28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EKİM 2014 PERŞEMBE 6 HABERLER Adalet Bakanlığı Dink cinayetinde 9 kamu görevlisi hakkında yargılamanın önünü açtı Cerrah’a soruşturma izni CANAN COŞKUN Katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in faillerine yönelik soruşturma kapsamında eski İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, eski İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve eski İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Bülent Köksal’ın da aralarında bulunduğu 9 kişi hakkında Adalet Bakanlığı yargılamanın önünü açtı. Bakanlığın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kanun yararına bozma talebini reddetmesi üzerine savcılığın şimdi Cerrah ve Güngör’ün de aralarında bulunduğu 9 kişi hakkında iddianame düzenlemesi bekleniyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Dink’in öldürülmesinde ihmal ya da kasıt sahibi olduğu iddia edilen 9 kişi hakkında verdiği takipsizlik kararı daha önce Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kaldırılmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da doğrudan iddianame hazırlamak yerine Adalet Bakanlığı’na başvurarak “İdari yargı birimlerince verilen kesin karar sonrası” savcılık tarafından bu suç yönünden soruşturma yapılıp kamu davası açılmasının mümkün olmadığını belirtti. Savcılık, takipsizlik kararını kaldıran Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının bozulması için “kanun yararına bozma” yoluna başvurulmasını istedi. Adalet Bakanlığı bu talebi reddederek soruşturma yürütülmesi için dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Dink kararına atıf ta bulunarak, Dink’e yönelik açık ve yakın bir tehlikenin mevcut olduğunu ve resmi makamların, Dink’in ölümcül bir saldırıya maruz kalma ihtimalinin yüksek olduklarını bildiklerini ya da bilebilecek durumda olduklarını karara bağlamıştı. Arada Ezilip Gideceğiz Türkiye’nin ana sorunlarını “dışarısı” yönetiyor. Türkiye dış politikanın ve buna bağlı Kürt meselesinin cenderesine girdi. Buradan çıkış yok gibi. Veya var... RTE ve Davutoğlu, kendi yarattıkları “Büyük TürkiyeBüyük Ekonomi”nin yaldızına bizzat kandı. Ortadoğu’da süper güç aldatmacasına giriştiler. Suriye’nin birliğini ve bütünlüğünü koruyucu politikalara destek vereceklerine parçalayıcı politikalarda ısrar ettiler. Ve bu politikalarının şu kadar basit sonucunu öngöremediler: Sandılar ki orada oluşacak Sünni Suriye ile ittifak kurarız, ama orada, seninle komşu Kürtler de yaşıyor ve halkın önemli çoğunluğunun hâlâ desteklediği Esad ve rejimi var... ABD’nin kadim politikası Kürtlerden yanadır. Irak’ta Kürtler devlet kurmuş durumdalar. (Karşı olduğum sanılmasın Irak’taki, bütünlüklü bir Kürt bölgesi olarak bir olgu...) Yarın resmen devletlerini ilan etseler, Ankara ilk tanıyan olsun isterim. Suriye de parçalanırsa, ikinci bir Kürt devleti de üstelik PKKYDP yönetiminde, orada kurulur. Öcalan boşuna “Kobani kilit nokta” demiyor. PKK’nin atardamarı oldu Kobani (Kürt özerk bölgesi). Bir altın fırsat. Türkiye’yi sarsan 3 günlük vandalizm ve cinayetler dizisinin arka planında bu olgu yatıyor. PKK ile Barzani arasında gerilim uzun zamandır var, uzun süre bir arada yaşamaları çok zor. Kobani “düz alan”. “Kandil yok” orada ama olsun... Kobani Kürtleri, Barzani’yi istemiyor orada, “peşmergeye ihtiyaç yok, ağır silaha var” demesinin nedeni bu. İki güç, Kobani’nin ve oradaki savaşın yönetiminde bile birleşemiyor! Bunun ekseninde dönüyor güncel dünya politikası. ABD ve Batı IŞİD’i en önemli sorunları ilan etti. ABD pılısını pırtısını topladığı bölgeye güçlü bir geri dönüş yaptı. Ankara’nın aklına şaşıyorum.. Suriye’yi mi parçalayacağız?! Suriye’nin parçalanması, aynı zamanda senin de parçalanmana kapı açmak demek. Bu kadar basit bir siyasi olguyu göremeyen bir yapı var Ankara’da. IŞİD olgusu Türkiye’yi de biçimlendiriyor. Doğu cenahtan baskı türlü çeşitli. Türkiye ve bizler bu baskı altında eziliyoruz. Ankara’nın yapması gereken aslında, Esad politikasını 180 derece değiştirmektir. Suriyeli “isyancılarınızı” eğitip donatmaktan kesinlikle vazgeçin.. Bu politika, Türkiye’nin başında patlar, hem de korkunç bir şekilde. Bu konuda sizlere, iki adım ötesini anlatacak ciddi siyasi ve askeri danışmanlık yapacak kimse de mi yok! Mesela fikir söyleyecek ordunuz, kurmayınız da mı kalmadı! Ordu, siyasete karışmayacağım derken gerçek uzmanlık alanı üzerinde danışmanlık yapacak cesaretini de mi yitirdi! IŞİD, PKKKobani, vandalizm ve cinayetlere karşı veya bunları fırsat bilerek Ankara’nın gündeme getirdiği iç güvenlik yasa tasarıları ve yeni uygulamalar ise bizleri ezip geçecek ikinci bir savaş cephesi niteliğinde. İnsanların malına mülküne el koymaktan tutun, “vay devlet görevlisine hakaret ettin, al sana 5 yıla kadar ceza”ya, “senin fizyonomini beğenmedim, gel bakalım makul şüpheli olarak buraya yat içeriye” (tabii bunlar en masumu, silahsız olanları!) varıncaya kadar. Gösterilere katılacaklara gerekirse “devleti, anayasayı, hükümeti yıkmaya teşebbüs”ten dava açma dahil. Bankalara el koyma konusundaki düzenlemenin de cemaate ve “iç düşman ekonomik güçlere” yönelik olduğu da açık seçik. RTEDavutoğlu iktidarları, bir yandan da kendi halkına karşı adeta savaş cephesi oluşturuyor. Dış cephede sıkıştılar, acısını iç cepheden çıkartacaklar... Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının bağlayıcı özellikte olduğunu belirterek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gecikmeksizin işlem yapma yükümlülüğü bulunduğunu ifade etti. Bakırcıoğlu, “Savcılığın İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri ile eski Vali Yardımcısı Ergun Güngör hakkında, Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi kararında da bahsi geçen AİHM kararındaki tespitleri dikkate alarak gecikmeksizin iddianame düzenlemesi ve dava açması gerekiyor” diye konuştu. ‘Karar bağlayıcı’ ETHEM SARISÜLÜK DAVASI l Üzerlerindeki baskı bitmeyen Gezi şehitlerinin yakınlarından ‘Yeni Türkiye’ tanımı: Şahbaz’dan 7 yıla itiraz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gezi eyleminde Ethem Sarısülük’ü vurarak öldürmekten 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılan polis memuru Ahmet Şahbaz’ın avukatları bu kararı temyiz etti. Şahbaz’ın avukatları Uğur Ceyhan ve Hüseyin Yelkovan’ın Yargıtay’a iletilmek üzere Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği temyiz dilekçesinde, mahkemenin verdiği kararın usul ve esas yönünden yasaya aykırı olduğu savunularak, kararın bozulması istendi. Dilekçede, “sanığın ve sanık vekillerinin savunma hakkının engellendiği, hem de mahkeme heyetinin hakaret, tehdit, baskılar ve şiddet altında sağlıklı, adil ve tarafsız bir yargılama yapamadığı” ileri sürüldü. Sanığın, mahkeme huzurunda linç girişimine maruz kaldığı, sanığın ve mahkemenin duruşmalarda hakarete uğradığı ve mahkeme heyetinin bunlara sessiz kaldığı iddia edilen dilekçede, böyle bir ortamda sağlıklı karar verilmesinin mümkün olmadığı savunuldu. Malum suçlular, mağdur şüpheliler ülkesi ERK ACARER Onur Yaser Can davası İstanbul Haber Servisi 28 yaşındaki mimar Onur Yaser Can’ın, 2010 yılında gözaltına alınıp İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde işkence gördüğü, fiziksel tacize maruz kaldığı ve psikolojik travmalar yaşaması sonucu intihara itildiği iddiasıyla İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Savunma avukatları açılan davada sanık polislerin suçu işlediklerine kanıt olabilecek delillerin ortadan kaldırıldığı ve şiddetin üzerinin örtüldüğünü iddia etti. Sanık polislerin evrakta sahtecilik iddiasıyla yargılanmasına karşı çıkan avukatları, davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. AİHM’e taşındı ‘Bambaşka bir ahlak anlayışının’ akıllara durgunluk veren yansımalarıyla sarsılan ülkede, vicdan denilen hassas kavram da yaralandıkça kanıyor. ‘Ak’lanan şüpheliler bir yanda, makul, mağdur suçlular öte yanda! Türkiye tam da vicdan denilen yerden ikiye bölünüyor. Gezi şehitlerinin yakınlarıyla buluşup kanayan yerden soruyoruz... Katile ‘katil’ ve hırsıza ‘hırsız’ diyenin yargılandığı ülke... Hem İkrar Sarısülük hem de Zafer Cömert gülümseyerek anlatıyor... Çok açık... Gülmek devrimci bir eylem... Üstelik Yeni Türkiye’nin ‘gelişen adalet’ anlayışına ancak gülüp geçerek katlanılabiliyor. Başından vurularak öldürülen Ethem’in kardeşi İkrar Sarısülük, “Artık ‘adalet nerede?’ diye hayıflanmak bile anlamsız” diyerek anlatıyor: “Katilin 7 yıl ceza aldığı yerde, bize, ‘onu yaralama’ iddiasıyla 10 yıla kadar hapis isteniyor. Vicdan kavramını nasıl tartışalım? Çocukları, pervasızca öldürenlerde, 10 yaşındaki kızlara türban takarak, her fırsatta dini kullananlarda vicdan olur mu?” ‘Yeni Türkiye’ kavramına buruk bir vurgu yapıyor İkrar Sarısülük: “Kendi sistemlerini yarattılar, faşizmin de ötesine geçecekler. Korktukça, yüzsüzleşip, saldırıyorlar. Henüz Ethem’in ilk davasında hepsini dünyaya rezil edip, oyunlarını bozduk. Şimdi intikam alıyorlar.” Yaşanan bu kadar şeyden sonra geriye bir tortu kalıyor. Ethem Sarısülük’ün kardeşi, “kırgınım” diye anlatıyor: “Yanlış anlaşılmasın. Kırgınlığım bize bu acıları yaşatanlara değil. Onlar, kendilerinden beklenenleri yaptılar. Benim kırgınlığım kendimize, bize! Bir türlü birleşemiyoruz. Hatta gün geçtikçe daha çok bölünüyoruz.” Haziran Direnişi’nde öldürülen Abdullah Cömert’in ağabeyiyle de “ak’lanan gerçek suçlular” ve “hak Dinamik olgu IŞİD İkrar Sarısülük, annesi Sayfı Sarısülük ve iki kardeşi ile geçen hafta Ethem Sarısülük’ü öldüren polis Ahmet Şahbaz’ın açtığı hakaret davasında sanık sandalyesinde ifade vermişti. ‘Korktukça saldırıyorlar’ LEvy’den meslektaşına destek ‘Yeni sultan Erdoğan’ İstanbul Haber Servisi Yazdığı “Gezi Fenomeni” kitabı nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla hapis cezası alan Erol Özkoray’a ünlü yazar BernardHenri Levy’den destek geldi. “İstanbul’da Kafka” başlıklı yazısında Levy, “İstanbul’da gazeteci, yazar, polemikçi, sanatçı ya da sade vatandaş olunca başınıza gelen bu. Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’un vatanında gelinen yer bu. Türkiye, tutuklu gazeteci ve entelektüeller alanında İran ve Çin’le rekabet halinde” satırlarını kaleme aldı. Özkoray ile en son Paris’te yaptıkları görüşmeyi Levy yazısında şöyle aktardı: “Erol, kendi ülkesini terk etmeye mecbur kalıp buraya, Fransa’ya sığınma ihtimalini veya başka bir Avrupa ülkesine PEN Kulüp himayesinde yerleşip yerleşmeyeceğini sorguluyordu. Peki Erol’u bu sürgün çözümünü düşünmeye iten neydi? Temmuz 2013’te İstanbul’un kalbinde, özgürlüklerin ve demokratik vatandaşlık savunusunun sembolü haline gelmiş Gezi Parkı’nda yaşananlara dair Gezi Fenomeni kitabını yayımladı. Eşi Nurten Özkoray’la birlikte yazdığı bu kitapta, sosyolojik bir analiz ve şimdiki zamanın güzel bir tarihçesinin yanı sıra, yetkililer tarafından hızlıca temizlenen altı yüz kadar anonim slogan ve duvar yazısı derlenmişti.” Özkoray’ın duvar yazılarını neşretmesiyle başlayan hukuki süreçteki tuhaflıkları sıralayan Levy yazısında şu eleştirilerde bulundu: “Erol, Paris’e tamamı tek bir adamın despotizmine ve İslamcı devlet aklına kaymaya yüz tutmuş bir ülkenin portresini çizmeye geldi. Boğaz’ın iki yakasında ve Anadolu yaylalarında düşünce ve ifade özgürlüğünün sona ermesine ramak kaldığını söylüyor bana. Erol, bana Türkiye’nin her gün despotluk ve dinci karanlık yolunda daha da ilerleme katettiğini izah ediyor. Yeni sultan Erdoğan, Gezi protestocularını ‘vandal’ ilan ederek, millete ve Yeni Türkiye’ye karşı hiyanet içinde olduklarını söyleyerek zihinlerde iç savaşı teşvik ediyor.” ‘Hırsızın suçu yok’ kını savunanlardan yaratılan teröristler” çelişkisinin derinliği üzerine konuşuyoruz. Birkaç gün önce havaalanında gözaltına alınan Cömert, konuyla ilgili detaylı bilgi verince, yine ‘Yeni Türkiye modelinin’ ipuçlarını alıyoruz... “İsmimizi kullanarak para toplayan kişiden ‘dolandırıcı’ diye söz ettim. Davacı olmuş. Beni bu yüzden gözaltına aldılar. Savcı yakalama kararı çıkarmış, ifademi alan hakim bile şaşırdı. Ama biz şaşırmıyoruz artık. Dolandırıcının değil, ona ‘hırsız’ diyenin suçlandığı bir ülke yaratıldığını biliyoruz.” Adalete güvenmediklerini sert sözlerle anlatıyor Zafer Cömert: “Mesaj açık. ‘İstediğimiz gibi davranmazsanız ya ölür ya da hapishanelerde sürünürsünüz’ diyorlar. Babam, kardeşim için adalet aradığımız mahkemenin son duruşmasına, ‘onların adaletine inanmıyorum’ diyerek katılmadı. Doğrusunu yaptı. Adaletin hükümetin metresi olduğunu biliyoruz.” Cömert, özlemlerini de şöyle özetliyor: “Yaralandık, acı çektik, hırpalandık. Yaramız açık ama kapanmasını istemeyiz. Hatta üzerine tuz basıyoruz. Bu, bizi ayakta tutuyor, yaraya bakıp, neyin peşinden gittiğimizi biliyoruz. Çocukların fikirleri yüzünden öldürülmediği, eşit bir yaşam isti yoruz!” İçte savaş cephesi Çözümün makulleri var mı nelerdir? Zafer Cömert Çözüm süreci işte böyle masada çatılan silahların gölgesinde. Sorum hâlâ gündemde: Pazarlıkları yürüten ikiüç kişilik derin adamlar arasında, el altından bir “harita aldım verdim” yapılıyor mu, yoksa böyle bir durum yok mu. Anadilinde eğitim ve bölgesel özerklikler üzerine görüş alışverişleri var mı? Çözüm, makuller üzerinden giderse gerçekten çözüm olur. PKK “makul”den yana mı? İktidar makulleri kabul etmekten yana mı? Tabii makul nedir masada, her ikisi için de makuller nelerdir? Bilsek de biz de tartışmaya katılsak! CHP ise acaba “AKP’ye giden Kürt oylarını kaparım” gibi bir olmayacak sevdaya mı tutuldu? Tıpkı “cemaat oylarını kaparım” sevdası gibi?! Hayır bunlar soru.. Bilmediğimiz konuları anlamak için... OKUR NOTU: Kenan Yumurtacı: Sanıyorum ki şimdi de “Reasonable Doubt’’ (Makul Şüphe!) çevirisinde de işin özünü gözden kaçırıldı. Oysa bu terimin geldiği Anglosakson kültüründe bildiğiniz gibi mahkemelerde jüri sistemi geçerlidir. Savcılar jüri önünde suçlanan kişinin suçunun kanıtlarını jüriyi tam olarak ve ‘Beyond a Reasonable Doubt’ yani %99 değil %100 ikna edecek şekilde ispat etmekle sorumludur. Yüzde bir bile şüphe varsa sanık beraat eder. Bu da bir anlamda ‘tamam, makul şüphe özerine tutukla, ama suçu %100 kanıtlamak zorundasın’ demektir ki bu durum bizim sistemimiz için ne kadar geçerli olur bilinmez. Düzeltme notu: Pazar yazımda “çeçen sineği” lafı var, tabii ki çeçe sineği olacak. Kurt’u vuran polise en fazla 6 yıl İstanbul Haber Servisi Okmeydanı Cemevi’nde katıldığı bir cenaze sırasında polisin açtığı ateşle öldürülen Uğur Kurt’la ilgili soruşturma tamamlandı. Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yürütülen soruşturmada 5 ay sonra hazırlanan iddianamede, Kurt’u vuran polis memuru için 6 yıla kadar hapis cezası istendi. Okmeydanı’nda Berkin Elvan’ın ölümünün ardından düzenlenen gösteriler sırasında Okmeydanı Cemevi’ne bir cenazeye katılmak için gelen ve olaylarla hiçbir ilgisi bulunmayan Uğur Kurt, bir polisin silahından çıkan kurşunun başına isabet etmesi sonucu yaşamını yitirmişti. Olay sonrasında soruşturma başlatılırken Kurt’un polis memuru vil kimse görmediğim gibi beni uyaran, bana seslenen kimse de olmadı” diye konuştu. Olaya ait görüntülerde ise S.K’nin ateş ettiği sırada çevrede bulunan polislerin “sıkma” diyerek uyardıkları ortaya çıkmıştı. Soruşturma sürdürülürken olaydan beş ay sonra iddianame hazırlandı. Savcılık olayda bir kasıt olmadığı tespitine varırken, polis memuru S.K. hakkında “Taksirle öldürme” suçundan üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası istedi. Savcı Hasan Yılmaz tarafından hazırlanan iddianame onay için başsavcılığa gönderildi. Başsavcılığın onay vermesi halinde iddianame Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilecek. UĞUR KURT’UN ÖLÜMÜNE İLİŞKİN SORUŞTURMA 5 AY SONRA HAZIRLANDI S.K’nin silahından çıkan kurşunla yaşamını yitirdiği belirlenmişti. 22 Mayıs’ta Kurt yaşamını yitirirken, polis memurunun ifadesi 21 Ağustos’ta savcılık tarafından alındı. S.K. savcılıkta verdiği “Ateş ettiğim esnada civarda si
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle