28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2014 PAZARTESİ [email protected] 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Yasaklamak Yasaktır!’ “Y asaklamak yasaktır”... Bu söylem 1968 toplumsal olaylarının baş sloganıydı. Aslında, bu sloganın içinde bir çelişki var, çünkü o da bir yasak getiriyor: Yasaklamayı yasaklıyor. Dönelim 1968 olaylarına... 1968, bütün dünya için çalkantılı bir yıldı. 1968 toplumsal patlaması mayıs başında önce Fransa’da Nanterre Üniversitesi ile Sorbonne’da öğrenci hareketleriyle başlamış, sonra dalga dalga bütün dünyaya yayılmıştı. Otoriter yönetimlere karşı “Yasaklamak yasaktır” sloganıyla dile getirilen, dünya çapında bir özgürlük arayışı ve başkaldırı dönemiydi. Başı çekenler 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında doğmuş, üniversite çağındaki öğrencilerdi. Fransa’nın başında ise cumhurbaşkanı olarak 2. Dünya Savaşı’nın ulusal kahramanı Charles de Gaulle vardı. Başkaldırı, kuşaklar arasındaki anlayış farkının yanı sıra hiç kuşkusuz, De Gaulle’ün giderek otoriterleşen yönetiminden de kaynaklanıyordu. Başta öğrenciler olmak üzere genç kuşak daha çok özgürlük istiyordu, yönetime katılmak istiyordu; en azından üniversite yönetimine… Herkes tam olarak tanımlanmasa da “değişim” istiyordu. Öğrencilerden sonra işçilerin, daha sonra da toplumun katılımıyla gösteriler Paris’ten dalga dalga bütün Fransa’ya yayıldı. Gösterileri grevler izledi. Göstericilerin saflarında ünlü düşünür Jean Paul Sartre’a bile rastlanabiliyordu. Yaşlı kurt De Gaulle başkaldırının niteliğini ilkin kavrayamayacak, hatta “chienlit” (maskaralık) olarak tanımlayacak, bir türlü içine sindiremeyecekti. Ne var ki Sartre’ın tutuklanması şeklinde kendisine gelen yandaş önerilerini de örnek oluşturacak olgun bir davranışla, “Sartre Fransa’dır” diyerek geri çevirecek ve çaresizlik karşısında seçimlere gitmeye razı olacaktı. Olaylar başka ülkelere de yayılmıştı. Bütün Avrupa öğrenci ve işçi gösterileriyle çalkalanıyordu. Ne var ki demokratik çözümlerle bir süre sonra durulma sağlandı. Benzer olaylar o tarihlerde Türkiye’de de görüldü; önce üniver Halkın haber almasını engellemek, çağdaş insan hakları ve özgürlük ilke ve ölçütleriyle de bağdaşmıyor. Hangi gerekçeyle olursa olsun insan hakları ve özgürlük ilkelerinden sapan ülkelerde demokrasiden söz etmek anlamlı olmaz. DOĞAN HASOL Dr. Y. Müh (Mimar) sitelerde boykotlar ve işgallerle başladı; sonra sağsol çatışmaları, terör, dinci kışkırtmalara dayalı olaylar ve faili meçhul cinayetlerle yıllarca sürdü. Yıllar sonra 2013 Mayıs ayının son günlerinde İstanbul’da başlayan Taksim Gezi Parkı Direnişi Mayıs 1968’in 45 yıl sonraki bir benzeriydi. Taksim Gezi Direnişi birçok ili etkilerken dış dünyada da geniş yankı buldu. Ülkede çalkantılar bugün de sürüyor. Üstelik içteki olaylara BOP kapsamında Ortadoğu karışıklıkları eklendi. Bugün içeride uzlaşmasız bir politik ortamda, iç barışı bozan dinsel ve etnik istismara dayalı tehlikeli ayrışmalar söz konusu. Bütün bunların yanı sıra siyasal iktidarın erkler ayrımını yok sayan, gittikçe otoriterleşen bir yönetim tarzı var. Bu tarz, doğası gereği, demokrasi dışı dayatma lar, karartma, sansür ve yasaklarla besleniyor. Son olarak, 17 ve 25 Aralık’ta bazı bakanlar ve bakan yakınları ile ilişkili olarak ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk iddialarını inceleyecek TBMM Soruşturma Komisyonu çalışmaları için haber ve yayın yasakları getirildi. Başta Cumhuriyet olmak üzere bazı gazeteler ve yayın organları hukuki dayanağı olmayan bu yasağı yok hükmünde sayarak uymayacaklarını bildirdiler. Yayın yasağı kararları yalnızca bundan ibaret değil kuşkusuz. Son zamanlarda o kadar çoğaldı ki, medyada giderek neredeyse “yayın”ın yerini “yasaklar” alacak gibi görünüyor. Utku Çakırözer’in belirttiğine göre, “AKP iktidarının ilk dönemlerinde çok sınırlı sayıda yayın yasağı kararı alınırken 2011 yılından itibaren bu rakam yılda yaklaşık 4050 yasak kararına ulaşmış; 20112014 yılları arasında alınan yayın yasağı kararı sayısı 150’yi geçmiş.” (1) Bir süre önce internet ortamına bile, içte ve dışta tepkilerle karşılanan yasaklar getirilmişti. Benzer yasakların Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) eliyle hâlâ sürdüğü bildiriliyor. Gazete haberine göre TİB, 2014’te 18 binden fazla siteyi erişime kapatmış (2). Geçenlerde bir gazete son zamanlarda getirilen yayın yasaklarını liste halinde verdi; upuzun bir liste (3)… İçinde bulunduğumuz çağın adı, “İletişim Çağı”. Bu çağda haber yasağı konulması, ancak çok istisnai durumlarda olabilir. Aksi yöndeki uygulamalar, yaşanan çağa ayak uydurulamamış olduğunu gösterir. Halkın haber almasını engellemek, çağdaş insan hakları ve özgürlük ilke ve ölçütleriyle de bağdaşmıyor. Ayrıca engelleme, bizim mevcut yasalarımızla olduğu kadar Avrupa Birliği standartlarıyla da uyuşmuyor. Nitekim uluslararası PEN yöneticileri bizdeki bu yasakları kınadılar. Uluslararası Basın Enstitüsü IPI de yaptığı açıklamada yayın yasağının politik bir sansür olduğunu belirterek, “Bu yayın yasağı Türkiye’deki demokrasiye gölge düşürecektir” dedi (4). Öte yandan, Avrupa Konseyi ile bizim Anayasa Mahkemesi tarafından düzenlenen konferansa katılan AİHM yargıcı Işıl Karakaş, demokratik toplumda yayın yasağının kabul edilemeyeceğini belirterek, “Aslolan basın özgürlüğüdür. Bunda yayın yasağı olamaz… Siyasetle ilgili herhangi bir konuda hiçbir şekilde yayın yasağı getirilemez… Avrupa içtihatlarında böyle bir yayın yasağı anlayışı yok” dedi (5). Bir de uluslararası araştırmalarla saptanan veriler söz konusu… Türkiye, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’na göre 179 ülke arasında 154’üncü sırada... Merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşu Freedom House’un 2014 Basın Özgürlüğü Raporu’nda ise 134’üncü sırada ve “Basını Özgür Olmayan” ülkeler kategorisinde (6)... Yine Freedom House’a göre, internette “Kısmen Özgür Ülkeler” arasındayız. Hangi gerekçeyle olursa olsun insan hakları ve özgürlük ilkelerinden sapan ülkelerde demokrasiden söz etmek anlamlı olmaz. Zaten Alman Bertelsmann Stiftung Vakfı’nın Demokrasi Endeksi’nde Türkiye, OECD ve AB üyesi 41 ülke arasında 41’inci sırada, yani sonuncu. Kısacası, övünülecek bir konumda değiliz. Yaklaşık yarım yüzyıl öncesinin sloganını, halkın bilgi almasını yasaklayan tutum karşısında bir kez daha tekrarlayalım: “Yasaklamak yasaktır!” 1. U. Çakırözer, Yasakla ve Yönet, Cumhuriyet gazetesi, 1.12.2014. 2. Cumhuriyet gazetesi, 29.11.2014. 3. Sözcü gazetesi, 27.11.2014. 4.5. Cumhuriyet gazetesi, 28.11.2014. 6. D. Hasol, Türkiye’nin Gelişmişlik Derecesi, Cumhuriyet gazetesi, 9.6.2014. 2014: 3Y Çöktü Türkiye 2014 yılına, hükümet üyeleri ve onlara yakın işadamlarının odağında yer aldığı 17 ve 25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının yarattığı büyük sarsıntıyla girdi. AKP, 12 yıllık hükümetlerinin karşı karşı kaldığı bu en büyük sıkıntıyı ‘darbe girişimi’ diye adlandırarak yargıdan kaçmayı tercih etti. Yargıda değil, seçim sandığında aklanma yolunu seçen Erdoğan yerel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine tüm devlet imkânlarını kullanarak asıldı. AKP Türkiye’nin üç önemli sorunu olan yolsuzluklar, yoksulluk ve yasakları çözme vaadiyle iktidara geldi. Liderleri Erdoğan kariyerinin zirvesine hakkındaki yolsuzluk iddialarından yargı yoluyla aklanarak değil, sandık yoluyla sıyrılarak çıkmayı tercih etti. AKP’nin ikinci iddialı olduğu konu olan yoksullukla mücadeleye gelince... Türkiye bu yıl en acı günlerini maden ocaklarında yaşadı. Önce Soma’da 301 madenci. Hemen ardından Ermenek’te 18 can daha gitti. İş güvenlikleri rant uğruna ihmal edilerek katledildiler. O madenci ailelerinin hayatını ve yaşadıkları yoksulluğu Ermenek faciasında oğlunu yitiren Recep Aktaş’ın yırtık pabuçlarıyla hissetti tüm Türkiye. Yoksulluğun en yalın ve en acı biçimde kendini gösterdiği o fotoğraf tartışılırken, Türk ve dünya basınının manşetlerine yeni bir resim oturuverdi: Yargı kararları hiçe sayılarak ve 1 milyar 370 milyon lira harcanarak yapılan ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “1150 küsur odası var” dediği yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı. Kimine göre Ak, kimine göre de Kaçak Saray. Türkiye’de halkın yaşadığı yoksulluk ile iktidarın israfının boyutunu o iki karede yan yana gördük. Yolsuzluk operasyonlarının hedefindeki Erdoğan, 17 Aralık’ın bir darbe olduğuna ikna etmek istediği Batı’ya “2014 Avrupa yılı olacak. Reformlardan dönüş olmayacak” sözü vermişti. Ancak yılın sonunda geldiğimiz noktada, Avrupa’nın tüm kurumları; hukuk devleti, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi konularda Türkiye’de kaygı verici bir geri gidişten bahsetmekte. AKP’nin ‘Yasaklar’ konusunda Türkiye’yi getirdiği noktayı geçen yıl Gezi olaylarında yaşamıştık. 17 Aralık sonrasında Türkiye artık iyice nefes alınamaz hale geldi. Önceki yıllarda tutuklu gazetecilerle anılan ülkemiz, 2014’te de YouTube ve Twitter başta olmak üzere internet yasakları ile dünyanın hafızasına kazındı. Yılın son günlerinde ‘paralel yapı’ ile mücadele adı altında gerçekleştirilen operasyonun hedefinde de yine medya vardı Bu yıla damgasını vuran bir diğer önemli konu ise 67 Ekim Kobani olaylarıydı. 35 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylar çözüm sürecini de yakından etkiledi. Yaşanan yalpalama ardından hükümet muhataplarıyla yeniden uzlaşma sağladı. Ancak bu uzlaşmanın ardından, sürecin bundan sonraki aşamalarının toplumdaki ‘şeffaflık’ beklentisini dikkate almadan yine tamamen kapalı kapılar ardında gideceği anlaşılıyor. 2014’ün son dört ayı ise Erdoğan’ın kendisini ‘farklı cumhurbaşkanı’ diye tanımladığı ve yıllar sonra Türkiye’nin ilk kez yeni bir başbakan ile tanıştığı süreç oldu. Tam Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşlarının ifade ettiği gibi “Türkiye artık başkanlığa gidiyor” denirken, Başbakan Davutoğlu, “Yok böyle bir şey” deyiverdi. Erdoğan ve Davutoğlu, yolsuzlukla suçlanan 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilip gönderilmemesi konusunda da karşı karşıyalar. AKP’nin 3 ‘Y’sinde de (yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar) çöküş yaşadığı yıldı 2014. Öyle anlaşılıyor ki yeni yılda dördüncü bir ‘Y’yi, ‘Yönetme’ konusunda yaşanacak krizleri tartışacak Türkiye. Yoksulluğun resmi Avrupa’dan kopuş T Siyasetin İllüzyonist Hali İllüzyonistlerin başvurduğu ilk teknik, ışık oyunları sayesinde görüntünün farklılaşması, eşyaların bazı yerlerinin görünmemesi, farklı görünmesidir. Bir illüzyon olarak siyaset de hayata geçirilen politikaların asıl amaçlarının kamuoyundan gizlenmesi, başka amaçların öne sürülmesidir. Doç. Dr. ULAŞ BAYRAKTAR Mersin Üniversitesi yol açar. Siyasetin el çabukluğu da özellikle devletin özel sektör mantığına teslim edilerek, yürütme organlarının patronluğa soyundurulduğu dönemde olağanlaştı. Tüm dünyada yeni sağ reformlarının önemli bir boyutu olarak gözlenen bu yönelim, Türkiye’de karar süreçlerinin de mümkün olduğunca kısaltılması, yargı sürecinin mümkünse bypass edilmesiyle daha da katmerlendi. Meclis’teki tek parti iktidarının verdiği avantajları, tüm müzakere yollarını zora sokarak, torba kanun adı altında alakalı alakasız konuları, hiç tartışmaya izin vermeden yasalaştırmak bunun ana yöntemi oldu. Zamanın başbakanının temel atma törenlerinde herkesin gözü önünde yüklenicilerle süre pazarlığına girdiğini hatırlıyorsunuzdur. Dünyanın en büyük devlet saraylarından biri olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı Ankaralıların çoğu fark ettiğinde, inşaatı bitmişti bile. Yürütmeyi durdurma kararlarının bile icraatlara yetişmediği bir hızda kalkınıyoruz; tıpkı yakınlarda Yırca köyünde altı bin ağacın kesilmesine yetişemeyen Danıştay kararında olduğu gibi. Kararlar tartışmasız, yürütme kuralsız, yargılamalar da aheste yürüdüğü için, siyaset de el çabukluğu maharetini kazanmış oluyor. İllüzyonistlerin başvurduğu son teknik de dikkatin olayın aslında cereyan ettiğinden başka bir yere çekilmesidir. Siz sağ eli izlerken, sol el kaybedilecek nesneyi ortadan kaldırmıştır. Siyasetçi de bunu, gündemi bambaşka yönlere çekerek sağlar. Bir anda kendimizi idamı, kürtajı, Kolomb’un camisini, Osmanlıcayı tartışırken buluruz. Oysa o anda yürümekte olan kervan bambaşka yerlerde düzülmektedir. Zaten yanıltıcı bir şekilde gerekçelendirilmiş, algılanamayacak hızda alınmış bir karar bir de gündemin bilinçli kalabalığı içinde iyiden iyiye görünmez olur. Olayın aslını anladığımızda tavşan şapkaya çoktan girmiştir bile. Böylesine kurgulanmış siyaset içinde muhalefete soyunmak gerçekten güç iş. Bir yandan yaratılan yanılgıların nasıl mümkün olduğunu anlatmaya çabalamak, sizi illüzyonist hilelerini ortaya çıkarmaya çalışarak, şovun keyfini kaçıran tiplere benzetebilir. Mart yerel seçimlerinde bu yapıldı mesela; herkes gördü, şapkadan tavşanların, ayakkabı kutularından milyonların çıktığını. O noktadan sonra, bir yerel seçim kampanyasını sadece buna temellendirmenin, kendi sözümüzü söylemektense, hâlâ malumu ilana kalkışmanın ne kadar işe yaradığı ortada. Kaldı ki, bunu tam beceremeyince de sahneye çağrılıp şovun parçasına dönüşen, konu mankeni oluveriyorsunuz. Suların ne kadar kirli olduğunu iddia ederken kaçak su cezası yiyiveriyorsunuz mesela. Bir illüzyon sanatı ve zanaatına dönüşmüş bu siyaset içinde muhalefetin ana gündemi sahneye alternatif bir program koymak olmalıdır. Sahnedeki hokkabazlara laf yetiştirerek, bu illüzyon şovunun bir parçası olmaktan azade kalınamadığı ortada. Kendi değerlerini öne çıkaracak, alternatif programını ortaya koyacak bir siyasi irade olmadan, bu şapkadan daha çok tavşan çıkacak gibi… ürkiye’de siyaset artık bir illüzyon kıvamında yapılıyor nicedir. İllüzyonu, gerçeğin yanlış görüntüsü ya da yanlış algılanışı olarak tanımlayacak olursak, siyasetin de nicedir kamu yararının olduğundan, olması gerektiğinden farklı yansıtılması, algılanması olarak icra edildiğini iddia ediyorum. Peki, nasıl başarılıyor bu yanılsama? İllüzyonistlerin başvurduğu ilk teknik, ışık oyunları sayesinde görüntünün farklılaşması, eşyaların bazı yerlerinin görünmemesi, farklı görünmesidir. Şeffaf veya zeminle aynı renkte kullanılan cisimler, sicimler izleyici tarafında görülemediği için, onlar sayesinde başarılan hareketin asıl sebebi de çözülemez. Bir illüzyon olarak siyaset de hayata geçirilen politikaların asıl amaçlarının kamuoyundan gizlenmesi, başka amaçların öne sürülmesidir. Örneğin üçüncü köprü, trafik sorununun mucizevi çözümü olarak sunulurken asıl niyetin İstanbul’un yapılaşmaya görece açılmamış Kuzey Ormanları’nın rantının kabarttığı iştah olduğunu göremeyebiliriz. Hatta bir kent ormanı için ağaçların kesiliyor olması bile bazılarımızın garibine gitmez. İllüzyonu mümkün kılan ikinci teknik hızdır. El çabukluğu marifeti olarak bildiğimiz hareketler, gerçekliği doğru algılayamamamıza Çözüm yine gizlenecek Yönetme krizi kapıda C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle