04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 ARALIK 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR TİYATRO VE SİNEMA OYUNCUSU BILLIE WHITELAW 82 YAŞINDA ÖLDÜ FİLMİ İLK 5 GÜNDE 643 BİN KİŞİ İZLEDİ 15 UYKUSUZLUK Beckett’in gözdesiydi Kültür Servisi İngiliz tiyatro ve sinema oyuncusu Billie Whitelaw 82 yaşında öldü. Whitelaw, 1963’ten yazarın 1989’da ölümüne kadar Samuel Beckett’in oyunlarının en önemli yorumcusu olmuştu. Beckett, pek çok deneysel oyununu özellikle “yetkin bir oyuncu” diye nitelediği Whitelaw için yazmıştı. Beckett oyunlarının tekniği üstüne konferanslar da veren Whitelaw, ünlü yazarın birçok oyununda ve oyunlarının beyazperde uyarlamasında oynamıştı. 196466 yılları arasında Britanya’nın Ulusal Tiyatro Topluluğu’nda yer alan Whitelaw, 1965’te Laurence Olivier’nin başrolü oynadığı “Othello”da Desdemona rolünü üstlenmişti. “Omen” adlı filmde şeytani cadı Bayan Baylock’u canlandıran Whitelaw, Britanya Akademi Ödülü sahibiydi. Ünlü oyuncu pek çok TV dizisinde de rol almıştı. ‘Hobbit’e izleyici akını Kültür Servisi “Hobbit: Beş Ordunun Savaşı” filmini, ilk 5 günde 643 bin 689 kişi izledi. Böylece film “tüm zamanların en iyi ilk beş gün yabancı film açılış rekorunu” kırmış oldu. Oscar ödüllü yönetmen Peter Jackson’ın İngiliz yazar John Ronald Reuel Tolkien’ın “The Hobbit” romanından uyarladığı üçlemenin son filminde, Ian McKellen “Gri Gandalf”, Martin Freeman “Bilbo Baggins”, Richard Armitage ise “Thorin Meşekalkan” rollerini üstleniyor. Üçlemenin ilk iki filmi “Hobbit: Beklenmedik Yolculuk” ve “Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları” adını taşıyordu. Mine SÖĞÜT [email protected] Dini Ders Yerine Dinden Ders Almak... Faşist iktidarların en büyük başarısıdır. Sizi otosansürle terbiye ederler. Daha kimse bir şey demeden, kendi kendinize yapacaklarınızı gözden geçirirsiniz. Kendinize sınırlar koyarsınız. Dilinizi, aklınızı, fikrinizi onların istediği ölçülerde kullanmaya çalışırsınız. Bunun için o lanet sansür çıtasını tak diye elinize verirler. Onu o an olduğu gibi kırıp atacağınız yerde, hangi seviyede tutmanız gerektiğini düşünmeye başlarsanız, yanarsınız. Ahlak konusunda da bu böyledir; inanç konusunda da. Gazeteler günlerdir öğrencilerine Budistlerin “korkunç” cenaze törenlerini izleten din öğretmeninden bahsediyor. Onların, “akbabalara parçalatılan cesetler” sığlığına indirgediği bu ‘Gökyüzü defni’ Uzakdoğu’da Budizmden de yaşlı bir gelenektir. Ölenlerin bedenleri özel bir törenle karlı dağların zirvelerine taşınır. Beden orada kutsal ezgiler ve dualar eşliğinde parçalara ayrılır. O parçalar teker teker akbabalara atılır. Evrendeki sonsuz dönüşüme hizmet eden bu defin, o coğrafyada “iyi karma”nın geleneksel törenidir. Bu şekilde hem cesedin taşıdığı hastalıkların insanlara bulaşmadan yok edildiğine, hem de onunla beslenen kutsal kuşlar sayesinde ölen kişinin ruhunun kutsandığına inanılır. Yoksa bu tören Budistlerin ölülerine yaptığı tüyler ürperten, iğrenç, vahşi bir şey değildir. Dolayısıyla bir din öğretmeninin öğrencilerine Budistlerin bu farklı cenaze töreninden bahsetmesi de dehşete düşülecek, korkunç, fena, rezil bir şey değildir. Aksine umut verebilecek bir şeydir. Mevcut düzen akla o öğretmenin bu görüntüleri büyük bir olasılıkla, diğer inanç sitemlerini karalamak ve aşağılamak adına izletmiş olabileceğini işaret etse de bir ihtimal daha var. Küçük olduğu kadar eğer gerçek olsa muhteşem olabilecek bir ihtimal... Keşke o öğretmen, hiçbir otosansür uygulamadan, amirlerinin ona ne kadar kızacağını umursamadan, çocuklara dünyanın çok büyük, zamanın çok geniş ve evrendeki kutsalların birbirinden çok farklı olabileceğini anlatmaya çalışmış olsa... Din dersi dediğin dini bir ders değil, dinler hakkında bir ders olmalı diye düşünmüş olsa... Öğrencilerine kendi inancını dayatmak yerine onları başka inanç sistemlerinin kutsalları hakkında bilgilendirmenin daha dürüst ve aydınlık bir sorumluluk olduğuna inanmış olsa... O sınıfta yaşanan gerçek bu değilse bile; bizim hiç yılmadan bunun böyle olmasını istememiz gerekiyor. Dogmatik inançların sorgulanmaya karşı en büyük kalkanı, saygısızlık tehdididir. Bu tehdidi görüp sustuğumuz sürece elimize verilen çıta ayak bileklerimizi geçemez. Dini eğitime karşı çıkmak, dine saygısızlık değildir; aksine hayata ve gerçeklere saygıdır. Çünkü ölüler sadece toprağa gömülmezler. Gökyüzüne, kuma, suya, hatta kalbe gömülebilirler. Hayvanlara yem edilebilirler. Kül olup havaya da savrulabilirler. Çocuklara tek doğru ve tek gerçek olmadığını öğretmeyi reddeden faşist iktidarlar önce yetişkinleri otosansürle terbiye ederler. Sonra çocuklardan gerçekleri gizlerler. Çünkü bilirler; erken yaşta dini ders alan, artık bir daha dinden ders alamaz... Kontrbasla kemençe Paris’te buluştu SERHAN YEDİG Klasik kemençe Derya Türkan’ın elinde dünya sazına dönüşüyor 100’ÜN ÜZERİNDE ÇEVİRİSİ BULUNUYOR Okyay’a onur ödülü Kültür Servisi Yazar, çevirmen Sevin Okyay, Çeviri Derneği tarafından Onur Ödülü’ne değer görüldü. Ödül, Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesi’nde düzenlenen bir törenle Okyay’a sunuldu. 100’ün üzerinde çevirisi olan Okyay, bu ödülü almanın mutluluk verici olduğunu söyleyerek “Bu ödül, çeviri alanında aldığım ilk ödül. Ben sadece kitap değil, her türde çeviriler yaptım. Altyazılar, şarkı sözleri... Doğru olsun istiyorum, bu bir onur işi. Ama aynı zamanda bir sevgi işi. Eğer sevmiyorsan yapma, zaten başka bir karşılığı olmuyor” dedi. Törende Elif Ertan Genç Soluk Ödülü ise Çağdaş Acar’a sunuldu. Kemençe deyince akla önce Karadeniz, sonra horon gelir. Laz müziğinde, biraz tekdüze olmakla birlikte, kıvrak ve neşeli bir çalgıdır. Girit’te “kritiki lyra”dır adı; Ross Daly’nin ellerinde kahramanlık türküleri söyleyen, erkeksi bir karaktere bürünür. Yunan besteci Eleni Karaindrou’nun Türkiye’de çok sevilen film müziklerinde ise hüznün sesidir. Albüm kapağına baktığınızda isminin “politiki lyra” olarak yazıldığını görürsünüz… Üçü de kemençedir. Lazlarınki zayıf ve uzun, diğerleri armudi gövdeli… Sadece Girit’teki 4, diğerleri 3 tellidir. Lazlar ve Giritliler ayakta da çeker yayı. “Politiki lyra”, yani İstanbul kemençesi oturarak, diz üstünde çalınır. Derya Türkan’ın, Fransız caz basçısı Renaud GarciaFons (52) ile yolu 1996’da Kudsi Erguner’in topluluğunda kesişmişti. Paris Konservatuvarı mezunuydu Fons. 5 telli enstrümanını çoğunlukla arşeyle çaldığı için “kontrbasın Paganini’si” lakabıyla anılıyor, tıpkı Türkan gibi yeni tonlar, renkler, ifade biçimleri arıyordu. 10 yıl farklı topluluklarda, birlikte konser verdikten sonra bir gün “Kemençenin sesini gerçekten çok seviyorum” dedi Fons. Türkan o günlerde çellist Uğur Işık’la Enderun müziklerinden örnekleri kaydetmeye hazırlanıyordu. Birlikte çalmayı teklif etti. Kalan Müzik’in yayımladığı Minstrel’s Era albümü böyle ortaya çıktı. Dönemin önde gelen bestecilerinin Enderun’da padişaha çalınmak üzere bestelediği eserleri, müziğin ruhunu koruyarak yarının dünyasına taşıdılar. İkili albüm hazırlama fikri ise geçen yıl Fons’tan geldi. Beş ayda, internetten haberleşerek repertuvarı oluşturdular. Albüme adını veren “Silk Moon” dahil altı besteyi Fons, dördünü Türkan yazdı. Paris’te buluşup doğaçlamaDerya Türkan ve Renaud GarciaFons. larla zenginleştirdiler, 5 günde kaydettiler. Buna karşın sesi diğerlerinden yaklaşık yüzAlbümde elektronik efekte yer verilmedide 40 geniştir. Ve son 100 yılda bu enstrüği halde etkileyici bir ton zenginliği dikkati manda Tanburi Cemil’den Fahire Fersan, çekiyor. Türkan kemençesini, geleneksel kaRuşen Kam, Niyazi Seyhun’a pek çok virrakterini korumakla birlikte, bir dünya enstüöz yetişmiştir. trümanı gibi kullanıyor. izans’ın sesiydi “Otantik kemençeden alışık olmadığıKemençenin Asya kökenli ıklığın torumız sesler bunlar” diyor Türkan: “Çalgınu olduğu söylense de Tanburi Cemil’in yomı, perküsyon, kontrbas, efekt unsuru gilundan yürüyen genç virtüöz Derya Türkan bi kullandım. İstanbul müziğinin sesleriy(41) bu görüşe muhalif: le çağdaş bir kompozisyon anlayışını de“Orta Asya’da benzeri yok. Çalgıya son nedim. Fons ise yer yer makamsal çaldı.” şeklini veren Bizans medeniyeti. Bu konuPaco de Lucia’ya ithaf edilen “Camino de da herhangi bir kompleks duymadan gerSed,” İran’a uzanan “Nişabur”, geçmişin çeği kabul etmek gerekir. Klasik kemendünyasına pencere aralayan “Constantinoçenin dünyadaki en büyük virtüözleri ve poli,” kemençenin yeni bir çehreyle karşımılütiyeleri İstanbul’dan çıkmış. Tanburi za çıktığı “Keman Cai” albümün uzun zaCemil’in hocası bile bir Rum: Vasilaki.” man hafızalarda kalacak besteleri. Türkan, Tanburi Cemil’in gelenek içindeki Cezame firmasınca Avrupa’da satışa suyenilikçi tavrını örnek alan virtüözlerden. 16 nulan “Silk Moon”, gelecek ay MMT firmayaşında, henüz İTÜ Türk Müziği Konservasınca Türkiye’de yayımlanacak. 11 Aralık’ta tuvarı öğrencisiyken Necdet Yaşar topluluAvrupa’da konser turnesine başlayan ikiğuna davet edildiği günden bu yana çalgısın li Paris’teki Cite de la Musique dahil önemda yeni tonlar, renkler arıyor. li mekânlarda konser verecek, nisanda da İncesaz ve Jordi Savall’ın Hesperion topTürkiye’ye gelecek. u Tanburi Cemil’in ilk göz ağrısı klasik kemençe Derya Türkan’ın elinde yeni kimliğe bürünüp, dünya sazına dönüşüyor. Türkan’ın Fransız kontrbasçı Renaud GarciaFons’la Paris’te kaydettiği “Silk Moon” Avrupa’da piyasaya çıktı. luluklarında, udi Mutlu Torun, İranlı kemançeci Kayhan Kalhor, Yunan klasik kemençeci Sokratis Sinopoulos’la yaptığı ikili çalışmalarda hep bu çabanın izi görülüyor. 18 yıllık dostluk Churchill’in tablosuna rekor fiyat Kültür Servisi İkinci Dünya Savaşı dönemi ve 1950’lerin ilk yarısının İngiltere başbakanı Winston Churchill’in “Chartwell’de Kırmızı Balık Havuzu” adlı tablosu, Sotheby’s’in Londra’da düzenlediği müzayedede 1.8 milyon sterline (yaklaşık 6.5 milyon TL) satıldı. 1932 tarihli tablonun, Churchill’in kızı Mary Soames’un ölümünden sonra satışa çıkarıldığı öğrenildi. Aynı müzayedede Churchill’in “Blenheim’daki Goblenler” adlı tablosu da 1 milyon sterline (3.6 milyon TL) alıcı buldu. Aynı zamanda yazdığı kitaplar ve otobiyografisiyle de tanınan Churchill, 1953’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmüştü. Metropolis antik Roma hamamı kenti kazılarında bulgulara gün yüzüne çıktı önemli ulaşıldı Kültür Servisiİzmir Torbalı’da devam eden Metropolis Antik Kenti kazılarında, Anadolu’nun en erken termal sağlık merkezlerinden biri olarak nitelendirilebilecek “Roma hamamı” gün ışığına çıktı. Sabancı Vakfı’nın desteği, Celal Bayar Üniversitesi işbirliğiyle 24 yıldır devam eden kazılar hakkında bilgi veren üniversitenin arkeoloji bölüm başkanı Doç. Dr. Serdar Aybek, Metropolis halkı için hamamın, yöneticilerin onlara sunduğu en önemli toplumsal aktivitelerden biri olduğunu belirterek “Roma Dönemi’nde hamam ve spor alanından oluşan bu yapı kentin en canlı noktası. Şüphesiz Metropolisliler için KAMİL KÜLTÜR MASARACI l ÇİZİK B bir cazibe merkeziydi” dedi. Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan ise “Geçtiğimiz yıl zemininde keşfedilen ayak izleri ve 70 metre uzunluğundaki koridorlarla herkesi şaşırtan hamam yapısı bu yıl büyük ölçüde açığa çıktı. Anadolu topraklarında yaşayan, nesiller boyunca bozulmadan günümüze ulaşmasıyla heyecan veren Metropolis’in taşıdığı sırların aydınlanmasını merakla takip ediyoruz” diye konuştu. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle