06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 OCAK 2014 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türk Liberalleri ve İkiyüzlü Batı Cemaatler Curcunası HEP vardılar, hep bilirdik var olduklarını. İnsanları yönlendirdikleri, gerektirdiğinde gerekeni yaptırdıkları ya da kenara çekilip suspus olmaya zorladıkları, yahut tam tersine ses çıkartmakla görevlendirdikleri bilinirdi. Ülkenin yönetiminde ağırlıkları hissedilir, siyaseti yönlendirişleri hesaba alınırdı. Kısacası, birer büyük siyasal parti gibiydiler. İktidardan olmaları veya iktidara karşı çıkmaları onların keyfine bırakılmıştı. Daha doğrusu, partiler onları değil, onlar partileri yönetirdi. Dolayısıyla ve yine dolaylı olarak, ülkeyi ve devleti yönetenler onlardı. Bazen uzlaşarak, bazen çekişerek. alnız unutmayalım ki, onlar cemaatlerdi. Yani başlangıçtan beri şöyle ya da böyle tarikatların yaratıklarıydı. Bu bakımdan, saf hukuk açısından “laik” kuruluşlar oldukları söylenemezdi. Cihanca ünlü yerli ulemadan kimileri tarikatçı seçkinleri ciddiye alıp laik yüksek bilim kurumlarında onlardan söz ediyor olsalar bile, yapılan nihayet tarikat propagandasından başka bir şey değildi. aha açık konuşalım: Herhangi bir yasaya göre kurulmuş olmayan, herhangi bir yasaca denetlenmeyen cemaatler, bir bakıma partilerden, derneklerden, vakıflardan, sendikalardan farklı olarak, siyasal yaşamımızın “gizli örgütleri” sayılmazlar mı? Haydi, “gizli” sözcüğü pek esrarengiz yahut gizemli kaçıyorsa, isterseniz “saklı” diyelim, ama yine de çağdaş bir ülkenin bu çeşit kuruluşlarca yönetiliyor olması hukuk devleti ilkesine biraz ters düşmüyor mu? Y D 978 yılının ikinci yarısında İran’da militan İslamcı grupların başını çektiği, laik milliyetçi, liberal ve solcu koalisyonun yürüttüğü Şah karşıtı başkaldırı, giderek “dini terimlerle ve Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesini” anan muharrem törenlerine de yansıyarak ifade edilmeye başlanmıştı. (Foucault ve İran Devrimi, Janet Afary Kevin B. Anderson, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2010) Protesto gösterileri mu harrem bayramında bir milyon kişinin katılmasıyla en üst sayıya erişmişti. 1979 Şubatı’nda Şah’ın İran’dan kaçması üzerine sürgünden dönen Humeyni’nin öncülüğünde düzenlenen halkoylaması sonucu İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi. İzleyen günlerde ise bilindiği gibi Humeyni’nin iktidarı, her gün artan kanlı uygulamalarla gelişerek pekişti ve hedefinde öncelikle birlikte yola çıktığı koalisyon ortakları ulusalcılar, liberaller, solcular ve İslamın doğası gereği kadınlar vardı. 1 ŞEVKET ÇİZMELİ Avukat ekimde de Fransa’da Humey “İslam Diriliyor mu” başlıni ile tanıştı. İran’a ikinci gi ğıyla çıkmıştır.) dişi 1978 Kasımı’nda oldu ve Nitekim İran’da mollaların İtalyan Corriere Della Sera ga yönetiminde Şii mezhebinin zetesinde makaleleri yayım ateşli söylemleri ile yürütülen landı. Bu makalelerde kaba kuruluş aşaması, kısa sürede ca ulemanın otoriter bir rejim Humeyni’nin o tarihe kadar kurarak başta kadınlar olmak bilinen kin dolu ilkel söylemüzere her türlü insan haklarını leriyle beslenen kanlı bir tasortadan kaldıracağına ilişkin fiyeye dönüşmüştür. Humeyni’nin kadın haklarıkuşkuları bir yana bırakıp, İslamın, “arkaik bir faşizm”den nı kısıtlamak için sadece (27) ibaret baskıcı devlet ideolo gün beklediği ve ilk iş olarak jisini, 1970’lerin sonlarında “kadınların yargıda çalışfark etmemesi anlaşılır de masını yasakladığı” ertesi ğildi. Atlas Okyanusu’ndan günü “boşanma hakkını kaUzakdoğu’ya uzanan kuşak dınlardan aldığı”, “spor yataki onlarca İslam devleti ve pan kadınlara yasak getire mış Erbakan’ın çıraklarının kurduğu AKP’nin, 2002 Kasımı’nda iktidara gelmesi, Batı (ABDAB) tarafından neredeyse alkışlarla karşılanmıştır. Batılılar burada Foucault’un değişik bir yüzünü temsil ederek sözde ılımlı İslam aldatmacasıyla bu şüpheli grubu fütursuzca bağırlarına basmışlardır. ‘Meslek Ahlakı’ Cinayeti! Yüzü aşkın polis ve polis amiri, işlerini yaptıkları için görevden alınıyor... Soruşturma yapan savcılara dosyadan el çektiriliyor: Güvenlik güçlerinin ve yargının “meslek ahlakı” yerle bir ediliyor. Bir topluma bundan büyük kötülük yapılamaz! HHH Diktatörler, egemenliklerini engelleyen tüm ilişkilere ve ahlaki değerlere düşmandır... Bireyleri kendilerine bağlamak için, aile ilişkilerini ve aşk gibi yüce değerleri bile yıpratırlar... Yıpratırlar ki, bireyler, liderlerinden başka kimsenin etkisi altında kalmasın, liderlerinden başka hiçbir şeye inanmasınlar. Eric Hoffer “The True Believer” adlı, Türkçeye de çeşitli isimlerle birkaç kez çevrilmiş olan kitabında bunu çok iyi anlatır. HHH Diktatörler insanları etkilemek için düşmanlar yaratır, onlara karşı tiksinti ve korku üretirler. Ayrıca kendilerinden de korkulmasını sağlayarak itaat edilmesini kolaylaştırırlar. HHH Kendilerinden duyulan korkuyu zorbalık ve acımasızlıkla yani zulümle gerçekleştirir... Düşman ilan ettiklerine karşı da, tiksinti ve korku duygusunu her türlü propagandayla oluştururlar: Düşmanların “ahlaksızlığı”, “zalimliği” gibi yargıları devreye sokar, “din ve milliyet aidiyetlerini” kötüler, hatta onların “insan” olmadıklarını bile öne sürerler. HHH Diktatörlerin karşısına dikilen en önemli toplumsal ve kültürel engellerden biri de, “meslek ahlakı” kavramıdır! İnsanlara yardım ahlakına sahip doktorlar... Adaleti gerçekleştirmekle görevli olduklarına inanan avukatlar, yargıçlar, savcılar... Ancak özgür ortamda çalışabilen gazeteciler, bilim insanları, sanat ve edebiyat mensupları... Ve elbette devletin vurucu gücü olan, meslek ahlakı gereği, ülkeyi ve insanları korumakla yükümlü olan, ordu ve polis: Yüzlerce, binlerce insan, sadece meslek ahlakına bağlı oldukları, görevlerini iyi yapmaya çalıştıkları için, zulme uğrar! Ama hiç kuşkunuz olmasın: Bütün bu düşmanlıklar ve zulüm, genel ahlak ve meslek ahlakı ilkelerine bağlı kalan insanlar sayesinde aşılır... Mutlaka aşılacaktır! Dinci siyasetin iflası Dünyada ilk ve tek laik ülke olma onurunu taşıyan Atatürk Türkiye’sine tahammülü olmayan bu ikiyüzlü Batı, içeride onlardan daha ahlaksız bir yerli ittifak grubunu hazır bulmuştur. Önce basında kümeleşen ve daha sonra AKP iktidarı tarafından beslenip devlet örgütü, üniversiteler ve görsel medyayı işgal eden bu sözde liberal (liboş) kitlenin bir kısmı 2013’ün son günlerinde patlak veren yolsuzluk ve rüşvet kovuşturmaları ve onları izleyen hükümet değişikliği ile son bulan dinci siyasetin iflasıyla kara yaslara bürünmüşlerdir. Diğer bir kısmı ise kullanma miadı dolmuş malzeme gibi kenarda köşede kaderlerine terk edilmişlerdir. İkiyüzlü Batı ise, bu kere, AKP’yi antidemokratik uygulamaları nedeniyle derece derece sertleşen bir üslupla eleştirmeye başlamıştır. Halbuki AKP’nin geçmişteki sicili Batı için hiç de öyle bilinmezlikleri barındırmıyordu. Üstelik yukarıda kısaca özetlenen İran örneği yanı başımızdaydı. Fransa’da İran yanılgısıyla öne çıkan Foucault’un yalnızlığına karşın Türkiye’de süratle çok sayıda yandaş türemesi, iki diyar kültürünün benzemezliğindeki anlamlı ipuçlarıdır. Türkiye’de yıllar önce Milli Görüş adlı tutarsız bir din programıyla siyasi arenada yerini almış Erbakan’ın çıraklarının kurduğu AKP’nin, 2002 Kasımı’nda iktidara gelmesi, Batı (ABDAB) tarafından neredeyse alkışlarla karşılanmıştır. Batılılar burada Foucault’un değişik bir yüzünü temsil ederek sözde ılımlı İslam aldatmacasıyla bu şüpheli grubu fütursuzca bağırlarına basmışlardır. halkı tüm unsurlarıyla gözler önündeydi. “Kuran’a göre asgari Müslüman köktenciliği, hırsızın elinin kesilmesini ve kadının mirasının ikiye bölünmesini gerektirir. Geleneğe dönülürse ulemanın da şart koştuğu gibi, şarap içerken yakalananlar kamçılanmalı ve zina işleyen de kırbaçlanmalı ya da taşlanmalıdır. Rakibinizi ‘Tanrı düşmanı’ ilan etme göreneği eski bir geçerli bir yöntemdir fakat hiçbir şey bundan daha kolay ve daha tehlikeli değildir.” (Maxime Rodinson, İslamcı Köktendincilik Uyanıyor mu, Le Monde 6 Aralık 1978; 1981’de 3 kısımdan ibaret bu makale İngilizcede rek, çarşaf giymelerini emrettiği” görülmüştür. Humeyni liderliğindeki bu dönem giderek feministlerin, etnik ve dini azınlıkların, liberallerin, solcuların İslam adına büyük baskı altına alınması ve toplu idamlara varan işkencelerin günümüze değin sürmesiyle kendini göstermiştir. Son olarak Humeyni 1989 Şubatı’nda ölümüne yaklaşırken Şeytan Ayetleri kitabı yüzünden Salman Rüşdi’yi ölüme mahkum eden fetvasını yayımladı ve bu Müslüman yazarın başına 6 milyon dolar ödül koydu. Hal böyle iken Türkiye’de yıllar önce Milli Görüş adlı tutarsız bir din programıyla siyasi arenada yerini al çöküşü Sömürgeciliğin Felsefi düşüncelerinin ayrıntılarını bir yana bırakarak Foucault’un, Doğu’nun geleneksel toplumsal, normlarına duyduğu ilginin başlangıcını, 1960’larda sömürgeciliğin çöküşü ile birlikte Batı düşüncesinin buhrana sürükleneceği öngörüsünün teşkil ettiği anlaşılmaktadır. (Foucault ve İran Devrimi s.17) Halbuki Batı, kısa sürede globalleşme politikaları aracılığıyla geliştirdiği finans enstrümanlarıyla ekonomik sömürüsünü daha yaygın ve sahte barışçıl bir görüntüye büründürecektir. Foucault, 1978 Eylülü’nde İran’a ilk ziyaretini yaptı ve Sonuç: A KP iktidara büyük umutlarla geldi. Türkiye’nin İslamcı çevreleri ilk defa gerçek bir İslamcı partinin iktidara gelmesini kutladılar ve bu partinin Türkiye’yi dönüştürme projesine güçlü destek verdiler. Başta Mısır olmak üzere Müslüman ülkelerde güçlenen Müslüman Kardeşler ve benzeri ideolojik gruplar AKP’nin iktidara gelişini sevinçle karşıladılar; AKP’nin programı şüphesiz onlara da ilham kaynağı oldu. Başta Amerika olmak üzere Batı dünyası bir yandan İslami terörizm ve radikal İslami gruplar ile mücadele ederken bir yandan da Batı dünyasının menfaatleri ile uyumlu İslami hareketleri teşvik ediyorlardı. AKP’nin iktidara gelişi bu teşviklerinin meyve vermesi olarak değerlendirildi. Umulan AKP modelinin diğer Müslüman ülkelere de örnek olması ve Batı dünyası ile uyumlu bir İslam dünyasının oluşması idi. Sonuç olarak Türkiye, Avrupa Birliği üyelik müzakerelerine başlama ile ödüllendirildi, Amerikan yönetimi AKP ileri gelenleri ile sıkı ilişkiler oluşturdu ve Türkiye ekonomisine finansal destek sağlandı. Modelin özellikleri şöyle özetlenebilir. Öncelikle Batı kamuoyunu tatmin edecek, Amerika ve diğer Batı ülkelerinin ikiyüzlülükle suçlanmasını önleyecek seviyede bir demokrasi. Global kapitalizm ve finansa entegre olmuş bir ekonomi. Amerikan ve Batı menfaatleri ile uyum içinde bir dış politika. AKP’nin ilk yıllarının bu hedefler açısından başarılı olduğu söylenebilir. Bazı demokratik adımlar atıldı. Özelleştirme gelirleri ve büyük ölçüde dış finansman ile Model Çöküyor AHMET ÖZGÜNEŞ Yazar ekonomi hızlı bir genişleme dönemine girdi. Türkiye’nin bankacılık ve sigorta sektörleri önemli ölçüde dış finansörlerin eline geçti ve bu yatırımcılar beklenmedik ölçülerde kârlar elde ettiler. Bu gelişmeler modelin başarılı olduğu ve diğer Müslüman ülkelerde de uygulanmasının mümkün olduğu umudunu vermiştir. Modelin ilk problemlerinin ekonomi alanında başladığı söylenebilir. Ekonomik modelin unsurları şunlardı; ekonominin dış finansman ile desteklenmesi, giren önemli ölçüde döviz ile kurun baskı altında tutulması, tüketimin teşviki, devlet kaynaklarının işgücü talebi yüksek ve müteahhitlerine büyük kârlar sağlayan yol ve diğer altyapı yatırımlarına yönelmesi, başta İstanbul olmak üzere şehirleşme rantının yandaş işadamlarına aktarılması. Bu modelin birinci problemi cari açık ve artan dış borç olarak ortaya çıktı. İkinci olarak tüketim ekonomisi ve kaynakların ekonomiye dönüşü düşük olan alanlara yönelmesi sonucu kaçınılmaz olarak ekonomi yavaşladı. Bu negatif gelişmelere bir de zaman içinde devletin dağıttığı rant pastasından pay almak isteyen yandaşların geometrik olarak arttığını, artan yandaşların hepsini beslemenin fiziki olarak mümkün olmadığını ve bu durumun AKP koalisyonu içinde gerginlikler yarattığını eklemek gerekir. AKPcemaat kavgasının arkasında yatan bu son olgudur. İkinci problem otoriterleşme, muhalif unsurları sindirme, medya, yargı ve polisi kontrol altına alma olarak çıkmıştır. Bu gelişme, uygulanan politikaların kaçınılmaz sonucudur. Toplumu İslami normlara göre şekillendirme gayretleri, büyük şehirlerde rant yaratmak için yapılan uygulamalar, gelir dağılımının bozulması ve ekonomik büyümenin nimetlerinin küçük bir zümre tarafından paylaşılması ciddi tepkiler doğurdu. İktidar, İslam devletlerinin tarihi alışkanlıklarına uygun olarak bu tepkileri daha da otoriterleşerek bastırmaya çalıştı. Yargının kontrol altına alınması, yüzlerce gazeteci ve subayın zindanlarda çürümeye terk edilmesi bardağı taşıran damla oldu. İslami ideolojinin dış politikaya yansımaları hem Türkiye’yi komşularının çoğunluğu ile gerginlikler yaşamaya itti hem de izlenen politikalar ve söylemler Amerika ve Batı dünyasında ciddi kuşkular yarattı. Son olarak Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler hareketinin başarısız olması ve Mısır halkının tepkileri sonucu devrilmesi Amerika’nın İslami modelin Müslüman ülkelere yayılması projesine ciddi bir darbe vurmuştur. Öyle anlaşılıyor ki model beklenen sonuçları vermemektedir. Türkiye ve Mısır örneklerinde görüldüğü gibi otoriterleşme ve toplumu İslami normlara göre şekillendirme büyük tepkiler yaratmaktadır. Bu modelin uygulanması sonucu Batı ile uyumlu yönetimler oluşacağı kanaati de yok olmuştur. Sonuç olarak model başarısızdır. Y aklaşık 5.5 milyon işçinin geçimini sağladığı yeni asgari ücret 846 liraya yükseltilmesine karşın, beklentilerin altında kalarak yine düş kırıklığı yarattı. Asgari ücretteki 43 liralık artış, yeni yılla birlikte gelen vergi zamlarıyla emekçinin cebine girmeden buharlaşarak uçtu. Asgari ücretli 2014’te de yaşamak için yine mucize yaratmaya devam edecek. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda hükümet ve işveren temsilcilerinin oyları ile belirlenen yeni asgari ücret, 1 Ocak’tan itibaren yüzde 5 artışla brüt 1071, net 846, 1 Temmuz’dan itibaren de yüzde 6 artışla brüt 1134, net 891 lira olarak uygulanacak. Komisyonda Türkİş’in karşı oyuna karşılık saptanan yeni asgari ücretli işçinin ücretinde 1 Ocak’ta net 43, 1 Mucizeye Devam Şükrü KARAMAN Temmuz’da ise net 45 lira olmak üzere bir yılda net 88 lira artış olacak. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yeni asgari ücretin net 1205 lira olması yönünde komisyona görüş belirtmesine rağmen, bu görüş önceki yıllarda olduğu gibi yine dikkate alınmayarak daha düşük zam ile yeni ücret belirlendi, emekçi bir adım daha sefalete itildi. Bu arada asgari ücrette 16 yaş ayrımının kaldırılması, bu ücretle çalışan üç çocuğu olan işçiye vergi muafiyeti tanınması olumlu bir gelişme. Bu uygulama ile üç çocuğu bulunan asga ri ücretli işçinin eline ayda 4050 lira daha fazla para geçebilecek. Aslında bu uygulamadan tüm asgari ücretlinin yararlanması için asgari ücretin vergi dışı bırakılması gerekir. Siyasilerin bu konuda uzlaşmalarına karşın, nedense bu uygulama hayata geçirilemiyor. Yine komisyon yeni ücretin belirlenmesinde işçinin sadece kendisini dikkate alarak, ailesini görmezden geldi. Ücrete yapılacak zamda bekâr işçinin harcama kalıpları veri olarak kullanıldı, evli işçinin ailesi yok sayıldı. İşçi ve ailesi yoksulluk sınırının 3523, açlık sınırının da 1082 lira olduğu günümüzde 846 liralık asgari ücret ile yaşamaya çalışacak, geçinmek için mucizeler yaratmaya devam edecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle