapanların “enkaz devraldık” söylemi yapmaya hakkı yok. Bir enkaz varsa (ki var), tek sorumlu bunca zamandır yapamayanındır. ‘E ngelsiz zihniyet’ yaratılmalı! Şehirlerin, mekânların engelleri kaldırıldığında, erişilebilir hale getirildiğinde, engellilerin (haklara erişmedeki engelleri değil ama) fiziki engelleri kaldırılmış olacak. Bunun için 01.07.2005 tarih ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun kabul edilerek, engellilere teoride birtakım haklar ve imkânlar tanındı. Ancak eski bir şarkıda denildiği gibi, “teori zehir gibi, pratik dersen sallanmakta…” Kamu alanları engellilere uyumlu hale getirilmedi. Ne denetimler yapıldı, ne erişilebilirlik sağlandı. En önemlisi de “engelsiz şehir” ve “engelsiz zihniyet” yaratmak için çalışmalar yapılmadı. Engellilerin ‘E İdare, kâr güdüsü ile çalışan şirket değildir. Verilecek hizmetin bedeli, vergilerimizle ödenmektedir. Kimse “kaynak yok” demesin, kaynak var. O kaynağı ne yaptınız? Nasıl kullandınız? Olmayan, denetim. Aslında eveleyip gevelemeye gerek yok. Engelliler ayakaltında istenmiyor, göz ardı ediliyor. İşe alımda, eğitimde, hakların kullanılmasında her türlü ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Kurumlar, diğer kurumun kabul ettiği sağlık raporunu kabul etmiyor, yeniden hastane yollarına düşürüyor insanları. Kimin bu canları, doktor kapılarında helak etmeye hakkı var? Evrensel hukuk kuralı olan “masumiyet karinesi”nin yerini, “sahtekârlık karinesi” almış durumda. İdarenin o yüksekten bakan gözleri, engellileri potansiyel dolandırıcı ve sahtekâr olarak görüyor. Her kapı, yeni bir rapor istiyor. Vicdanlar engelli, zihinler engelli. Maalesef ahlaki engel de var. “İnsan yerine koyduk, adam yerine koyduk” diyebilen zihniyet hâkim. Talihsizlik şu ki, bu engelli anlayış zinciri iktidarda ve tüm denetim mekanizmasını da elinde tutan fiili bir “monarşi” yaratmış durumda. Hakkınızı arayacağınız, hukuka aykırılık yapandan hesap soracağınız, idareyi denetleyeceğiniz yargı da erişilmez durumda. İstanbul adalet saraylarının al birini, vur ötekine. Hele idare ve vergi mahkemelerinin bulunduğu binanın girişi, sağlamı sakat etmek için dizayn edilmiş. Kaldırıma taşan rampa, yoldan geçene tuzak. Rampanın eğimi ise yürüyerek çıkmaya bile engel. Tam da “dostlar alışverişte görsün rampası” yapılmış oraya. Yargı da erişim engeli oluşturmuşsa “tuz kokmuştur” artık. Yasalar uygulanmıyorsa, idare denetim yapmıyorsa, idare denetlenmiyorsa, mahkemeler yargılamıyorsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmekten başka çare kalmıyor. Vicdanları sızlamayanın, cüzdanlarını sızlatma zamanı. “Ayrımcılık suçu” işleyenler (TCK. m.122) hakkında suç duyurusunda bulunun. Engeliniz pranganız olmasın! Boyun eğmeyin! Yıkın engelleri, hakkınızı arayın! İnternet Sansürü Uygarlığa Karşıdır İnsanlık tarihinin en önemli birinci keşfi yazı ise ikinci keşfi de internettir. Çünkü her ikisi de haber ve bilgi birikiminin kaydedilmesini, paylaşılmasını, aktarılmasını ve insanlığın bu yolla gelişmesini sağlamıştır. HHH Elbette yazının kaydetme ve aktarma rolü, matbaanın icadı ile hızlanmış ve yaygınlaşmıştır. İnternetin rolünün artması da bilgisayarlardaki ve telefonlardaki teknolojik gelişmeler sonunda gerçekleşmiştir. HHH İnsanlık tarihi açısından, internete karşı çıkmakla yazıya ve matbaaya karşı çıkmak arasında bir fark yoktur. HHH Hiç kuşkusuz çağımızda haber ve bilgiye ulaşma hak ve özgürlüğü temel bir insan hak ve özgürlüğüdür... Bu açıdan “düzenleme” adı altında bu hak ve özgürlüğün sınırlanması ya da kısıtlanması, hem demokrasiye hem de insan haklarına aykırıdır. HHH Türkiye’de cep telefonu sayısı neredeyse nüfusu aşmıştır. Cep telefonu aboneliği, nüfusun yüzde 90’ı dolayındadır. Ülkemizdeki hanelerin yarısından fazlasında bilgisayar, yarısına yakın bölümünde ise internet bağlantısı vardır. HHH T24 internet haber sitesi Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın “25 soruda mevcut internet yasası ve getirilmek istenen yeni düzen” başlığıyla bir makale yayımladı. Yasanın getirdiklerini ve götürdüklerini çok güzel anlatmış: Avrupa Birliği’nin 2013 ilerleme raporunun Türkiye’deki mevcut durumu zaten çok eleştirdiğini ve demokrasi ile bağdaştırmadığını vurguladıktan sonra, yeni getirilen yasaya değiniyor ve şöyle diyor: “Mevcut yasada yapılmak istenen değişiklik konusunda iki temel sorun var. Birincisi; yargı kararına ihtiyaç duymadan idareye doğrudan tanınan erişim engelleme yetkisini alabildiğine artıracak hükümler öngörülüyor. İkincisi; internet kullanıcılarının bütün trafik bilgilerinin, istendiği anda idareye, yani TİB’e teslim edilmesi hükme bağlanıyor.” HHH Özet olarak yeni yasa, zaten ihlal edilmiş olan internet özgürlüğünü, mahkeme kararı olmaksızın, bürokrasi tarafından daha da sınırlayan ve kısıtlayan hükümler getiriyor... Üstelik, bireylerin internette neler yaptıklarını da doğrudan kayıt altına alarak özel yaşam diye bir alan bırakmıyor. AKP’nin “İleri Demokrasi” modelinin yeni bir ucubesi! İdare, kâr amacı güden şirket değildir! Toplumu bilinçlendirme ödevi olan medya, “dev bir uyku tulumu” olma görevi üstlenmiş, bunu başarıyla yerine getiriyor. Oysa kamu otoritesi, medyayı, kamu spotları ve programlar vasıtasıyla bu kültürü yaratması için görevlendirmeliydi. Belediyelerin ise şimdiye kadar çoktan engellilerin erişilebileceği çevreyi yaratması gerekirdi. Kamu hizmetinde asıl olan toplumsal faydayı maksimize etmektir. Engelleri yıkın! B u yazıda, laiklik ilkesinin anayasada yer almasının 77. yıldönümünde ülkemizdeki genel manzarayı yorum yapmadan, yüzlercesi arasından seçilmiş bazı somut örneklerle göstermeye çalışacağım. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde AKP iktidarında: Anayasadaki laiklik ilkesinin “değiştirilemez hükümler arasında yer almaması” istendi. Anayasa Mahkemesi Başkanı, “Geçmişte bazı kavramların içi yanlış doldurularak laiklik adı altında olmadık maskaralıklar ortaya çıkarıldı” dedi. Laikliğe “Yeni yorum getirme” çabaları sonuçlandı. Artık herkes (sanki saygısızı varmış gibi) “inançlara saygılı laiklik” demeye başladı. Yargıdaki cemaattarikat kadrolaşması zirve yaparak su yüzüne çıktı. Milletvekilleri artık tekke ve zaviyelerin yeniden açılması için yasa teklifi veriyorlar. Yasadışı eğitim kurumlarına (Kuran kurslarına) af geldi. Kaçak tarikat kurslarına dernek kılıfı hazırlandı. Yaz Kuran kurslarında 12 yaş sınırı kaldırıldı. Tarikat kreşlerinde 45 yaşlarındaki kız çocuklar, “ahret hayatına hazırlanmak üzere” türbana sokuldu. İlköğretim çağındaki küçük çocuklar için “cami ve umre gezileri” düzenlendi. Laiklik Nerede? Prof. Dr. NECLA ARAT Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı Türban, üniversitelerde, ilköğretimde, kamu kurumlarında hatta sonunda TBMM’de yer aldı. Bazı liselerde öğrenciler derslere kara çarşafla girmeye başladı. Danıştay da “serbest meslek” olduğunu gerekçe göstererek türbana vize verdi. 100 yeni imam hatip okulu açılacağı, İHL sayısının ülke genelinde çoğaltılacağı bildirildi. İlköğretim okullarının ve düz liselerin pek çoğu imam hatip okuluna dönüştürüldü. Karma eğitimin kaldırılması, kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrılması istendi. Türbanlı öğrencileri derse almayan öğretim üyelerine hapis cezaları verildi. Gençlik kampları, kız ve erkek öğrenciler için ayrı ayrı düzenlendi. Çocuk Esirgeme kurumlarında kalan kimsesiz çocuklara 10 yaşından itibaren haremselamlık uygulaması başlatıldı. YURTKUR’a bağlı kurumlarda da haremselamlık modeli uygulanmaya başlandı. Laiklik ilkesini hiçe sayan bir uygulama olarak Üsküdar’da tüm çalışanları kadın olan “Pembe hastane” açıldı. TRT’de de türban açılımı yapıldı. TRT kanallarında türbanlı sunucular program yapmaya başladı. İçki satışları yasaklandı. Alkollü içecekler yasası, Meclis’te kabul edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’na 15 bakanlığa ayrılan kadrodan daha fazla kadro verildi. “İrşat büroları” kurularak aile sorunlarını imamlarla çözme girişimi başlatıldı. Diyanet İşleri Yüksek Kurulu’nun görev çerçevesi “Güncel talep ve ihtiyaçlar doğrultusunda dini konularda karar vermek” diye değiştirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı çok tepki çeken “Türkiye’de Dinsel Hayat” anketini sürdürdü. Başbakan, Rize’de kadınlara ve erkeklere ayrı haremselamlık olimpik havuz sözü verdi. Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Karslı, kadınlara “Örtünün! Kadının bedeni bir süstür. Dolayısıyla değerlidir ve korunması gerekir” dedi. Resmi ve dini nikâh ayrımını eleştiren DiyanetSen, “Müftülere de nikâh kıyma yetkisi verilmesini” istedi. Sakarya’da AKP’li bir belediye başkanı, “Halife seçelim” çağrısı yaptı. Camilere yardıma denetim muafiyeti getirildi. Hazine arazileri üzerine kurulan camilerin müştemilatında yer alan gelir getirici mekânları işletme hakkı, tarikat ve cemaatlere bırakıldı. Diyanet, Atatürk’ü dualardan çıkardı. Saidi Nursi’nin adı, MEB sisteminde yer aldı. Bitlis’te bir İHL’ye Saidi Nursi adı verildi. Isparta Valisi, devlet eliyle restore edilerek Kültür Evi’ne dönüştürülen Saidi Nursi’nin evinin açılışını yaparken “Bu restorasyonla bir milli övünç kaynağı sahiplenilmiştir” dedi. AKP Kayseri Milletvekili Prof. Pelin Bakır, “Meclimize ‘başörtülü’ kadın milletvekili girmelidir… Bir gün Türkiye Cumhuriyeti’nde muhakkak ‘başörtülü’ bir bakan, ‘başörtülü’ bir başbakan, ‘baş örtülü’ bir cumhurbaşkanı da olacaktır” dedi ve AKP’li 5 kadın milletvekili tesettüre girerek genel kurula katıldı. Şimdi bütün bu örnekler ve yer darlığı nedeniyle yazılamayan daha nice olaylar yaşanırken, laiklik ilkesinin 77. yıldönümünde devletteki yetkili kişilerin ne türden kutlama mesajları yayımlayacaklarını büyük bir merakla bekliyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle