01 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 OCAK 2014 PAZARTESİ 8 Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Brüksel seyahati etkisini gösterdi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu düzenlemesi hükümet tarafından askıya alındı. Başbakan’ın Brüksel’de görüştüğü isimlerden biri olan Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok ile ziyaret sonrası izlenimlerini konuştuk. Alman parlamenter Brok’un sorularımıza verdiği yanıtlar, Türkiye’de 17 Aralık sonrasındaki gelişmelerin Brüksel’de nasıl değerlendirildiği hakkında önemli mesajlar içeriyor: HABERLER AP Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Brok: n Baştarafı 1. Sayfada GÜNDEM MUSTAFA BALBAY Türkiye’de Yolsuzluğu Soruşturma İmkânı Yok Başbakan “yargı içinde çete”, “paralel devlet” tezlerini anlattı mı? “Evet bize çok örnek verdi. Ama ben ikna olmadım. Kendi hükümeti döneminde oluşturdukları yeni HSYK yapısı nasıl oluyor da şimdi hükümete karşı böyle bir şey ortaya çıkarabiliyor? Bunu anlayabilmiş değiliz.” Gülen hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz? “Bize göre Gülen hareketi bir iktidar alternatifi değil. Dolayısıyla muhatabımız değil. Bizim muhatabımız iktidar partisi ve muhalefettir. Eğer birileri yasadışı işler yapıyorlarsa o zaman yasal soruşturma açılmalı. Ama her muhalefet edeni de darbeci diye göstermemek lazım.” lazım. Soruşturma yürüten savcıların görevden alınmaları kabul edilemez. Türkiye güçler ayrılığını gerçekten uygulamak zorunda.” Hükümet devlet içinde “paralel” bir çete yapılanması olduğu gerekçesiyle savcı ve polisleri görevden alıyor. “O zaman bunun kanıtlanması lazım. Yani yine hukuk devleti ilkesi ile uyumlu, şeffaflık içinde bu iddia edilen yapı ile mücadele edilsin. Eğer hukuka aykırı bir şey yaptıklarına ilişkin bir kanıt yoksa insanları görevinden alamazsınız. Suçluluğu kanıtlanana kadar herkes masumdur. Bu görevden almaların şöyle de bir olumsuz etkisi olabilir: Sizi araştıran, soruşturan herkese ‘darbeci’ derseniz, oradan başka yere sürerseniz bunun hem polis hem de yargı kurumu üzerinde caydırıcı etkisi olur. İnsanların cesareti kalmaz. Suçlanma korkusuyla artık sizi soruşturmaya kalkamaz.” Meclis’teki HSYK düzenlemesine neden karşı çıkıyorsunuz? “Bu yasa neden değiştiriliyor? Yolsuzluk soruşturmaları yapılamasın diye. Eğer çıkarsa bağımsız yargının, güçler ayrılığının sonu demektir. Yargı bağımsız olmalı. Hükümetten ‘şöyle olsun, böyle olsun’ diye talep gelmemeli.” Eskiden askerdi, şimdi cemaat Başbakan’ın mesajlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? “Aslında bildiğimiz eski mesajlar. Gezi protestoları sonrasında da benzer mesajlar vermişti. Komplo teorilerini gündeme getirmişti. Şimdi yolsuzluk skandalında da aynısı oldu. Erdoğan sorunlara hep bir mazeret buluyor. Eskiden sorumlu askerlerdi. Gezi Parkı protestolarında, arkada ‘yabancı parmağı’ aradı. Şimdi ise Fethullah Gülen. Hep bir komplo arayışı var.” Sizin izleniminiz nedir? “Bize göre Türkiye’de hukuk devleti, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi konularda geriye gidiş yaşanıyor. Ve biz bunu görmekten çok endişeli olduğumuz kendisine söyledik.” Polis ve savcıları caydırır Müzakereler yürüyemez HSYK teklifi bu haliyle geçerse AB’nin tepkisi ne olur? “Türkiye yanlış yola girmiş demektir. Müzakerelerin yürütülmesi zorlaşır. Türkiye bizim için çok önemli. Ortak çıkarlarımız var. Bu yüzden sorunu çözmek zorundayız.” AB’nin eleştirinin yanı sıra verebileceği, yapabileceği katkı yok mu? “Var. Yargı ile ilgili müzakere başlığının (23. fasıl) bir an önce açılması lazım. Madem hukuk devleti, bağımsız yargı istiyoruz, o zaman bu alanda müzakereleri bir an önce başlatalım ki Türkiye’nin durumunu karşılaştırabilelim.” Geriye gidiyorsunuz Artık yolsuzluk soruşturulamıyor Yolsuzluk soruşturmasını ve bunu yürüten savcılara yönelik baskıları nasıl değerlendiriyorsunuz? “Skandal olarak görüyoruz. Şu anda Türkiye’de yolsuzlukları soruşturmanın imkânı yok. Oysa o soruşturmaların bağımsız yürümesi lazım. Savcıların durdurulmaması Örnek verdi, ikna olmadık Kanun çıkarsa bağımsız yargı biter HASDAL’DA TUTUKLU VE HÜKÜMLÜ ASKERLER, TÜBİTAK’IN RAPORUNA DİKKAT ÇEKTİ, YENİDEN YARGILAMA İSTEDİ ‘Kumpas tescillendi’ GİZLİ YAZIŞMALAR ORTAYA ÇIKARDI tartışmalarından daha vahim bir belirsizliğe sürüklenmiş durumda. Düşişleri Bakanı, Türkiye’nin dünyada en fazla dış temsilciliği olan ilk 5 ülkeden biri haline gelmekte olduğunu söylüyor. Ortalama yılda 1015 ülkede yeni temsilcilikler açılıyor. Yakında okyanus adaları üzerindeki 35 bin nüfuslu ülkelerde de bayrağımızı dalgalandıracağız. Özünde güzel bir hedef. Komşularınızla ilişkilerinizi tam olarak rayına oturtmuş olursunuz, bölge ve dünya siyasetine yön veren ülkelerle ilişkileriniz mükemmel gitmektedir, bunun üstüne dış politikada daha iyi ne yapsam diye plan kurarsınız. Temsilciliğiniz olmadığı uzak ülkelere de büyükelçilik açarsınız. Gelin görün ki, Türkiye’nin etrafındaki 4 ülkede büyükelçisi yok. AKP hükümeti Suriye, Mısır ve İsrail’deki büyükelçilerimizi çekti. Önceki hükümetlerden kalan Ermenistan ilişkisizliğimiz de buna eklenince, evinin önünü süpüremeyen, ama uzak komşularıyla çevre düzeni konuşan bir ülke durumuna düştük. HHH Dış politikadaki felaketin birazcık görünen yüzü, Suriye. Cenevre toplantılarında Türkiye’nin durumu 39 ülkeden biri olmaktan öte değil. Ana aktör ABD ve Rusya. Türkiye ise Finlandiya, Yeni Zelanda statüsünde. Eğer insani yardım ya da mülteciler konusu gündeme gelirse, Türkiye’nin masada yeri oluyor. Oysa yaşananların acı yüzüyle karşılaşan başlıca ülke, Türkiye. ABD’nin Suriye politikasını biçimlendirmede muhatap aldığı birkaç ülkeden biri ise İran. Türkiye, Suriye krizinin başından itibaren yaptığı hatalarla öyle bir konuma düştü ki, ABD Suriye’de kimi istenmeyen grupların devre dışı bırakılması için Tahran yönetimini daha inandırıcı buluyor. Cenevre’de ABD ve Rusya neredeyse Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Suriye üzerinden uluslararası tüm sorunların pazarlığını yapıyor. Suriye’deki her iki tarafın da zorla oturtulduğu masadan kalıcı bir çözüm çıkmayacağını bütün taraflar biliyor. ABD ve Rusya, başlarına yeni bir “bela” sarmayacak bir süreç arıyor, o kadar. Türkiye ise kendisine hâlâ yer arıyor! HHH Suriye’nin yanı sıra özellikle Mısır ve Irak konusunda da diplomatik geleneklere uymayan bir yol izleniyor. Türkiye’nin Mısır politikasını fiilen Müslüman Kardeşler örgütü biçimlendiriyor. Gidiş, bir ülkenin içişlerine karışmak ya da uluslararası hukuka uymayan yöntemler benimsemekten öte bir kayıtsızlık içeriyor. Irak politikamızın sahibi ise Barzani yönetimi. AKP hükümeti ile Barzani arasında varılan gizli anlaşma Irak merkezi yönetimi tarafından kabul görmeyince, Türkiye illegal işler yapan ülke konumuna düştü. Başta etrafımızdaki 4 ülkede büyükelçimiz yok dedik ama, Bağdat Büyükelçiliğimizin AKP ve Irak hükümeti tarafından ne kadar dikkate alındığı tartışılır. Zira, ana muhatap Barzani. Uluslararası alanda dikkati çeken bir gelişmeyi daha paylaşalım; ABD, El Kaide gibi terörist unsurların Ortadoğu’dan soyutlanması için Türkiye’den çok İran’la işbirliğinden yana. Başta AKP’nin sumen altına sığdırmaya çalıştığı TIR’lar olmak üzere uluslararası hukuka uymayan pek çok icraat söz konusu. Dışişlerinde saplandığımız stratejik sığlık Türkiye’yi Şamar oğlanına çeviriyor! İÜ’nün sahte doçenti AYKUT KÜÇÜKKAYA İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörlüğü, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) ve Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı (ÜAK) arasındaki ‘gizli’ yazışmalar “İÜ’deki sahte doçenti” ortaya çıkardı. İÜ Rektörlüğü, Hukuk Fakültesi Dekanlığı’nda doçent unvanını kullanan Dr. Erhan Temel’le ilgili istenen bilgiyi “Temel’in rızası olmadığı gerekçesiyle” şikâyetçiyle paylaşmadı. Şikâyetçinin YÖK ve ÜAK’a başvurusuyla geri adım atmak zorunda kalan İÜ Rektörlüğü; hem Hukuk Fakültesi Dekanlığı’nı hem de Temel’i ‘doçent’ unvanını kullanmaması konusunda uyarmak zorunda kaldı. İÜ’deki skandal bir başvuru üzerine ortaya çıktı. Kendisine yapılan şikâyet üzerine YÖK, ÜAK Başkanlığı’ndan ve İÜ Rektörlüğü’nden, “Doç. Dr. Erhan Temel’in doçent unvanına sahip olup olmadığı konusunda” bilgi istedi. YÖK Başkanvekili Şaban H. Çalış imzalı 14 Mart 2013 tarihli yazıda, “Doç. Dr. Erhan Temel’in İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Bölümler ve Anabilim Dalları adlı internet sayfasında ‘Karşılaştırmalı Alman Hukuku’ ve ‘Alman Hukukuna Giriş’ derslerini verdiğinin yer aldığı bildirilmiştir. Sözkonusu internet sayfasının bir örneği yazımız ekinde gönderilmekte olup, konu hakkında en kısa sürede Kurulumuza bilgi verilmesini rica ederim” denildi. YÖK’ün bu yazısına kadar Erhan Temel’le ilgili bilgileri ‘Temel’in rızası olmadığı için’ vermeyen İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Nisan 2013’te geri adım attı. YÖK’ün yazısı üzerine ilk incelemeyi Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı yaptı. ÜAK Başkanlığı’nın 11 Mart 2013 tarihli yazısı İÜ Rektörlüğü’ne gönderildi. Bu yazıda aynen şöyle denildi: “Başkanlığımızca yapılan incelemede; Üniversitelerarası Kurul’un 19.01.2012 tarihli toplantısında Erhan Temel’in yurtdışında almış olduğu doktora unvanının 2547 Sayılı Kanun’un 11b/5 maddesi uyarınca Türkiye’de yapılan doktoraya eşdeğer sayılmasına karar verildiği, adı geçenin anılan Kanunun 27. maddesi uyarınca doçentlık denkliği talebiyle Başkanlığımıza müracaat etmediği, 24. maddesi uyarınca da doçentlik sınavına başvurmadığı tespit edilmiştir.” ÜAK’ın bu tespiti üzerine İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü hem Hukuk Fakültesi Dekanlığı’nı hem de Doçent unvanını kullanan Dr. Erhan Temel’i bu kez “uyarma” kararı aldı. Yapılan bu işlem de 8 Nisan 2013 tarihinde İÜ Rektörü Yunus Söylet tarafından YÖK’e şu sözlerle bildirildi: “Dr. Erhan Temel hakkında, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı’nca yapılan incelemeye ilişkin olarak, Hukuk Fakültesi Dekanlığı’ndan adı geçenin Doçent unvanının kullanılmayıp sadece ‘Dr.’ unvanının kullanılması konusunda titizlik gösterilmesi ve ilgilinin de bu konuda uyarılması ekte gönderilen 1 Nisan 2014 tarih, 20206 sayılı yazımız ile istenilmiştir.” İstanbul Haber Servisi Hasdal Askeri Cezaevi’nde bulunan Balyoz hükümlüsü ve Poyrazköy davası sanığı askerler, suçlanmalarına dayanak olan dijital veriler üzerinde TÜBİTAK bilirkişi heyetinin tarih çelişkileri saptaması üzerine avukatları aracılığıyla bir açıklama kaleme aldılar. Askerler “TÜBİTAK’ın geç de olsa ‘milli orduya kurulan kumpası’ resmi raporla tescil etmesi neticesinde yeniden yargılama için hukuken gerekli olan ‘yeni delil’ nihayet ortaya çıkmıştır. Artık sorumluluk, millet adına yargılama yapan mahkemelerde, yüksek yargı kurumlarında ve milli iradeyi temsil eden siyasetçilerdedir” çağrısında bulundular. Askerler açıklamasında “Kamuoyunda ‘Balyoz davası’ olarak bilinen evrensel hukuka ve anayasamızda belirtilen temel hukuk ilkelerine aykırı olarak yü rütülen yargılamanın tüm aşamalarında ısrarla ifade ettiğimiz üzere isimlerimizin geçtiği dijital veriler ile aramızda hiçbir bakımdan illiyet bağı yoktur. Bahse konu dijital dosyalar suç isnat etmek üzere devlet içinde yuvalanmış bir çete tarafından oluşturulmuştur. Hakkımızda sahte dijital veriler dışında delil yoktur” ifadeleriyle başladılar. Askerler, haklarında sahte dijital veriler dışında delil olmadığını belirterek “Bu, savunmamız hem yerel mahkemede hem de Yargıtay’da onlarca bilimsel raporla ispatlanmış ancak şimdi ‘tasarlanmış ve ayarlanmış’ olduğunu Sayın Başbakan’ın beyanlarından öğrendiğimiz bir kısım yargı mensuplarıyla mahkum edilmemiz sağlanmıştır” dediler. “Haklılığımıza olan inancımız ile gerçeklerin bir gün tüm milletimiz tarafından görüleceği günleri sabırla bekledik. Ve o günler nihayet geldi” ifadesini kullanan askerler, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan Poyrazköy dava dosyasına giren 3 kişilik TÜBİTAK bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 20 Ocak 2014 tarihli Dijital Adli Analiz Raporu’na dikkat çektiler. Askerler şöyle devam etti: “Bu rapor 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dikkate alınmayan başta Donanma Komutanlığı bilirkişi raporu olmak üzere savunma tarafından sunulan uzman raporlarındaki bulguları doğrulamaktadır. Balyoz davasında yargılanan sanıkların önemli bir bölümü hakkındaki isnatlar Donanma Komutanlığı’nda 6 Aralık 2010 tarihinde yapılan aramada bulunan 5 Numaralı harddiskteki imzasız dijital verilere dayanmaktadır. Bu tespitler ısrarlı taleplerimize rağmen yargılama sürecinde bilirkişiye gitmeyen ve bizleri yıllardır masum olmamıza rağmen özgürlüğümüzden mahrum bırakan mahkeme heyetinin hangi saiklerle hareket ettiğini Türk milletine göstermektedir.” ‘O günler geldi’ Eda Okyay Cumhuriyet’e 3 ödül birden Acılı ailelere tazminat şoku ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Aydın’ın Kuşadası ilçesinde 2005 yılında düzenlenen bombalı saldırıda yaşamını yitenlerin ailelerine mahkemenin verdiği 70’er bin TL’lik tazminat kararı, İçişleri Bakanlığı’nın temyiz başvurusu üzerine Danıştay tarafından bozuldu. Danıştay, ölenlerden Eda Okyay’ın babası Azmi Okyay’ın yaptığı itirazı da reddetti. Ailelerin, kendilerine ödenen 70 bin TL’yi parayı 7 yıllık faiziyle yaklaşık 200 bin TL olarak geri ödemesi gündeme geldi. Kuşadası’ndaki saldırada can veren Deniz Tutum, Ufuk Yücedeniz ve Eda Okyay’ın ailelerinin Aydın Valiliği’ne yaptığı tazminat başvurularından bir sonuç alınamaması üzerine, Aydın İdare Mahkemesi’nde, İçişleri Bakanlığı’na dava açıldı. Yargılama sonunda ölenlerin ailelerine 70’er bin TL tazminat ödenmesine karar verildi. Ailelere tazminat ödendi. Ancak İçişleri Bakanlığı avukatları, ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi kararını temyiz etti. Danıştay 10’uncu Dairesi, “ devletin hizmet kusuru bulunmadığı ” gerekçesiyle kararı bozdu. Yerel mahkeme de bozma gerekçesine uyarak ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesine yer olmadığına karar verdi. Aileler Danıştay’a temyiz başvurusunda bulundu. Eda Okyay’ın babası Azmi Okyay’ın yaptığı başvuru Danıştay 10’uncu Dairesi tarafından reddedildi. Kızını genç yaşta teröre kurban veren Azmi Okyay, “Bize verilen 70 bin liranın bir bölümünü küçük kızım için harcadım. Şimdi bizden 7 yıllık faiziyle birlikte 200 bin lira isteyeceklerini öğrendim. Elimdeki tüm varlığımı satsam da o parayı karşılayamam. Kızımı teröre kurban verdim. Kızım mı suçlu, koruyamayan devlet mi? Ödeyemeyeceğim paranın karşılığında da cezaevine girer yatarım” dedi. ÇGD’den ödül yağdı ANKARA/ESKİŞEHİR (Cumhuriyet) Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) 2013 yılının en başarılı gazetecilerini açıkladı. Haber, röportaj ve fotoğraf dalında Cumhuriyet üç ödüle değer görüldü. ÇGD Eskişehir İç Batı Anadolu Şubesi’nin Uğur Mumcu anısına verdiği ödülleri ise yazarımız Işık Kansu ve İlhan Taşcı aldı. ÇGD Yönetim Kurulu, başvurular ve yapılan öneriler üzerinden yaptığı değerlendirme sonuçlarına göre 2013 yılının başarılı gazetecilerini belirledi. Özel Onur Ödülü, Gezi Direnişi’nde hayatını kaybeden Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan ve Medine Yıldırım’a verilecek. Cumhuriyet muhabirlerinden Sinan Tartanoğlu, “Örümcek adama namaz kıldırdı” haberiyle Rafet Genç Haber Ödülü; Meltem Yılmaz, Gezi Anneleri’yle yapılan “Katilleri biliyoruz” söyleşisi dolayısıyla röportaj, foto muhabiri Necati Savaş ise Mustafa Balbay’ın tahliye olduktan sonra oğlu Deniz ile ilk kucaklaşma anını ölümsüzleştirdiği “Babam değil mi o” karesiyle de fotoğraf dalında ödül aldı. Uğur Mumcu Gazetecilik Ödülü’nü ise Evrensel muhabiri Hasan Akbaş, “Ethem’i şikâyetçi yapmışlar” haberiyle kazanırken Birgün’den Can Uğur, “Bir bakış baktın” haberiyle Mustafa Ekmekçi Haber Ödülü’ne değer görüldü. ÇGD Eskişehir İç Batı Anadolu Şubesi’nin Uğur Mumcu’nun anısına verdiği ödüller de sahiplerini buldu. “Yılın Hukuk Savaşçısı” ödülünü İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, alırken gazetemiz yazarı Işık Kansu ile İlhan Taşcı da Uğur Mumcu anısına verilen yılın gazetecilik ödüllerinin sahibi oldu. Köşk’ten prosedürlü yanıt İstanbul Haber Servisi Balyoz davasından 16 yıl hapis cezasına çarptırılan emekli Tümgeneral Recep Rıfkı Durusoy, kanser, kalp ve böbrek hastalıkları nedeniyle yaşam hakkı tehlikeye girdiği gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den tahliyesini istedi. Durusoy’u avukatına izlemesi gereken işlemlerin sıralandığı bir yazı gönderildi. Durusoy’un avukatı Hakan Tunçkol, Gül’e yaptığı başvuruda Durusoy’un kanser olduğunu ve bir böbreğinin alındığı, daha öncek bypas ameliyatı olduğunu, Durusoy’un günde 20’ye yakın ilaç kullandığını anlattı. Avukat Tunçkol dilekçesinde “Cezaevinde diyete uyamadığı için diğer böbreğini de kayıp etmek durumunda. Müvekkilimin yaşam hakkı tehlikeye gitmiş ve de iyileşme tedavi olma hakkı tehlikededir. Durumun bir an önce ele alınarak tahliyesinin sağlanması saygı ile arz ederiz” dedi. Tunçkol’a elektronik postayla aracılığıyla gönderilen yazıda “Sayın Cumhurbaşkanı’nın resen af yetkisi yoktur” denilerek, izlenmesi gereken işlemler şöyle açıklandı: “Hükümlünün söz konusu şartlara uyup uymadığını belirleyen devlet hastanesince verilmiş sağlık kurulu raporu ve bunu onaylayan Adli Tıp Kurumu raporlarına ve diğer belgelere ait işlemler ilgili Cumhuriyet savcılıklarınca yürütülmekte, tamamlanan dosyalar Adalet Bakanlığınca, Sayın Cumhurbaşkanına sunulmak üzere Genel Sekreterliğimize gönderilmektedir.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle