06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 ŞUBAT 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 13 ransa Cumhurbaşkanı Hollande, F Türkiye’yi ziyaret eden ikinci sosyalist ve Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak kararındaki üçüncü François… Türkiye ile Fransa’nın diplomatik ilişkileri, 1528’de Fransa Kralı Birinci François’nın Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı bir mektupla başlamıştı. Cumhurbaşkanı Mitterrand, Türkiye’ye 22 yıl önce gelen ikinci François idi. Üçüncü François da hafta başında yurdumuzu resmen ziyaret eden Hollande oldu. “François” adının, Frenkçede “Fransız” demek olduğu düşünülürse… Türkiye’ye cumhurbaşkanı düzeyinde ilk resmi ziyareti gerçekleştiren sağcı De Gaulle ile ilk gayri ciddi ziyareti yapan sağcı Sarkozy’nin geliş gidişlerini saymazsak; Fransa’nın daha çok iki sosyalist, iki François zamanında Türkiye’ye “iyi niyeti”ni göstermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Günümüzde küresel iletişim ne kadar gelişmiş olursa olsun, bir ülke hakkında uzaktan edinilen fikirlerin, gözle gördükten sonra az ya da çok değiştiği kesin. Hele Türkiye gibi tartışılır konuları hiç bitmeyen, gerek büyüklüğü, gerekse karmaşıklığı açısından kolay sınıflandırılamaz bir ülke hakkında görmeden doğru kanıya varmak, bence mümkün değil. HHH İşte bu anlamda Cumhurbaşkanı Hollande’ın Türkiye ziyaretinin çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendisini, Fransız Sosyalist Partisi genel sekreteri olduğu 19972008 yılları arasında gazeteci kimliğimle izledim. Ülkemizin olası AB üyeliğine katı biçimde karşıydı, hatta yanlış önyargıları vardı. François Hollande, siyasal yaşamı Fotoğraf: MICHEL BERTHAUD Üçüncü François Dönemi “enternasyonal” iddiası taşıyan Sosyalist Parti’ye adanmış biri olarak, elbette ulusalcı değil, ama kendi deyişiyle “vatansever” bir politikacı. Elbette ki Fransa’nın çıkarlarını kolluyor ve dış ticaretini artırmayı amaçlıyor. Dolayısıyla, alenen Türk düşmanı Sarkozy’nin koparttığı iyi ilişkileri yeniden kurmak için ülkemize gelen Hollande’ın; Türkiye büyük pazar olduğu için mi, yoksa cumhurbaşkanı makamında konulara daha yakından baktığı için mi fikir değiştirdiğini, bilemiyorum. Ama önyargılarını büyük ölçüde aştığı ve demokratik bir Türkiye’nin AB üyesi olmasına kişisel bir itirazı kalmadığı belli. HHH Ne var ki Hollande’ın olumlu yöndeki değişimi; bu kez de demokrasiden iyice uzaklaşan, ekonomisi de türbülansa giren Türkiye’nin olumsuz yöndeki değişimine denk geldi. Sonuçta Fransa, Sarkozy’nin kilitlediği AB müzakere fasıllarını yeniden açacak ama Hollande’ın dediği gibi “İnsan hakları, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ilkesi fasılları” da açılacak… Ki, bu fasılların aşılması en azından AKP iktidarıyla mümkün olmadığından, Türkiye’nin AB yolu yine açık sayılmaz. Ama şimdilik, AB yolundan yerimizde saysak bile çıkmamamız önemli. Çünkü bu kilitler, Türkiye’de bir iktidar değişimi, demokrasiyi yerleştirmeye kararlı bir hükümetin işbaşı yapması halinde kolayca ve hızla açılır. AB, bugüne kadar yaptığı yanlışların farkında ve demokrat bir Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu anladı, fırsatı kaçırmaz, diye düşünüyorum. AKP iktidarı sürerse, zaten Türkiye’nin ne demokrasi iddiası, ne de AB umudu kalır. İstanbul’daki Fransız Sarayı’nda verilen davette François Hollande’la iki satır konuşmak fırsatı buldum. Kendisine, Fransa’da çıkan son yasaları anımsatarak, “Azınlık haklarını koruyup kollamanızı saygıyla izliyorum. Ama bazen çoğunluğun hakları da gasp edilir. Çoğunlukları göz ardı etmeyiniz” dedim. Çünkü çoğunluğun nasıl yok sayılıp ezildiğini kimse, biz laik cumhuriyetçi Türklerden daha iyi bilemez… “İktidar sahipliğinin ma ntığı yolsuzlaştırması, önlen emez.” IMMANUEL KANT ARADA BİR ERCAN YEŞİLYURT ırtını dayadığı hiçbir iktidar ya S da muhalefet ve zaten mali gücü de olmayan bir yazarın, hele tek başına ve kadınsa; tek cümleyle hem Fethullah Gülen’in küresel, hem de Adnan Oktar’ın yüresel hocalığını can evinden vurması, sanırım kadın dilinin dünya çapında bir başarısıdır! Sevgili okurlarım, naçiz yazarınıza bundan böyle “keskin söz nişancısı” diyebilirsiniz. Çünkü 24 Temmuz 2013 tarihinde bu köşede yayınlanan “Dünya Yalan, Narkoz Şirketten” başlıklı yazımdaki bir cümleden, Fethullah Gülen hazretleri ve Adnan Oktar namlı yiğit, hakkımda ayrı ayrı dava açtılar. FG’ninki Çağlayan Adliyesi’nde başladı, AO’nunki Kartal’da başlayacak. Reddeder sandığım savcılar, her iki davayı da kabul ettiler. Herhalde bir kadın başıma Fethullah Gülen ve Adnan Oktar’ın errrkek ordularına nasıl kafa tutacağımı seyretmek istediler! Hayhay, tutarız evelallah. Ne var ki Fethullah Gülen davasında, Başbakan’la birlikte yargılanmam gerekiyor. Çünkü 17 Aralık’tan beri Erdoğan hem benim yazdıklarımın aynısını, hem de daha kapsamlısını söylüyor... Adnan Oktar’a gelince… TV tezgâhına hormonlu domates gibi dizdiği güzellerine “very pretty maşallah” dağıtan bu âdeme, silikonsuz kadın zekâsı nelere kadirdir öğretmek, benim için zevk olacak. İmran Öktem Olayı Türkiye’de sol hareketin yükseldiği 1965’te iktidara gelen Adalet Partisi’nin (AP) dincilere taviz veren tutumu kamuoyunda tepkilere neden oluyor, protesto eylemleri yaygınlaşıyordu. 1967 adli yılı açılış konuşmasında Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in irticaya değinen konuşması sağ cenahta şiddetli bir yankı uyandırmıştı. Sağ basın çileden çıkmıştı. İmran Öktem konuşmasında; “Türkiye’de İslam devleti ve hilafet rejimi kurmak, Türk milletini dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan bir avuç mistik meczup ruh hastası ve dini kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın varlığını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar daima hüsrana uğrayacaklardır” demişti. Gerek sol kamuoyunda gerekse yargının üst kademelerinde iktidarın din sömürüsü yaptığı söylemleri, dinci çevrelerde tepkilere yol açmıştı. Öktem konuşmasında Voltaire’in “Tanrı’yı da insan yaratmıştır” sözünü alıntılaması, iktidarın himayesindeki dincilerin tepkilerini iyice yükseltmişti. Öktem daha sonraki açılış konuşmalarında da irtica tehlikesine vurgu yapmış ve ayrıca “haklı fukarayı haksız ve güçlü zengine karşı savunacak erdemli ve yürekli hâkimlerin bulunduğunu” ifade etmiştir. Bugün de olduğu gibi AP’nin iktisadi politikası halkın hızlı bir tempoyla bilinçlenmesini sağlıyor ve bilinçlendiği ölçüde onlara oy vermeyeceği endişesi büyüyordu. Bunun için de AP irticai, gerici unsurlara hep yeşil ışık tutmuştur. Hem de 1961 Anayasası’nın 19. maddesinde, “kimsenin dini ve dini inançları siyasi amaçlarla istismar edemeyeceğini, bundan kişisel çıkar sağlayamayacağını” kesin bir dille ifade etmiş olmasına rağmen. Oyla iktidara gelen hükümetin anayasa doğrultusunda hareket etmesi bir zorunluluktur. Bizim sağ siyasiler iktidar varlığı ve meşruiyetini yalnız sandıktan çıkan oylar üzerine inşa ettikleri için demokrasiye tekamül edememişlerdir. İmran Öktem 1 Mayıs 1969’da ölmüş ve 3 Mayıs’ta cenazesi Maltepe Camii’nden kaldırılırken bir grup “Allahsızların namazı kılınmaz” diye gösteri yapmıştır. Camide namazı kıldıracak imam bulunamamıştı. İsmet İnönü, namaz kılınmadan camiden ayrılmayacağını söyleyince, imam olduğunu belirten İzzet Gözübüyük namazı kıldırmıştı. Namazın ardından gericiler İnönü’nün üstüne doğru yürüyünce cenazede bulunan bir tuğgeneral “geleni vururum” diyerek silahını çekip İnönü’yü kurtarmıştı. İşin garibi, Başbakan Demirel Yargıtay Başkanı’nın cenazesine gitmemiştir. Olayla ilgili Meclis’e verilen soru önergesi üzerine yaptığı konuşmada, “olayların bir irtica hareketi olarak değerlendirilemeyeceğini” söylemiştir. İnönü’yü koruyan general için de “Hiç kimse kendisine verilmeyen bir görevi üstlenemez” diye tepki göstermişti. İşte bugünlere böyle gelindi. GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI [email protected] Susuz Yaz… İstanbul’un su sorunu bana “Susuz Yaz”ı ve Necati Cumalı’yı anımsattı. Doğum günü 13 Ocak’ta Urla’da adını taşıyan Anı ve Kültür Evi’nde şiir ödülleriyle anılan Necati Cumalı’yı unutmak mümkün mü? Cumhuriyet Kitapları’nda yeniden basılan yapıtlarıyla da yaşıyor! Su sorununa daha 1962’de yayımlanan “Susuz Yaz” öyküsüyle dikkat çekmişti. “Susuz Yaz”, 1963’te filme aktarıldı. Filmi Metin Erksan, David E. Durston’la birlikte yönetti. Ne var ki filmin gösterimi sansür kurulunca engellendi. İlk gösterimi Haziran 1964’te Berlin Film Festivali’nde yapılabildi. Festivalin büyük ödülü olan Altın Ayı’yı kazandı. Böylece “Susuz Yaz” Türk sinema tarihinde uluslararası ödül kazanan ilk film oldu. Buradan ufukta görünen “susuz kış”a, “susuz yaz”a İstanbul’un su sorununa gelmek istiyorum. Bu yıl göller, nehirler kurudu, yeterli yağış olmadı, yüzde 30’u bulan su kaçakları da bir türlü önlenemedi. Bu yüzden herkesi susuzluk korkusu sardı! Sürdürülebilir dengeli bir yaşam için kente, suya ve ormana sahip çıkmada abandon (1) bir politika izleyen yerel ve merkezi yöneticiler telaşlandılar, “Biz İstanbul’u susuz bırakmayacağız. İki üç yıl kuraklık olsa bile Melen Barajı’nın temelini atıyoruz. Melen’de İstanbul’un ihtiyacının 1.5 katı su var” diye demeçler verdiler. 20 yıldır İstanbul’u yönettiklerini unuttular… Oysa iklim değişiklikleri yaşanmaya başladığında BM Genel Kurulu, 1989’da dünyaya bir konferans çağrısında bulunmuştu. Konferans, Arjantin’in başkenti Rio de Janeiro’da 1314 Haziran 1992’de yapıldı. Ülkelerin devlet ya da hükümet başkanları katıldı. Bu en büyük dünya zirvesinde: Atmosferin korunması (iklim değişikliği, ozon tabakasının incelmesi, sınırlar ötesi hava kirliliği); arazi kaynaklarının korunması (ormansızlaştırma ile mücadele, toprak kaybı, çölleşme ve kuraklık); tatlı su kaynaklarının korunması; okyanusların, denizlerin ve kıyı alanlarının korunması ve bunların canlı kaynaklarının rasyonel kullanımı; tehlikeli atıkların yönetimi; toksik ürün ve atıklarda illegal trafiğin önlenmesi; biyolojik çeşitliliğin korunması ve biyoteknoloji; yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve insan sağlığı; yoksullukla mücadele (2) ele alındı. Deklarasyonlar yayımlandı, anlaşmalar imzalandı. Ülkeler alınan kararlara uydular. Aradan 20 yıl geçti. 2012’de yine Rio’da Rio+20 konferansı yeniden toplandı. Gündem 21 kuruldu. Dünya masaya yatırıldı. Gelecek 20 yıl konuşuldu. İnsanlarla birlikte insanlar için sürdürülebilir bir kalkınmanın, küresel ilerlemede temelin sosyal, ekonomik ve çevresel olması dile getirildi. İklim değişikliğinde çevrenin, suyun, ormanın önemi vurgulandı. Ve İstanbul’da susuzluk çanları çalınca, yöneticilerin aklı başına gelmiş olmalı ki, Melen Suyu’nu keşfettiler ve baraj yapmaya karar verdiler! İstanbul’un yağmur getiren yeşilleri, ormanları talan edilirken neredeydiler? İklim değişikliği tehlikesini söyleyen bilim insanları yok sayıldı. Ama sular tükenince gerçek kavrandı! Bu susuzluk, umarız beklenen yağışlarla giderilir de bir felaket önlenir. Ancak asıl felaket geçmiş değil. Asıl felaket, Kanal İstanbul açılırsa gelecektir. Bilim, iklim değişir, İstanbul tarifsiz güzelliğini yitirir, Marmara ve Karadeniz ölür, diyor. Kim dinler! Bilim bunu diyor da inatçı anlayış yine bildiğini okursa, ne olacak? Dileriz İstanbul’un “susuz kış”ı ve “susuz yaz”ı gerçek olmaz… (1) Abandon: Bırakmak, vazgeçmek; bütünüyle bırakmak, terk etmek, başından atmak. (bkz. Prof. Dr. Çağatay Güler, Büyük Çevre Sözlüğü, Yazıt Yayıncılık, Ankara 2013 (2) Alâettin Bahçekapılı, Çevre Kurtuluş Savaşı, BRT Yayınları, İstanbul 2001 (3) Worlwatch Enstitüsü, Dünyanın Durumu 2012, Çev. Ayşe Başçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Eskiden 1 deniz subay 2 ve erlerine verilen ad. 3 2/ Kuzey 4 Amerika’nın 5 beş büyük 6 gölünden 7 biri... İh san Oktay 8 Anar’ın bir 9 romanı. 3/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Çok sıkı kapa1 K A R A O K E P nan bir fermuar türü... Bir pamuk 2 E Ş E L M O B İ L cinsi. 4/ Bir renk... 3 R I Z A M O L A İ R İ Ş E T Yelkenli bir yarış 4 B NO teknesi. 5/ Meksi 5 E F S A N E İ L İ Ç ka mutfağına öz 6 R E T A B P gü mısır ekmeği... 7 O D A K E T İ Hinduizm’in kut 8 S A N A L sal kitabı. 6/ Do 9 İ S T İ D R A K ğanın neden olduğu yıkım... Tuzağa düşürülen şey. 7/ Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış kimseler için kullanılan sözcük... Büyük erkek kardeş. 8/ “Delice” de denilen, taneleri zehirli olan ve ekin tarlalarını saran bir ot... Kutsal inanç. 9/ Donizetti Paşa’nın bestelediği, Osmanlı Devleti’nin 18281839 yılları arasındaki resmi marşı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Karşıtlık... “Yâr yanında geçer olsun her günüm / rakibin dağında gül bitmesin” (Dadaloğlu). 2/ Süpürgeotu, funda... Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre. 3/ Yüzeni içeriye çeken deniz akıntısı... İçki bardağı. 4/ Tavlada “üç”sayısı... Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı. 5/ Beygir... Mısır’ın plaka imi. 6/ Boksta rakibin yumruğuyla yere düşen ve 10 saniye içinde yerden kalkamayan sporcunun yenilgisi... İlkel benlik. 7/ İpucu... Bir tembih sözü. 8/ Dili tutulmuş, konuşamaz hale gelmiş... Kastamonu’nun bir ilçesi. 9/ Verme, ödeme... Kötü bir işteki yardımcılar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle