06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 ŞUBAT 2014 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI Huzurlu Muhalefetsiz yönetilen bir ülke ölüm de bitti... Ü Ö lmekte olan bir insanın son nefesini rahatça verebilmesine yardımcı olmak insani bir reflekstir. Ölüm döşeğinin başında bekleyenler, son nefes verilmeden adeta kendi nefeslerini tutarlar. Ölüm huzur içinde olsun diye. Ne var ki, çivisi çıkmış dünyada her şeye meta gözüyle bakan cingözler için insani değerlerin hiç önemi yok. Anlatacağım olayı birinden duymuş olsaydım “İsveç’te böyle şey olmaz” diye tepki gösterirdim. Meğer oluyormuş. Gazetelerde uzun uzun yazılan ve herkesi şaşırtan olay şu: Uyduruk bir televizyon kanalına program hazırlayan özel bir yapımcı şirketin TV ekibi Uppsala Üniversite Hastanesi’nde ölüm döşeğindeki bir hastayı filme çekiyor. Yakınları, yaşlı hastayı televizyon ekranında görünce beyninden vurulmuşa dönüyorlar. Özel yaşamın kutsal sayıldığı bir ülkede, yakınlarının izni olmadan yaşlı bir hastanın filminin çekilmesine kimin onay verdiğini öğrenmek için hastanenin sahibi durumundaki il yönetimine başvuruyorlar. İl yönetimi hastanın sözlü olarak çekime onay verdiğini ileri sürüyor. Oysa bu gibi durumlarda hastanın yakınlarına sormaları gerekiyor. Bunun üzerine hastanın yakınları kamu denetçisine gidiyor. Denetçi yapılanın usulsüz olduğunu bildirerek il yönetimini eleştiriyor. Kamu denetçisinin yaktığı yeşil ışık üzerine hastanın yakınları il yönetimini mahkemeye veriyor. Bundan sonrası da evlere şenlik. Dikiş bir yerden patladı mı her taraf sökülüp dökülüyor. İl yönetimini mahkemede özel TV şirketinin avukatları savundu. Eskiden böyle bir şey olsaydı, millet ayaklanırdı. Şimdi kimsenin aldırdığı yok. İki yıl süren dava üç hafta önce sona erdi. Mahkeme savunma avukatlarının tezlerini haklı bularak, olayı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdi. 600 bin kron tutan mahkeme giderlerini de, şikâyetçi durumundaki hastanın yakınlarının ödemesine karar verdi. Yani özel yaşamın dokunulmazlığı mahkeme kararıyla televizyon hokkabazlığına kurban edildi. Karar aileyi şaşkınlığa uğrattı, ama hukukçuları daha fazla şaşırttı. Özel yaşamın kutsallığı bir kere delinirse arkası gelir endişesiyle gözler temyiz mahkemesine çevrildi. Temyiz mahkemesi acaba vicdanların kabullenemediği bu kararı onaylar mı? Ünlü gazeteci Jan Guillou başka bir vesileyle kaleme aldığı bir yazısında, İsveç’teki yasaların çok kaypak olduğunu, bir olay hakkında iki ayrı mahkemenin aynı yasa maddesine dayanarak farklı STOCKHOLM karar verebileceğini yazmıştı. Galiba bu gibi durumlarda, toplum psikolojisi etkili oluyor. Günümüzde ekonomi insandan önce OSMAN İKİZ geldiğinden mahkemeler de kaypak yasalara dayanarak güne ayak uyduruyor. Eğer temyiz mahkemesinde karar onaylanacak olursa özel yaşamın kutsallığıyla birlikte huzurlu ölüm de bitmiş olacak. Gerçekten çok sarsıntılı günler yaşadığınız için “Bu da sorun mu kardeşim’’ diyebilirsiniz. Devletin çivisi çıkmış olduğundan haklısınız ama bir gün böyle olacağı başından belliydi. İsveç’te ya da diğer Batılı ülkelerde ise böyle bir çözülme beklenmiyordu. Eğitimin ne hale geldiğini yazmıştım. Bakın millet nelerle uğraşıyor. Feminizmden sonra yeni radikaller türedi. Güçleniyorlar. Bunlar çocukları“erkek çocuk’’, “kız çocuk” diye adlandırmaya karşılar. Onlara göre cinsel tercihinin ne olacağına çocuklar büyüyünce kendileri karar verecekmiş. O yüzden “erkek”, “kız” diye çocukları koşullandırmak yanlışmış. Bunlar İsveççe de erkek ve kadın için ayrı olan üçüncü şahıs zamirlerini de kaldırıp teke indirmek istiyorlar. İsveççe erkekler için üçüncü şahıs zamiri “han”dır, kızlar için de “hon” denir. Radikallerimiz erkekler için de kadınlar için de sadece “hen” diyerek cinsiyet ayrımını kaldırmak istiyor. Bunu da en çok izlenen televizyon kanalında tartışıyorlar. Orhan Veli, “Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya” diye bunları mı anlatmıştı acaba... Acayip şeyler oluyor doğrusu. Eskiden saatleri hiç şaşmayan metro ve banliyö trenleri artık saatinde gelirse şaşırtıyor. Özelleştirilince daha iyi çalışacağı zannediliyordu. Özeller zam üstüne zam yaptı. Aylık metro bileti emekli maaşının yaklaşık yüzde beşine yükseldi. Geçenlerde gazetelere haber oldu. Özel şirket danışmanlık hizmeti için yılda 800 milyon kron ödeme yapıyormuş. Nasıl danışmanlıksa? Danışmanlık giderleri arttıkça hizmet bozuluyor. Dagens Nyheter gazetesinde Jens Karman da çok kızmış olmalı ki altyapı yatırımlarından sorumlu bakana seslenerek, “Bir hafta arabanı bırak da bakanlığa trenle git ve durumu gör” diye yazdı. Bakan Catharina Elmsater Svard, çağrıya uyarak arabasını bırakıp bakanlığa trenle gitti. Ama daha ilk gün işe geç kaldı. [email protected] ç ay boyunca sık sık buluştular, görüştüler, uzun uzun konuştular birbirleriyle ve sonunda evlenmeye karar verdiler. Fakat imzaları atmadan önce yakınlarına da bir sordular. “Siz ne diyorsunuz” dediler, “bu evliliğe?” Erkek tarafı önce mırın kırın etti, fakat sonunda “peki” demek zorunda kaldı. Ne de olsa damat bey çok niyetliydi. Şimdi imzalar atıldı ve Angela ile Sigmar derin bir nefes aldı. Daha önce sorun çıkmazsa dört yıl sürecek evlilikleri! Şaka bir yana. Sosyal Demokrat solcu Sigmar Gabriel isteseydi, Hıristiyan Demokrat sağcı Angela Merkel yerine ülküsüne daha yakın diğer iki partiyle birleşip, Almanya’yı yönetebilirdi. Nedense bunu yeğlemedi, Yeşiller’le Sol Parti’yi muhalefete itti. Şu anda en güçlü AB ülkesi Almanya’da meclis koltuklarının yüzde seksenine sahip bir iktidar var! Demokratik toplumlarda rastlanmayan, kafalarda kimi ‘Direnin kitapçılar’ P gerçekleşmedi, iki güç bir araya gelip, daha da güçlendi, azınlığı altına alıp, iyice ezdi. 22 Eylül seçimlerinde on yedi milyon seçmenin sandığa gitmediği Almanya’da demokrasi bakalım neler yaşayacak, göreceğiz! Ülkedeki yabancıların, özellikle Türklerin CDU ile SPD koalisyonundan beklentileri de gerçekleşmedi. Çifte vatandaşlık düşü yine suya düştü! 2000 yılında çıkarılan bir yasa ile 1990 yılından sonra ülkede doğan bütün yabancı çocukları çifte vatandaş olmuştu, 23 yaşına geldiklerinde pasaportlarından birini geri vermek koşuluyla! Ancak 2013 yılına girildiğinde bazı uzmanlar “Anayasamız vatandaşın elinden Alman pasaportunu almaya engel çıkarır” diye açıklamalar yapmaya başlamıştı. Devlet bu yıl 23 yaşına basan ve çifte pasaportlu yaşamakta ısrar eden gençleri Alman vatandaşlığından çıkarmaya kalkıştı mı açılabilecek davalarda zor duruma düşebilirdi. İşte şimdi bunu kavrayan CDU/SPD koalisyon hükümeti 1990’dan sonra doğan bu çocukların çifte vatandaşlığının devamına karar verdi. Merkel&Gabriel hükümetinin yasa değişikliğini sadece yabancı gençlerin çıkarı için yaptığını düşünmek doğru olmaz. Yeni yönetim kendini de düşündü. Bu konuda görüşlerini sorduğum, uzmanlık alanı yabancı vatandaşların yasal hakları olan, uluslararası ünlü profesör Kay Hailbronner Cumhuriyet’e şu açıklamayı yaptı: “Ortaya çıkabilecek sorunlar yasa değişikliğinde mutlaka önemli bir rol oynadı. Devlet şimdi o sorunlardan kurtulacak. Ancak aris’in tarihiyle eşit olan, Seine Nehri’nin Türkiye çifte pasaportlu Türk gençlerini kenarındaki Seine Nehri kitapçılarını, askere çağıracak mı, bu kişiler her iki üliçinde bulunduğumuz “Dijital Kitap” kede de oy kullanabilecek mi? Bu gibi ayçağı neredeyse yok olmakla karşı karşıya rıntıların da bir açıklığa kavuşması gerebırakıyor. Bu da “Resistence Bouquiniste” kiyor.” Görüşlerini sorduklarımdan bir baş(Direnin Kitapçılar) sözünü akıllara getiriyor. kası da Sigmar Gabriel’in yardımcılarından, Louvre Müzesi’nin karşısında bulunan yeni hükümette Göç ve Uyumdan Sorumlu SaintMichel köprüsünden başlayarak Quai Devlet Bakanlığı görevine getirilen Aydan Voltaire caddesine kadar nehir boyunca 3 Özoğuz. Hamburg doğumlu Özoğuz gazekm’lik uzunluğundaki bir caddeye sahip olan temize yaptığı açıklamada “Haklısınız, bu ve aynı zamanda 240 kitapçının bulunduğu yasa değişlikliğinden her iki taraf da ya“Seine Nehiri Kitapçıları” 1991 yılında, rarlanacak” diye konuştu. “SPD, çifte vaUNESCO tarafından dünya mirasları koruması tandaşlık hakkına herkesin sahip olması altına alınmış. Nehir kenarındaki beton için savaşım vermeye devam edecektir.” duvarların üzerinde 2 metrelik sandıkların BadenWürttemberg Eyaleti Uyum Bakanı içinde kitaplarını satan satıcıların eski tarihi, Bilkay Öney’in de Cumhuriyet’e açıklamaneredeyse Fransa’nın kuruluşuna dayanıyor. sı şöyle oldu: “Opsiyon modeli gerek huBirkaç kez çeşitli krallar tarafından kapatılsa kuken, gerekse uygulama açısından çok da modernizme önem vermesiyle bilinen tartışma yaratacak bir yöntemdi. Bu neFransız Kralı 14. Louis tarafından büyük denle şimdi kaldırılması çok doğru olaçalışmalar yapılarak nehrin kenarındaki bu cak.” Bilkay Öney, göreve geldiği 2011 yıkitap satış alanları daha da büyütülüp Fransız lından günümüze hep çifte pasaporttan yaAkademisi’ne bile kayıt ettirilmiş. Yani na olduğunu da yineledi. Görüştüğüm bir resmileştirilmiş. Genellikle yaz aylarında başkası da 20092013 arasında Yeşiller’den Paris’te ufak bir gezintiye çıktığınızda yolunuz milletvekilliği yapmış olan avukat Meister istemez bu kitapçılara düşer, çok eski Öyle ki önceki yıllarda günde ortalama PARİS met Kılıç: “Yasa çıkmasaydı örnek davakitapların da bulunduğu tezgâhlara göz atma olarak 6070 adet kitap sattığını anlatan lar açılacaktı” dedi. “Çok haklısınız, bu şansı bulursunuz. Bugünler de ise Paris’te Henri, şimdilerde 10 adet kitap satarsak değişikliğin devlete de yararı var.” Sehavalar yağmurlu ve soğuk, fazla dolaşmak iyi diyerek sitem ederken Seine Nehri çim sonrasında yeni hükümetten çifte vatanistemediğimden doğrudan kitapçıların yanına kitapçılarının yok olma tehlikesiyle karşı daşlık bekleyen Türklerin düş kırıklığı bügitmeye karar veriyorum. Etraf önceki yıllara karşıya olduğu kaygısını paylaşıyor. Avrupa yük oldu! Gerek seçim öncesinde, gerekse göre daha sakin. Oysa buralarda eskiden ülkelerinde yaşayan insanların çoğunun seçim sonrasında kılları kıpırdamayan tüm SÜLEYMAN turistlerle birlikte yüzlerce insan görürdünüz, kitap okuma alışkanlıklarının dijital ortama Türk kuruluşları ve medyası şimdi “darbe TOSUNOĞLU hemen hemen herkesin elinde bir kitapla. kaydığını, metro veya otobüslerde kolayca yedik, aldatıldık, haksızlık, adaletsizlik” Aldığınız kitapları, Seine Nehri’ne bakan cafegörebiliyorsunuz. Başta Fransa ile birlikte diye bağırmaya başladı. Almanya’daki Türk bar’ların herhangi birinde oturup şarabınızı yudumlarken Avrupa’nın birçok kitap satan dükkânlarının bir kısmı toplumunda birinci nesil dedeyle nine Türk okuyabilirsiniz. Paris’in simgelerinden biri haline gelen kapanmış durumda. Fransız klasik filmlerinde de sıkça pasaportlu, oğullarıyla kızları AlmanTürk bu en eski kitap satıcılarında Fransa’nın ilk anayasa gördüğümüz ve aynı zamanda Paris’in kültür turizmi pasaportlu, 1990’dan önce doğan ilk torun kitabından, Orhan Pamuk’un kitaplarına kadar birçok ile de özdeşleşmiş olan Seine Nehri’nin kitapçıları, Türk, 1990’dan sonra doğan ikinci torun ise eser bulunuyor, fiyatları ise çok cazip. Bugünlerde bu dijital ortamda son yıllarda sıkça duyduğumuz AlmanTürk pasaportlu... Böyle aileler hiç gördüğüm sakinlik ortamını daha iyi öğrenmek “Resistence Bouquiniste” (Direnin Kitapçılar) de az değil. için, Henri adındaki kitap satıcısıyla sohbet etmeye başlıyorum. Satıcıların artık yeni dijital kitap ortamından sloganları atmaya başlarlarsa sürpriz olmaz. www.ahmetarpad.de [email protected] dolayı hiç de memnun olmadıklarını dinliyorum. sorular oluşturan bir gelişme. Hemen hemen muhalefetsiz bir meclis ülkeyi nasıl yönetir, insanlarına ne getirir? Bundan Alman demokrasisi zarar görmez mi? İşte bütün bunlar merak konusu... “Bu evlilik 4 yıl sürmez” diyenler yok deAHMET ARPAD ğil. Eğer boşanırlarsa tek olanak erken seçim. “Ancak erken seçime gidilmesi Sosyal Demokratlar’ın sonu olur” diye sesini yükseltenleri de ciddiye almak gerek. Görüşmeler öncesinde: “Bırakın Merkel azınlık hükümeti kursun” düşüncesine yakın olanlar da vardı. Çünkü azınlık hükümeti kurulsaydı mecliste muhalefet 319, Merkel 311 koltuğa sahip olurdu. Aradaki fark sadece 8 koltuk! Ancak bütün bunlar STUTTGART H angi rüzgâr attıysa, Edmonton’ın kafelerinden birinde falcı bir kadının yanına oturmuş bulundum. Tek kişilik komşu masadaydı, hararetli biçimde önündeki bilgisayarında yazı yazıyordu. Bir ara, elimdeki romana gözü takıldı, sordu: “Gorki’nin Lüzumsuz Bir Adam’ı”, dedim. Böylece başlayan kahve sohbetinin arkası ondan geldi; bir kitap yazıyormuş, rastlantılar üzerine. Peşin peşin kutladım. Kitabın metafizik, ruhçuluk, hasılı spiritüalizm üzerine olduğunu söyleyince başka masaya kaçasım geldi, lakin konuşkan biriydi, lafına hız vermişti. “Demek falcılık üzerine yazıyorsunuz” deyince, yakında çıkacağını ümit ettiği kitabın falcılıktan fazlasını içerdiğini anlattı. Ayrıca, o kendisine falcı demiyormuş; şunu tercih ediyor: Psychicsaykik! Adı Marlene Chapman, kırk yaşlarını devirmek üzere bir hanım. Derhal çantasından kartvizitini çıkardı: Mistik danışmanmedyum! “İşyerim hemen yolun karşısında, buraya kahve içmeye geldim, yukarıdan enerji akmasını bekliyorum” dedi, istersem derhal beni mistik işyerine götürebileceğini söyledi; iyice tırstım. Kafenin camekânından parmağıyla gösterdi dükkânı. Kafeye yeni geldiğimi, belki sonra oraya gidebileceğimi söyleyip kehanet, fal, sır, muska gibi şeylere ilgisizliğimi de ekledim. Yeşil gözleriyle beni tartıp ölçüyor, kim bilir ruhumun derinliklerinde yatan şeytani şeyleri yakalamaya çalışıyordu. Gözlerimi kaçırsam, yenik düşeceğim: Bütün gazetecilik becerimi kullanıp soru yağmuruna tutmazsam, elinden kurtulması zor. Sormaya gerek kalmadan, zaten A be, falına bakayım... o anlattı. Tanrıyı bir enerji olarak yarım saatlik seansları 160 $’dan algılayan şu bildiğimiz mistik düşünüş başlıyor. Fena para değil. Hekim biçimlerinden bir “amalgam” yaptığı muayenesine para verince öfkelenen açıklamasını dinledim. Ona göre, Kanadalı, demek, geleceğini tıpkı internette bir konuya siz ilgi öğrenmek için kesenin ağzını açıyor. gösterince nasıl reklam ağı ekranınıza Bir milyon nüfuslu Edmonton’da, yağıveriyor, işte enerjitanrı da bu işi yapan 50 civarında “saykik” sizin attığınız her adıma göre ekran olduğunu söyleyince merakım sayılacak yaşamınıza yağdırıyor depreşti. Maliyeye kayıtsız, evinde da yağdırıyordu. Kitabın temel çalışanların sayısı bunun birkaç felsefesi buna dair; bunun, rastlantı misliymiş. “Saykik” olmak için dediğimiz şey olduğunu ileri bir diploma, ruhsat gibi sürüyor. Benim yaptığım şey gerekiyormuş. Vergi EDMONTON işi öğrenince, hevese gelip levhası almak, tabela ayrıntıya girdi. yaptırmak yeterliymiş. Yirmi yıldan beri bu işi Bütün mesele yukarıdan yaptığını söyledi. Bugüne gelen (Bu arada sık dek aralarında cerrah, sık yukarıya bakıyor, MAHMUT hekim, üniversite hocası gözüyle üst tarafları işaret ŞENOL gibilerin yer aldığı geniş ediyor!) enerjiyi doğru bir yelpazeye hizmet algılayıp müşteriye, “Dört veren “saykik” olmuş. Tarot falı ve vakte kadar talih kuşun başında rakamların esrarlı gücünü araştıran olacak!” gibi açıklamalar yapmak nümeroloji, astroloji ve burçlar gibi ve mesleğinde ün kazanmakmış. yöntemlerle müşterilerin geleceğini Sonrasında müşteri kapıda birikir, okuyor, onlara yol yordam gösteriyor; dedi. Bir müşteriye yılda 4 kez bu anlamıyla kendisini bir tür psikolog baktığını söyledi, “Fazlasıyla fal sayıyor. Evliliği kötü giden çiftlerden, açarsam enerji kaybı oluyor!” dedi. evlenmek isteyene kadar müşterinin Marlene gelip gidenler arasında suç cinsel yaşamına, aile sorunlarına, işlemeye yatkın sosyopat olanların elbette mutsuzluğuna fal açıyor. çokluğuna da dikkat çekti, “İşim Yaptığı bu! Ama dükkânı müşteri o kadar kolay değil, bir odada kaynıyormuş, şimdiden birkaç hafta karşıma geçen suçluyla baş başa sonrasına randevu defteri doluymuş; kaldığım zamanlar var, her sözüme Allah ziyade etsin! Müşterilerin dikkat etmeliyim” diye güçlüğünden söz etti. Politikacıların “tarot”uyla sosyopat suçlularınki aynı çıkıyormuş, “Siyasetçiler en başta gelen sosyopatlardır, egoları yüksek, narsisistir!” diye bir yorum yaptı. Türk olduğumu öğrenince Türk kahve falına söz kaçınılmaz olarak gelecekti. “Ben Türk kahvesi yapmayı bilmem, ama siz yaparsanız falınıza bakarım!” dedi, elimizdeki Starbucks kahveleri telvesiz ya! Öte yandan illa beni falhanesine götürecek, tıpkı İstanbul parklarında yanınıza yanaşan Çingene falcılar gibi, “Atayım bakla be yav, üç kuruşa bakayım falına!” dese şaşırmayacağım. Birden, lafı bakla falına getirdim. Hiç duymamış, ama taşların zar gibi atılmasıyla oluşan şekillerden geleceğin tahmini yapılır, dedi. Kendisinin dinlerüzeri olduğunu söyleyince, “Peki ateistler geliyor mu?” diye safça sordum, gözlerimin retina tabakasına kadar inceledi, galiba ne olduğumu anladı, “Yok ateistler kapımızdan geçmez!” dedi. Geleceğe dair her şeyin önceden görülebileceğine baştan inanmış olmak, belli ki bu işin temel kuralıdır. Kanada ve ABD’nin hemen her kentinde Edmonton’daki gibi “saykik” dükkânı varsa, parmak hesabıyla tutturamayacağım kadar işyeri, bir o kadar meraklısı vardı; rakamın büyüklüğünü bir “saykik”e sormalı. Ülkemde, astrolog Rezzan Kiraz’ın Facebook sayfasında 25 bin meraklısı olduğunu görünce buna pek şaşırmamalı. Ne demişler, fala inanma falsız kalma! Yoksa evden kahve fincanı, cezveyi, Kurukahveci Mehmet Efendi’nin burada kolayca bulunan çekilmiş, mis kokan kahvesini alıp gitsem mi? [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle