04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 ARALIK 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA Bir ver beş al Paranın Kaynağına Gidiyorum Ama Genel yayın müdüründen son bir ricada bulundum. Acaba Büyük Chief’in büyük yatırımlarına katılarak bu birkaç yıl içindeki dönemde birden büyük ve zengin patron olan bir işadamının adını ve adresini verebilir miydi? “Aaaa, elbette” dedi. Küçük bir kâğıda bir isim ve adres yazdı, uzattı. “Çok hoş biridir. Benim gönderdiğimi de söylerseniz daha çok yardımcı olabilir” dedi. Refakatçim bekliyor. Kapıda adresi verdim adı da. Güldü. “Hav Hav Bankası’nın ortağıdır” dedi. “Tam aradığınız adam” diye de ekledi. Haklıydı. DİZİ 7 Bütün resmi binaların kapı tokmakları değişecekti. Derhal ihaleye başvurdum. Hayırlara vesile olsun diye bir yüz milyon bağış yapıverdim... genel müdürlüğü KUDETA 3 CÜNEYT ARCAYÜREK 2 İspanya’da Sanat Kriz Tanımıyor… MADRİD Gazetecilik yaşamımın ilk yıllarını Madrid’in merkez postanesinde geçirdim. Dış muhabirliğin ülkemizde gazeteciliğe yeni girdiği yıllardı... “Faks” dahi icat edilmemişti. Merkez postaneye her gün gelir, sağda “teleks” bölümüne yönelirdim. İçine zorlukla girdiğim bir kulübeye hapsolur, yazımı, üzerinde minik delikleri olan gizemli bir kâğıt şeridine dönüştüren eski bir teleks makinesinde yazardım. Sonra şeridi, gişedeki memurlara verirdim. Posta memurları beni görünce panik olurlardı. Türkiye’yi teleksle düşürmek, telefon bağlantılarında olduğu gibi tıpkı deveye hendek atlatmaktan zordu. Numarayı temin edene dek saate karşı, sinir törpüsü bir mücadeleyle üçbeşon, tekrar tekrar arardık. Hat düşüp de teleks makinesi yaylım ateşi açmış gibi birden gümbür gümbür çalışmaya başlayınca, postane halkı ile ben, kendimizi kuyruklu yıldıza Philae kondurmuş gibi hissederdik. Ertesi güne dek nefes alırdık. Dev boyutları ve görkemi nedeniyle halk arasında “İletişim Katedrali / Nuestra Señora las Comunicaciones” olarak anılan merkez postane binasına otuz yıl sonra adımımı attığımda; “Cumhuriyet”e geçtiğim tüm o yazılar, uçsuz bucaksız bir teleks şeridi gibi gözümün önünden geçti. Teleks kontuarları ardındaki isimsiz kahramanları, Madrid postanesinin sabırlı memurlarını düşündüm. Ve “burası orası mı?” oldum. Sadece teleks aygıtları değil, başka zamanlara ait özverili memurlarla birlikte “postane” de yedi yıl önce tarih olmuş... İsmini Anadolu kökenli Kibele tanrıçasından alan ve kentin en işlek “Kibele / Cibeles” meydanına bakan bina gerçi hâlâ yerli yerinde duruyor. Ama işlevi değişmiş. Müşterilerini yitiren postane iptal edilmiş, 400 milyon Avro’luk restorasyonla Madrid Belediyesi tarafından bir kültür sarayına dönüştürülmüş. 12 bin metrekareye yayılan ve “modern iletişim çağının” simgesi olarak XX. yüzyıl başında dönemin kralı XIII. Alfonso tarafından açılan eski postane, bu yaz başında tahtı bırakan son kral Juan Carlos tarafından 5 yıl önce adı “Kibele Sarayı / Palacio Cibeles”e çevrilerek yeni işlevine kavuşturulmuş. Katedral denli yüksek tavanları olan devasa hol ve zarfların pullandığı girişteki yüksek masalar, geçmişin anısına bırakılmış. Artık bu bölümde sade gazeteleri buluyor ve kent yaşamı hakkında bilgi ediniyorsunuz. Bodrum katı ve kemerlerle çevreli üst katlarda sergiler yapılıyor. Konserkonferans salonu ile birlikte en tepede bir restoran, kahve, Madrid’in ayaklar altına serildiği bir şehir gözetleme terası var. Sert soğuğa karşın ziyaretçiler buradan “Velazquez göğü / Velazquez sky” diye ünlenen kentin berrak, mavi gökyüzü ile siluetini seyrediyorlar. Real Madrid gollerinin kutlandığı kavşakta yükselen “Kibele Çeşmesi” kuşbakışı tam altımda duruyor. Kenti bölen Castellana arterinin devamı... “Recoletos Bulvarı” ile, Prado, ThyssenBornemisza, Reina Sofia müzelerinin bulunduğu sanat caddesi “Prado Bulvarı”nın kesiştiği yere tam yapılan çeşme, Madrid’in Beyoğlu’su “Gran Via” ile “Alcala Kapısı / Puerta de Alcala” caddelerini de doğubatı ekseninde ayırıyor. Eski postane çatısındaki terastan, kentin medarı iftiharı tüm bu anıtsal bulvarları görüyorum. Az ilerde Kolomb’un şanına dikilen “ikiz kuleler” “Torres Colon”, karşıda tarihi Merkez Bankası seçiliyor. Sağ tarafta da postaneyle aynı yaşta olan “perili” “Linares Sarayı” duruyor. Teleks kulübesinden burnumu çıkaramadığım günlerde farkına varmadığım binanın tüm bu ilginç özellikleri karşısında şaşıyorum. Buradan yalnız kent manzarasını değil; eklektik mimari özellikleri taşıyan üst katlardaki süslemeler ve kabartma heykelleri seyrediyorum. Büyük İspanyol İmparatorluğu’nun anısına, çatıda bulunan üç kulenin etrafına boydan boya hep büyük Güney Amerika fatihlerinin kabartma büstlerini yapmışlar. İhtişamlı bu büstlerin en üst katlara yapılmasının sebebi, caddeden cepheye bakanların bakışlarını en tepelere, yukarlara yönlendirmekmiş... Ada Halkı Eğleniyor Refakatçime “Göreceğimiz nasıl bir eğlence bu” diye sordum. “Gidelim meydana. Göreceksiniz.” Pekâlâ. Adam haklı, görerek eğlencenin ne ve nasıl olduğunu öğrenebilirdim. Güneş gidiyor, hafiften hava kararıyordu. Meydana geldik. Ay biçiminde tribünler. Ay yayının karşısındaki boşluğa dört beş insan boyunda bir büyük ekran yerleştirilmişti. İki yanında ekranın, iriyarı siyah elbiseler giymiş, gözlerinde siyah gözlüklü adamlar kolları arkalarında, hazır ol vaziyetinde dimdik duruyorlardı. “Yahu gece oluyor, hava giderek kararıyor. Bu gözlerinde siyah gözlüklü adamlar neyin nesi” diye sordum. “Ha onlar mı? Tribünde gösterilen filmi beğenmez mesela yuh diye bağıran olursa bu uzağı yakına çeken gözlüklerle o kişileri derhal saptar. Derdest ederler ve bunlar gösteri bittikten sonra da ister beğen ister beğenme ilk alkışlarla izleyicilerin alkışlamasına işaret verirler” dedi. O sırada, kulakları sağır edercesine hoparlörlerden, bizim ünlü şarkıcı Tarzan’ın “Oyna yavrum oyna! Şıkıdım şıkıdım” şarkısı yükseldi. Siyah gözlüklü adamların bir işaretiyle sonra: “Has... has... hastayım sana” diye bir başka şarkı yükseldi hoparlörlerden. Ama arkamda önümde oturanların konuşmalarına kulak kabarttım. Şarkıyı, yavaş sesle “has.. has.. has..” diye bitiriyorlardı. Refakatçimden öğrendim. Meğer bu son şarkı biraz sonra ekranda görünecek ve yapacağı gösteriyle halkı eğlendirecek olan Big Chief’in’in halkı önce coşturmak veya gösterisinden sonra kendini alkışlamalarına zemin hazırlamak amacıyla çalınırmış! Hava kararınca birden borazanlar çaldı. ON’lar Yeni kültür sarayı Aradığım Adamı Gökte Ararken Tam Karşımda Buldum İşadamının bürosunun kapısı üstündeki tabelada kocaman harflerle, “Bir Ver Beş Al Genel Müdürlüğü AŞ” yazılıydı. Kapıda kim görecek patronu diye sordular. Hav Hav Genel Yayın Müdürü’nün gönderdiği gazeteci dedim, adımı da verdim. Bir yere telefon ettiler. Kılık kıyafetimi ayrıntılı biçimde aktardılar. Bir de “teröriste benzemiyor” diye eklediler. Sonra asansörü gösterdiler: Onuncu kata çıkacaksın, dediler. Girdim büroya. Burası genel yayın müdürünün odasından katbekat daha şıktı. Şişman bir adam maroken koltuğundan istemeyerek kalktı, elimi bile sıkmadı. Yer de göstermedi. Bir iskemleye iliştim. “Hangi gazetedensin?” “Umudiyet” dedim. Yüzünü ekşitti. “Ne istiyorsun” diye sordu. “Giriş kapısının üstündeki tabelada Bir Koy, Beş Al A.Ş. yazılı. Acaba bunun ne anlama geldiğini açıklar mısınız?” dedim. “Bunda anlaşılmayacak ne var?” dedi. “Ada yönetimi tabii Büyük Chief, örneğin geçenlerde bütün resmi binaların ve özel konutların bütün kapı tokmaklarının aynı renk ve biçimde olmasını emretti. Ben derhal ihaleye başvurdum. Aynı gün (kurnazca gülümsedi) evet aynı gün” dedi. “Ne yaptım biliyor musun?” Nasıl bilebilirim? “Evet aynı gün. Yönetimin göstereceği bir kuruma ihaleye girecek olanları da tabii kollayarak hayırlara vesile olsun diye bir yüz milyon bağış yapıverdim. İhale sonuçları ilan edilmeden benim kazandığımı bildirdiler. Böylece bir milyon yatırdığım tokmak değişiminden beş yüz milyon kâr sağladım” dedi. Derin bir sessizlik oldu. Adam “Şaşırdınız değil mi bu yönteme?” Şaşırılmayacak gibi değildi. “Peki adı ‘Hayırsızlara Hayırlı Bağışlar Kurumu’ olduğunu söylediği bu kurum bu paraları ne yapıyor” diye sormaya cesaret ettim. “Ha bak orası beni ırgalamaz” dedi; ama bilgi vermeyi de ihmal etmedi: “Bu kurumun başında Büyük Chief’in dört nesil önceden gelen, oğlu kardeşi gibi itimat ettiği, güvendiği yönetimdeki küçük şeflerden biri var. O ne yapacağını, bu bağışı hayırlara vesile olur diye, Chief’in emredeceği bazı kişilere, ama tabii kimseye duyurmadan ulaştırır. Fakat bazen Hav Hav medyaya yardım olsun diye bir 100 milyon Big Lirası daha yatırırım. Helal olsun! Tabii o zaman bu kuruma haybeden iki milyoncuk yatırırsam, ilk fırsatta bir yatırımdan on milyon kazanırım.” HHH Hav Hav gazetesine bir hav deyince şak diye gelen bir milyon Big L’nin işadamlarından toplanan tabii bize göre rüşvetten kaynaklandığını anladım. “Ne kadar zamanda böyle zengin oldunuz?” “Kısa zamanda. Big Chief Ada yönetimini yine son oylamada da ele geçirdikten yani kısa zamanda. Aşama aşama son on yılda.” İltifat olsun diye: “Nazar değmesin ama göbeğiniz de katmerli” dedim. Sağ ol, dedi. Sonra göbeğini okşadı. Baktım bu göbek önce ince kalınlıkta. Sonra daha şişiyor ve son noktada iyice şişman. Açıkladı: “İlk yıllar göbeğim inceydi... Eh ne de olsa daha (1) (0) Eğlencenin Böylesi l Buraya gelirken dikkatimi çekti. Otuz metre yüksekliğinde kocaman bir A harfine benzeyen büyük bir bina. Nedir bu bina? İşadamı: “A’nın bir kenarında yönetimin büroları var, A’nın öteki yanında Büyük Chiefimiz ailece oturuyor. A’nın ortasındaki çizgiden Chiefimiz ta iskeleyi, vapurdan inenleri kılık kıyafetlerine kadar denetliyor.” para yüzü görmemişiz, bol yiyemiyorum. Sonra yemekler arttı. Ve bugün önüme ne koyarlarsa yiyorum. Göbek şiştikçe şişti ve (eliyle yine okşadı) bu hale geldi” dedi. “Eh” dedim, “siz bir koyup beş veya iki koyup on aldıkça göbeğiniz de bu duruma paralel olarak elbette beş on kat artar” . Çok memnun oldu. “Yahu bir soru da ben sorayım size. Sizin oralarda böyle hayırsızlara hayırlar adında dernek varsa oraya bir işadamı ihaleden önce yönetimin istediği parayı yatırırsa, ne diyorlar buna?” “Rüşvet!” dedim. “Ama bu Chief’in izlettiği liberal iş ve ekonomik hayatın gereği” dedi. Yanıt vermedim. Adamdan ayrılacağım sırada. “Buraya gelirken dikkatimi çekti. Biraz ileride otuz metre yüksekliğinde kocaman bir A harfine benzeyen büyük bir bina gördüm. Nedir bu bina?” İşadamı: “Orası yönetimin kalbidir. A’nın bir kenarında yönetimin büroları var, A’nın öteki yanında Büyük Chiefimiz ailece oturuyor.” “Ya A’nın ortasındaki çizgide?” “Chiefimiz oradan, ta iskeleyi, vapurdan inenleri yakına getiren büyük dürbünlerle kılık kıyafetlerine kadar denetliyor” demez mi? Kapıda beni bekleyen refakatçime sordum: “Şu büyük A’nın ortasındaki dürbünlerle Chief’in iskeleyi bile denetlediği çizginin altında büyük harflerle AYYİP yazıyor. Ne demek bu?” “Binayı yapan Büyük Chiefin ismi: Ayyip Sondoğan!” dedi. Öyle ya, Ada’da ne varsa Big Chief’in malı gibi eseri... Ekranda Big Chief’in, uzun mu uzun boyu ve o ablak suratı ile göründü. Tribünü sessizlik kapladı. Hemen ekranda bir stadyum ve sonra bir kale göründü. Önünde de topla oynayan bizim Yenerbahçe’nin ünlü kalecisi Olkan! Sonra altı sporcu, penaltı noktasının arkasına dizildiler: Big Chief geldi. Penaltı noktası ile kale arasında bir yerde durdu. Düdük çaldı. Altı sporcudan biri topu penaltı noktasına dikti ve sert bir vuruş yaptı. Ünlü kaleci için kolay bir şuttu. Tabii gol olmadı. İkinci, üçüncü, dördüncü Olkan yakaladı. Sonra Big Chief geldi. Topu penaltı noktasına itina ile yerleştirdi. Olkan dikkatli. Chief ona ben Olkan’a baktım. Bir adım geri gitti Chief. Topa arkasını döndü. Sol ayağının topuğu ile topa vurdu. Top kalenin üzerinden giderken Olkan uçtu. Topu yakaladı ve kalenin içine doğru elinden kaçırmış gibi filelere bırakıverdi. Siyah gözlüklü adamlar alkışlamaya başlayınca tribünlerden de alkışlar yükseldi. Big Chief, alkışlara bir hareketle teşekkür etmek tenezzülünde bulunmadı. Big Chief bir kez daha topu penaltı noktasına dikti ve yine bir adım gitti, geri döndü. Daha önce tekrar Olkan’a baktı. Ben de baktım. Olkan, başıyla bir iki kez kalenin sağ köşesine işaret ediyor. Big Chief, yine arkasını döndü, sağ ayağının topuyla vurdu topa. Ama top yine kaleye gireceğine direğin yanından boşa gidiyordu ki, Olkan yine uzandı. Topu yakaladı içeri, filelere bırakıverdi. Real Madridlilerin çeşmesi Yarın: Big Chief’in kulağı nefes alışları bile dinliyor Yine alkışlar, hatta bravo sesleri... Işıklar yandı. Halk dağılmaya başladı. Refakatçime, “Yahu bu mu eğlence? Eski bir futbolcu olan Big Chiefinizin kendini tatmin eden bir düzenleme bu. Belli oluyor ki ünlü bir kaleci ıska vuruşları yakalasın diye getirilmiş. Bu resmen halkı aldatmak için düzenlenen bir kepazelik” dedim. “Sus, aman sus. Kimse duymasın. Chiefimizi, kendi yararları açısından kandırabilmek için başka ülkelerin liderleri futbolcu yanını öve öve bitiremezler” dedi. “Yani gerçekten ünlü bir futbolcu muydu? Benim anladığıma göre Yenerbahçe’nin kalecisini kiralamış. Burada bunlar konuşulmaz. Tabii bunları hele Hav Hav gazetelerden birinde yazmak kimin haddine...” dedi ve bir kez daha sus işareti yaptı. Ekranda başka gösteri yoktu ama bir araya gelen usta futbol yorumcuları tabii Chief’i överek penaltı atışlarını değerlendiriyorlardı! Bu arada Olkan’la bir gazetecinin konuşması ekrana geldi. Gazeteci sordu, “Abi, böyle bir gösteri için öteki ülkenden neden buraya geliyorsun?” Olkan, gülerek açıkladı: “Evladım ben bir profesyonelim. Takımına zarar vermeyecek her reklama çıktığım gibi buraya da çağırıyorlar, parayı da basıyorlar, geliyorum. Gayet basit bir işlem benim için. Enayi bir Big Chiefiniz var ya, onunla önceden kararlaştırdığımız gibi hangi köşeye atacağını başımla işaret ediyorum. O da oraya atıyor, tabii ıska. Yakalamak benim için çocuk oyuncağı.” Sonradan öğrendim. Tabii Olkan’ın bu açıklaması ekranda göründükten sonra bir daha çağırmamışlar. Herhalde açıklamaları Big Chief’in onuruna dokunmuştu. Ya Olkan? Ülkeye dönünce öğrendim. “Enayilik epey para kazandırdı bana” demiş, bir daha çağrılmayacağını öğrenince. Eski mekânlardan kültür tapınağına “CentroCentro / Merkez merkez” olarak da anılan “Eski Postane / yeni Cibeles Sarayı”; Madrid’de son yıllarda yaygınlık kazanan “eski yapıları kültür merkezine dönüştürme” akımının son örneği. Eskiden posta arabalarının park ettiği cam çatılı avluda bundan böyle Madrid’in düzenli çağdaş sanat fuarları yapılıyor. Sezonluk sergiler de tarihi bina önünde kuyrukları eksik etmiyor. Eski teleks tapınağımda benim ilk ziyaret ettiğim sergi, “sanata hizmet eden mesenlik” serisinin bir parçası olarak sunulan büyük işadamı “Abello’nun koleksiyonu” oldu. Ölümünün 400. yılı için girişte hemen bir El Greco tablosuyla başlayan sergi; Zurbaran, Murillo, Canalleto, Goya, Fortuny, Gris, Braque, Klee, Rothko, Picasso, Miro, Dali, Van Gogh, Degas, Modigliani, Klimt, Grosz, Kandinsky, Munch, Matisse, Bacon, Tapies’e dek.. sanat tarihine altın harflerle geçen eşsiz ressamları içeriyor. İspanya’da ekonomi hâlâ berbat ve Katalan ayrılıkçılığından kraliyete, siyasi partilere dek halkalarla genişleyen bir kriz var. Buna rağmen sanat pes etmiyor. Bu da bir mutluluk.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle