30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 EKİM 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER T ‘A Havuç Belli Oldu. Ya Sopa? Biz şimdi uzun bir sınırın bu yanında, yangın ve ölümden can havli ile kaçan insanlarla, mevki sarhoşluğu ve “saydı hayalat” içinde, bir kara harekâtına hazırlanıyoruz. Üstelik içeriği bile bile lades bir tezkere ile. Biz NATO üyesiyiz. Yeni genel sekreter Stolkenberg müttefiklerimizin bizi korumak için buraya ordular yollayabileceğini açıkladı. Bu sırtımızı pek mi yapıyor? Prof. Dr. SEMA KALAYCIOĞLU hak ettiği potansiyele ulaştırsın, Lockheed Martin, Türkiye’de savunma ve uzay alanına Türklerle birlikte yatırım yapsın diye. Hindistan Mars’a uydu gönderdi ya! Belki şu mülteci sorununu aşalım biz de Venüs’e gider, oradaki bir tepeye güzide bir politikacının adını veririz. Yoksa bir düz ovayı Hüdavendigar Gazi’ye mi ithaf ederiz? Öyle veya böyle, 2009’dan sonra bir ilk olan bu ABD çıkarması, bir kara harekâtı öncesinde, Türkiye’ye sunulan bir havuç. Pakette cazip öneriler de mutlaka var. Belki Pritzker, buralara hayran kalır da Jenifer Lopez’in daire aldığı siteden bir gayrimenkul bile edinmek isteyebilir. Ne de olsa İstanbul geleceği parlak bir finans merkezi. Ama ya “Pembe Panter” ABD ve Nato müttefiklerinin, IŞİD’i görüp ışığı seçen Arap ülkelerinin havadan saldırdığı hedeflere, Türkiye karadan girmeyi reddederse ne olur? İşte bu cevaplaması zor bir soru. Artık NATO üyesi kalmamız bir hayli zor olabilir. İçeride “Atlantik’çiler” kaybeder. Türkiye’nin “küresel rekabet” indekslerinde küme düştüğü ve küresel sermayenin bulunması az bir Hint kumaşı haline geldiği bir dönemde, bunca cazip bir teklif torbası ile gelen ABD heyeti, bir süre buralara uğramaz. Pritzker İstanbul’dan rezidans satın almaz. Lockheed Martin de küser ve bizi elimizden tutup “Venüs” veya Satürn’e götürmez. Bunlar da ağız sulandıran havuç sunanların, ufukta gösterdiği kalın sopa olacağa benzer. ürkiye yine ateş hattının bir ucunda, her gecenin nasıl bir güne uyanacağını düşünerek yatıyor. Uzun zaman, Suriye üzerinde ateşle oynadı. Hâlâ da oynuyor. Üstelik şimdi bir kahramanlık destanı bile yazmasının söz konusu olmayacağı, abes bir savaşın arifesinde. Hem elini yakacak, hem nice “Mehmet”in başını. “Çözüm süreci” ile durdurduğunu iddia ettiği kanı bu defa IŞİD’e akıtacak. Eğer tüm unvanlara ilaveten istenen, bir de “başkomutanlık” idiyse, keşke onu da olayları bu raddeye getirmeden verseydik de ülkeyi bu kadar uçurumun kenarına yaklaştırmasaydık. Ukrayna Bunalımı Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Ukrayna’da 1962 Küba füze bunalımından bu yana çok tehlikeli bir ABDRusya çatışması var. Ukrayna’daki savaş iki büyük devletin de kapışması gibi ciddi bir olasılığı da içeriyor. Sorunun bu noktaya gelmesinde suç Rusya’da değil, ABD’nin 1991’den günümüze sürdürdüğü yayılma siyasetidir. ABD öncülüğünde bir NATORusya çatışması, bittiği sanılan soğuk savaştan daha büyük çekinceleri içeriyor. Nedenleri: Eski soğuk savaşın dorukları Berlin’deki duvar ya da Küba’daki füzelerdi. Bugünkü bunalım Ukrayna’da, yani Rusya’nın sınırındadır ve Rus kökenlilerle de ilgilidir. ABD Rusya’yı (ve Çin’i) askeri üslerle çevreleme siyaseti uygulamaktadır. Bu tür sarmayı Ukrayna’ya da getirip onu da NATO’ya almak gibi bir amaç Rusya’nın kabul edemeyeceği bir Amerikan genişlemesidir. Unutmamalı ki, Rusya’nın da etkili ve çok sayıda taktik nükleer silahları var. Ayrıca, yaklaşık elli yılı kapsayan soğuk savaş sürecinde her iki büyük devletin eylemlerini kısıtlayan antlaşmalar da vardı. Oysa, Ukrayna bunalımı gibi konularla bağlantılı yanlış bilgileri yayma uzlaşıyı zorlaştırıyor. Ayrıca, ABD’de bu gidişe muhalefet edenler (henüz) yok. Vietnam Savaşı gibi girişimlerde Amerikalılar sokaklara dökülmüştü. Ukrayna sorununda Beyaz Saray, Kongre, basın, üniversiteler ve halktan (zayıf biriki istisna dışında) ses yükselmiyor. Bunalıma doğru tanı koyalım: Moskova’nın görüşü neredeyse hiçbir yerde ortaya konmuyor. Tehlike şuradaki, Washington’ın Rusya siyaseti tüm dünyayı yeni bir soğuk savaşın ve yukarıda sıralanan nedenlerden ötürü sıcak çatışmaların içine sürükler. Suçu Putin’e ve kişisel karaktere yüklemek gerçek nedeni gizlemekten öte, savaş kapılarını da aralamaktır. Bizim kuşağın çok iyi anımsadığı dengesiz McCarthy sanki hortlamış gibidir. ABD’nin Ukrayna siyaseti (Türkiye de dahil) dünya güvenliğini açıkça çekinceli dönemeçlerden geçiriyor. Afganistan ve Irak’ta yaptığını, Suriye’deki hazırlığını ve İran’ın üstündeki emellerini Ukrayna’ya da yansıtmaya kalkar ve buna bir “demokrasiyi yayma” kılıfı giydirip NATO şemsiyesini de (Kosova ve Libya’da yaptığı gibi) işin içine katarsa, sonuçları bizim için de bir karayıkım olabilir. ABD Rusya’ya sanki yenik devlet muamelesi yapmaktadır. Versay ile Nürenberg ve Tokyo mahkemelerinde görüldüğü gibi, kazanan tüm kârı alıp götüremez. ABD’nin Ukrayna’yı da NATO’ya almaya çalışması geri teper, bedeli tüm dünya öder. Ukrayna’nın Rusya ile ilişkileri çok eskidir. ABD PKK’ye gitgide arka çıkarken Ukrayna (ABD ile Avrupa Birliği’nin yaptığı gibi) Batı ile Moskova arasında seçime zorlanamaz. Ukrayna’da iki halk var: Ukraynalılar ve Ruslar. Gerçek şu ki, Washington ve Brüksel Rusya’ya şimdilik kadife eldivenli bir saldırıda bulunuyor. Ruslara saldıran kimi Ukraynalılar da şiddet yanlısı yarı faşist kümelerdir. Sonuçta, Ukrayna’nın bütünlüğü bozulmamalı, NATO sevdasından vazgeçilmeli ve bu ülke hem Rusya, hem Batı ile dilediği ekonomik ilişkileri özgürce kurabilmelidir. kacak kan damarda durmaz’ mıydı? Adı ister “Yeni Osmanlı”, ister “Yeni Türkiye” olsun, artık Türkiye’nin ne eski ne de yeni Ortadoğu’da yeri var. Hayaller veya düşler ne olursa olsun, Türkiye Ortadoğu için ne sultan, ne hakan ne de halife yaratabilir. Bu devirde bir değil, beş köprüye de adını versek, devir ne Yavuz Sultan Selim, ne de, Söğüt’teki uç beyliği devri. Bir kara harekâtında, “Allah’ın takdiri” diye akacak kan ise, ayrıcalıklı gençlerin değil, gariban “Mehmet”in kanı olacak. Ama aslında siyasi ihtiras, kişisel heves, yanlış hesap, gereksiz müdahale ve tasarruflar yüzünden akacak. ‘Ya sonra?’ ezkere mi? Bile bile ‘lades’ mi? Tek cümle ile içeriği ne olursa olsun bence bile bile lades. Sıfır sorun olmayacağını bilmiyor muyduk? Ortadoğu’nun bizatihi bir sorun yumağı olduğunu, orada kanın gözyaşı, acının intikam ile yoğrulduğundan habersiz miydik? Neden tekin durmadık da, Suriye’ye, IŞİD’e bulaştık? Biz “Müslüman Kardeşler”i el ele dolaşıp yakar top oynayan kardeşler mi sandık? Arap ülkeleri bile arada birkaç kol boyu mesafe tutarken neden şaibeli “dostlar”la T kolkola dolaştık? Biz “bizi zaten istemiyorlar” kompleksi ile neden AB’ye sırtımızı, yüzümüzü ise, her an o yüze tükürebilecek Ortadoğu’ya döndük? Haydi bunu yaptık ama Suudi Arabistan bile 360 derece çark ederken niye kendimizi belli koordinatlara angaje ettik? Biz şimdi uzun bir sınırın bu yanında, yangın ve ölümden can havli ile kaçan insanlarla, mevki sarhoşluğu ve “saydı hayalat” içinde, bir kara harekâtına hazırlanıyoruz. Üstelik içeriği bile bile lades bir tezkere ile. Biz NATO üyesiyiz. Yeni genel sekreter Stolkenberg müttefiklerimizin bizi korumak için buraya ordular yol layabileceğini açıkladı. Bu sırtımızı pek mi yapıyor? Zor zamanlarda, güçlü dostlar elbette önemli. Ama bu kara harekâtı “yeni” bir “başkomutanlık meydan savaşı” olmayacak iyi bilelim. Öte yandan “başlı başına bir marka” olan “Yeni Türkiye”, bir kara harekâtının, yani açık bir savaşın arifesinde bile cazibe odağı. Neden mi? Baksanıza hemen hoplayıp geldi o dünyanın 65’inci en zengin insanı olan ABD Ticaret Bakanı Peny Pritzker, hem de geniş bir işadamı grubu eşliğinde. Türkiye ve ABD’yi halen sadece, 17 milyar dolar civarında olan ve Türkiye’nin ciddi açık verdiği ticareti ‘Yeni’nin dayanılmaz cazibesi Ve şimdi ırk katır veya satır... Ne fark eder? IŞİD karşıda hem satır, hem sopa, hem de bomba ile bekliyor. Ama bana göre havuç ile sopanın da artık “kırk katır veya kırk satır”dan bir farkı kalmadı. Bizi bu noktaya getirenler bunları keşke düşünseydi. K Doludizgin Savaşa mı? Prof. Dr. OSMAN İNCİ Mahmut Esat Bozkurt’u Tanımak ve Anlamak T ürkiye Ortadoğu bataklığına giriyor. Irak ve Suriye sınırlarını belirleyen yüz yıllık antlaşma artık fiilen yoktur. Sevr’de yurdumuzu paylaşanlar açık ya da gizli olarak bölgeyi hiç terk etmediler, son süreçte Ortadoğu’da açıkça cirit atıyorlar. Yeni sınırlar çizilecek galiba. Bilinen yöntemlerle önce illegal grupları yasal hükümet destekleyip palazlandırıyor, kontrolünden çıkmaya başlayınca terörist ilan ediyor, sonuç da terörizme karşı güç birliği ana başlığı ile savaş başlatıyor. Bu oyunu kaç kez izledik. Şimdi Suriye versiyonu sahnede. IŞİD’i büyütüp besleyen kim(ler)? Bölgeyi ortaçağ karanlığına taşımak isteyen insanlığın başına bela edenler kimler? Uzmanlık alanımız olmamasına karşın Suriye’nin dünya güçleri arasında bir “bilek güreşi” haline geldiğini görüyoruz. Bunu strateji ve diploması ustaları daha net değerlendirir şüphesiz. Son süreçte bizi ilgilendiren, evlatlarımızın Arap çöllerinde kara savaşına sürülmek istenmesidir. M Prof. Dr. YAMAN TEKANT Ok. Cumhuriyet Gazetesi, 29 Ağustos 2014). Türk Devrimi ezilen, sömürülen, hor görülen Türklere kimlik, aş, iş sağlamış, ulus yaratmıştır. Devrimin en ateşli savunucularından ve Türk’e Türk olduğu için değil, sömürülen, ezilen emekçi olduğu için arka çıkmakta olan Mahmut Esat, o konuşmayı yaptığı dönemde ülke isyanlarla sarsılmakta ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın dini duyguları siyasete alet eden gerici yöntemleri yükseliştedir. Devrimin kahramanları yeni kurulmuş Cumhuriyeti aydınlık yarınlar yolunda koruma, yaşatma gayretindedir. Ateşli bir hatip olarak “Öz Türk” tanımı ona özgüydü. Ancak bu asla etnik bir gruba işaret etmemektedir. Bakın Türklüğü nasıl tarif etmiştir; “Türk haklarından istifade edebilmek için Türklüğü benimsemek, Türk kültürünü kabul etmek, Türklüğü duymak, Türk menfaatlarını kendi menfaatı yapmak, ona hürmet etmek, Türk’üm demek, Türklüğü kültürüyle, hissiyle kabul etmek lazımdır. Bunları samimiyetle benimseyenleri Türk sayarız, kim olurlarsa olsunlar” (bkz. Özdemir İnce; Mahmut Esat Bey Neden Bozkurt? [9]. Aydınlık Gazetesi, 13 Mart 2013). Öz Türk olmayanlardan kastı bu ülkede yaşadığı halde Türk vatandaşlığını ve ortak menfaatlarını benimsememiş, Türk kültürünü özümsememiş, kabul etmemiş olanlar, memleketimizin içinde Batı sermayesinin, Batı istilasının soygunculuğuna yarayan ileri karakol gibi vazife görenler, isyancılar, ayrılıkçılardır. Ailemiz Mahmut Esat hikâyeleri ile büyüdü. Etnik köken, ırkçılık bilmeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür, eşittir. Devrim bunu başarmıştır. Nitekim Mahmut Esat Bozkurt’un 17 Şubat 1926 tarihinde kanunlaştırdığı Yurttaşlar Yasası sonucu azınlıklar Lozan Antlaşması ile kazandıkları ayrıcalıklarından vazgeçmişlerdir. Mahmut Esat Bozkurt’un Adalet Bakanlığı döneminde, 1 Mart 1926’da yürürlüğe giren Türk Ceza Yasası hakkında da yine zaman zaman yapılan önemli bir yanlış, özü İtalya’dan alınan bu yasanın faşizm dönemine ait olduğudur. Oysa, söz konusu yasa faşizm öncesi demokratik döneme ait olup (Zanardelli Yasası, 1889), faşist idare tarafından değiştirilmiştir. Mahmut Esat Bozkurt, İtalyan ceza hukukçusu Nitti’nin “Demokrasiler” adlı kitabında “Faşist yö Savaşa karar verenler savaşta artık yere inmiyor, uydular ve insansız hava araçları, ileri donatılı uçaklar aracılığıyla kendisi ölmeden öldürüyor. Karada ise başka ülkelerin askerlerini cepheye sürüyorlar. Bizim halimiz ise Yemen türküsündeki gibi: Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir. Esad’ı devirmek için yapılan tüm yardımlar yetmedi, olmadı, yapamadılar, sınır aşıp yasal silahlı güçlerimizle mi gireceğiz artık? “Esad gitsin” savaş nedeni olabilir mi? Kişisellik uğruna mı savaşacağız? Parlamento kararı ile topraklarımızı yabancı ülke askerlerine açtık. Savaş amaçlı olarak konuşlanacak ve komşuları bombalayacaklar, belki de girecekler. Onlar işleri bitince gidecekler ve biz yine komşuyuz ve asırlar boyu buralarda yaşayan kadim halklarız. Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz eden yok. Zaten birileri “Güney Kürdistan” diye adlandırdı bile. Bizler bu gidişten derin endişe duyarken Parlamentoda muhalefet ne yapıyor? İçten çatlamaya başladık: Cepheye süreceğiniz Mehmetçiğe sınırlarımız içinde taş ve sopalarla saldırıyorlar, karakollar yakılıyor, Mustafa Kemal Atatürk’ün heykelleri yakılıyor ve Türkiye bataklığa sürüklenirken muhalefet bu süreçte ne yapıyor? Bundan, “karınca ezmez muhalefet” iktidar kadar sorumludur. En önemli görevi iktidarı denetlemek, uyarmak olan muhalefet etkin olmanın ve yaşamsal yanlışı önlemenin yollarını bulmak durumundadır. Yabancı ülke askerlerinin topraklarımızda bir başka ülke ile savaşmasına izin verilen başka bir Meclis kararı olduğunu sanmıyorum. Bizim olmayan savaşa gidiyoruz, bunca deneyimler yaşamış, tarihsel birikime sahip, Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş ülkemde akıl tutulması yaşanıyor olmalı, bunun başka bir tanımı olamaz. Esad gitsin savaş nedeni mi? ahmut Esat Bozkurt’un torunu olarak, Aydın Engin’in “Anadolu’nun ve Sermayenin Türkleştirilmesi” (8 Eylül 2014) ve “Mahmut Esat Bozkurt Güzellemeleri” (21 Eylül 2014) başlıklı yazılarını üzüntüyle okudum. Türk Devrimi’nin önde gelen isimlerinden, Kemalizmin kuramcısı, hem cephede hem de Meclis’te mücadele ile geçen ömründe sayısız konuşma yapan, yazı yazan (bkz. Şaduman Halıcı, Mahmut Esat Bozkurt, Toplu EserlerI. Kaynak Yayınları, 2014) Mahmut Esat Bozkurt’un 17 Eylül 1930 günü Ödemiş’te yaptığı ateşli bir konuşma sırasında sarf ettiği söylenen tek bir cümlesinden yola çıkarak Cumhuriyet Tarihi’nde azınlıklarla ilgili yaşanan tüm olumsuzlukları, dönemin bu sözde ırkçı zihniyetine bağlamanın çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Alınan cümlenin önüne arkasına, dönemin gerçeklerine ve Mahmut Esat Bozkurt’un kimliği ve yaptıklarına bakmadan yapılan bir değerlendirmenin, hele neredeyse yüzyıl öncesini tartışıyorsak, bizi yanlış yönlendireceği açıktır. Hayatını bir halk devleti kurulmasına adamış, modern Türk Cumhuriyeti’nin en önemli temel yasalarını çıkarmış, sol milliyetçi Mahmut Esat Bozkurt’un hayatında bugünün koşullarında bile ırkçı sayılabilecek herhangi bir eylem ya da çalışma yoktur. 1930’lu yıllarda bazı Avrupa ülkeleri ve ABD’de mevcut ırkçı yasa benzeri ne bir yasa çıkarmış, ne de önermiştir. Dönemin Türk ve Alman rejimlerinin farklarını ortaya koyarken özetle “ırkçı olmaması, kan bağına değil, kültür ve dile önem vermesi, ulus egemenliğine dayanması, diktatörlüğü kabul etmemesi, antiemperyalist olması, hatta bunları suç saymasıdır” demektedir (bkz. Mahmut Esat Bozkurt; Atatürk İhtilali III, Kaynak Yayınları, 2003, s.193). O halde söz konusu dönemin koşullarını, Mahmut Esat Bozkurt’un neyi kastettiğini detaylı ve özenli incelemek gerekir. Milliyetçiliğin, uluslaşma ve ulus devletler kurulması çağında (19. yüzyılın ikinci, 20. yüzyılın ilk yarısı) devrimci bir ideolojiyi yansıttığını bizzat Sayın Engin belirtmektedir (bkz. Aydın Engin. Sosyal Demokrasi ve 6 netim, dünyanın en güzel ceza yasalarından biri olduğuna şüphe olmayan eski yasayı kaldırdı. Bunun değerini Türkler bildi ve aldı” dediğine dikkat çekmiştir (bkz. Hukuk Gazetesi, 10 Haziran 1936, s.23). Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un Ödemiş konuşması sonrası bakanlıktan alındığı iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. İsmet Paşa Fırka Grubu’nda Mahmut Esat’ı istifaya kendisinin davet etmediğini, aksine Mahmut Esat’ın birkaç kez bakanlıktan çekilme isteğini geri çevirdiğini açıklamıştır (bkz. Şaduman Halıcı; Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt [18921943]. Atatürk Araştırma Merkezi, 2004, s.350). Ancak bu kez Mahmut Esat istifa konusunda ısrarcı olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıpranmasını istememiş, mücadelesini bakanlık zırhına bürünmeden, bir birey olarak sürdürmeyi tercih etmiştir. Mahmut Esat Bozkurt Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda birçok hükümette uzun yıllar (19221930) bakanlık yapmış, Cumhuriyeti şekillendiren en önemli yasaları yürürlüğe sokmuş bir devlet adamıdır. Adalet Bakanı iken, 1926 yılında Ege Denizi’nde çarpışma sonucu Türk gemisi Bozkurt’u batıran ve sekiz denizcimizin can vermesine yol açan Fransız Lotus gemisinin kaptanının Türkiye Cumhuriyeti tarafından tutuklanmasına Osmanlı Dönemi’nden kalma kapitülasyoncu alışkanlıkla itiraz eden Fransa’ya karşı Lahey Adalet Divanı’nda Türk tezini gönüllü olarak savunan (bkz. Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu. BozkurtLotus Davası. Nobel Yayın Dağıtım, 2001) ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ne uluslararası alanda ilk hukuk zaferini yaşatan Mahmut Esat yurda dönüşünde devletin verdiği görev harcırahının arta kalanını hazineye iade eden, aldığı paltoyu da bir gün Selçuk’ta karşılaştığı ve soğuktan üşüyen köylünün sırtına geçiren bir HALK ADAMI’dır. Mustafa Kemal Atatürk, davayı kazanamazsa ülkeye bir daha dönmeyeceği sözünü veren Mahmut Esat’a, dönüşünde, bu hukuk zaferinin şerefini taşıması için davaya konu Türk gemisinin adı olan Bozkurt soyadını vermiştir. Mahmut Esat’ı, Devrimin temel yasalarının çoğunu gerçekleştirdikten sonra bile bakanlık beklentisi içindeymiş gibi yansıtmak için milli mücadelenin eşsiz kahramanlarını hiç anlamamış olmak gerekir. Devlet adamıdır Irkçı çalışması yoktu Gericilik yükselişteydi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle