07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 ŞUBAT 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Demokrasi, Kentler ve Yerel Yönetimler Zamanla Yarışmak Zamanla yarışmak... Sanatçılardır, yazarlardır bu işe kalkışanlar. Sanki her yazdığı dize, kısauzun öyküler yılları belki de yüzyılları aşacak. Hadi ordan dediniz mi, karşınıza hemen Şekspir’i, Moliere’ı, Balzac’ı, Stendhal’i çıkarırlar. İşte ölümsüzler, ölüme meydan okuyanlar... Kişi bunu bile bile yapmaz, bir esintidir sanatçının dostu duyarlık. Ama niye duyarlık, neden, niçin!.. Otur sen oturduğun yerde, der bir yandan da içindeki şeytan. Var mı şeytan diye biri? Bir insan da olabilir, bambaşka bir yaratık da. Kitapları yan yana dizdim. Öncesinden sonrasına karşımda duruyorlar. Hepsi işini çoktan bitirdiğine inanmış. Ama insanlar durmaksızın değişir, yenileşir. Daha doğrusu gençleşir. Yaşla başla değil, gerçekten başka bir şeydir yaşlılık ya da gençlik. Zamanla yarışımızda hiç kazanan olmamış. Öyle diyorlar akıllı adamlar. Ki onlar her şeyi bilir. Türk başbakanı Tayyip Bey’in topladığı akıllılar, yani onların deyişiyle akiller heyeti... Başbakan olmak akıllı olmak mıdır? Dahası da cumhurbaşkanı seçilmek... Bunlar üstün insanlar mıdır? Sokakta karşılaştığınız da “A, bu o mu” dersiniz. Hiç uygun göremezsiniz Tayyip Bey’i padişahlık tahtında oturtmaya. Niceleri geldi geçti; oturduğu koltuk eskidi mi, çöpe atılır; yeni bir koltuk getirilir. Nedense iktidar koltukları çok değildir. Bir taneciktir. Kapan kapana o zaman. Sen seçimlerde önde çıktın, padişah yetkisini kullanman istendi. Kim kim? Sizler bizler, hepimiz. Gidip oy vermedik mi? Ama Tayyip Bey’e değil de kime vermişiz? Sen istediğin kadar ben sana oy vermedim, sen nerden çıktın de... Yıllar geçti geçiyor. Takvim geldi, baktım yirmi birinci yüzyılın on dördüncü yılındayız. Kendi takvimime bakayım, o da aynı şeyi mi söylüyor diye! Evet, her şey aynı yolda, eğri de doğru da. İlkokul çantasını sırtında dolaştırdığın günler gibi, şimdi daha çok çanta taşıyorsun. Bir ömür geçecek fazla bir değişme olmadan. Hep aynı aynı, demiş şair...“aynı aynı aynı”. Yaz dediler; yaz sabahtan başla, eski makinen seni bekliyor. Daha başkaları da geldi, ama hep o yaşlı arkadaş kaldı. Aç kapağını başla A’dan W’ye... Neyse ki bizim alfabemizde X diye bir harf yok. Akıllı insanlar o harfi yaşamımızdan çıkarmakla ne iyi etmişler. X’li yazıları o zaman nasıl okuyacaktık kim bilir. Haydi X’siz bir yaşamı aramaya. Önümüzdeki 30 Mart’ta yerel seçimler var. Kısa bir süre önce yapılan yasa değişikliğiyle bine yakın belde belediyesi yok edildi. Böylece demokrasimiz bir yara daha almış oldu. Yine de önümüzdeki seçimler demokrasinin beşiği konumundaki kentlerin yerinden yönetim kadrolarını yeniden belirleyecek. Yerel yönetimler, yaygın demokrasinin uygulanma alanıdır. Doğan Hasol D emokrasi, en genel anlatımıyla, bütün paydaşların politikayı biçimlendirmede eşit hak ve söze sahip oldukları bir yönetim tarzıdır. Etimolojik olarak bakarsak, kökeni Yunanca… Bileşenlerindeki “dimos” halk, “kratos” iktidar anlamına geliyor. Yani demokrasinin özü, halkın kendi kendisini yönetmesine dayanıyor. Demokrasi, seçimden, sandıktan, hatta çok partililikten ibaret değil. Katılımla, paylaşımla sürdürülmesi önemli; yoksa, çağdaş toplumlarda, “Ben seçildim, sizleri artık ben yöneteceğim. Siz karışmayın, en iyisini ben bilirim, en iyisini ben yaparım” anlayışıyla değil. Günümüzde artık temsili demokrasi yerine, katılımcı demokrasi geçerlidir. Çağdaş demokrasi ortak akılla ve toplumsal uzlaşmayla yürüyor. Kısacası; öncelikle “ben” değil “biz” demeyi öğrenmek gerekiyor. Doğal ki, her şeyden önce de insanların demokrat olmaları... Demokrasinin beşiği de vitrini de kentlerdir. Zaten ilk çıkışı, Eski Yunan’daki sitedevletlerine dayanır. O günün az nüfuslu kentlerinde bugünkünden farklı bir anlayışla da olsa uygulanan doğrudan demokrasi, bugünün büyümüş ülkeler ve kentlerinde kolay uygulanamıyor. Ne var ki günümüzde durum 20. yüzyıldakinden de farklı: Artık yeni olanaklar var. Sanal iletişim sayesinde herkes düşüncelerini bir anda bütün ülkeye, hatta dünyaya yayabilme olanağına sahip. Artık toplum, yalnızca seçimden seçime değil, her zaman güçlü konumda. İnsan haklarından aldığı gücünü meydanların yanı sıra iletişim çağı olanaklarıyla sanal ortamda da ortaya koyabiliyor. Böylece, yasama, yürütme ve yargı erklerine, kanımca, toplum erki de katılmış oluyor. Yürütme, öte Demokrasinin beşiği kentler ki erkleri baskısı altına almayı becerse, hatta medyayı sindirse bile toplumu kolay sindiremiyor. Öte yandan, şunu bir kez daha vurgulamakta yarar var: İktidarı kullanmak sınırsız, koşulsuz değildir. Kimilerinin bir türlü kavrayamadıkları ya da kavramamış göründükleri Taksim Gezi Direnişi aslında çok anlamlıydı. Kentliler, kente sahip çıkma haklarını demokratik yoldan, çağdaş olanaklarla dile getirip savundular. Barışçıl, insancıl, uygar davranışlarla… Avrupa’da daha 18. yüzyılda benimsenmiş olan Birinci Kuşak Haklar (Klasik Haklar) arasında yer alan “düşünceyi açıklama özgürlüğü” ile “toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını” kullandılar. İmar düzeninin otoriterleşmesine, yozlaştırılmasına ve istismarına karşı çıktılar. Kendilerine uygulanan her türlü şiddete rağmen “Park bizim, Taksim bizim, İstanbul bizim” dediler. Ve seslerini bütün ülkeye, hatta dünyaya duyurdular. Şimdi iktidar, toplumun düşünce yaymasını engellemek ve gücünü kırmak üzere interneti hükümet denetimine alıyor ve yasaklar getiriyor. Toplumun haberleşme ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan o yasaklar anayasaya da AB ilkelerine de aykırı… Çağdaş demokrasi ölçütlerine göre de kabul edilemez. İletişim çağında ülkemizi çağın dışına iten böylesine demokrasi dışı bir yasanın TBMM’den geçebilmiş olması gerçekten hayret verici. 1968’de bütün dünyaya yayılan gençlik hareketinin “Yasaklamak yasaktır” biçimindeki, iki sözcüklü, çok anlamlı sloganını anımsatmak herhalde yararlı olur. Özgürlüğün sansürle kısıtlandığı yerde demokrasiden söz edilemez. Fransız www.lepetitjournal.com’un bildirdiğine göre, internet devi Google geçen aralık ayında yayımlanan “Saydamlık Raporu”nda Türkiye’yi Çin’le birlikte web’i sansürleyen ülkeler listesinde ilk sıraya koymuştu. Herhalde bundan sonra, rakipsiz olarak listenin başında yer alacağız. Biz demokraside hâlâ zorlanıyoruz. Osmanlı döneminde padişah, “efendi” idi; sözcüğün alındığı eski Farsçadaki anlamı da buydu. Padişahlar, halifeliği de üstlenerek idari güçlerine dinsel gücü de katmış oldular. O dönemde, düşünmek halkın işi değildi. Her şeyi, “Padişah Efendimiz bilir” anlayışı beliriyordu. Cumhuriyet, halkı kulluktan çıkarıp birey yaptı. Demokrasi ancak bu temel üzerinde kurulabilirdi. Ne var ki yüzyıllarca boyun eğmiş ve cahil bırakılmış kişilerin torunlarının kendilerini demokratik yaşama uyarlayabilmeleri hiç kolay değildi. Hâlâ büyük ölçüde bunun sancılarını çekiyoruz. Kimi yöneticilerse hâlâ padişah tavırları içindeler. Demokrasinin işlemesi için bütün bireylerin demokrat olması gerekir; öncelikle de siyasilerin… İşin özü budur. Yazık ki, bizde, demokrasinin koruyucusu olması gereken siyasal partilerin bünyesinde bile hâlâ demokrasi yok. Önümüzdeki 30 Mart’ta yerel seçimler var. Kısa bir süre önce yapılan yasa değişikliğiyle bine yakın belde belediyesi yok edildi. Böylece demokrasimiz bir yara daha almış oldu. Yine de önümüzdeki seçimler demokrasinin beşiği konumundaki kentlerin yerinden yönetim kadrolarını yeniden belirleyecek. Yerel yönetimler, yaygın demokrasinin uygulanma alanıdır. Özetlersek, iktidar odaklı demokrasiden insan odaklı demokrasiye geçilmedikçe, temsili demokrasiyi katılımcı demokrasiye dönüştürmedikçe toplum huzura kavuşmaz. Geçiş, yerellikle oluşur. Bugün ülkemizde yerel alan, merkezi yönetim otoritesince işgal edilmiştir. Merkez güçlü, yerel zayıf… Bu durum, demokrasi anlayışımızdaki kısırlıktan kaynaklanıyor. Yerel yönetimlerin bir an önce gerçek işlev ve kimliklerine kavuşturulması gerekir. Önümüzdeki seçimlerle demokrasiyi yerelden başlayarak yeniden örgütleme fırsatı yakalanabilir. Haydi!.. Paramparça Hukuk: AYM’den Umut Var mı? Türkiye’de hukuk var mı? Evet, yasalar var... Evet, anayasa bile var... Ama hukuk var mı? HHH Türkiye’de adalet var mı? Evet, avukatlar, yargıçlar, savcılar var... Evet, mahkemeler var... Ama adalet var mı? HHH Bizzat AKP iktidarı, yargıyı ve güvenlik güçlerini ele geçirmiş olan “paralel devletten” söz ediyor... Bizzat iktidar sözcüleri orduya “kumpas” kurulduğunu söylüyor... Bizzat iktidar mensupları, yargının yargı dışı güçlere teslim olduğunu belirtiyor... Bununla yetinmiyor, yargıyı kendisi teslim almak üzere harekete geçiyor... Yüzlerce polis, emniyet müdürü, savcı, yargıç görevlerinden alınıyor... Mahkemeler kaldırılıyor... Kaldırılan mahkemeler yargılamaya ve hüküm vermeye devam ediyor... Meclis’ten gece yarıları yasalar çıkartılıyor... “Torba yasa” adı altında ilgisiz maddeler bir araya getirilerek yasaların mantığı yerle bir ediliyor... İktidar istediğine zırh, istediğine af getiriyor... Bu arada Anayasa Mahkemesi (AYM) beş yıldan fazla tutukluluk sürelerini iptal ediyor... Ve Silivri’dekiler hâlâ hapiste. HHH Sürekli okurlarım bilir: Her zaman hukuka, adalete, yargıçlara, savcılara, avukatlara güvendim... Son yıllarda bu güvenim önemli ölçüde sarsıldı, ama hâlâ yargı mensuplarının vicdanlarının, ortalama vatandaşların vicdanlarından daha fazla adalete meyilli olduğunu düşünüyorum. AYM, AKP iktidarı ile Cemaat arasında bölünmüş görünen bu yargı manzarasının ürettiği haksızlıkları giderebilecek mi? Hukuksal tutarsızlıklar ve boşluklar ile iyice sakatlanmış bulunan bugünkü yargı düzeni içinde içtihatlar oluşturarak adaletin yerine getirilmesine hizmet edebilecek mi? HHH AYM, iktidarların anayasaya aykırı eylemlerini engellemekle görevlidir. AKP iktidarı, bütün kurumları olduğu gibi AYM’yi de, hem yapı hem de işlev bakımından sulandırmış, sınırlamış ve kısıtlamıştır. Ama ben yine de umudumu korumak istiyorum. İnsan odaklı demokrasi Faselis’in Eşekarıları GÜRol sÖZEn ski hikâye… Bodrumlu sünger avcıları derin sulara açılır. Yeri belirleyince de demir atarlar. Su geçirmez gri giysisi, kurşun ayakkabıları, cam gözlüklü başlığı ile dalgıç suya iner. Dip verimlidir; ağır hareketlerle sepeti süngerle doldurmaya başlar. Birden, teknedeki sinyal ipinden mesaj gelir: “Batıyoruz, çabuk çık!” Evet! Dipteki sünger avcısı gibi her birimiz. Sıfırlanmamış bir tek kurum ve ilke yok: Kum, çakıl ve çimento temin edenlerin dışında… Ulus olma onurunun, aydınlığın, bilimin, sanatın bu denli dibe vurduğu hiç görülmemiş. Bir de “arkası yarın” dizi tutkunları var!.. Konu ne olursa olsun; toprak, vatan, bayrak, demokrasi, cumhuriyet falan filan dahil her şey göbek havası. Ekranın karşısına geç ve yan gelip yat!... Ayakkabılarını çıkar. Kutusuna koma; n’olur n’olmaz. Bereketi kaçar! Bakarsın hayırseverin biri içini dolduruverir. Dolaba da koma; yatağın üstü olabilir. Yediklerin fazla geldiyse geğirebilirsin; fazlası zarar değil koy bir kenara. Kültür mültür, yalan dolan önemli değil. “Paralel devlet”i düşün! Siyasal yanın da olsun biraz; hele okumuş isen azıcık, heceleyecek kadar kıraatın var ise yeter; nasıl olsa yemeyen domuz! Domuz eti yeme sakın, günah. Geri kalan ne varsa cublat afiyetle. Helaldir! “Faili meçhul cinayetlerin” paraleli derin devletten söz ediliyor ya! Bir de paralelin paraleli var: “Faili herkesçe malum uygarlık cinayeti…” Önemseme. “Göz göre göre uygarlık cinayeti” diyorlar. Aldırma. Vatan haini onlar. Çoluğu çocuğu, ananı, garıyı marıyı da kenara çek, tembihle: Komşudan dolma, “ağaçtı, gezi’ydi, meziydi, guguk’tu” diye siftinmesinler…Neydi o bir şair; Veli mi deli mi ne; “Bir elinde cımbız / Bir elinde ayna / Umurunda mı dünya” demiş. Halt etmiş! Bundan böy E le, “bir elinde bakire tabiatın ırzı, bir elinde akçeler, olacak…” Faselis antik (Phaselis) kenti, Antalya’nın görkemli çam ormanları ile kaplıdır. “Geçelim!..” Faselis, genç Bey Dağları’nın serin rüzgârını tuzlu sulara indirip binlerce yıldan beri izi süregelen Likya uygarlığının kapılarını aralamıştır. “Geçelim!..” Lacivert gökyüzü güneş ile yunmuştur. “Geçelim…” Mermer caddeleri, hamamları, tiyatroları, tapınakları, su kemerleri ile efsaneleşen bir liman kentidir. “Geçelim dedik ya. Söyletme beni şimdi mübarek günde!..” Dile kolay, üç limanındaki yelkenlilerle Mısır’dan gül, gül yağı, hurma ve zambak getirip kolonilere, Atinalılara bütün bunları satmak, hangi endişenin yansımasıdır? Hem de gül ve zambak ticareti: Akıl alır gibi değil!.. Anaerkil bir toplum olduklarından mı? Babanın değil ananın soyadını almaları mı?.. Demek ki “Babalar gibi satarım” burada işlemiyormuş… İnanmayacaksınız ama Faselis’in eşekarıları da bir efsanedir. Faselisliler, bunca güzellik içinde, ne yazık ki eşekarılarının hücumu yüzünden kenti terk etmişler. Unutmayalım! Soktuğu zaman cennetlik yapan (“dini bütün”lüğüne göre değişir) o eşek arıları nöbette! Ama o eşekarılarının, günümüzdeki eşekarıları ile ilgisi yok! Eşekarıları Faselis’in görkemli çam ve sedir ağaçlarına yuva yaparken çürümüş yaprakları tükürükleri ile harmanlayıp harç yaparlarmış. Yani, doğanın düşmanı değiller… Anlamadığım tek şey; yeşil rengini kutsayıp simge edinenler neden doğanın görkemli yeşiline düşmandır? Üstelik, Faselis adı, “Tanrı korur,” anlamında iken… Nietzsche, “Tarih hayatın yararınadır; tarih dışı olan bir gücün çıkarına değildir ve olamaz da” demiş. Biliyoruz ama gene de bizden hatırlatması: Faselis’in eşekarıları affetmez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle