03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 OCAK 2014 PERŞEMBE 12 GÜNCEL n Baştarafı 1. Sayfada HABERLER CÜNEYT ARCAYÜREK RTE’nin Avrupa Birliği’ni hizaya getirdiğini öne sürerek bin dereden su getiren gerekçelerle savunan, iddia eden başlıklara da yorumlara da rastlamadım. Eh tabii ustaları hele bir kendine gelsin. AB ve AP’den gelen uyarıları kendi lehine halka, kamuoyuna nasıl yutturacağını irdeleyip saptasın, bu yönlü açıklayan nutuklar atmaya başlasın. Görün siz yandaş medyanın yalaka kalemlerinin RTE’nin paralel devlet, devlet içinde devlet olmaya soyunan cemaatle nasıl savaştığını; Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’nun bu açıklamalarla tatmin olduğunu okuyacak, TV’lerde izleyeceksiniz. Nihayet AB ve AP yöneticileri uygarlığı sonradan gören insanlar değiller. RTE gibi kendini eleştirenlere ağız dolusu hakaret ile karşılamazlar elbette. Bu nedenle çağrılarını geri çevirmeyerek Brüksel’e gelen Başbakan’la “içten görüşmeler” yaptıklarını söylüyorlar. HHH İyi güzel de bütün bunlar; AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun RTE ile yaptığı görüşmeden sonraki içtenlikli açıklamalarını özetlersek... ...AB’nin Başbakan’ı hukukun üstünlüğüne ve yargının tarafsızlığı ile yargı erkinin korunmasına riayet edilmesini içeren uyarı namı altındaki vurgulamalarına ne demeli? Başbakan, bildiğimiz Başbakan. Uyarıları destek anlamında yorumluyor. Aylardır Türkiye’de hatta dünya medyasında tartışma konusu olan, RTE’nin hukukun üstünlüğüne, yargı erkine müdahale eden karar ve uygulamaları ile hâkimler ve savcıların dışarıdan (cemaatten) emir aldığı iddialarını bağdaştırarak yargıyı emrine almayı amaçladığını AB’nin de AP’nin de yuttuğunu sanıyor. Oysa RTE ile görüşmeleri özetleyen AB Komisyonu Başkanı; “Sorunlar ne olursa olsun” diye başlıyor ve.. “hukukun üstünlüğüne, erklerin ayrılığı ilkelerine uyulmalıdır. Tarafsızlık endişeleri AB standartlarında çözülmelidir” diyor. Bu saptamalar ne anlama geliyor? AB yöneticileri RTE’nin savunularını, açıklamalarını Batı demokrasileri standartlarına uygun görmüş olsalardı, Başbakan’a: Sorunu çözerken hukukun üstünlüğüne, erklerin ayrılığı ilkelerine uyulmasına özen gösterilmesini ve yargının tarafsızlığı kaygılarının AB standartlarına koşut çözümlenmesi zorunluluğunu, altını çizerek söyler miydiler? HHH Ama Başbakan dönüşte havaalanında AB’nin bazı uyarıları olduğunu ve bu uyarılara HSYK teklifi komisyonda görüşülürken uyulduğunu söyleyerek yanıtladı. Oysa Başbakan, Brüksel’de: Türkiye’yi demokratik ülkelerden saydığı için, bu ülkelerde olduğu gibi, yani bizim de kuvvetler ayrılığında “hassas” olduğumuzu iddia eder... ...hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı noktasında da Türkiye’de sorun yok(muş!) der ve savcıların, polisin (tabii başta cemaatten) dışarıdan emir aldıklarını söylerken... Şimdi bu suçlamaya uygun düşen gerekçeyle, HSYK kararnamesiyle; herhalde dışarıdan talimatla hareket eden, karar veren 96 hâkim başka illere, başka görevlere atanıverdi.. HHH Ve... Başbakan’ın, AB ve AP başkanlarına, üzerinde durdukları konularda “güvence verdiğinin” açıklandığı sırada... ...CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in, Alsancak Limanı’ndaki yolsuzluk operasyonunu yürüten İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş’ı telefonl a birkaç kez arayarak “yolsuzluk soruşturmasını durdurmasını” istediğini, başsavcının, hukuksuz bir davranış olmadığı için bu talebi yerine getirmeyi reddetmesi üzerine, “Dediklerimi yapmazsan sonuçlarına katlanırsın” diye tehdit ettiğini bir tutanakla HSYK’ye gönderdiğini açıkladı. Hükümetin güdümünde olan HSYK, tutanağı çöp sepetine attı ve... Son kararname ile Başsavcı H. Baş’ı Samsun’a gönderiverdi! Bitti mi? Hayır! MİT’e ait içinde yiyecek dolu diye yutturulmak istenilen ancak silah ve malzeme dolu TIR’ları araştırma emri veren Adana Başsavcısı’nı Antalya’ya, Balyoz savcısını Bakırköy’e göndererek bu hükümet; Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü konularında ne kadar ve ne denli hassas olduğunu kanıtladı. Bu konularda AB’ye verdiği güvenceler mi? Onlar Brüksel’de kaldı! Savcıdan tehdit MURAT İNCEOĞLU Polisler tarafından adliyede darp edilen avukatlara soruşturma GÜNDEM n Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY Gezi eylemleri sırasında gözaltına alınan müvekkillerine yemek götürürken polisler tarafından darp edilen avukatlar hakkında soruşturma açıldı. Dosyayı inceleyen avukat Tolga Çakır, savcıya hazırlık yaptıktan sonra ifade vereceğini söyleyince savcıdan “Bu örgüt tavrı” yanıtı aldı. İstanbul Adliyesi’nde 8 Temmuz 2013 günü gözaltındaki müvekillerinin sorgusu gün boyu sürünce avukat Tolga Çakır, Elif Çalışkan ve Sevim Sarıkaya’ya, görevliler ile görüşerek nezarethaneye yiyecek getirdi. Avukat Çakır’ı, Çalışkan ve Sarıkaya nezarethaneye girdikten sonra iki sivil polisin bağırmaya başlamasının ardından polisler 3 avukatı darp ederek dışarı çıkardı. Yaşananların ardından avukatlar polislerden, polisler ise avukatlardan şikâyetçi oldu. Polislerin 10 Temmuz günü yaptığı şikâyet üzerine avukatlar hakkında soruşturma açıldı. Polisler avukatların kendilerini döverek nezarethaneye kadar girdiğini, hakaret ettiklerini ve görevlerini yaptırmamak için direndiklerini iddia etti. Şikâyetçi polisler sadece kendileri ile sınırlı kal ‘Olaydan örgüt çıkarmak düşüncesi vardı’ Soruşturmadan tesadüfen haberdar olduğunu belirten avukat Tolga Çakır, dosyayı görmek için savcılık kalemine gittiğinde, dosyanın savcıda olduğunu öğrendi. Çakır yaşadıklarını, “Savcının odasına gittim ve dosyayı inceledim. 15 dakika kadar sürdü, ardından dosyayı verdim ve çıkıyordum. Savcı Rasim Işıkaltın arkamdan ‘Hop nereye gidiyorsun. İnceledin o kadar ifade vermeden nereye gidiyorsun?’ diye seslendi. Kendisine ifade vermeyeceğimi, önce durumdan baroyu haberdar edeceğimi, ardından gerekirse bir avukat ile geleceğimi söyledim. Savcı bu kez, ‘İfade vermeden gidersen tutanak tutarım. Bunu örgüt tavrı olarak değerlendiririm’ dedi. Dosyayı incelediğimi ve ifade vermeyeceğimi yazarak imza atmamı istedi. Ben de kendisine isterse dosyayı incelediğime dair imza vereceğimi ama ifade vermiyorum şeklinde bir beyanım olmadığını ifade ettim.” Tartışmanın ardından avukat Çakır’ın elinden kimliğini alarak fotokopisini çeken savcı Işıkaltın, Çakır’a diğer avukatlar ile aynı büroda çalışıp çalışmadığını sordu. Çakır, “Sanırım savcı olaydan bir de örgüt çıkarmak düşüncesindeydi. Ancak diğer avukatlar ile o gün adliyede tanıştığımı ve bizim şikâyetçi olduğumuz dosyaya baksaydı bunu görebileceğini söyledim” dedi. Avukatların şikâyetçi olduğu dosyada, polisler tarafından darp edildikleri güvenlik kamerası görüntüleri ile belirlenmişti. Adliyenin güvenliğinden sorumlu Akdeniz Güvenlik Şirketi, darp olayının nasıl yaşandığı bölümlere ilişkin ise görüntü olmadığını iddia etmişti. mayıp avukatların sorgu hâkimine de hakaret ettiklerini, duruşma sonrasında hâkime “Sen Fethullah’ın askerisin, nasıl tutuklarsın” dediklerini iddia etti. Olay günü zanlıların tutuklanmasına karar veren Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimi Salih Cantürk ise ifadesinde, kararı açıklamasının ardından UYAP’a giriş yapmak için yan odaya geçtiğini, hakaret edildiğini duymadığını ifade etti. Ancak Cantürk, duymamasına rağmen, “Hakaret edildiyse şikâyetçiyim” diyerek avukatlardan şikâyetçi oldu. Salondaki zabıt kâtibi de kararın açıklanmasının ardından tepki olduğunu ancak hakaret duymadığını söyledi. Özgürlük vurgulu beraat Mahkeme; 6 öğrenci için ‘Örgüte sempati üyelik, yaz kampı ise yasadışı değildir’ dedi. Telefon konuşmasının delil olamayacağını vurguladı ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Samsun’da Özgürlükçü Gençlik Derneği (ÖGD) üyesi olup, şiddet içermeyen eylemlere katılan 6 öğrenci hakkında, yasadışı Türkiye Komünist Partisi Kıvılcım terör örgütü üyeliği suçundan açılan davada beraat kararı çıkarken, mahkeme özgürlükçü bir gerekçeye de imza attı. Soruşturmayı yürüten savcı ve polise çarpıcı eleştirilerde bulunulan kararda, sanıkların TKP Kıvılcım örgütüne karşı sempati besliyor olmalarının bu örgüte üye oldukları anlamına gelmeyeceği belirtildi. Telefon konuşmalarının somut delillerle desteklenmediği sürece delil olamayacağını vurgulayan mahkeme, öğrencilerin internet üzerinden duyurularını yaptığı yaz kampının da “gizli”, “yasadışı faaliyet” olamayacağını kaydetti. Samsun Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından, Ekim 2011’de ÖGD’ye yönelik yapılan operasyonda 6 öğrenci gözaltına alındı. Savcılık tarafından sorgulanan öğrenciler, delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonunda tüm öğrenciler beraat etti. Süleyman İnce başkanlığındaki mahkemenin gerekçeli kararda şöyle denildi: “Sanıkların söz konusu gösteriye katılmış olmalarının tek başına bir örgütsel faaliyet olarak kabulü mümkün değildir” denildi. Kararda, şöyle denildi: “Uluslararası pek çok sözleşmeye konu olan örgütlenme özgürlüğü hakkının kapsamı dikkate alındığında; legal bir örgütün bir terör örgütünün uzantısı olduğunun iddia edilmesi durumunda; bu iddianın kesin ve tartışmasız deliller ile ortaya konulması gerekmektedir. Somut olayda bu deliller dosyada bulunmamaktadır. Sanıkların bir kısmının ÖGD’ye üye olmaları ve hatta bir kısmında TKP Kıvılcım örgütüne karşı sempati besliyor olmaları, söz konusu terör örgütüne üye oldukları anlamına gelmemektedir.” Balbay, Kabataşlılar Derneği’nin ödülünü alırken “Bu ödülü şu anda demirparmaklıkların ardında bulunan onlarca, yüzlerce yurtsever adına alıyorum” dedi. Ders gibi karar Aydın İnsan Ödülü Balbay’ın KAYHAN AYHAN/HAZAL OCAK Kabataşlılar Derneği’nin 2003’ten bu yana verdiği onur ödülleri sahiplerini buldu. “Ahmet Taner Kışlalı Aydın İnsan Ödülü” gazetemiz yazarı CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’a, “Ekrem Kadri Unat Bilim İnsanı Ödülü” de CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Mehmet Haberal’a verildi. Kabataşlılar Derneği’nin Onur ödülleri dün KELEV Feriye Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Ödül töreni saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından başladı. Törenda açılış konuşmasını Kabataşlılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Anıl Cansızoğlu yaptı. Ardından geçilen ödül töreninde “Ahmet Taner Kışlalı Aydın İnsan Ödülü” Balbay’a, verildi. Balbay “Ahmet Taner Kışlalı’yı, Uğur Mumcu’yu katlettiler. Bedenlerini aramızdan aldılar ama onları yok edemediler. Ruhları yaşamaya devam etti. Bizleri de şöyle düşündüler ‘biz bunları hapsedersek ruhlarını bedenleri öldürür.’ Bedenlerimizi, ruhlarımızın katili yapmak istediler. Bu ödül bunu başaramadıklarının kanıtıdır. Bu ödülü şu anda demirparmaklıkların ardında bulunan onlarca, yüzlerce yurtsever adına alıyorum. Silivri, Hasdal, Maltepe, Mamak, Sincan, İzmir cezaevleri adına alıyorum. Oluşturduğunuz gelenekle birlikte gene bu ödülü oralardan bir kardeşimizin almasını yürekten diliyorum.” dedi. “Ekrem Kadri Unat Bilim İnsanı Ödülü” nü alan Prof. Haberal da, “Hepimizin bir tek görevi var. Ülkemizi yükseltmek ve yüceltmek. Adaletin ve özgürlüğün olmadığı yerde mutluluk olmaz” diye konuştu. Gecede ayrıca “Süleyman Seba Spor Onur Ödülü’nü Beşiktaş Hentbol Takımı ve Devrim Cenk Ulusoy’a, “Behçet Necatigil Edebiyat Onur Ödülü” Cezmi Ersöz’e, “Feyyaz Tokar Kültür İnsanı Onur Ödülü” İlber Ortaylı’ya, “Adnan Kahveci Devlet Adamı Onur Ödülü” Metin Feyzioğlu’na, Kabataşlılar Derneği Özel Ödülü “Çarşı”ya verildi. olduğu iddiasıyla takibe alınıyor, durduruluyor. Polisler savcılığın talimatını yerine getirmek için arama yapacaklarını bildiriyorlar. TIR’daki görevliler buna karşı çıkıyor. Kızılay adına çalıştıklarını, insani yardım götürdüklerini söylüyorlar. Arama tartışması büyüyor. Ankara hemen devreye giriyor. TIR’ların MİT’in faaliyetleri çerçevesinde yol almakta olduğunu açıklıyor. Sonrası MİT’olojik gelişiyor. Polis TIR’ların peşinde, hükümet TIR’ların peşine düşen savcı ve jandarmapolisin peşinde... Peş peşe konvoy halinde gidiyorlar. Başbakan, kendi izni olmadan TIR’larla ilgili işlem yapılamayacağını söylüyor. Bunun devamında da kuşkuları gidermek bir yana, arama kararı verenlerle ilgili işlem yapılacağını duyuruyor. Devlet kurumlarının birbiriyle gerilimli olduğu zamanlar yaşanmıştır, ama hükümet görevlileriyle devlet görevlilerinin karşı karşıya gelişine ilk defa tanık oluyoruz. HHH Türkiye’den Suriye’ye değişik yöntemlerle yasal olmayan yollardan silah ve mühimmat gittiği bilinen bir “sır”. Bunu Ankara da gizlemiyor, Suriye’de Esad rejiminin gitmesi için her şeyi yaptığını, yapacağını ilanen duyuruyor. Başından beri sakat ilerleyen Suriye politikası aynı havada devam ediyor. Türkiye içinde kamuoyu ile paylaşılmayan yöntemlerle silah imal edildiği, bunların yine AKP tipi yöntemlerle Suriye’ye götürüldüğü, TIR şoförlerinin ifadeleriyle sabit. Yalanlanmamış bu ifadeler bugün sıradan gelişmeler gibi görülebilir, ama “Suriye’ye silahi yardım” giderek uluslararası bir soruna dönüşüyor. Türkiye’nin etrafındaki bunalımlara karşı geleneksel tutumu, uluslararası hukukun dışına çıkmamak, komşu ülkelerin iç işlerine karışmamaktır. Ankara doğrudan zarar gördüğü durumlarda bile buna özen göstermiştir. Bugün tam tersi bir politika izleniyor. Geçmişteki politika sıklıkla “statükocu”, “pasif”, “edilgen”, “sinik” gibi sözcüklerle eleştiriliyordu. Bugünkü politika ise Türkiye’yi hem kendi içinde hem komşularıyla hem de uluslararası alanda zora sokacak şekilde derinleşerek ilerliyor! HHH AKP devleti Esad’ın devrilmesi için gizli TIR seferleri düzenleyecek kadar her türlü yöntemi denerken Şam rejiminin uluslararası alandaki konumu da kısa sürede devrilmeyecek bir zemine oturdu. Cenevre öncesi yayımlanan fotoğraflar tek sözcükle vahşi. Bunun savunulacak hiçbir yanı olamaz. Bu vahşet fotoğraflarının Cenevre görüşmelerinden önce servis edilmesi, siyaset ve diplomasi diline yerleşen bir sözcükle ifade etmek gerekirse, manidar. Şunu vurgulamadan geçemeyeceğiz: Geçmişte de dünya kamuoyundan dışlanmış diktatör yöneticiler için böylesi “toplumu galeyana getirici” vahşet görüntüleri yayımlanmıştı. Bunların çoğunun tam anlamıyla gerçeği yansıtmadığı bir süre sonra ortaya çıkmıştı. Ancak o zaman diliminde de oluşturulmak istenen kamuoyu hedefine ulaşılmıştı. Suriye olayı, Şam rejiminin kabul edilemez insanlık dışı davranışlarından muhaliflerin kuralsız adımlarına kadar her yönüyle hukukun dışında gelişiyor. Sağ olsun bizim hükümet de hukuksuzluğa yabancı olmadığı için, gidişe ayak uyduruyor. HEKİMLERDEN MOBBİNG DAVASI Torba yasayı tanımıyoruz İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) AKP’nin “torba yasa” adı altında TBMM’den geçirdiği, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onay verdiği “tamgün” düzenlemesine karşı Ege ve Dokuz Eylül Üniversitesi tıp fakülteleri hastanelerinde görevli öğretim üyeleri, hükümete “hodri meydan” diyerek üniversiteleri terk etmeme kararı aldı. İzmir Tabip Odası da AKP’ye karşı mobbing (işyerinde duygusal taciz) davası açmaya hazırlanıyor. İzmir Tabip Odası Başkanı Suat Kaptaner, Ege ve Dokuz Eylül üniversiteleri tıp fakültesindeki öğretim üyeleriyle basın toplantısı yaparak yasaya tepki gösterdi. Kaptaner, tamgün Yasası’nın halkın Başarılı nakil operasyonsağlık hakkına larıyla adını dünyaya dusaldırı olduğunu, yuran Prof. Ömer Özkan, doktorla hasta Tamgün Yasası’nı eleşarasında kalması tirdi. Yasanın yeterli olgereken bilgilemadığını savunan Özrin kişilerin onayı kan, “Kendi adıma söylealınmadan resmi yeyim, beklentilerimi karmakamlara verilşılamıyor. Bir anda kumesinin önünün rumunuz mu, dışarısı açıldığını söyledi. mı? Bunları birçok yerleYasayla, üniverre bildirdik” diye konuşsite hastanelerintu. Yurtdışından çok sadeki doktorların yıda teklif aldığını kayözel hastanelerdeden Özkan, “Tek bekde “kiralık işçi” lentim Türkiye’nin önüolarak çalıştırılnü açacak operasyonları masının önünün yapmasına imkân sağlaaçıldığını vurguyacak yasal uygulamalalayan Kaptaner, rın yapılması” dedi. “Ege ve Dokuz Eylül tıp fakülteleri öğretim üyeleri, hekimlerin başına geçirilmek istenen bu torba yasaya boyun eğmeme ve üniversitelerini terk etmeme kararı aldılar. Hodri meydan diyoruz” diye konuştu. GÖSTERİLERE KATILMIŞ! Yaralayana değil, yaralanana dava İstanbul Haber Servisi Gezi Parkı eylemleri sırasında polis tarafından atılan biber gazı kapsülünün isabet etmesi sonucu kafasından yaralanan 16 yaşındaki M.A.T.’nin babası Mehmet T., “izinsiz toplantı ve gösterilere katılmaktan” oğluna dava açılmasını eleştirdi. Baba Mehmet T., mahkeme celbine şaşırdıklarını belirterek “Oğlumun yaralanmasıyla ilgili bulunduğumuz suç duyurusundan bir sonuç çıkmadı. Bütün dosyaları birleştirmişler. Daha dava bile açılmadı. Hiçbir gelişme yok” dedi. M.A.T., ailesinin yaşadığı İzmir’den tatil için geldiği İstanbul’da Gezi olaylarında yaralanmış ve aylarca Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yoğun bakımda kalmıştı. ‘Beklentilerimi karşılamıyor’ İHD’NİN RAPORUNA GÖRE GEÇEN YIL YARGISIZ İNFAZLA 36 KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ Hak ihlalleri tavan yaptı İstanbul Haber Servisi İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) hazırladığı “2013 Marmara Bölgesi İnsan Hakları İhlalleri Raporu”na göre, geçen yıl 36 kişi yargısız infaz sonucu yaşamını yitirdi, 122 kadın katledildi, 1924 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 155 kişi cezaevinde işkence ve kötü muameleye maruz kalırken, 238 yürüyüş, basın açıklaması ve oturma eylemine polis saldırdı. İHD, Gezi eylemleri sırasında insan hakkı ihlallerinin adeta olağan hale geldiğine dikkat çekti. İHD İstanbul Şubesi, Marmara Bölgesi’ni kapsayan hak ihlalleri raporunu dün açıkladı. Sokaklar ‘işkencehane’ Marmara Bölge Temsilcisi Meral Çıldır, 2013 yılında Gezi Parkı eylemleri ile başlayan ve devam eden hak ihlallerinin sonuçlarının ağır olduğuna dikkat çekti. Çıldır, eylemler sırasında sokakların “işkencehane” haline getirildiğini, polisin her türlü temel hak ve özgürlükleri rafa kaldıran tutumunun, saldırılarının ön lenemez hale geldiğini belirtti. Bu tutum nedeniyle binlerce insanın yaralandığını, 6 kişinin öldürüldüğünü anımsatan Çıldır, hukukun, insan haklarının her gün ihlal edildiğini, güvenlik güçlerinin can güvenliğini ortadan kaldırdığını vurguladı. Meral Çıldır, eylemlere ilişkin hazırlanan toplam 30 iddianamede 1240 kişi hakkında, “2011 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na Muhalefet” ve “Görevini yaptırmamak için polise direnmek” iddialarıyla dava açıldığını kaydetti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle