28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EKİM 2014 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bir Günde Büyüyen Çocuklar... Evrensel kabulde eğitimde esas olan çocukların düşünmesinin sağlanmasıdır. Eğitim ve öğretim sürecinde iki temel işlevden biri uyum iken diğeri bilgilenmedir. Ancak biz de bilgilendirmeden çok uyumun önemsendiği dünya matematik ve fen sıralamalarından da açıkça anlaşılır. İleri nitelendirdiğimiz devletlerde okutulan motor, mekanik, bilgisayar, havacılık, gemicilik, tasarım, inşaat, tarım gibi seçmeli derslerin hiçbiri bizim eğitimöğretim sistemimizde yer almaz. Ne acıdır ki, bundan 30 yıl önce bizlere okutulan bir felsefe, bir sanat tarihi de bugün okutulmamaktadır. 4+4+4 sisteminin çocuklarımızı imam hatip liselerine nasıl da özendirdiğine Afyon’un köylerinden birinde bizzat tanık oldum. O gün, 10’u aşan erkek çocuk, imam hatibe geçiş yapmak için köylerine gelen aile hekimlerinden rapor alabilmek için sıradaydılar. Düz ortaokul ve liselerde yukarıda yazılı seçimlik derslerden yoksun bırakılmış bu çocuk ve ailelerin o gün doktordan istedikleri “bilgiden” ne kadar uzaktı demek yerine yoksundu demek de daha doğru olsa gerek! Diğer taraftan sürekli yoksulluk riski altında tutulu olmamızın ve bu riskin değişmez kalıcılığında dünden bugüne bu seçmeli derslerdeki kısırlık ve yetersizliğin payı yok mudur diye sormanın beyhudeliği ise, biz yalın yurttaşların yazgısı olsa gerek. Belli kesimlerce çocukların Magna Carta’sı olarak da nitelendirilen Çocuk Hakları Sözleşmesi bir Aydınlanma ürünüdür. J. J Rousseau, eğitimin yerini yetkin biçimde açıklayan ilk kitap kabul edilen “Emil” adlı yapıtında çocuğun, apayrı koşullarda bir varlık olduğunun altını çizer: On iki ile on beş yaş arasındaki çocuğun bilginin tadını hissetmesini, bu bakımdan masallardan uzak kalmasını, aksi koşulda gerçek dışı kurgularla zihninin yanlış yönlendirileceğine dikkat çeker. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nın okul öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’te yapılan değişiklikle “Okul içinde başı açık” ibaresini yürürlükten kaldırmış olması kuşkucu ve araştırıcı bir dünya anlayışına ne kadar uygun düşmektedir? Bilelim ki, bu örtü ve örtüsüzlük ikiliği onları yıllardır yoksun bırakıldıkları eleştirel düşünme biçiminden daha da uzaklaştıracaktır. Unutulmamalı ki, 1995 yılında imzalayarak kabul gösterdiğimiz 20 Kasım 1989 günlü Uluslararası Çocuk Haklarına Dair Sözleşme bugün artık yalnızca sözleşmeyi kabul eden devletleri, çocuklara yönelik davranışlarına ilişkin olarak hukuken sorumlu konuma getirmekle 1959 tarihli Çocuk Hakları Bildirisi’nden daha ileri bir aşamaya geçmiş bulunmaktadır. UMRAN SÖLEZ TAN / E. İstanbul Çocuk Mahkemeleri ve İstanbul 1. Ağır Ceza Yargıcı ların yaşamları ve normal gelişimleri, toplumun duyarlılıkları ve verebilecekleri açısından birinci önceliğe sahip bir konu olmalıdır; çocuklar, iyi günde kötü günde, normal dönemlerde ve olağanüstü durumlarda, savaşta ve barışta, ekonomik refah ve durgunluk dönemlerinde ülkelerine güvenip bel bağlayabilmelidirler.” Sözleşmede devletin çocuğa eğitimi sağlamak görevi yanında çocukluğunu yaşama hakkını da sağlama görevi olduğu belirtilmektedir. Haklarını iyi öğrenmiş çocuklarımız sözleşmenin 1. maddesini iyi bilmektedirler: “18 yaşıma kadar çocuk olduğumu biliyorum.” Haklarını iyi öğrenmiş çocuklarımız sözleşmenin 36. maddesini sular seller gibi ezberlemişlerdir: “Devlet esenliğime zarar verebilecek her türlü zorlama ve sömürüye karşı beni korumakla yükümlüdür.” Haklarını iyi öğrenmiş çocuklarımız sözleşmenin 31. maddesini de iyi bilirler: “Devlet benim dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşıma uygun eğlence faaliyetlerinde bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkımı tanır ve bunun için uygun ve eşit fırsatların sağlanmasını teşvik eder.” Bu değişiklik tamamen evrensel bir hak olan, çocukluğu sonlandıran küçük yaşta evlilik benzeri yanlış bir karardır; IŞİD, Kobani, Suriye, PKK, PYD cangılında gözden kaçırılmayacak kadar da önemlidir ve bu yanlışlık ülke genelinde yeterince birinciliğe sahip kılınamamışsa bizlerin sahiciliğini de sorgulatır güçtedir. Unutulmamalı ki, 1995 yılında imzalayarak kabul gösterdiğimiz 20 Kasım 1989 günlü Uluslararası Çocuk Haklarına Dair Sözleşme bugün artık yalnızca sözleşmeyi kabul eden devletleri, çocuklara yönelik davranışlarına ilişkin olarak hukuken sorumlu konuma getirmekle 1959 tarihli Çocuk Hakları Bildirisi’nden daha ileri bir aşamaya geçmiş bulunmaktadır. Çocukluk hakkıyla bağdaşmaz nitelikteki bu değişiklikten vazgeçilmeyecek olunursa Türkiye bugünden itibaren Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni rafa kaldırmış olacaktır. AKP Hızını Neden Arttırdı AKP’nin dış politikasını özetle derseniz, dört sözcük yeter: Zikzaklar, virajlar, dönüşler... Güvenilmezlik! İç politikada durum daha kolay; tek sözcük yetiyor: Baskı! Bir de mali ve ekonomik politikası var, ona da iki sözcük yeter: Vergi... Yağma! HHH Son günlerde gerek dış, gerek iç, gerekse mali ve ekonomik politikada ciddi bir vites değişikliği, gözle görünür bir hız artışı var. Örneğin Libya olayındaki dönüş günler almıştı: Önce “NATO’nun Libya’da ne işi var” denmiş... Aradan birkaç gün geçince, donanma, önemli bir deniz gücü ile askeri harekâta katılmıştı. Oysa şimdi Kobani konusundaki dönüş saatlerle ölçüldü: Önce şu sözler söylendi: “Son günlerde bir şeyler dolaşmaya başladı. Nedir o? PYD’ye silah desteği vermek ve PYD’ye verilecek silah desteğiyle IŞİD’e karşı burada bir cephe oluşturmak. Tamam da PYD şu anda bizim için PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür. Bir terör örgütüne kalkıp da bize dost olan NATO’da beraber olduğumuz Amerika’nın böyle bir desteği, açıktan açığa söyleyerek bizden ‘Evet’ ifadesini, yaklaşımını beklemesi çok çok yanlış olur. Böyle bir şeyi bizden beklemesi mümkün değil, böyle bir şeye biz ‘evet’ diyemeyiz.” Aradan birkaç saat geçmişti ki, Amerikalıların PYD’ye silah ve tıbbi malzeme yaptığı, Türkiye’nin ise Kuzey Irak’taki peşmergelerin Kobani’ye yardım için geçişlerini kolaylaştıracak bir koridor açtığı duyuruldu. HHH İç politikadaki baskı da hızla arttırılıyor: Anayasal hakları bile ihlal eden MİT yasasının mürekkebi daha kurumamışken, şimdi polisin ve savcıların yetkilerini arttıran, “makul şüphe” adı altında herkesin mal ve can güvenliğini, özel hayatını tehdit eden önlemleri getiren bir yasa hazırlandı... Sosyal medya suçlu ilan edildi, bir gazeteci gözaltına alındı... Bizzat Başbakan’ın emriyle operasyon yaptıklarını ilan eden polis şefleri tutuklandı. HHH Mali ve ekonomik politika açısından vergi artışları ve yağma da hızlandı: Kupon arsaların tahsisi, yeşil alanların yağması ve özelleştirmeler ivme kazandı... Yapılan zamlar, Etiler Polis Okulu, Validebağ Korusu, elektrik santrallarının, otoyolların, köprülerin, limanların satış haberi bunun örnekleri. HHH AKP de zayıfladığını hissetti, hamlelerini hızlandırdı mı acaba? Küçük yaşta evlilik Bu değişiklikle çocuklar pozitif bilimden çok öbür dünya düşüncesine itilecekler ve belki de gerçek dünyadan çok ahiretin sahiciliğine inanacak ve bu dünyada sevip de kaybettikleri, isteyip de elde edemedikleri şeylere orada kavuşacakları umuduna kapılacaklardır. Öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu bu değişiliği zor kabullenecek ve belki de öğretmenler arası bir ikilik başlayacaktır. Çocukların örtülü olanları kendilerini yaşıtlarından büyük ve olgun duyumsayacak ve hakları olan çocukluk dönemlerini doyasıya yaşamayıp belki de, teneffüslerde oyun dahi oynamayıp bir günde büyüyeceklerdir; dünyayı tanımadan düşünmeyi ve eleştirmeyi bilmeden çoğu kadere odaklı yetişkinler olacaklardır. Oysa çocuklar eğer izin verilirse bu dönemlerinde her türlü yanlıştan arınmış, pozitif bilim içinde yaşama serbestçe katılıp oyunlarını da oynayıp kendilerini fiziksel, zihinsel ve Ahiretin sahiciliği sosyal yönlerden geliştirebilmelidirler. Ve uzmanlara göre çocuklar yine bu dönemlerinde “Başkalarının gözünde nasıl göründükleri” ve “Kendilerini nasıl duyumsadıklarını” karşılaştırır ve kendilerinden farklı olanları kendilerinden ayrı tutmakta zalim olacak kadar da ısrarcı olacaklarından Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı düşen bu kararla daima gereksinimleri olan huzur ortamından da uzaklaşmış olacaklardır. UNICEF Genel Direktörü James P. Grant, Dünya Çocuklarının Durumu Raporu’nda: “Sözleşme, ulusal ve uluslararası gündemlerde çocukları üst sıralara yerleştirmiştir. Uluslararası toplulukta oluşan bu yeni anlayışta çocuklar, yetişkinlerinkinden hiç de daha az değerli olmayan devredilemez haklara sahip bireyler olarak tanımlanmaktadır. Sözleşme, içerdiği ayrıntılı hükümlerin ötesinde, temel bir ilkeyi barındırmaktadır. Bu ilke şudur: Çocuk Huzur ortamından uzaklaşma Bataklık HİLMİ TAŞKIN İngilizlerin çok bilinen bir stratejisi vardır. Ya sorunu istediği gibi kendi çıkarına çözer ya da sorunu çözemez ise yeni sorunlar eker. Gelecekte o yeni sorunlar üzerinden çıkar elde etmeye çalışır. I. Paylaşım Savaşı ile İngiltere, Ortadoğu’nun enerji kaynaklarına egemen olmak istemiştir. Almanya ile mücadelesinin temelinde bu egemenlik rekabeti vardır. Savaşı kazanan İngiltere liderliğindeki devletler, Sevr ile bölgeyi paylaşmaya kalktılar. Sevr planını ise Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bozduk! Lozan Antlaşması bunun göstergesidir… Soğuk savaş süreciyle iki kutuplu dünyada, bölgenin enerji kaynakları yeni mücadelelere neden oldu. Arapİsrail savaşları, Baasçı yönetimler bu sürecin göstergeleridir. Saddam yönetimindeki Irak’ın Kuveyt’i işgali, İranIrak savaşı, Körfez harekâtı ve Çekiç Güç uygulaması, PKK yapılanması ve 1983’ten bugüne süren terör tehdidi, Irak’ın kuzeyinde devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi, Irak merkezi hükümetinde yaşanan karmaşa, Şii ve Sünni gerginlikleri, Esad politikaları, ÖSO oluşumu, IŞİD ve faaliyetleri… Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için de aynı değerlendirme yapılabilir. Enerji kaynaklarına sahip olmaları, Arap ülkelerinin başlarını beladan kurtaramamalarına nedendir! Ortadoğu’nun her zaman bir bataklık görünümünde olmuştur. Aktörler değişir, ülkeler değişir ama manzara değişmez… Bu bataklıkta da her zaman yeni sivrisinekler üretilir! ÖSO ile başlayan ve IŞİD ile devam eden dönem, bu bataklıkta yeni sivrisineklerin ürediğine (üretildiğine) işarettir. Şimdi o bataklığa bizi de çekmek istiyorlar. Geldiğimiz nokta ilginç. Sürüklenmek istediğimiz bataklık ise düşündürücüdür. O bataklıkta bizi patinaja zorluyorlar. Her patinaj bizi daha da bataklığın içine çeker. Stratejik alan olan Ortadoğu’nun derinliklerinde boğulmak, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmak var… Sevr yerine Lozan ile nefes almışken yeniden Sevr tehlikesi de var! “Sivil tatbikat” aslında bir uyarı idi… Bataklığa çekildiğimiz an devreye ana plan girecektir. “Açılım”, “çözüm” derken; çok açıldık, boğulma riskimiz var ve çözülme tehlikesi ile de karşı karşıyayız. Bu bataklığa ve çok cepheli küresel siyaset oyunlarına karşı uyanık olmak durumundayız. “Stratejik derinlik” amaçlı politikaların tam bir sığlık olduğu ortadadır. Evdeki hesabın çarşıya her zaman uymadığını da unutmayalım…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle