27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 ARALIK 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 ‘artnet’, 2014’te uluslararası sanat dünyasında yaşanan çarpıcı ve sarsıcı olayları açıkladı 2014’ün 10 sanat skandalı Gurlitt’in ‘lanetli koleksiyonu’ Kültür Servisi Uluslararası sanat piyasasına çevrimiçi hizmet veren “artnet”, 2014’te uluslararası sanat dünyasında yaşanan skandalları, çarpıcı ve şaşırtıcı olayları açıkladı. İşte, “artnet”e göre, 2014’ün sarsıcı ve etkili 10 olayı. Afallatıcı ‘performans’ Lüksemburglu performans sanatçısı Deborah de Robertis, Paris’teki Orsay Müzesi’ne gitti, Gustave Courbet’nin 1866 tarihli dillere destan tablosu “Dünyanın Kökeni”nin karşısına oturdu ve tutucu çevrelerce “müstehcen” diye nitelenen tabloyu “bedeniyle yeniden yarattı”. Bu performansın “Kökenin Aynası” adlı videosunda, altın payetle işlenmiş giysisi içindeki De Robertis vajinasını sergilerken görülüyordu; sanatçının çevresini saran müzenin güvenlik görevlileri de tezahürat yapan ziyaretçileri salondan dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. Dönüştürmek” adlı enstalasyonunu kendisine teslim etmediğini ileri sürdü. Danh Vo’nun avukatları ise bu iddiayı kesinlikle reddettiler. Umutsuz Ortalamanın Tutarlılığı... Geçen perşembe akşamı Uğur Dündar’n Halk TV’den yayınlanan ‘Halk Arenası’nın konuklarından biri, İstanbul Barosu’nun başkanı Dr. Ümit Kocasakal’dı. Kocasakal, Cumhurbaşkanı’nın: “Bir sabah kalktığımızda dilimizi kaybetmiştik” şeklindeki özdeyişine(!) atıfta bulunduktan sonra: “Acaba o zaman yüzde doksan beşi okuma bilmeyen halk, hangi dilini kaybetmiş olabilirdi” sorusunu sordu. Ardından da Latin harflerinin kabulünden bu yana aynı halkın okumayazma oranının yüzde doksan beş olduğu gerçeğini dile getirdi. Bu, elbette yeterince önemli bir anımsatmaydı. Ancak Ümit Kocasakal, sözlerine bizim için ne yazık ki bugün de geçerli bir uyarıyı ekledi: “Japonya ortalamasına göre, kişi başına yıllık okuma ortalaması yedi buçuk kitap. Bizde ise bir kişi on yılda ancak bir kitap okuyor…” Bu ortalamayı sürdürdüğümüzde, bir Türk vatandaşının seksen yıl yaşadığı takdirde ömrü boyunca ancak sekiz kitap okumuş olabileceği sonucuna varıyoruz. Sözünü ettiğim ortalamanın ‘umutsuz’ ve ‘yıkıcı’ olan yanı da işte bu. Başka deyişle, tek başına okuma yazma bilmek, insanları ‘okur’ kılmıyor. Okuma bilmek, okuma eyleminin yalnızca teknik açıdan olmazsa olmaz koşulu. Bilindiği ya da bilinmesi gerektiği! üzere, 12 Eylül faşizminin ülkeyi kasıp kavurduğu dönemde de bu ülkede bazı ‘okuma yazma öğretme’ seferberlikleri ilan edilmişti. Ancak bu seferberlikleri gerçekleştiren otorite, okuma yazma öğrenen vatandaşların asla birer ‘okur’ olmamaları/olamamaları için de her türlü önlemi almış, bu bağlamda örneğin ‘teröristlere’ yapılan her baskının ardından evlerde bulunan kitapları da ‘suç aletleri’ arasında bütün TV ekranlarından defalarca göstermekten çekinmemişti. Böylece hedeflenen, bu ülkenin insanlarına ‘okuma eylemi’nin teknik yanını öğretmek, buna karşılık düşünsel yanına açılabilecek bütün yolları tıkamaktı. Ve bu konuda 12 Eylül faşizminin işinin çok zor olduğu da söylenemezdi. Çünkü ülkede geçerli ‘resmi’ eğitim sisteminin temeli, Köy Enstitüleri’nin kapatılışından bu yana üniversiteler de dahil eğitimin bütün kademelerinde öğrencilere nasıl düşüneceklerinin öğretilmesi değil, fakat neleri düşünmeleri gerektiğinin ezberletilmesi öngörülmüştü. “Okumayı ve yazmayı öğren, ama ne okuyacağını ve ne yazacağını belirleme işini bize bırak!” Günahını almayalım. Ülkenin bütün gelecek kuşaklarına yöneltilen bu buyruk, AKP iktidarından çok önce, dahası belki de 1946’dan bu yana şekillendirilmeye başlanmış bir buyruktu. Oysa ‘Aydınlanma’, sadece okuma ve yazma öğrenmekle gerçekleştirilebilecek bir ideal değildir. Bir insanın gerçek anlamda ‘aydınlanabilmesinin’ temel koşulu, onun okudukları üzerinde düşünerek aklını başkalarının rehberliğini veya buyruklarını beklemeksizin, böyle bir şeye ihtiyaç duymaksızın kullanabilme kararlılığını ve yürekliliğini kazanabilmesidir. Böylelerinin çok az yetişebildiği bir ortamda ‘mutlu bir yeni yıl’ dilemeyi gereksiz bulduğum için, okurlarımdan beni bağışlamalarını dilerim! Nazi yağması Cornelius Gurlitt’in, Nazilerce yağmalanmış 1300 sanat yapıtından oluşan “koleksiyon”unun ortaya çıkarılması 2013 yılına uzanıyor. Ama geçen mayıs ayında 81 yaşında ölen Gurlitt, 2014’ün sanat manşetlerinden de inmek bilmedi. Pek çok önemli yapıtın gerçek sahiplerine geri verilmesi sürekli gündeme geldi. Gurlitt’in Münih’teki evinde bulunan yapıtlar arasında, bir zamanlar ünlü sanat taciri Paul Rosenberg’e ait olduğu saptanan Matisse’in “Koltukta Oturan Kadın” (1921) tablosu, Max Liebermann’ın “Sahilde İki Atlı” (1901) adlı resmi, Rodin ve Degas’lar da vardı. Geçen ay, Gurlitt’in vasiyetinde tüm koleksiyonu Bern Sanat Müzesi’ne bağışladığının öğrenilmesi ve müzenin bu bağışı kabul ettiğini açıklamasıyla olay kapanır gibi oldu. Ancak müzenin bu “lanetli koleksiyon”u kabul etmesi ağır eleştiriler ve suçlamalarla karşılaştı. Deborah de Robertis, Paris’teki Orsay Müzesi’nde. “Gurlitt skandalı” bir yana, Nazilerin kültür alanında işlediği suçlar 2014’ün hararetli tartışmaları arasındaydı. İsrail ile Almanya arasındaki, yağmalanmış sanat yapıtlarının gerçek sahiplerine geri verilmesine ilişkin görüşmeler yeniden yoğunluk kazandı. Christopher Marinello ve Pierre Ciric gibi avukatların sabırlı uğraşları sonucunda, pek çok yapıt ya dava konusu oldu ya da eski Yahudi sahiplerinin mirasçılarına geri verildi. Bunlar arasında Norton Simon, Signac, Francesco Guardi, Pissarro, John Constable gibi sanatçıların değerli yapıtları da vardı. u Cornelius Gurlitt’in, Nazi yağması koleksiyonunu Bern Müzesi’ne bağışladığı ortaya çıktı. u IŞİD militanları Ortadoğu’daki anıtmezarları, tapınakları, camileri, heykelleri hunharca yok ettiler. u Paul McCarthy’nin Paris’te sergilediği şişme ‘Ağaç’ heykeli, tutucu çevrelerce ‘seks oyuncağı’na benzetilerek kaldırıldı. u Deborah de Robertis’in, Courbet’nin ‘Dünyanın Kökeni’ tablosunu ‘bedeniyle yeniden yaratması’ da tutucularca tepkiyle karşılandı. bu yüzden, bir saldırgandan yumruk bile yedi. Sonunda heykel Vendôme Meydanı’ndan kaldırıldı, ama Fransa’daki “tıpa” satışlarının patlama yaptığı gözlendi!.. Güney Afrikalı oyun yazarı, sanatçı ve küratör Brett Bailey’nin, kafese konmuş bir siyahi erkek ile boynunda prangalar bulunan bir kadının yer aldığı enstalasyonunun ırkçı nitelikler taşıdığı ileri sürüldü. Danışmana 23 milyonluk dava Daha önce Londra’daki Barbican’da gösterilen, daha sonra Edinburgh Festivali’ne giden enstalasyonun kaldırılması için verilen dilekçeye binlerce kişi imza attı. Sonunda dilekçeyi imzalayanlar kazandı, enstalasyon kaldırıldı. Müze kurucusuna suçlama Paris’teki Mektup ve Elyazmaları Müzesi ve kardeş kuruluşu Mektup ve Elyazmaları Enstitüsü, kendilerini büyük bir sahtekârlık soruşturmasının odağında buldular. Fransa’nın sahtekârlıkla mücadele ekipleri, müzeye ve müzenin kurucusu Gérard Lhéritier’nin sahibi olduğu Aristophil şirketinin çeşitli şubelerine baskın yaptılar. Şirket, vergi kaçırma ve piyasayı yanıltıcı uygulamalarda bulunma şüphesi altında. Lhéritier için bunun mali sonuçlarının ne olacağı henüz belirsiz, ama çok ağır olabileceği söyleniyor. Sanatçıya tazminat davası Almanya’nın en saygın sanat danışmanlarından Helge Achenbach, artık hayatta olmayan Alman milyarder ve Aldi süpermarketlerinin mirasçısı Berthold Albrecht’i yaklaşık 23 milyon Avro dolandırmakla suçlandı. Achenbach’ın karısı, kocasının suçsuz olduğunu ileri sürdü. Ama geçenlerde görülen duruşmada, Achenbach kendisine yöneltilen suçlamalardan bazılarını kabul etti. Pompei zor durumda Irkçılık suçlaması IŞİD vandallığı 2014’te IŞİD yalnızca insanlara uyguladığı vahşetle değil, Ortadoğu bölgesinin kültürel mirası sit alanlarına verdiği büyük zararla da gündemdeydi. IŞİD militanları bölgedeki anıtmezarları, tapınakları, camileri, heykelleri hunharca yok ettiler. Bununla da kalmadılar, yağmaladıkları eski eserleri satarak acımasız eylemlerine parasal destek sağladılar. Hollanda’da, sanat koleksiyoncusu Bert Kreuk, Hugo Boss ödüllü sanatçı Danh Vo’ya karşı 1.2 milyon dolarlık bir tazminat davası açtı. Kreuk, sanatçının “Bilineni Para sıkıntısı çeken İtalya, en değerli tarihsel sit alanlarını korumakta zorluk yaşadığı bir yıl geçirdi. Matteo Renzi hükümeti, yıllardır acıklı bir durumda bulunan Pompei antik kentinin korunmasına 2 milyon Avro’luk bir desteği onaylamasına karşın, çok geçmeden paranın bürokrasi dolambacından bir türlü çıkamadığı görüldü. Bu arada, Pompei’deki bir Tanrıça Artemis freskinin çalındığı ortaya çıktı. İki ABD’li turist de, Pompei’den çaldıkları bir sanat objesini ülkeden çıkarmaya çalışırken yakalandı. McCarthy’nin şişme ‘Ağaç’ı ABD’li sanatçı Paul McCarthy’nin Paris’teki çağdaş sanat fuarı FIAC kapsamında Vendôme Meydanı’nda sergilediği “Ağaç” adlı heykeli, Fransa’daki tutucu çevrelerin tepkisini çekti. Sanatın “yaramaz çocuğu”nun tıpa biçimindeki şişme “Ağaç” heykeli “seks oyuncağı”na benzetilirken, Parislilerin aşağılandığı ileri sürüldü. McCarthy, Paul McCarthy’nin “Ağaç” adlı heykeli. DT’den İzmir’e modern ı s a n i b o r t a y ti Kültür Servisi İzmir’deki Devlet Tiyatroları Karşıyaka Sahnesi, modern bir tiyatro mekânı olarak yeniden inşa ediliyor. Akustiğinden ses ve ışık düzenine, sahnesinden fuayesine baştan aşağı yepyeni bir görünüme kavuşturulacak binanın 226 olan seyirci kapasitesi 308’e çıkarılacak. Efes Sinema Salonu olarak 1966 yılında kurulan ve zaman içerisinde tiyatro binasına dönüşen Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi’nin yer aldığı bina, Devlet Tiyatroları’nın mülkiyetine 2010 yılında girdi. Önceki gün Devlet Tiyatroları Genel Müdürü A. Necat Birecik, İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü Metin Oyman, eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Bozkurt Kuruç ve Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar ile Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun katılımıyla temeli atılan Ragıp Haykır Sahnesi, Ağustos 2017’de seyirciyle buluşacak. BUDDY DEFRANCO 91 YAŞINDA HAYATA VEDA ETTİ Klarnetin efsanesiydi Kültür ServisiEfsanevi caz klarnetçisi Buddy DeFranco, dün 91 yaşında yaşama veda etti. Kuşağının en seçkin klarnetçisi olarak kabul edilen olan DeFranco, Ella Fitzgerald, Tony Bennett, Frank Sinatra ve Billie Holiday gibi ünlülerle çalmıştı. Profesyonel olarak 1930’larda çalmaya başlayan ve “klarnetin Charlie Parker’ı” olarak nitelenen DeFranco’nun olağanüstü müzik kariyeri 70 yıldan fazla sürmüştü. Bebop çalan ilk klarnetçi olarak da ün yapan DeFranco, on yıllar boyunca en iyi caz sanatçıları listelerinin doruğunda yer almış, sayısız ödül kazanmıştı. Klarnetin armonik ve ritmik dilini Benny Goodman’ın bıraktığı yerden alıp çok daha serüvenci noktalara taşıyan DeFranco, 196674 arasında Glenn Miller Orkestrası’nın şefliğini yapmıştı. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle