02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 OCAK 2014 PAZARTESİ 6 pazartesİ söyleşİlerİ ‘AKP kapitalizmin partisi. Din ise üzerine giydiği giysi’ diyen Prof. Dr. Bilsay Kuruç: İktidarın geleceği yok ÖZLEM YÜZAK İsterseniz önce Türkiye’nin bugünkü tablosunu çizmekle başlayalım sohbete... Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un önayak olmasıyla başlayan ve Ankara Üniversitesi’nin desteğiyle bu yıl üçüncüsü düzenlenen “21. Yüzyıl İçin Planlama Kurultayı”nda hem Türkiye’nin imalat sanayii gücü, yüksek teknoloji üretimi, insan kaynağı, kadın istihdamı konuları masaya yatırıldı hem de içinde bulunduğumuz yüzyılın dinamikleri ve diğer ülkelerin bu konuya nasıl bir planlama aklı ile baktıkları tartışıldı. Prof. Bilsay Kuruç ile kurultay sonrasında bir söyleşi gerçekleştirdik. u Ülke freni boşalmış bir şekilde siyasi ve ekonomik istikrarsızlık girdabında yokuş aşağıya yuvarlanırken planlamayı, üstelik 21. yüzyıl için planlamayı konuşmak abesle iştigal gibi gelebilir kimilerine. Ama öte yandan, “dünyanın en büyük 17. büyük ekonomisiyiz” ya da “güçlüyüz, bize bir şey olmaz, krizler teğet geçer” derken bir anda dünyanın “en kırılgan beş ekonomisinden” biri haline gelmemiz bugüne ve geleceği ilişkin bir stratejimizin olmamasında RTE, Sınıra Dayandı Bir insan, güç olarak nereye kadar ulaşabilir? Bu soru Erdoğan için... Durmadan daha büyük bir güce ulaşma çabası nereye kadar? Kısa tarihine çok şeyler sığdırdı, epey şey başardı. Türkiye’de hemen her şey ondan sorulur oldu... İşadamları bile onun iki dudağı arasında sıkışıp kaldı. Medya patronları diz çöker gibi oldular veya bir kısmı öyle davranıyor hâlâ. Ama ilk fırsatta bıçaklarını saplayacaklarına kuşkum yok. Ama büyük başarısızlıklar yaşamaya başladı “Usta”. Mesela Ortadoğu’da İslam ülkeleri lideri olma düşü çöktü. Suriye’de karizmayı tam çizdirdi. Cemaatin, iktidarın ve çevresinin, yolsuzluk ve rüşvetten şişmiş karnını delik deşik etmesini engelleyemedi! İşadamlarına bağırıp çağırıyor, ama korku eşiği aşıldı, artık vayy sen TÜSİAD diye bağırmasının eski etkisi kalmadı. Bir de onlara vatan hainleri diye seslenmesin mi! Oysa kendisinin bu yolda attığı bütün adımlar “milli ekonomi”yi çökerten cinsten, onlara artık tarih olmuş “vatan haini” suçlaması yapıyor, ama bu yaptığının belki de esas “vatan hainliği” olabileceğini hiç düşünmeden... HHH Bir nefret dolu ki, sorma gitsin.. “Sağlam İrade” sloganlarına sığındı, demek istiyor ki “dimdik ayaktayım hâlâ, hepinizin canına okurum”. Ama aldırış eden?! RTE sınırına gelip dayandı. Hatta duvara çarptı, gerilemeye başladı! Bir HSYK’yi geçiremedi! Sağa gitti, sola gitti, Meclis’te adamları tekme tokat kafa göz yardı... Yalnız kaldı “Usta”. Kendisi ve adamları... Tek Allah’ın kulu yanında değil! ABD ve AB’den sert uyarılar geliyor, onları ikna için Brüksel’e uçtu “Usta”... “Paralel devlet”i anlatmaya, HSYK’nin neden değişmesi gerektiğine inandırmaya kalkıştı. Ama kendisine “yolsuzluk ve rüşvet” dosyaları gösterildi, “savcıların elini serbest bırak da olayı araştırsınlar” öğüdünü aldı. Bir zamanlar baş destekçileri olan Amerikalı Abramowitz ve Edelman isimli Türkiye uzmanları, Washington Post’taki son yazılarında, Erdoğan’ın tek amacının “Rüşvet ve soruşturmaları savuşturmak değil, aynı zamanda muhalefeti bastırmaya ve Türkiye üzerindeki kontrolünü genişletmeye çalışıyor” diyorlar... El Hak! Şu sözlere bakın: “Erdoğan’ın şu an izlediği yol, Türkiye’yi mükemmel olmayan bir demokrasiden, otokrasiye taşıyor. Bu kadar yakın bir müttefikin ve NATO üyesinin böylesine bir kadere sahip olması, ikili ortaklığa, Amerika’nın zaten sıkıntıda olan prestijine ve bölgenin demokratik geleceğine derin izler bırakabilir. Bu durum Türkiye’nin ekonomisine de zarar verebilir.” AB’nin Genişlemeden Sorumlu Yüksek Komiseri Stefan Füle, HSYK değişikliği ile “Kontrol bakana geçiyor. Dolayısıyla bu, Kopenhag kriterlerinin önemli bir unsuru olan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve Türkiye’de kuvvetler ayrılığı konularında ciddi endişelere yol açmaktadır” diyor. Gül de, anayasaya aykırılık durumunda onaylamayabileceği işaretini veriyor. RTE bombardıman altında, HSYK’yi askıya alıyor. Bakanın, HSYK’deki dairelerde yaptırdığı adam değişikliği ile yetinecek şimdilik. İstediği savcıları görevden aldırtıyor, dosyaları kapatacak savcıları da atıyor henüz... HSYK’yi askıya alması, gücünün sınırını belirliyor. Başbakan, tüm güçlere sahip olmak için “kendini aşan” bir çaba içindeyken, birden her şeyi gerçekleştiremeyeceğini gördü. Bu, gerilemeye başlamaktır! HHH Hele dünkü konuşmasında, Sarıgül’ü CHP’den Baykal’ın 2004’te partiden attırmak için hazırlattığı “yolsuzluk dosyasını” göstererek kürsüden saldırması, gerilemesinin ve İstanbul’u kaybetme paniği içine girdiğinin bir göstergesi! O dosya, bildiğim kadar yargıdan da geçmişti. 11 yıldır iktidardasın, neden Sarıgül’ü mahkemeye verdirmedin! Acaba elinde Sarıgül’ün önde gittiğine ilişkin, yaptırdığı bir araştırmanın sonuçları mı var!? Öyle olsa gerek ki, Topbaş yerine bizzat kendisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı kampanyasını sürdürmeye başladı! Burayı kaybederse, diktatörlüğüne destek olarak kullandığı “milli irade” tarafından götürülme sürecine girdi demektir. Tabii, İstanbul’un akıttığı rant kesildi mi, yandı gülüm ketenhelva.. HHH Başbakan, genişlemebüyüme gücünün sonuna ulaştı. Bu net gözüküyor. Dikta heveslileri süreç içinde hep yalnız kalır! Türkiye, RTE’nin mutlak güç istediğini kaldırabilecek ne ananas ne muz cumhuriyetidir. Her ne kadar muhafazakârlık ülkemin damarlarına işletilse de, Cumhuriyetin bu ülkeye kazandırdıklarını değil RTE, hiçbir diktatörlük heveslisi yerli ve yabancı güç yok edemez... Kısa sürede, bunları doğrulayan yeni gelişmelere tanık olacağız. Toplumsal ve ekonomik maliyetin çok fazla arttığı bir dönem yaşıyoruz. Bir anlamda çıkmaz sokaklarda dolaşıyoruz. Borçlanan ama yatırım yapamayan; istihdam yaratamayan bir ülke haline geldik. Tasarruf oranı GSMH’nin yüzde 12’sine kadar düştü. Bu tabii yatırım yapılmasının önündeki en büyük engellerden biri. Örneğin Çin’de bu oran yüzde 45. Çin yaptığı tasarrufu yatırıma ayıran bir ülke. Yatırım yapabilmek önce kafa ile, bilim aklı ile oluyor. Ve her şeyin tasarrufla aşılması gerek. Yaptığı tüm harcamaları, bütün yatırımları topluma fatura eder devlet. Başka türlüsü mümkün değildir. Eğer geleceğin ülkesini fatura ederse toplum bunu kaldırır. Biz ise yüksek inşaatı, ithal arabaları, ithal oyun ve oyuncakları fatura ediyoruz topluma. Toplum da bunu kabulleniyor ama sesini çıkartmıyor... İki nedenle. Birincisi toplumun yapısı o zaman buna o kadar uygun değildi. Örgütlülük daha fazlaydı örneğin. İkinci neden dünyada bu kadar fazla likidite bolluğu yoktu. IMF kredileri, Dünya Bankası o zaman Türkiye’yi ihracat yapmaya zorluyordu ama ülkede ihraç edecek fazla bir şey yoktu. Bir yandan giderek artan bütçe açığı, ithalat... Öte yandan yepyeni kurulmuş bir parti. Size kalkıp “kemerlerinizi sıkın” diyemez. Bu yüzden olabildiği kadar ihracat, olmadığı yerde hayali ihracat. Turgut Özal açığı büyüttü, yüksek enflasyon yarattı. 15 yıl kâbus gibi üzerimize çöken yüksek enflasyon. Bu yapı bizi aldı 2002’ye getirdi. 2001 krizinde Hazine özel sektörün borcunu üzerine aldı. Kamu borcunun GSMH’ye oranı yüzde 35 idi, 3 ayda yüzde 70’e çıktı. Böyle yaparak özel sektörü de memnun etti, dünya kapitalizmini de... O konjonktürde pek yoktu... Neden? Başka türlü yapma olasılığı var mıydı? ANAP da sermayenin partisi, AKP’ye de aynı şeyi söylüyorsunuz. Buradan yola çıkarak hangi benzerlikleri kurabiliriz? Uyuşturucuya alıştırmak gibi. Recep Tayyip Erdoğan’ın politikaları insanları borçlandırarak bir şeylere sahip etmek üzerine kurulu... Tabii insanlar da daha önce hiç elde etmediklere şeylere sahip oluyorlar. Farkında olmadan güzel bir şeymiş gibi kabul ediyorlar..Hatta “ne güzel hükümetimiz bize borçlanma hakkı veriyor” diyorlar. Geliri ne olursa olsun borç Evet ama düşünmüyor borcu, “Nasıl olsa taksitle ödüyorum” diyor... Yeni giysiler, yeni cep telefonu... Statüsü de yükseliyor bir yandan... 15 yıl önce çulsuzdu, şimdi evi, arabası var. Aslında bu kapitalizmin insanı esir alması anlamına geliyor. AKP kapitalizmin partisi. Din ise üzerine giydiği giysi. Dünya kapitalizmi Türkiye kapitalizmine diyor ki “Gel al sana ucuz kredi, üretme sen, ithalatı benden yap. Hem bende bu ürün daha ucuz, hem verdiğim kredinin faizi daha düşük.” Döviz kredisi ile ithalat yapıldı 2002’den beri. Uluslararası konjonktür de buna çok Ama borcuna da sadık öte yandan... lanıyor. Aslında bir dereceye kadar haklı; halk ev, araba sahibi olmamış daha önce. Borcu hiç düşünmüyor. müsaitti. ABD dünyaya dolar bastı. Bunu bilerek yaptı... AB’nin kimi çevre ülkeleri bu yüzden çöktü. Yapay bolluğa alıştı ülkeler. Örneğin Yunanistan’ı borçlardırarak olimpiyat bile yaptırdılar. İktidarlar bolluk vaadi ile seçimleri kazandılar. Kendi iradesine önem veren bir siyasi yapı bunu kontrol edebilirdi. Belki bunu reddedemezdi ama seçici olurdu. Önceliklerini ülkesinin uzun vadeli kalkınması doğrultusunda belirleyebilirdi. Ama sermayenin partisi iseniz bunu yapamazsınız. 1980’lerde sermayenin partisi olma olgusu ANAP ile başladı. ANAP zaten sadece iktidar olmak için kuruldu. Sermaye partisi Türkiye’de menfaat dağıtmakla yükümlüdür. ANAP bunu bir ölçüde yaptı ama bir ölçüde de yapamadı. Buna kim hayır diyebilirdi ki? ANAP iktidardan düştüğü anda yok oldu. AKP, ANAP’a göre çok şanslı bir zamanda iktidara geldi. ANAP döneminde ve peşinden sürdürülen politikalarla önemli bir rantiye sınıf yaratıldı. Ve bundan en çok kim yararlandı dersiniz? Yeşil sermaye. Dolar faizi sayesinde güçlenerek iktidar oldular, önce Refah Partisi, sonra AKP... Tamam AKP, ABD’nin şekillendirmesi ile kuruldu ama arkasında büyük zenginlik var. Yüksek faiz başta olmak üzere. Tefecilik ve ticaret, et ile tırnak gibidir. İkisi birden gelişti. AKP’nin arkasında işte bunlar var. Daima hazır altyapıları kullandılar. Hazine arazileri üzerine inşaat, AVM’ler... Özelleştirilen enerji ama aynı zamanda eğitim, sağlık... Örneğin Ankara Tıp Fakültesi, İbni Sina Yüksek İhtisas hepsi özel sektöre devredilmeye hazır bekliyor. 21.YÜZYIL FARKLI BİR PERSPEKTİFE AÇILACAK Dünyayı bilim şekillendirecek Ana mesele 21. yüzyılı doğru kavrayabilmek ve oraya adım atabilmektir. 21. yüzyıla nasıl ve nereden girebileceğimizdir. Çünkü, orası ortalamaların değil, en iyilerin dünyası olacaktır. Üniversite o dünyanın, en iyiye erişebilmenin ilk durağı. Aklın ve aydınlanmanın gerçek vârisi olduğu için, bilimin ve geleceğin beşiğidir. Böyle bakmalıyız ve bunun gereğini yapmalıyız. Onun için, planlama kurultaylarının yeri, adresi üniversite oluyor. 20. yüzyılın aklı planlama aklı olmuştur. Bilimde ilerleyen toplumlar da tesadüflerle değil, planlı (büyük veya küçük) adımlarla yürüdüler. Daha önce hayal edilmeyen noktalara böyle erişildi. “21. Yüzyıl İçin Planlama” başlığı bir teklifi dile getiriyor: “21. yüzyıl için teklifiniz nedir?” 2 yıldan beri peşi pişine Planlama Kurultayları düzenliyorsunuz. Bu seferki ana temanız “21. Yüzyıl İçin Planlama”. Bu kurultaylarla neyi amaçlıyorsunuz? 21. yüzyılın yolunu bilim gösterecek. Bilimin böyle bir meselesi yoksa toplumun da olmaz. O zaman sadece sürüklenmiş olur. Din gibi kapladı dünyayı küreselleşme. Bu öyle kendiliğinden olmadı. Geniş çaplı bir imalat herkesi esir aldı. Hepimiz birlikteyiz, küreselleşme hepimizin yararına sloganı ile. Toplumun yapılarında ağır hasar yarattı bu durum. 21. yüzyılda toplumları bilim ve bilimsellik şekillendirecek. Ama küreselleşme ana merkezde şekilleniyor. Merkezler bilimi çevreye vermek istemiyorlar. 21. yüzyıl insanların sayılarla olmaktan çok nitelikleri ile sahneye çıktıkları bir yüzyıl olacak. Türkiye’nin genç nüfusu bir şans ama doğru değerlendirilirse. Cumhuriyet kurulurken bu genç insan kaynağı yoktu. Bugün Türkiye için en ciddi açık, öyle döviz açığı falan değil, insan kaynağındaki açık. Türkiye 21. yüzyıla nasıl giriyor sizce? “Teklifimiz, planlamadır” diyoruz. PORTRE / PROF. DR. BİLSAY KURUÇ 1935 İstanbul doğumlu olan Kuruç, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi eğitiminin ardından 1963’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne asistan olarak girip burada doktora, doçentlik ve profesörlük derecelerini aldı. Ardından Pittsburgh, Sussex ve Oslo üniversitelerinde araştırmacılık ve öğretim üyeliği yapan Bilsay Kuruç, Türkiye’ye dönüşünden sonra CHP Araştırma Bürosu sorumluluğu ve 197879 yılları arasında da Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevlerinde bulundu. “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye” kitabının da yazarı olan Bilsay Kuruç, halihazırda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi yüksek lisans ve doktora programlarında Türkiye’nin iktisadi gelişme süreçleri üzerine dersler vermektedir. AKP’nin kaderi belli Prof. Dr. Bilsay Kuruç, iktidar partisinin de tıpkı ANAP gibi zaman içerisinde eriyip tamamen ortadan kalkacağını iddia ediyor ANAP iktidardan düştüğü anda yok oldu demiştim. AKP de ANAP gibi sadece iktidar partisi olmak için kuruldu. Ve şimdi yok olacak. AKP ekonomiyi 2 motorla yürütüyor. Biri ithalat, diğeri gayrimenkul. Döviz ikisini de etkiliyor. İthalat bütün sanayiyi etkiliyor. Dış açık 60 milyar dolara sabitlendi. Üstelik büyüme hızından bağımsız. Yatırım da yapılamıyor. Büyüme hızı düştü, yatırım düştü, tasarruf zaten çok düşük. Yatırım dedikleri şey özelleştirme... Gerçekten yeni ve istihdam yaratacak yatırım yok. Bu yüzden içerde paylaşılan ganimet ön plana çıktı. Bölüşüm sorunu yani. Ve bu da AKP’yi çökertiyor Bazı ürünlerin doğal sınırları vardır. İnşaatta da bu sınırın sonuna doğru geliniyor. Kime yapıyorsun bu inşaatları? Borçlanabilene... Ve bunun da bir sınırı var. Kentsel dönüşüm çare mi? Peki bundan sonra ne olacak? Peki merkez sol bu boşluğu doldurabilecek mi? nüşüm değil. Rant ve yeşil alanların yok edilmesi... Vatandaşın borçlanma oranı gelirin yüzde 5’inden başladı. Yüzde 50’sine ulaştı şimdi. Geri dönmeyen krediler bankaları zorlamaya başladı. Bilançoları bozuluyor. Merkez Bankası da sıkışık durumda. 40 milyar dolar net rezervi var. Bunu indirirse o zaman dış borçlanma riski pahalaşır... Durum tehlikeli. Yeni kredi alması zorlaşır ve daha yüksek faiz ödemek zorunda kalır. Yapısal tablo kötüleşiyor. Daha önce borçlanarak yatırım yapan bir Türkiye vardı. Şimdi sadece yatırım yapamayan ama borçlanmaya mahkum bir Türkiye var. Yatırım yapmadan bu durumdan çıkma imkânı yok. Önce AKP’nin sona erdiğini görmek lazım. Demek ki bir siyasi boşluk doğacak. Ve daha fazla sağa kaymaya tahammülü olmayan bir Türkiye var. Henüz bunu görmüyorum. Süratle bu boşluğu görüp ona göre tezlere sahip olan bir parti lazım. GSMH’sinin yüzde 25’ini yatırıma ayıracak, istihdam yaratacak, kadına ekonomide yer açacak, konuşan serbest bir Türkiye... Tabii. Öncelikle neye yatırım yapılacak.. Dünyaya kendini kapatmayan ama kendi iradesine de sahip bir yönetim anlayışı... Örneğin dış borçlanmayı uzun vadeye yayabilmeli. Evet ama doğru bir Türkiye diplomasisi bunu aşabilir. Ve şunu anlamalıyız. Artık tek kapitalizm devri sona erdi. Çeşitli ve farklı kapitalizmler gündeme gelecek bundan sonra.. Bu, şimdiki konjonktürde zor değil mi? O zaman iş geliyor planlamaya dayanıyor herhalde... Hem siyasi hem de ekonomik açıdan tıkanmış bir Türkiye tablosu var önümüzde. Çıkış yolu için önerileriniz ne peki? O da değil... Zaten yapılan da doğru bir kentsel dö
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle