07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 ŞUBAT 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yerinde Saymak ANA muhalefetimiz, maşallah, yine yerinde sayıyor, kendi sahasında top gezdiren bir takım gibi. Sanki maçta galibiyet veya beraberlikten de öteye şampiyonluğu bile garantilemiş, son maçı bitirecek hakem düdüğünü beklemekte. Oysa oynanan, bir futbol karşılaşması değil, bir ülkenin, hatta cumhuriyetçi bir rejimin alın yazısıdır. CHP, yüklendiği sorumluluğun anlamını ve önemini henüz tam idrak etmiş değil galiba. Etmiş olsaydı, son yıllarda başka türlü davranıp geç de olsa disiplinli bir kadro kurmaya ve hatta ciddi bir program değişikliğine başlayabilirdi. Ne yazık ki o yönde belirtiler hâlâ yok. Durgunluk sürüyor; ana muhalefetin temel görevinin yeni bir iktidar doğurmak olduğunu düşünüp acaba doğum sancısı mı deseniz, o da değil. rogram, her zaman var olan bir durumu sürdürmek için yapılmaz, hedef yenilemek ve yenileşmeyi gerçekleştirmek için de yapılabilir. Bir ana muhalefetin programı, çoğu zaman söylendiği gibi iktidara muhalefet edip iktidara geçmekten ibaret kalabilir mi? Muhalefetin saati de iktidarınki gibi işler ve zaman aynı hızla akar. Dolayısıyla, ana muhalefet de kurulduğu zamanki gibi kalmamalı, yeni düşüncelerin, yeni hedeflerin, yeni yöntemlerin özellikle de yeni teknolojilerin peşinde koşmalı, yeni katılımlarla yeni ortak cepheler kurmalıdır. Kurmalı ki, biletine büyük piyango isabet etmiş şaşkın talihli gibi kendisini ve çevresini batırıp rezil etmesin. lduğu biçimde ayakta kalmak, cumhuriyet Türkiyesi’ne yakışmaz ve yetmez. Bulunduğu coğrafya öyle bir yer değil, çağ da aynı kalmıyor. Demokrasi de, kronik seçimleriyle ve kadro değişiklikleriyle zaten bu nedenle vardır. Elbet önümüzdeki yerel seçimler gelecek yılın genel seçimlerinin hem habercisi olacak, hem de onları etkileyecektir. O halde, gelecek için düşündüklerimizin şimdiden hazırlanması ve gitgide artan bir tempoyla gerçekleşmeye başlaması gerekir. Her şeyden önce zamana yenilmemeyi öğrenmeliyiz. İ Entelektüel Harlot Üzerine ya da... * Platon, Aristoteles ve Ksenophon, sofistlerin/harlotların çakma entelektüel olduklarını söylerler. Onlar için para/nakit aşkı her şeyden önce gelir. Tüm yaşamları bu aşk tarafından esir edilmiş gibidir. “Akıllı olmak”, “zeki olmak” insanı bilge kılmaz; ama harlot kılabilir... Demokrasiyi bence ve bugün en fazla tehdit eden de demokratik erdemleri yok ederek iyi, güzel ve soylu olan her şeyi boğan bu entelektüel harlotlardır; bu entelektüel harlotluktur. PROF.DR. H. NUR ERKIZAN Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Antiphon, Prodikos, Kritias ve de Thrasymakhos anılabilir. Onlar kimdi? Onlar neyi savundular? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını vermek güç olmasa da onların bir okul oluşturmadıklarını söylemek; açıklamanın en azından kısa olamayacağını ve dolayısıyla da burada bunu yapmanın uygun olmayacağına ilişkin kendiliğinden bir açıklama oluşturur. Bununla birlikte yine de onlar iki gruba ayrılabilir: ı) Eleştirel aklı temel alarak bilgeliği sürdürenler ıı) Sahte bilgelik pozuna bürünenler; bilgeymiş gibi, bilgiliymiş gibi görünenler. Sofist terimi (sophist, sophistes) başlangıçta birini aşağılamak, küçümsemek veya alaya almak için kullanılmıyordu. Herodot; Solon ve Pythagoras’ı sofist olarak çağırıyordu. Bu bağlamda sofist; bilge insan, bilgelik sahibi olan insan {sophid) anlamına geliyordu. Ancak daha sonraları ‘sophistes’, yani sofist bilgelik ile bağlarını yitirdi ve de o ‘to sopton’ (cleverness, kurnaz, zeki, işini bilen, her kalıba giren ve en önemlisi de aldatan, kandıran, sahtekâr) olarak tanımlandı. Ben bunu entelektüel harlotluğun miladı olarak görüyorum. Başka bir ifadeyle, bu, bilgeliğin karşısına erdemini yitirmiş aklın çıkışıdır... Sofist artık bilge değildir; o kendini bundan böyle yaptığı her şeyi meşrulaştırma savaşında kurnazca, zekice argümanlar öne süren, kendi çıkarları için aldatandır, kandırandır. O, bu bakımdan Aristotelesçi bir kavrayışla söylenecek olursa, “çakma entellektüeldir”. Platon Sofist adlı diyalogunda sofistin altı farklı anlamını verir. Temel düşünce ise sofistlerin aklın tüccarlığını yapmasıdır. Bir sofist akıl tüccarıdır; hakikat, doğru, iyi, güzel vb. şeyler onu ilgilendirmez. Birçok bakımdan günümüzün pseudo/sahte/çakma entelektüellerine de benzerler. Çünkü; onlar da her şeyde “yararın hükmünü” görürler. Aristoteles’in Sofistlere ilişkin tanımı çok daha açıktır: “Sofistler sahte bilgelikten para kazananlardır.” Acaba Aristoteles dün olduğu gibi bugün de sözüm ona çeşitli düşünce kuruluşlarında “efendisinin” çıkarlarını yazanları, meşrulaştıranları, övenleri, aldatanları, sahtekârları, kandıranları ve bu zemin üzerinden tartışanları kastetmiş olabilir mi? Dün olduğu kadar bugün de, ne çok entelektüel, bu anlamda, sofistleşmenin ve de bensiz’leşmenin arzulu alkışlayıcıları arasında yer almaktadır... Ne çok sofistler bensizleşenler ile çoğalmaktadır... Sahte bilgelik nasıl da bilgeliğin üzerine yürümektedir; aynı bir harlot gibi. Harlotlaşmak ne kadar da tüccar akla yakışıyor ve de taraftar topluyor... Sahte bilgelik günümüzde de ne kadar çok aklı, hakikati ve erdemi karartıyor; aynı dün dünyanın ilk demokrasisini, Atina demokrasisini karartıp yıktığı gibi. Demokraside bilgelik yerini entelektüel harlotluk ile değiştirirse ömrü uzun olmaz. Demokraside entelektüel harlotlar ya da sofistler hakiki bilgelerin yerini alır, bilgelik sürgün edilirse bırakın demokrasiyi ortada insan kalmaz. Çünkü demokrasi kültürü propaganda ile yeşermez, yeşeremez. Hitler bunun en başarılı örneğidir. Eleştirel aklın bir atsineği gibi demokrasiyi uyanık tutması gerekir. Sokrates bunu çok önce görmüştür. Sorgulanmamış yaşamın yaşamaya değmeyeceğini söyleyerek her türden dogmatizmin taşıdığı felaketi sezmiştir. Tüccarlık kendi başına ne iyi ve ne de kötüdür; ama sahte bilgelik tüccarı olan entelektüel harlotlar kötüdür; onlar her şeyin o güzel kokusunu, rengini ve de özünü alırlar. Onlar hakikati çalarlar... Geriye bıraktıkları nahoşluktur, yozlaşmışlıktır, sığlıktır her anlamda... Ve belki de Alev Alatlı’nın ifade ettiği anlamda paçozluktur da... Bu kavrayış yeni değil. Ksenophon’un entelektüel harlotluğun özünü hepimizden iyi görmüş ve de tanımlamış olduğu söylenebilir. O şöyle der: Sophistler/harlotlar aldatmak ve çıkar elde etmek için yazarlar; onların kimseye hayrı dokunmaz. Çünkü sofistlerin hiçbiri ne erdemlidirler ve ne de erdemli olurlar. Zaten onların kendileri de sofist olarak çağrılmaktan hoşnutturlar ki bu terim düşünenler için bir hakarettir. O nedenle; sizleri sofistliği meslek edinenlere karşı kendinizi korumanız hususunda uyarıyorum... Sofistler aklını satar. Onların sahip olduğu akıl, erdemini kaybetmiştir akıldır. Dolayısıyla almış oldukları duruşlar ve pozlar da harlotluğa uygundur. Platon, Aristoteles ve Ksenophon sofıstlerin/harlotların çakma entelektüel olduklarını söylerler. Onlar için para/nakit aşkı her şeyden önce gelir. Tüm yaşamları bu aşk tarafından esir edilmiş gibidir. “Akıllı olmak”, “zeki olmak” insanı bilge kılmaz; ama harlot kılabilir... Demokrasiyi bence ve bugün en fazla tehdit eden de demokratik erdemleri yok ederek iyi, güzel ve soylu olan her şeyi boğan bu entellektüel harlotlardır; bu entellektüel harlotluktur. Hepimizin yakından gördüğü ve bildiği gibi... Dünyada ve Türkiye’de demokrasinin kaderi bu gerçeğin görülmesine bağlıdır. * İngilizcede karşılığı, ilkesiz, tercihlerinde ilkesiz, hiçbir ahlaki ilkesi olmayan, aldatan, namussuz, dürüst olmayan, aklına estiği gibi başıboş gezip dolaşan, haz ve yarar peşinde koşan ve bunun için kendini satan kadın ve erkek anlamlarına gelir. Eski Fransızcada daha çok erkek için kullanılır (harlot, herlal). Sofist aklını satar; dolayısıyla da o bir entelektül harlottur. Harlot ile ilgili ve hemen hemen aynı anlam içeriğine sahip bir diğer terim ise Latinceden gelir. Meretricius bir sıfattır ve de meretrix’den gelir. Sözlük anlamı ‘kendini kiralayan’dır (mereri). İngilizcedeki meretriciousness terimi de aynı kökten gelir. Birinci anlamıyla o; biraz da Aristotelesçi ruhla söylenecek olursa; görünüşte ilgi çekici olmakla birlikte gerçekte hiçbir değere, öneme ve de saygınlığa sahip olmamayı ifade eder. İkinci anlamıyla ise, meretricious ya “kendini satma”, “kiralamayı” ya da bu özellikleri gösteren karakter özelliklerini belirtir. P O nsanın tarihinde, kendisi dışında, yeni olan belki de hiçbir şey yoktur... İyi, kötü, güzel, çirkin, doğru ve yanlış gibi insanın yaşamını saran kavramlar da aslında yoktur ve hatta “boştur”; bir bedende yaşanmadığı, bir yürekte duyulmadığı, bir zihinde yer almadığı sürece. Daha da ötesi; onlar bir benliğin içinden duyulmadığında ne anlamlı ve ne de önemlidirler. “Benimolmayan” bir iyilik “benimolmayan” bir kötülük kadar “bensiz”dir... Ve bu bakımdan düşünüldüğünde, insanın üzerinde düşünmesi gereken belki de en önemli sorulardan biri “ben neyim”den çok “bensiz” miyim sorusudur. Çünkü; “bensizlik” sizden her şeyi alır ve de “benliğinizi” hamal yapar. Zaten “bensiz” olanın “ben neyim” sorusunu sorması mümkün olmadığı gibi sorduğunda da vermiş olduğu yanıt hem önemsiz ve hem de anlamsızdır. Böylesi durumda “ben”; var olma ve eyleme biçimlerinin kendisi hakkında tasdik edildiği şeyler olmaktan çıkar; bizzat kendisini oluşturan her şeyin başkalarının tasdik ettiği durumlar, eylemler ve biçimlerin hamalı haline gelir. “Ben” gitmiştir; yerine gelen beli bükük bir taşıyıcıdır; kendisini bile kendisinin sırtından atan “bensizlik” gelmiştir yerine... Bu satırların nedeni ya da nedenleri insanın tarihinde görülen onca yoksunluk, “yoksulluk” ve her türden düşkünlük durumlarıdır; dün olduğu gibi bugün de varlığını sürdüren. Dünü anlamak işte bu bakımdan önemlidir... Şaşkınlık yerini ancak böylece analize ve kavrayışa bırakabilir... Dün, sofistler diye anılan bir grup insan vardı... En önemlileri ve ünlüleri arasında Leontinili Gorgias, Protagoras, Harlotlaşmak Sahte bilgelik Sofistler Bir Nesil Özlemi Z. Doğan Koreli Eğitimci erede bizim Köy Enstitülerinde yetişmiş emektar neslimizin aydınlanma ruhu? Nerede Hasan Âli Yücel’in o “öğrenmenin öğrenildiği yerleri” var eden akla dayalı eğitim politikası? Sabahattin Âli’ler, Orhan Kemal’ler, Kemal Tahir’ler, Fakir Baykurt’lar, Asım Bezirci’ler neredeler? O bir avuç canlarıyla yaşadıkları coğrafyaların sıkıntılarına dikkat çekebilmek amacıyla hece hece işledikleri ve çoğu kez bir mahpus damında haykırdıkları özgürlükçü eğitim anlayışımızın onuru nerede? Üniversitelerimiz, akademilerimiz, enstitülerimiz, kültür ve sanat atölyelerimiz artık laik ve demokratik bir eğitim çığlığıyla inlemelidir. Yetenekli, toplumsallaşmış, vicdanını insanlık lehine sorgulayan gençlik ruhu, akademilerimizin ana ereği olmalıdır. Çeşitli sınav formatlarıyla üniversitelere 50 yıldır yerleştirmeye tabi tutulan gençler, çoktan seçmeli düşün(eme)me alışkanlığından uzaklaştırılarak analitik eğitim yeteneğiyle donatılmalıdır. Sorgulama ve yorumlama yetisi elinden alınmış “mankurt” ne N sillerin çağımızı ve geleceğimizi kuşatmasının önüne geçilmelidir. Büyük bir üretken çocuklar kuşağı yaratılmalıdır. Dünyaya, insanlara ve olaylara eleştirel gözle bakabilen, tek tipleşmeyen, topluma karşı borçlarını bilen, kendilerini seven, kendilerini sevdiği için de çevresini ve insanlığı seven, özgün düşünen, büyük düşlemler kurabilen demokratikpolitikbilişim kuşağı yetiştirilmelidir. Başta büyük Atatürk’ün ve Cumhuriyeti kuranların “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür kuşaklar” yetiştirme ereği günümüzde unutturulmak ve sindirilmek istenmektedir. Duygulu 90 kuşağının duyguları istismar edilmekte, özgürlük sloganlarına şiddet uygulanmaktadır. Cemaat gruplarının elinde us travması yaşayan çocuklarımız kapitalizm cangılında metalaşmakta ve çeşitli çıkar gruplarının sözcüsü olmakta, sürekli emir alan bir “kul” sıfatına dönüştürülmektedir. “Biz kırıldık, daha da kırılırız / Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza” der Cemal Süreya bu kuşağının sesi olup. Güller gibi açarlar çocuklarımız, koklarız koklarız da belki merhamet dolarız. Şafakların altın saatleri olurlar da gölgelerinde bir zerrecik ışıktan gözlerimizi çeviririz ırmaklara, bir çınar ağacı nın yemyeşil yapraklarına. Hayat dolarız. Bir dönem, düşünce suçudur diyerek kitaplar, dahi okuması yasaklanan, kültürel yaşamları ağır baskı ve yıkım altında kalmış gençlerimiz haykırıyor bugün! “Şu çılgın Türkler” tarih yazıyor ellerinde ders kitapları, dillerinde özgürlük şarkıları... Direndikleri, çığlık oldukları alanlarda kütüphaneler kuruyor yeni neslimiz... Görünce hiç mi hüzünlenmediniz, ümitlenmediniz, övünç duymadınız? Hiç mi? Latife Tekin’in Berci Kristin’i, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı, Albert Camus’nün Veba’sı, Virginia Wolf’un Deniz Feneri, Bilge Karasu’nun Gece’si, Nazlı Eray’ın Ay Işığı Sofrası, Pınar Kür’ün “Bitmeyen Aşk”ı var bizim gençliğimizin elinde... Bilinmelidir ki onlar bir tiyatro sahnesinden, operete, folklorik müzik zenginliğinden klasik Batı senfonilerine kadar örnek olabilecek büyük bir kültürel deryaya sahiptir. Ve bu deryada kulaç atmayı severler yazar ve çizerler. Kültürlerine yapılan saldırılara, eğitimlerine vurulan darbelere, hislerine düşen kara lekelere, uslarındaki çağdışı karanlık engellemelere rağmen okuyor ve izliyor dünyayı çocuklarımız ve gençlerimiz... Mutluyuz, umutluyuz... Eğitmek mi Öğretmek mi? KASIM AVCI Eğitimci B elki hepsi.. Belki başkası.. O kadar çok eğitim yolları, öğretme yöntemleri var ki.. Zamana göre değişmekte, kişiye göre başkalaşmakta.. Özlemlere göre renklenmekte.. Gereksinmelere göre ad değiştirmekte.. Eğitim öğretim: tüm insanların doğal hakkı olduğu kadar da yasal hakkıdır.. Özgür olmak, uygar yaşamak isteyen tüm insanlar, eğitim haklarındanöğrenme olanaklarından eşit yararlanmalıdır.. Yapay gerekçeler, engel yöntemler, insanı eğitim yapmaktan, öğrenim görmekten yoksun bırakmamalıdır... Eğitim öğeretim, herkesi sürekli eğitmeli, öğretmelidir.. Örgün yaygın eğitimöğretim yaşam boyu sürmelidir.. Kesik kesik, boğum boğum, düğüm düğüm olmamalıdır.. 4+4+4 lerle azaltılmamalıdır.. Dindar kapmalara, kindar kopma lara araç olmamalıdır.. Eğitim öğretim, yurdun bağımsızlığına, halkın özgürlüğüne, uygarlık kazanımlarına katkıda bulunmalıdır.. Kısa sürede, suyu kesilen değirmene, yaprağı solan, meyve vermeyen ağaca dönmemelidir.. Eğitim öğretim kurumlarımız: bugün zor durumdadır.. Renkleri bir bir solmaktadır.. Verimleri azalmaktadır.. Saplantılar içinde, senben; ileri geri: kindar dindar kavgası içindedir.. Halkı gütmeye, ütmeye çalışmaktadır.. Tutucu koşullandırmalar artmaktadır.. Öğrencilerimiz, eğitim öğretim görenlerimiz, iyi yetiştirilmediklerinden, yeterince üretim yapamamakta, hizmet üretememektedir.. Halkımız doymaz durumdadır.. Borç içindedir.. Yetiştirdiğimizi sandığımız gençlerimiz iş bulamamaktadır.. Sokaklarda dolaşmaktadır.. Bunalıma girmektedir.. Topluma yük olmaktadır.. Halkımız, üretici eğitim, öğretim istemektedir.. Eğitim öğretim sorunları çözümlensin diye beklemektedir.. Halkımızın aklı gözündedir.. Örnek gerçek olduğuna göre, yazılmasında bir sakınca yoktur.. Kenan Evren’in güclü olduğu, etkin bulunduğu bir Şanlı Urfa gezisinde, halkın kendisinden ne istediğini sorduğunda: “çocuklarımız için çoban okulu istiyoruz” demişlerdi.. Eğitim öğretim kurumlarmız, gerçekten üretici değil.. Tüketici.. Zaman tüketici. Olanak tüketici, yetenek öğütücü.. Umutlarımızı kırıcı.. Yüreklerimizi incitici.. Bizi yoksul koyucu.. Özlemlerimizi karartıcı.. Oysa çağdaş yaşamda, eğitim de öğretim de uygar bir araç.. Kişiyi aydın kılan, üretici yaratıcı yapan, bilimle aydınlatan uygar bir araç.. Toplumu, kalkındıran, uygar kılan, onurlandıran kutsal bir araç olmalı, değil mi?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle