07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 ARALIK 2014 CUMARTESİ 8 n Baştarafı 1. Sayfada HABERLER CÜNEYT ARCAYÜREK GÜNCEL İstanbul’daki infazların, bir süredir yaşanan ‘mafya hesaplaşması’nın devamı olduğu öne sürülüyor ... Cumhurbaşkanı’nı, on beş yıl bu ülkenin en dar zamanlarında başbakanlık yaparak büyük hizmetleriyle tarihe damgasını vuran İsmet İnönü’yü savunurken... ...bir dönemin Başbakanı RTE ve tarihçi olup olmadıkları kuşkulu birçok yalaka yazar İnönü’yü kötülemek, karalamak için TV’lerde ter döktüler. Dönemin başbakanının iftiralarına karşın yıllarca genel başkanlığını yaptığı parti İnönü’yü sahip çıkmadı. Torunu CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan, RTE’nin mesnetsiz iddialarını aynı gün belgelerle yalanladı ama ne yazık ki sesini tarihin gerçeklerine dayanarak savunmak görevinde olanlara duyuramadı ya da yeterince yanıt alamadı. Dönemin başbakanı bugün Cumhurbaşkanı olan zat hasis particilik ya da Atatürk Cumhuriyetine, devrimlerine duyduğu kin nedeniyle İsmet Paşa’nın camileri ahıra çevirdiğini uydurma belgelerle günlerce TV’lerde açıklamaktan çekinmedi. HHH Bu kişi bu kadarla yetinmedi. İnönü’yü Nazi Almanya’sının lideri Adolf Hitler’in bir kopyası ilan etmekten de çekinmedi. Kısacası aklına geçmişle ilgili hatalı ne gelirse İnönü aleyhine kullanmayı marifet saydı. Yalaka çevresinin önüne koyduğu İnönü aleyhine olabilecek ne varsa onları insafsız biçimde kullanmaktan çekinmedi. HHH RTE’nin İnönü’ye saldırılarına yanıt veren bu sütunların yazarı dün sabah gazetelerde şu haberi okuyunca hayretten donakaldı ve bir süre bu haberin kaynağına ne diyeceğini kestiremedi. Düne kadar İnönü’yü yerden yere vuran dönemin başbakanı, ne çare ve yazık ki bugün cumhurun başkanı olan RTE; ikinci cumhurbaşkanı, ulusal savaş kahramanı İnönü’nün ölümünün 41. yıldönümünde, geçen yıllarki iftiralarını, karalamalarını sanki o değil de başkası söylemiş gibi, şu mesajı utanmadan yayımlayabildi: “İnönü milli mücadelenin zaferle neticelenmesine sağladığı katkıların yanı sıra değerli bir siyaset ve devlet adamı olarak da Cumhuriyet tarihimizin önemli şahsiyetleri arasında yer almaktadır.” HHH Yalnız bu kadarla değil. İsmet İnönü rüşvete ve yolsuzluğa sadece kendisinin değil, ailesinin de karışmadığı ender bir devlet adamı olarak bugünkülere ve en çok bir dönemin başbakanı, bugünkü Cumhurbaşkanı’na her açıdan örnek olacak bir devlet adamı idi. Küçük bir örnek: DP muhalefeti, Sümerbank’tan alınan bir kumaşın parasını ödemediğini iddia edince ödeme faturasını çıkarıp gösterdi; oğluna, ailesine atılan iftiralarla sonuna kadar savaştı. Ne Lozan’dan ne de bu ülkeyi ikinci savaştan korumayı tek bir gün övünü konusu yapmadı... RTE’nin karaladığı o milli şef, diktatör, 14 Mayıs’ta seçimle iktidarı başkalarına teslim etmekle bir an tereddüt etmedi. O mütevazı kişiliğiyle büyük bir devlet adamıydı. HHH RTE’nin karaladığı dönemlerde hiç değilse bugünküne benzer İslamın karanlık yüzünü yansıtan sesler duyulmuyordu. Ama bugün: 16 yaşında çocuklar, öğrenciler hapse atılıyor. Karaladığı dönemlerde örneğin bir milli eğitim müdürünün cep telefonu mesajı ile başlattığı “noelyılbaşı kutlamalarına fırsat verilmemesi gerektiği” tartışmasına Din Görevlileri Birliği Derneği, yılbaşı kutlamalarının haram olduğunu savunarak katılıyor. Yılbaşı kutlamaları yerine Mekke’nin fethinin 1384. yıldönümünü kutlama çağrısında bulunanlara o dönemde rastlanmadı ve... ...bugün bunlara hem savcılıktan, hem de hükümetten tepki yok! HHH RTE’yi yapılmaz, olamaz ya İnönü ile kıyaslamaya girişsek aradaki binlerce kilometre mesafeyi kapatamayız elbette. Dün Türkçeyi övüyordu, bugün kötülüyor. Türklüğü, Türk’ü hiçbir zaman benimsediğini itiraf edememesi yetmiyormuş gibi; şimdi de Türkçeyi neredeyse beş para etmez bir dil olarak tanımlayacak açıklamalar yapıyor. Tabii Arapçalı Farsçalı anlaması yazılması zor Osmanlıcayı Türkçe yerine ikame etmeye çalıştığı dil midir zil midir neyse onu resmi dil yapmanın hazırlığında. Türkçe ile felsefe yapılamayacağı iddiasını, hemen her iddiasında olduğu gibi bunu da ilim adamları yalanladı. Bu ne vurduymaz bir insan ki dün söylediklerinin bugün aksini söylemekten ya da yalanlamaktan hayret doğrusu utanç duymuyor. Bu ikiyüzlü görüntü umurunda bile değil. İpin ucu Hollanda’da u Hollanda basınına göre, İstanbul’daki infazların, ülkede aralık ayı başından bu yana meydana gelen ve savcılığın “mafya hesaplaşması” dediği cinayetlerle bağlantı olasılığı yüksek. YUSUF ÖZKAN AMSTERDAM İstanbul’da çarşamba gecesi silahlı saldırıda öldürülen Vedat Şahin’in Hollanda’nın Rotterdam kentinde “yeraltı dünyasının” önemli isimlerinden olduğu öne sürülüyor. Aynı gün Sarıyer’de öldürülen Ali Ekber Akgün ile Şahin’in Hollanda’dan tanıştıkları ve birlikte uyuşturucu ticareti yaptıkları iddia ediliyor. Çifte suikastta yaşamlarını yitiren Vedat Şahin ile Ali Ekber Akgün’ün Hollanda vatandaşı olmaları, gözlerin bu ülkeye çevrilmesine neden oldu. Yeraltı dünyasını yakından izleyen “Crimesite.nl” adlı haber portalına göre, suç örgütü lideri Sedat Şahin ile kardeşi Vedat Şahin, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Rotterdam’da etkin bir isimdi. Siteye bilgi veren ve “suç dünyasından iyi beslenen” bir isme göre, Vedat Şahin “Rotterdam mafyasına dahildi ve Ali Akgün ile birlikte uyuşturucu işi yapıyordu.” Vedat Şahin’in ağabeyi Sedat Şahin’in adı da bir süredir Hollanda gündemindeydi. Hollanda’da son dönemde Türklerin de etkin olduğu uyuşturucu ticareti haberleriyle öne Ağabeyleri cenazeye katılmadı İstanbul Nişantaşı’nda evinden çıktıktan sonra uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitiren yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Vedat Şahin ve koruması Ferdi Topal’ın cenazesi önceki gece özel uçakla memleketi Samsun’a getirildi. Cenazeyi havaalanında kalabalık bir grup karşıladı. Daha sonra Vedat Şahin’in cenazesi yaklaşık 300 aracın katıldığı konvoyla Bafra ilçesine götürüldü. Şahin’in cenazesi helallik alınması için önce Kavak Pınar Mahallesi’ndeki baba evine getirildi. Şahin’in 2 yaşındaki kızı Begümhan da babasının tabutunun başına gitti. Burada omuzlara alınan Şahin’in tabutu 1 kilometre uzaklıktaki Mevlana Camii’ne götürüldü. Yakın koruması Ferdi Topal’ın cenazesi de aynı camiye getirildi. Vedat Şahin’in ağabeyi, yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Sedat Şahin ile kardeşi Nihat Şahin’in katılmadığı cenazede taziyeleri, Sedat Şahin’in oğulları Serkan ve Şehmi ile Vedat Şahin’in oğulları Bahadır ve Birbey Şahin kabul etti. Kılınan cenaze namazının ardından Şahin’in cenazesi Alaçam ilçesindeki aile mezarlığında defnedildi. Topal’ın cenazesi ise Bafra Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi. Cenaze törenine binlerce kişinin yanı sıra MHP Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek ve şarkıcı Sedat Kapurtu da katılırken yeraltı dünyasından Sedat Peker, Sami Hoştan, Nejat Ergin ve Menderes Kutlu da çelenk gönderdi. (AA) çıkan Tilburg kentinde nisan ayında kapsamlı bir soruşturma başlatıldı. Soruşturmada Sedat Şahin ve çevresindekilerin de adı geçiyordu. Hollanda basınına göre, İstanbul’daki infazların, ülkede aralık ayı başından bu yana meydana gelen ve savcılığın “mafya hesaplaşma sı” dediği cinayetlerle bağlantı olasılığı yüksek. Hollanda’daki mafya hesaplaşması, 2005 yılında işlenen “pasaj cinayeti davası” ile ilişkilendiriliyor. Uyuşturucu tüccarı Kees Houtman, 2 Kasım 2005’te Amsterdam’da öldürüldü. Basına göre Houtman, yeraltı dünyasının önde gelen isimlerinden Atilla Önder ile yakın arkadaştı. 2007’de Peter La Serpe adlı gizli tanık, Houtman’ın öldürülmesi emrini Ali Akgün’ün verdiğini söyledi. Savcı, Akgün hakkında ömür boyu hapis isterken mahkeme, iddiaları yeterli bulmayarak serbest bıraktı. Atilla Önder, mahkemede Ali Akgül’ü tanıdığını ancak onunla bir sorunu olmadığını söyledi. Hollanda polisine 2006 yılında Ali Akgün’ün, Atilla Önder’in öldürülmesi için emir verdiği ihbarı ulaştı. Polis, Atilla Önder’e bu bilgileri verdi. Önder, sorunu olduğu tek kişinin 5 milyon Avro’luk bir anlaşmazlık nedeniyle kendisini bacağından vurduran “Hider” lakaplı Ramazan Özarslan olduğunu açıkladı. Önder, Ramazan Özarslan’ın 2 haftada bir Türkiye’den Hollanda’ya eroin nakli yaptığını ve “çok güçlü bir adam” olduğunu anlattı. Bu olayların ardından Türkiye’ye giden Atilla Önder, 11 Temmuz 2007’de “uyuşturucu ticareti ve cinayete azmettirme” suçlamasıyla tutuklandı. Türk polisinin “Son Nokta” operasyonu kapsamında yaptığı dinlemeler de Atilla Önder ve Ramazan Özarslan arasındaki husumeti ortaya koydu. Duruşmalar sırasında Özarslan’ın adamları Önder’e saldırarak darp etti. Atilla Önder ise bir süre önce hukuki bir eksiklik nedeniyle Türkiye’de serbest bırakıldı. “Crimesite.nl” haber portalına bilgi veren bir Türk kaynak, “birilerinin temizlik yapmaya başladığına ikna oldum” dedi. Hem haber sitesine hem de savcılık kaynaklarına göre Hollanda merkezli “mafya hesaplaşması” bir süre daha devam edecek. “Crimesite.nl” yayın yönetmeni Wim van de Pol, kaynaklarının, İstanbul’daki infazlar öncesi “ses getirecek bir Noel yaşanacak” dediğini de anımsatmıştı. İşkence yapmayana infaz AHMET ŞIK Dargeçit iddianamesi, 1990’larda gözaltında kaybetmenin sıradanlaştığını ortaya koyuyor Mustafa Balbay, Kobani Kampı’na gidiyor n ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, iki günlük Şanlıurfa ve Kahramanmaraş ziyaretine çıkıyor. Bugün ilk olarak CHP Şanlıurfa İl Başkanlığı’nı ziyaret edecek olan Balbay, burada yapacağı basın açıklamasının ardından; Yardımcı ve Sırrın köylerini ziyaret edecek. Pazar günü Suruç’a gidecek olan Balbay Kobani Mülteci Kampı’nda incelemelerde bulunacak. Balbay daha sonra Kahramanmaraş’a geçecek. Pazar saat 15.00’te Piazza AVM Ada Kitap Evi’nde kitaplarını imzalayacak olan Balbay, saat 18.00’de Eğitim İş’in Kahramanmaraş şubesini ziyaret ederek gezisini tamamlayacak. Balbay, “En büyük özlemlerimden biri de Anadolu’yu karış karış dolaşmaktı. Bu hayalimi bir yıldır hem siyasetçi hem yazar kimliğimle gerçekleştirmeye çalışıyorum” dedi. Hem pişman hem haklı! nANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na TBMM’deki yumruklu saldırı davasının sanığı Orhan Övet, önceki günlerde Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gelerek, savunmasını yaptı. Övet, savunmasında, kimsenin kendisini “saldırı için azmettirmediğini” öne sürerek, “Kılıçdaroğlu’nun Başbakan’a ve ailesine karşı yapmış olduğu söylemler nedeniyle kendisine yumrukla vurdum” dedi. Kılıçdaroğlu’na “vatan haini” demediğini, “direkt vurduğunu” belirten Övet’in “Yaptığımdan pişmanım. Ancak yaptığım eylemde haklıyım” demesi ise dikkat çekti. Duruşma ileri bir tarihe ertelendi. Mardin’in Dargeçit ilçesinde 1995’te birisi asker, sekiz kişinin gözaltında öldürülmesiyle ilgili açılan davanın iddianamesi vahşi işkenceleri gözler önüne serdi. Dönemin Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren ve İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire ile birlikte beş subaya taammüden cinayet iddiasıyla müebbet hapis cezası istenen iddianame, işkencenin yanı sıra savaş yıllarının “en makbul” uygulaması gözaltında kaybetmeye de ışık tutuyor. İddianamede iki öğretmen ve bir yurttaşın PKK tarafından katledilmesinin ardından yaşananlar yer aldı. 28 Ekim 1995’te PKK, Dargeçit’te öğretmenlik yapan Gürkan Arıtürk (25) ve Ökkeş Kaya’yı (28), ertesi gün de müteahhit Mehmet Selim Korkmaz’ı kaçırdı. Katledilen iki öğretmen ve müteahhidin cesedi 30 Ekim sabahı Bağözü köyü yakınlarında bulundu. PKK’lileri yakalamak için 8 Kasım’a dek korucularla birlikte operasyonlar yapan askerler, köyleri basıp onlarca kişiyi gözaltına aldı. Doğan ailesinin de evi basılmıştı. Kelepçelenip gözaltına alınanlar arasında 13 yaşındaki Seyhan Doğan da vardı. Aynı gece ve takip eden birkaç gün içinde Seyhan Doğan’ın eniştesi Abdurrahman Coşkun (20), Mehmet Emin Aslan (20) ile Abdullah Olcay (18), Nedim Akyön (13) ve Süleyman Seyhan (57) da gözaltına alındı. Arananlardan biri de o tarihte 13 yaşında olan Davut Altınkaynak’tı. Askerler Davut’u bulamayınca annesini gözaltına aldı. Oğlunun yerini söyletmek için tecavüz tehdidinde bulunan askerler, sorgulayıp bırakacakları yalanıyla anneyi ikna ettiler. Dayısında kalan Davut Altınkaynak da gözaltına alındı. Annesinin gözleri önünde Filistin askısına alınıp işkence yapıldı. Gözaltına alınıp istisnasız hepsi işkenceden geçirilen bu yedi kişiden bir daha haber alınamadı. ‘Unutursak... Yüreğimiz Kuruyacak’ Acılı aileler, soruşturmanın yeniden açılmasının ardından Dargeçit köylerindeki ölüm kuyularında yapılan kazıları ellerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğraflarıyla beklemişlerdi. Uçak Şırnak’a doğru bir alçalıyor bir yükseliyor. Aşağıda dağlar, dağların arasında kıvrılarak akan Dicle. Yer yer tarlalar. Sınırları görmeye alıştığım tarlalardan çok farklı. Eğri büğrü çizilmişler. Geometrisi başına buyruk. Çocuk elinden çıkmışçasına... Sınırlar... Bir sınır köyüne gidiyorum. Bir gece yarısı, çocukların resmi deyişle kaçakçılık yaparken, yerel deyişle sınır ticareti yaparken “yanlışlıkla” öldürülüverdiği bir köy. Üç yıl öncesine kadar adını hiç duymadığımız bir köy. Üç yıldır adı kulaklarımızdan ve kalbimizden çıkmayan, vicdanımızı yakan bir köy. Her yere çok uzak sınıra yakın; her şeye çok uzak bir sürü şeye çok yakın bir köy. Roboski. Havaalanından köye varmak saatler sürüyor. Hafta sonu, katliamın üçüncü yıldönümü için anmalar düzenlenecek. Bir kez daha hep bir ağızdan “unutursak kalbimiz kurusun” denilecek. Gerçeklerin peşine düşülecek. Gerçeklerin peşinde yine yorgun ve yılgın düşülecek. Çünkü herkesin gerçeği başka. Araba Cizre’den geçiyor. Az önce biber gazı atılmış. Genzimiz ve gözlerimiz yanıyor. Araba nehrin kıyısından gidiyor. Üç gün boyunca evinde konuk olacağım Veli Encü Roboski’nin ne anlama geldiğini anlatıyor. Ro Kürtçe nehir demekmiş. Boski de taşlara basarak geçmek anlamına geliyormuş. Bu bilgi hiçbir yerde yazılı değil. Yaşlılar anlatıyor, gençler hatırlıyor. Bir yandan onu dinliyorum bir yandan da Roboski’ye dair yazılan kitapları düşünüyorum. Hiçbir şey unutulmasın diye kâğıda kaleme sarılanların anlamlı telaşı belleğin kaderini değiştirmeye çalışıyor. Unutulmasın diye herkes bildiğini, hissettiğini yazıyor. Kitaplardan birinin ismi “İstenmeyen Çocuklar”. İletişim Yayınlarından yeni çıkmış. Müge Tuzcuoğlu’nun hazırladığı “unutmamak, hatırlamak” üzerine bir bellek çalışması. Diğeri Hülya Tarman’ın hazırladığı “Roboski’de Yazdık” isimli kitap. Roboskili kadınlar bu kitapta kendi yaşadıklarını anlatıyorlar. İkisi de olanları farklı açılardan kayda geçirme çabası. Unutulmasın diye, hep hatırlansın diye. Gerçekler dağlarda kaybolmasın, nehirlerde boğulmasın, kar altında donmasın, ateşlere atılmasın diye. Kitaplara mıhlansın, yok olmasın diye... Hava kararıyor. Dağlar kıpkırmızı. Kar henüz sadece yükseklere yağmış. Veli anlatıyor. Roboski kelimesinin anlamını, hâlâ köyde düğün yapılmadığını, dokuz aylık kızı Rojbin’in diş çıkarmaya başladığını, kurdukları “Roboski İçin Adalet Yeryüzü İçin Barış Derneği”nde nasıl çalıştıklarını, başını kaşıyacak vakti olmadığını, yeğenlerin büyüdüğünü, kimilerinin köyden göçtüğünü, geçen yıl bu mevsim bu yolda bir metre kar olduğunu... anlatıyor. Roboski’ye gidiyoruz. Arabanın arkasındaki afişte “Unutursak yüreğimiz kurusun” yazıyor. Veli anlattıkça anlatıyor. Köydeki herkesin yüreği yaş, kadınlar çocuklar, erkekler, gençler, yaşlılar... Üç yıldır herkes ölülerine ağlıyor. Üç yıldır Roboski’de herkes adalet arıyor. ‘Babamın yanında işkence yaptılar’ Dargeçit tabur komutanlığında işkencede katledildikten sonra cesedi bir kuyuda bulunan Süleyman Seyhan’ı infaz edenler, kızı Fehime Çelik’i de gözaltına almıştı. Soruşturma yeniden açılınca, Fehime Çelik’in 25 Temmuz 2013’te tanık ve mağdur olarak ifadesi alındı. Çelik gözyaşları içinde savcıya şunları anlattı: “30 Ekim 1995 sabah saatlerinde jandarma ve korucular geldi. İfade vermem gerektiğini söyleyerek beni tabura çağırdılar. Taburdan içeri girer girmez komutan Mehmet Tire, oğlumu kucağımdan alıp duvara fırlattı. Küfür edip beni dövmeye başladı. Beni zemin katta bir odaya götürüp gözümü bağladılar. Bir kapağı kaldırıp arkamdan tekmeleyerek beni aşağıya yuvarladılar. Yaralandım. Dilim yarılmış, dişlerim dökülmüştü. Bu bodrum katında çok sayıda kişi gözaltındaydı. Babamın da orada bulunduğunu sesinden anladım. Aynı odada bulunan ve konuşmalardan çıplak olduğunu anladığım bir başka kadını tırnaklarını söküp elektrik vermekle tehdit ediyorlardı. Sonraki günlerden birinde beni çırılçıplak soyup askıya aldılar. Ben askıdayken odadaki seslerden babamı da getirdiklerini ve bana yapılanları izlettirdiklerini anladım... Bir gün bir asker yanıma geldi. Hiç konuşmadan ağzımı kapatıp elbiselerimi çıkardıktan sonra beni yere yatırıp tecavüz etti. Gözaltında tutulan babam duymasın diye sesimi de çıkaramadım. Bu olayı daha önce hiçbir yerde anlatamadım. Aileme, akrabalarıma ve hatta AİHM’ye açtığım davada bile bahsedemedim.” Süleyman Seyhan’ın cesedi 6 Mart 1996’da, iddiaya göre Dargeçit Komutanlığı’nda görevli Uzman Çavuş Bilal Batırır’ın yerini ailesine söylemesiyle bulundu. Cesedi bir kuyudan çıkarılan Seyhan’ın elleri bağlı, kafası koparılmış ve yanmış haldeydi. İki gün sonra cesedin yerini ailesine söylediği iddia edilen Uzman Çavuş Bilal Batırır da kaybedildi. İddiaya göre öldürüldükten sonra tabur komutanlığının kalorifer kazanında yakılmıştı. ocuğu kaybedilen anneye de işkence Seyhan Doğan’ın 11 yaşındaki kardeşi Hazni Doğan da gözaltına alınmıştı. Dört günlük işkenceden sonra bırakılan Hazni Doğan başına gelenleri anlatınca annesi diğer oğlunu Ç bulmak için karakolun yolunu tuttu. Askerler Seyhan’ı serbest bıraktıklarını söylediler. Asiye Doğan inanmadı. Savcılığa başvuru yaptı, basına da konuşunca gözaltına alındı. 20 gün kendisinden haber alınamayınca dönemin DYP’li Mardin Belediye Başkanı Abdülkadir Tutaş’ın yardımlarıyla salıverildi. Asiye Doğan, Mardin Alay Komutanlığı’nda gördüğü işkenceleri hiçbir zaman anlat(a)madı. İstanbul’a göçtü. Kaybedilen oğlunu Cumartesi Anneleri’nin eyleminde aradı. Birkaç yıl sonra da hayatını kaybetti. Her Cumartesi Galatasaray’da çocuğunu arayanların arasına, eşini kaybettikten sonra baba Ramazan Doğan katıldı. Koruculuğu reddettiği için yapılan işkenceler nedeniyle ellerini kullanamayan Ramazan Doğan da 2010 Ağustos’unda öldü. Neyse ki, İHD’nin ısrarı sonucunda soruşturma dosyası 2009’da yeniden açıldı ve Dargeçit’in Bağözü köyünde kuyularda yapılan kazılarda 13 yaşındayken katledilen Seyhan Doğan’ın da kemikleri bulundu. Dargeçit taburundaki işkence merkezinden tesadüfen kurtulan küçük kardeşi Hazni, bu ağır travmayla büyüyüp evlenmesinden 40 gün sonra KCK davalarından birinden tutuklandı. Üç yıllık hapislikten sonra 2011’de tahliye edildi. Kısa süre sonra bir başka davadan da ceza verildiğini öğrendikten sonra da firar etti. Nerede olduğu resmen bilinmese de adresinin dağda olduğunu tahmin etmek zor değil. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle