30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 EKİM 2014 ÇARŞAMBA 4 HABERLER AB raporunda yolsuzluk iddialarının soruşturulması için siyasi istek olmadığı belirtildi. MİT’e verilen yetkiler eleştirildi. Gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımının devam ettiği vurgulandı İlerleyen ‘gerileme’ DUYGU GÜVENÇ SykesPicot’dan Sonra Nefret etmeyi sevdiğimiz bir anlaşma SykesPicot. Emperyalizmin çizdiği sınırlar filan... Ancak şeytanın “Ne dilediğine dikkat et, bakarsın gerçekleşir!” uyarısını da unutmayalım... Nilgün Cerrahoğlu cumartesi günü IŞİD’in “SykesPicot sınırlarını ortadan kaldırdık iddiasını” aktarıyordu. Öyle ya şimdi IŞİD sayesinde Irak’tan Suriye’ye sınırlara takılmadan geçebilirsiniz. Tabii, bu olanaktan yararlanabilmek için öncelikle Sünni Müslüman olmanız, “Halife”nin iktidarını tanımanız ya da çok yüksekten uçmanız, çok yükseklerden gelen bir bombanın kurbanı olacak kadar şanssız olmamanız gerekiyor. SykesPicot’nun çizdiği sınırlar, homojen toplulukları bölen, birbirinden farklı, hatta düşman toplulukları birleştirmeye çalışan, çoğunluğu azınlığın yönetimi altına hapseden yapıntılardı. Hafız Esad, Saddam Hüseyin gibileri bu “çorbadan” bir “hayal edilmiş topluluk” (ulus devlet) çıkarmak için ellerinden geleni üstelik de “abartarak” yaptılar. Bir ulusun ortaya çıkması için ekonomi, kültür ve tarih birliği gerekli ama yeterli değilken, bunların bazılarının eksik olduğu bir yerde, zorla ulus hayal ettirme çabaları tabii ki yeterli olmayacaktı. ABD Saddam’ı devirdi, Suriye’de Batı, siyasal İslam, barışçı, demokratik, yenilse bile, Arap isyanları ikliminde, rejimi reformlara zorlama olasılığı yüksek bir başkaldırıyı silahlandırınca bir iç savaş başladı. Her iki ülkede de SykesPicot sınırlarını yırttı. Ancak bu yırtığın içinden önce mezhep savaşları, Sünni üstünlüğü ideolojisi sonra da IŞİD canavarı çıktı. Tabii bu öyküye, küreselleşmeciliğin ulus devlet düşmanlığını, ulus devlet tutkunlarının da “farklı” kimliklerin özgürlük, hak talebini, emperyalizmin komplosu olarak gören paranoyasını da eklemek gerekir. ANKARA 1725 Aralık soruşturmalarının ardından yapılan atama ve görevden almaların toplumu kutuplaştırdığına işaret edilen 2014 yılı AB İlerleme Raporu’nda sivil toplum örgütleri arasında da ayrımcılık yapıldığı belirtildi. TÜRGEV gibi yolsuzluk iddialarıyla adı anılan örgütlerin adı raporda yer almadı ancak eleştiri yöneltildi. Anayasa Mahkemesi’nin son kararları için raporda “Türk anayasa sisteminin direncini göstermiştir” değerlendirmesi yapıldı. Avrupa Birliği Komisyonu’nun bugün açıklayacağı raporda sivil toplum örgütlerine yönelik özellikle hesap denetiminde “orantısız devlet gözetimi” olduğu anımsatılırken, diğer sivil toplum örgütlerine farklı uygulama yapıldığına işaret edildi. Sivil toplum örgütlerinin denetiminin sadece İçişleri Bakanlığı’na bağlı tek bir birim tarafından yapılması eleştirildi. Hükümetin sivil toplum örgütlerine desteğinin yeterince şeffaf ve kurallı olmadığı belirtilerek, vergiden muafiyet ve kamu yararı statüsünün Bakanlar Kurulu tarafından açık olmayan kriterlerle sınırlı sayıda kuruluşa verildiği belirtildi. Raporda sivil toplum örgütlerinin teşvik edilmemesi eleştirildi. etkinliği azalıyor’ ‘Ceza yasasının Raporda, adalet sisteminde peş peşe ve ilgililere danışılmadan yapılan düzenlemelerin, “ceza yasasının etkinliğini daha da azaltma riski” taşıdığı belirtildi. İT yasası AB standartlarının tersine MİT’e dinleme kayıtları ve izleme konusunda nisan ayında yargı kararı olmaksızın verilen soruşturma yetkisi için raporda “Avrupa standartlarının tersine gidiyor” tanımlaması kullanıldı. “Komisyon hukukun üstünlüğü ve temel haklar konusundaki ciddi kay M gılarını birçok defa vurguladı” denilen raporda, olumlu olarak vurgulanan tek unsur ise çözüm sürecine dair kabul edilen yasa oldu. Bununla ilgili olarak raporda, “11 Haziran’da kabul edilen yasa barış sürecini güçlendirdi ve istikrar ve insan hakları alanında koruma için olumlu katkı yaptı” ifadeleri kullanıldı. nayasa Mahkemesi’ne kararları için övgü Raporda Anayasa Mahkemesi’nin YouTube, Twitter yasakları ve Hrant Dink gibi önemli davalarda önemli kararlara imza attığı belirtildi. Raporda, “Bu kararlar Türk anayasa sisteminin direncini göstermiştir” denildi. A ‘Gezi’ polislerine hemen tutarlı ceza verilmeli ‘Yolsuzlukla mücadelede şeffaf olunmalı’ AB İlerleme Raporu’nda yolsuzluk iddialarına geniş yer verildi. Raporda “Yolsuzluk iddialarıyla ilgili parlamenter dokunulmazlığın yapısı değişmedi. Mayısta, eski bakanlarla ilgili yolsuzluk iddialarına dair parlamentoda araştırma komisyonu kuruldu. Komisyon AKP’nin isim bildirmemesi nedeniyle iki ay gecikmeli olarak 8 Temmuz’da kuruldu. 14 Temmuz’da ise komite başkanı dosyayı “indeks” içermediği için geri yolladı. Muhalefetten bir üye bunu protesto ederek istifa etti. Ağustos ayının sonunda komisyon iddiaları incelemeye başladı” denildi. Yolsuzluk iddialarına dair soruşturmaların ele alınış şeklinin “adil, şeffaf ve tarafsız olmayacağı” konusunda endişeleri artırdığının belirtildiği raporda, “Türkiye, 2014 yılı için yolsuzluğu önleme stratejisi ve eylem planı kabul edip etmeyeceğine karar vermeli. Sonuca ulaşmak isteniyorsa, araştırmaların, iddiaların ve hükümlerin incelenmesi için daha fazla siyasi istek ve sivil toplum katılımı gerekli” ifadeleri kullanıldı.” Raporda, Gezi protestolarının adını kullanmak yerine 2013 Haziran ve Temmuz ayındaki gösteriler olarak belirtilen olaylarda aşırı göz yaşartıcı gaz kullanan polis için “tutarlı ve hemen cezalandırılmalı” ifadelerine yer verildi. Gösteriler ve gözaltılar sırasında aşırı güç kullanımının devam ettiğinin belirtildiği raporda, “Türkiye’nin gösteriler sırasında orantılı güç kullanımı için açık ve bağlayıcı kurallar benimsemesi” gerektiği belirtildi. Bu kuralların da Avrupa Konseyi’nin İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyeleri ve AİHM kararlarıyla uyumlu olması gerektiği kaydedildi. Raporda ayrıca yasa uygulayıcılarla ilgili “hızlı, derinlemesine, bağımsız ve etkili soruşturma” eksikliğinin devam ettiği belirtildi. Raporda, 7 kişi ve bir polisin ölümü ile neticelenen Gezi hadiseleri soruşturmalarının delillerin kaybolması gibi sorunlar ve engellemelerle karşılaştığına işaret edildi. Cinsel taciz vakalarının da araştırılmadığına işaret edilen raporda “delillerin kaybolduğu” soruşturmaya Ali İsmail Korkmaz davası örnek gösterildi. Pınar Selek davasına da atıf yapılan raporda, mahkemenin 16 yıldır sürdüğünü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan makul bir süre içerisinde adil yargılama hakkının bu dava ile tekrar gündeme geldiğini ifade edildi. Uludere’de ölen 34 kişi için Genelkurmay Başkanlığı’nın kovuşturmaya izin vermediğinin anımsatıldığı AB raporunda, “Bu ölümlerle ilgili acil olarak etkili soruşturmaya ihtiyaç vardır” ifadeleri yer aldı. İnternet de dahil olmak üzere ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlandığının ifade edildiği raporda, Youtube ve Twitter yasaklarının ciddi endişe yarattığı belirtildi. Gazetecileri hedef alan siyasilerin açıklamalarının ve kritik gazetecilere karşı başlatılan süreçlerin, medya sektörünün sahiplik yapısıyla beraber otosansüre neden olduğu belirtildi. Raporda “Genel olarak anayasa reform süreci askıya alındı. Türkiye’nin daha da demokratikleşmesi için; güçler ayrımı ve geçerli kontrol ve özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıkların haklarını da kapsayan, insan haklarına saygıyı dengeleyen garantiler için, anayasa değişikliği en önemli süreçtir” değerlendirmesi yapıldı. avaş Lordları’ düzenine doğru Ulus devlet düşmanları, özgürlük talep eden “kimlikler” bugünün, küreselleşme fantezisinin yerini, emperyalist rekabetin, vekâlet savaşlarının almaya başladığı dünyada, bu rekabetin sıradan bir aracına dönüşmekten koruyacak söylemleri ve siyasi biçimleri henüz üretmediklerinden şimdi vahim olaylar yaşanıyor. Ulus devlet âşıkları da, ekonomik, kültürel hatta askeri bağımsızlıklarını çoktan kaybetmiş olduklarının ayırdında olmadan, korumaya çalıştıkları şeyi kırıp dökmeye devam ediyorlar. Bu gözlemler, yalnızca emekçi sınıflar, halklar için değil, mülk sahibi, kapitalist sınıflar için de geçerli. Geçen haftalarda Kissinger’den aktarmıştım, bir büyük devletin hegemonyası altında bağımlı, ama barış, istikrar içinde yaşamanın koşulları hızla ortadan kalkıyor; özellikle Büyük Ortadoğu denen bölgede. SykesPicot sınırları siliniyor, ulus devletler dağılmaya başladı, bir anlamda, Prof. Schweller’in vurguladığı gibi, “İmparatorluğun yerine yeni bir imparatorluk değil düzensizlik geliyor”, “siyasi düzende entropi (parçalanma karmaşıklaşmaEY) gittikçe artıyor”. Bloomberg’den Glen Carey’nin yorumuyla, (02/10/ 2014) “IŞİD Ortadoğu’yu ‘savaş lordları’ düzenine doğru itiyor”. Türkiye’nin yakın çevresine bakarsak, Nilgün arkadaşımızın vurguladığı gibi bir bataklık görüyoruz. Genişleyen, derinleşen, leş kokan bir bataklık bu! Türkiye içindeki IŞİD yapılanmalarını, siyasal İslam içindeki IŞİD sempatisini de eklediğimizde Türkiye’nin çoktan bu bataklığa batmaya başladığını görebiliriz. Bu ortamda AKP hükümeti, bu bataklıktan çıkmak, ülke içindeki kısmını kurutmak yerine, daha da ilerlemeye hazırlanıyor. Kürt siyasi hareketi AKP hükümetiyle, 10 yıllık çabanın, nihayet Kobani deneyiminin gösterdiklerini adeta yok sayarak bir “güven oyunu” oynamaya devam ediyor. Bu sırada birileri, IŞİD’in Kürtlere yönelik soykırımcı saldırısını adeta, “bu sorundan kurtulmak için” fırsat olarak görmeye devam ediyor. Ne yazık ki bugün, bir ulus devlet dağıldığında, onun yerine daha eşitlikçi, demokratik, özgürlükçü henüz keşfedilmemiş, yeni bir “şey” geçecek gibi görünmüyor. Ta ki birileri kapitalizmin ufkunun ötesine geçmeye dönük bir hareketi inşa edene kadar. Sosyalistlerin dışında, adeta hiç kimse (kapitalist sınıf, Kürt ve Türk ulusalcıları) “bu bataklıktan”, küresel çapta gelişen düzensizlikten korunmak, bir yaşam alanı yaratabilmek için hep birlikte ortak bir ulus devlet hayal etmenin artık kaçınılmaz olduğunu göremiyor. ‘S Ali İsmail davası raporda Adil yargılama hakkı Roboski için soruşturma gerek Sansür var, gazeteciler hedefte Köşk yolunda Erdoğan’a avantaj AGİT’in Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine dair gözlemlerinin yer aldığı raporda fazlasıyla taraflı medyanın “Erdoğan’a belirgin avantaj” sağladığı tespitine de yer verilirken, kampanyanın anahtarı konumundaki finansmanı, kapsamlı raporlama, şeffaflık ve hesap verilebilirliği kısıtlayan yasaklar konusunda geliştirilmesi gerektiğine işaret edildi. Raporun diğer başlıkları şöyle: 2010’daki anayasa değişkiliklerinden bu yana beklemede olan kişisel veriler, askeri adalet, cinsiyet eşitliğini geliştirecek yasaların çıkartılmasında ilerleme yaşanmadı. Birçok şehirdeki yolsuzluk iddialarına yönelik protestolar nedeniyle seçim kampanyaları kutuplaşmış ve gergindi. Birçok belediyede seçim sonuçlarına itiraz edildi ve başvurular sonucunda 13’ünde seçim sonucunda değişiklik oldu Seçim kampanyaları, kampanya bütçeleri, bağışlar ve adayların mal varlıkları için denetim, yeterli ya Yerel seçimler sal ve kurumsal yapı olmadan gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı kampanya süreci devlet kaynaklarının, Başbakan’ın (Erdoğan) yararına ve taraflı medya sunumu ile kötüye kullanımı konusunda endişeleri artırdı. Türkiye bu konuda Avrupa Konseyi’nin ve AGİT’in tavsiyelerini dikkate almalı (Yerel seçimlerdeki) Geçici sonuçlara rekor sayıdaki itirazlar ülkedeki kutuplaşmanın semptomuydu. Kötüye kullandı Anayasa için çağrı 2010’dan beri ilerleme yok Denetim yok Kutuplaşmanın semptomu POLİSLERE ORANTISIZ ŞİDDET UYGULAMAMALARI UYARISINDA BULUNAN YILDIRIM’IN 3 YIL HAPSİ İSTENİYOR Gazeteciye ‘TOMA’yı engelledin’ davası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Berkin Elvan’ın yaşamını yitirmesi üzerine Ankara’da yapılan protesto gösterileri sırasında TOMA’ya yaklaşarak orantısız şiddet uygulamaması uyarısında bulunan emekli subay gazeteci Rahmi Yıldırım hakkında üç yıla kadar hapis cezası istemiyle ceza davası açıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu Savcısı Mehmet Taştan’ın mart ayındaki Berkin Elvan protestolarının üzerinden 6 ay geçtikten sonra hazırladığı iddianame, Ankara 33. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Buna göre, Berkin Elvan için 13 Mart 2014 tarihinde Ankara’da düzenlenen protesto gösterileri sırasında gözaltına alınan 13 kişi hakkında, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefetten dava açıldı. Sürekli Basın Kartı sahibi Yıldırım da Kızılay’daki gösteriler sırasında gözaltına alındı. Yıldırım, Emniyet’teki ifadesinde, emekli jandarma subayı olarak TOMA’ya orantısız şiddet uygulamaması yönünde sözlü uyarıda bulunduğunu anlattı. Buna karşın, Yıldırım’ın uyarısı, iddianamede “polise direnme” olarak nitelendirildi. İddianamede Yıldırım’ın “TOMA’nın önünde durarak ilerlemesini engellediği ve görevli Emniyet mensupları ile tartışarak görevlerini yapmalarına mani olmaya çalıştığı” öne sürüldü. İddianamede delil olarak, Yıldırım’ın TOMA’nın yanındayken ve gözaltına alınırken çekilmiş fotoğraflarına yer verildi. Diğer sanıklarla birlikte Rahmi Yıldırım’ın da altı aydan üç yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi. Savcı Mehmet Taştan ayrıca, Yıldırım ve diğer sanıkların TCK 53/1 ve 2. fıkraları uyarınca da cezalandırılmalarını talep etti. Mahkeme bu yönde karar verirse, sanıklar hapse girmenin yanı sıra milletvekili veya memur olamayacaklar, kamu görevi üstlenemeyecekler; vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi partilerde yöneticilik ve denetçilik yapamayacaklar. Seçme, seçilme, velayet ve vesayet haklarını yitirmenin yanı sıra kamu hizmeti niteliğindeki bir meslek veya sanatı icra edemeyecekler; kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir de olamayacaklar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle