24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 OCAK 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI 9 başbakan ve bakan istifaları İ sveç’in efsane lideri Olof Palme’nin öldürülmesinden sonra Sosyal Demokrat Parti’nin başına geçen İngvar Carlsson, uzun, geniş bir yüze sahip olduğu için “ayakkabı suratlı” olarak anılırdı. Sonradan gelen liderlerden hiçbiri Palme kadar sevilmedi. Daha önce de bir yazımda belirttiğim gibi, İngvar Carlsson, 2 dönem liderlik ve başbakanlık görevinden sonra gençlerin önünü açmak için kendi isteğiyle görevden ayrıldı. Yerine Göran Persson geldi. Göran Persson, sosyal demokrat hareketi mutasyona uğratan, yüz yıllık “İsveç modeli”ni küresel ekonomiyle uzlaştıran bir lider oldu. “Politikada veya iş yaşamında biti kanlanan kişi, önce arabasını, sonra eşini değiştirirmiş...” Göran Persson da başbakanlığının son günlerinde ikinci eşinden de ayrılarak üçüncü kez evlendi. Büyük bir çiftliğin üzerine görkemli bir villa yaptırdı; “Bundan sonra kendi hayatımı yaşayacağım” diyerek parti liderliğini ve başbakanlığı bıraktı. Persson’dan boşalan Sosyal Demokrat Parti başkanlığına kadın lider Mona Sahlin getirildi. Ancak Sahlin’in, 1990 yılından beri peşini bırakmayan bir şanssızlığı vardı. O dönemde, Sosyal Demokrat hükümette bakanlık yaptığı günlerde yolu bir şekerci dükkânına düştü. 200 kron (yaklaşık 60 TL) değerinde “Toblerone” marka bir çikolata satın aldı. Ancak ödemeyi, kendi özel kartı yerine bakanlığın kredi kartıyla yaptı. Vergi dairesi bu uygunsuzluğu saptadı. Gazeteler günlerce yazdı, televizyonlar günlerce hakkında yayın yaptı. Adı “Toblerone’ci Bakan”a çıkan Mona Sahlin istifa etti. Sonraki yıllarda bu olay unutulmadı, yaşamının her önemli döneminde bir fatura olarak önüne kondu. Sosyal Demokrat Parti’de sadece bir dönem genel başkanlık yaptı. 2010 yılında alınan seçim yenilgisinden sonra, başbakan olamadan parti liderliğinden ayrıldı. İsveç Sosyal Demokrat Partisi, ilkelerinden uzaklaştıkça erimesini sürdürdü. Mona Sahlin’in yerine gelen Håkan Juholt ise, sosyal demokrat eğilimli Aftonbladet gazetesinin ortaya çıkardığı bir skandaldan sonra ayrılmak zorunda kaldı. Juholt, milletvekiliyken birlikte yaşadığı kız arkadaşının evini kendisine aitmiş gibi göstererek sevgilisinin devletten toplam 160 bin kron tutarında kira yardımı almasını sağladı. Skandalın ardından Juholt, borcun tamamını devlete geri ödeyerek istifa etti. Buraya dek Sosyal Demokrat Parti’deki lider istifalarını sıraladık. Bir de iki dönemden beri iktidarda bulunan liberal ve sağcı partilerden bakan istifaları var. Bu istifalar incelendiğinde, insan ister istemez, “İsveç hükümetlerindeki bakanlar, istifa etmek için adeta bahane MALMÖ arıyor” izlenimine kapılıyor. 2006 yılından bu yana iktidarda bulunan sağ koalisyonda çeşitli nedenlerle 4 bakanın istifasına tanık ALİ HAYDAR olundu. 2006 yılında, NERGİS sağ koalisyonun ilk günlerinde, Ticaret Bakanı Maria Borelius’un istifası geldi. Borelius, 15 yıl önce, çocuklarına bakan hizmetçiyi kaçak çalıştırmış; kayıt dışı olarak ödediği ücretin vergisini de yatırmamıştı. Bir sohbet sırasında dile getirdiği bu konudaki sözleri ihbar kabul edildi. Vergi dairesi hemen harekete geçti. Başbakan Fredrik Reinfeldt, Maria Borelius’un istifasını istedi. Kültür Bakanı Cecila Stego Chilo da, evinde kullandığı televizyonun yıllık 1500 kron (yaklaşık 300 TL) tutarındaki bandrol ücretini devlete ödememişti. Haberin gazetelerde yer almasından sonra Cecila Stego Chilo borcun tamamını ödedi; ardından da kötü örnek olduğu için İsveç halkından özür dileyerek istifa etti. Sağ hükümet koalisyonunun Milli Savunma Bakanı Sten Tolgfors ise geçen yılın mart ayında, İsveç’in, Suudi Arabistan’da silah fabrikası kurma gizli projesinin basına sızması üzerine istifa etmek zorunda kaldı. İsveç yasaları, diktatörlükle yönetilen ülkelere silah satılmasına veya ülkelerde ortak silah fabrikası kurulmasına izin vermiyor. Siyah bayan Nyamko Sabuni, sağcı hükümetin en sevilen bakanlarından biriydi. İsveç’e 12 yaşındayken gelmişti. Babası Kongolu siyasi bir göçmendi. Bakan Sabuni, geçen yılın ocak ayında bir sabah düzenlediği sürpriz bir basın toplantısıyla bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa etti. Sabuni hakkında herhangi bir yolsuzluk savı yoktu. İstifa nedeni çok yalındı: Politikaya atıldığı güne dek sakin ve huzurlu bir aile yaşamı sürdürmüştü. Milletvekili ve bakan seçildikten sonra ikiz erkek çocuklarına zaman ayıramamıştı. Eşinden boşanmak üzereydi. Bu süreçte yıpranmamaları için çocuklarıyla daha fazla ilgilenmek istiyordu. Bir de zorla değil ya; politikaya alışamamıştı... Çalışma Bakanı Sven Otto Littorin de başka bir masum gerekçeyle istifa etti. Eşinden boşanma işlemlerini sürdüren Littorin’in 3 çocuğu vardı. Bakan olduğu için gazetelerde boşanmasıyla ilgili çokça haber çıkıyordu. Çocuklarının bu tür haberlerden etkilenerek yıpranmamaları için bakanlık görevinden ve milletvekilliğinden istifa etmeyi uygun bulmuştu. Daha sonra Amerika’ya yerleşecek, orada gözlerden uzak, sessiz ve sakin bir yaşam sürdürecekti... Ne diyelim? Gökten üç elma düşmüş; biri okuyanların, biri dinleyenlerin, biri de ders alması gerekenlerin başına... alihaydarnergis@gmail.com İsveç’te Bu çağın Adem’leri, Havva’ları; gidip de dönmeyenler... “İ kinci bahar” deyimi gerçek oldu. Hollanda, kış mevsiminde baharı yaşıyor. Kimi ağaçlar çiçek açtı. Laleler, nergizler topraktan uç vermeye başladı. Geçen hafta ortalama sıcaklık 14 derece civarındaydı. Özellikle, diz boyu karın yağdığı, kuzeydeki 11 şehrin donmuş kanallar üzerinde kayarak turlandığı günlerin tanığı yaşlılar şaşkın. Ama ben şikâyetçi değilim. Akdenizli bir “bahar çocuğu” olarak keyfim yerinde. Kış güneşi ve ılık havanın tadını çıkarmak için, doğruca Belçika’nın Hollanda sınırındaki Postel kasabasının yolunu tuttum. Yaklaşık 45 dakika sonra, ormanın içine gizlenmiş Postel Manastırı’nın kapısındaydım. Küçük asma köprüyü geçip kapıya yöneldim. İçerisi kalabalıktı yine. Geçmişi 12. yy.’a dayanan manastır, özellikle hafta sonları ve tatillerde yoğun ziyaretçi akınına uğruyor. Öyle dinsel kaygılar için filan değil bu ziyaret. Bira içmek için. Keşişler, içtikleri biraları kendileri üretiyor. O kadar iyi bira yapıyorlar ki, zamanla ünü bütün Belçika ve Hollanda’ya yayılmış. Durum böyle olunca, manastıra lüks restoran ve birahaneler eklenmiş. Çocuk oyun parkları, özel ekmekler üreten fırın, manastır yapımı çeşitli yiyecekler derken işi epey geliştirmişler. Keyifli bir yemek ve birbirinden leziz biraları tatmak için manastıra gelenlerin bir başka uğrak yeri de devasa “baharat bahçesi”. Keşişlerin yüzlerce çeşit bitki ve baharat yetiştirdiği bahçe, birkaç saatliğine de olsa, her şeyden uzaklaştırıp dinlendiriyor insanı. Baharat bahçesi turundan sonra bir bira daha istemeye niyetlenirken YUSUF telefon çaldı. Filistinli ÖZKAN dostum Muhammet’ti arayan: “Öğleden sonra maklube yapıyorum, kap çocukları gel!” Manastır gezisini kısa kestim. Birkaç saat sonra cümbür cemaat Muhammet’lerdeydik. Muhammet de iyi yapar doğrusu. Hem yardım edip hem de izledim. Büyük bir sabır ve keyifle halka doğranmış, hafif AMSTERDAM Şimdi çikolata zamanı N oel tatili ve yılbaşı günlerinin koşturmacasıyla geçti günler Münih’te... Işıklı caddeler, çam ağaçları ve Noel Baba tasvirleriyle dolu vitrinlere bakarak dolaştığım Marien Meydanı’nda yine o bildik, alışık olduğumuz çocuksu hava yavaş yavaş eridi ve curcuna bitti. Acılar ve hüzünlerle dolu bir yıldı 2013. Pek çok dostumuzu, kardeşimizi arka arkaya kaybettiğimiz, nice sanatçımızı sonsuzluğa uğurladığımız bu yıl, pek çok kişinin anısında kötü izler bırakmış bir yıl olarak hatırlanacak. Eskimiş takvimleri kaldırıp attığımız ve artık fotoğraf karelerinde yaşayan güzel insanların hatıraları ile dolu, kar atıştıran bir pazar sabahı uyanıp da pencereden bakarken neler neler düşünülür... Şimdi önümüzde yepyeni bir yılın beklentileri var. Bugünlerde çağımızın Mozart’ı olarak tanımlanan besteci Arvo Part’ın çok sevdiğim “Aynanın içindeki ayna” (Spiegel im Spiegel) albümüyle arka arkaya Münih’te verdiği konserlerden tanıdığımız çellist Sol Gabetta’yı dinliyorum bir fincan kahve eşliğinde... 29 Ocak’ta İstanbul’da Basel Oda Orkestrası eşliğinde çalacak olan Sol Gabetta’nın insanı dinlendiren tınıları ile geçip gitmiş bir yılın tortularını kafadan silip atmayı bir becerebilsem... Münih’te özellikle süpermarketlerde çikolata reyonlarının önü haftalardır tıklım tıklımdı. Önceki yıllarda Almanya’da kişi başına düşen MÜNİH 8 kiloluk çikolata tüketimi günümüzde katlanarak hızla artıyor. 2013’te çikolata üretimi Almanya’da rekor EROL ÖZKAN düzeydeydi, şaka değil, 190 milyon çikolata üretilmiş Almanya’da! Hüzünlerin, yalnızlıkların ve mutsuzlukların birebir ilacıdır çikolata. Almanya’da çikolatayı en çok kadınlar seviyor... Kadınlar en çok sütlü çikolatayı severken erkekler bittere bayılıyormuş. Çikolata denince akla mutluluk hormonlarını devreye sokması geliyor. Serotonin mucizesi, bu damaklarda eriyen gizemli gücün sırrı. İsviçre’nin ünlü Lindt Çikolataları’nın başında bulunan 50 yıllık usta “çikolata profesörü” olarak tanınan Albert Bucher’in çikolatayı “aşkın meyvası” olarak tanımlaması boşuna değil. Çikolata Azteklere kadar giden bir geçmişe sahip. Bu büyüleyici tat beynin endorfin salgılamasına neden olurken uzmanlar insanın tıpkı âşık olunduğunda hissettiklerine yaklaşan bir mutluluk duygusuna kapıldığını belirtiyor. Damakta eriyen bir madlen çikolatasının yarattığı sevinci insan nasıl tarif edebilir ki... Laf aramızda, ünlü Kazanova’nın cebinden hiç eksik etmediği çikolatanın da aslında bir afrodizyak olduğu ve bağımlılık yaptığı da söylenir. Bu arada yılın son günlerinde Türkiye’yi saran “büyük rüşvet” operasyonunu “skandal” olarak veren Alman basını, yaşanan “deprem”in sonuçlarını dört gözle bekliyor. Şimdi Münih’te haftalardır yaşanan Noel ve yılbaşı curcunasının ardından damağımda eriyen bir parça çikolatanın tadıyla ve yeni yılın ilk günlerinin telaşıyla Paskalya’ya gün sayıyorum... erolozkan66 @hotmail.com kızartılmış patlıcanları tencerenin dibine yayışını, üzerine kuzu eti, üstüne safranlı pirinci, baharatları ekleyişini. Son da kavrulmuş çam fıstığı ile servis edişini... Yapılışı zahmetli ama tadı nefis bu yemeği ilk kez Ankara’da yine bir Filistinli dostumun evinde yemiştim. Bu yüzden hep Filistin’i çağrıştırır maklube. Filistin de çocukluğumu. Uzak ve gizemli bir yerdi, çocukluğumda sıkça ve fısıltıyla söz edilen bir yerdi benim için Filistin. İlyas Abi oraya gitmiş savaşmak için. Hani, Sevgili İlhan Taşcı’nın öyküsünü yazdığı yolsuzluk operasyonlarının savcısı Muammer Akkaş’ın kuzeni İlyas Abi. Aile dostlarımızdı. Babası Tahsin Amca pek konuşmazdı. O daha çok, haftada bir eve baskına gelen, kendisini karakola çağıran jandarma baskısından söz ederdi. Ama Rahime Yenge için, bir an olsun aklından çıkarmadığı konu İlyas’tı. Ne zaman radyoda, televizyonda Filistin lafı geçse, gözlerine bir bulut gelip çökerdi. Konu, komşunun; “Anarşistlere karışmış” fısıltılarına aldırmazdı. “Sabah, akşam; er, geç bir gün mutlaka gelecek” derdi. Hep gurur duydu İlyas’ıyla. Tek kederi, görememek, sarılamamaktı. Gelemedi. Göremedi İlyas Abi’yi dünya gözüyle. Her Filistin haberinde hoplayan yüreği, daha fazla dayanamadı özlemine, bir sabah duruverdi. Eğer yaşıyor olsa, topluma yepyeni umutlar aşılayan o pırıl pırıl “Gezi çocuklarını” teröristlikle suçlayan savcı Akkaş’ın mutlaka çekerdi kulağını. “Muammer, dokunma çocuklarıma. İlyasımın fikir çocukları, kardeşleri onlar” diye. Hollandalı bir şirket, Mars’ta koloni kurmaya hazırlanıyormuş. 2025 yılında 2 kadın 2 erkek toplam 4 kişi, yeni bir yaşam başlatsınlar diye “Kızıl Gezegen”e gönderilecekmiş. Dünya genelinde 2436 yaş arasında 200 bin kişi başvurmuş proje için. Aralarında Türkler de var. Bu konuda bir televizyon şovu yapılacakmış. Yolculuğun giderleri bu şov sayesinde karşılanacakmış. Bu çağın “Adem’leri ile Havva’ları” 2 yıl boyunca sıkı bir eğitim ve sağlık kontrolünden geçirilecekmiş. 2025’te de doğru Mars’a... Ancak işin en kritik noktası, bu Adem ve Havva’lara sadece tek gidiş bileti verilecekmiş. Şu anki koşullarda Mars’a gidiş mümkün ama geri dönme olanağı yokmuş. O nedenle, bir daha geri gelemeyecekler. “Ezilen halkların yanında olmak için” ölümü hiçe sayıp Filistin’e giden “Devrimci” İlyas Abi gibi, yeni bir yaşam için, devrime hazırlanan 4 kişi de annelerini, sevdiklerini bir daha hiç görmemek üzere geride bırakacaklar. Tıpkı Rahime Yengem gibi, onların anaları da ölene değin “bir gün dönecekler” umuduyla, her açılan kapıya, her çalan telefona koşacaklar... Düşünmesi bile acı verici benim için. Ne dersiniz, siz cesaret edebilir misiniz böyle bir yolculuğa?.. Ozkanyus@gmail.com M ülteciler, Avusturya’da 2 yıl önce, kaldıkları mülteci kampının bulunduğu Traiskirchen kasabasından Viyana’ya kadar yaklaşık 35 km. yürüdü. Yürüyüş sonrasında kent merkezindeki Stephansdom Katedrali önünde çadır kurdular ve sorunlarını dile getirmeye çalıştılar. Ancak bu eylem uzun sürmedi. Yılbaşı kutlamaları kilisenin bulunduğu meydanda yapılacağı için mülteciler oradan sökülüp atıldı. Onlar da başka bir kilise önünü mekân tuttu. Onların sorunlarına kulak veren ve aylarca süren eylemleriyle ilgilenen tek siyasi parti, Yeşiller oldu. Üstelik konuyu izleyen, düşünce belirten tek kişi de Yeşiller’in Türk kökenli kadın milletvekiliydi. Türk kökenli milletvekilli, o özellikle göçmen ve mülteciler konularında etkinlikleriyle öne çıktı. Mültecilerin ve Avusturya vatandaşlığını almamış göçmenlerin oy hakkı olmamasına rağmen, çalışma alanı olarak onların sorunlarını seçti. Avusturya gerçekliğini bilen birisi olarak bu tercihin pek de gönüllü olmadığını söyleyebilirim. Avusturya’nın  resmi, yarı resmi ve gayriresmi kurumlarına yolu düşen yabancılar, yıllarca göçmenlerin kurduğu dernek veya danışma merkezlerine yönlendirildiler. Bu durum sadece konuşulan dili bilip bilmemeyle ilgili değildi. Yıllar önce, üniversitenin Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra Viyana’da İş Bulma Kurumu’na başvurduğumda, orada bana Almanca bilmeyen yabancılara danışmanlık hizmeti sunan bir danışma merkezine başvurmam önerilmişti. İşte o günden itibaren yabancılarla yerli Avusturyalılar Uyuma karşı barikat arasına bir barikat kurulmuş olduğunu fark ettim. Uyum taleplerine karşın farklı kültürlerden insanların bir araya gelmelerini önleyen barikat bugün de devam ediyor. Bu barikat nedeniyle onlarca yıldır, Avusturyalılar Avusturyalılarla, Türkler Türklerle, başka milletlerden insanlar da kendi milletinden insanlarla iletişim içinde olmayı yeğliyor. Herkes kendi dükkânından alışveriş yaparak ayrı dünyalarda yaşamayı sürdürüyor. Bu “barikat”, komşuluk ilişkilerinden iş yaşamına dek her yerde sürüp gidiyor. Ayrımcılığa karşı yasalar yürürlükte olmasına karşın, işyerlerinde etnik kökenlere dayalı VİYANA grupçuklar oluşuyor. Resmi dairelerde bu durum yıllardır sürüyor. Federal düzeyde olmasa KADİM da, belediyelerde ÜLKER yabancılar için açılan kurumların başına da Avusturyalı bir yönetici atanıyor. Sadece günlük yaşamda değil, yerel siyasetçiler de içinden çıktıkları mezhep veya etnik kökene göre istihdam ediliyorlar. Göçmen veya Türk kökenli siyasetçilerin göçmen konularıyla doğrudan ilgilenmelerinin nedenlerinden biri de hiç kuşkusuz, o alandaki sorunlara ve konulara hâkim olmalarıdır. Önemli başka bir neden ise sorunun Avusturya’da dokunanın yanacağı türden duyarlı bir konu olması. Avusturya vatandaşlığına geçmiş yarım milyon seçmen potansiyelinin varlığı ve bu sayının da günden güne artması, siyasi partilerin bu çevreyi görmezden gelmemesi sonucunu doğurdu. Onun için de partilerdeki yabancı kökenli siyasetçiler bu alanlara yönlendirildi. Avusturya’da yabancılarla, özellikle de Türklerle uğraşmak kolay bir iş değil. Çünkü bu çalışmanın ucunda aşağılanmak, tehdit edilmek ve hatta şiddete maruz kalmak da vardır. Göçmen konularını kendine çalışma alanı seçmiş Türk kökenli Yeşiller Partisi federal milletvekili de bu tür davranışlarla sık karşılaşmaktadır. Son olarak Traiskirchen’den yürüyerek gelip kiliselerde protesto eyleminde bulunan mülteciler arasından bazı mültecilerin Pakistan’dan insan kaçırdıkları iddiasıyla yurtdışı edilmesine karşı sesini yükselten bu kadın milletvekili hakaretlere uğradı. Aldığı tehdit mektubunu kamuoyuyla paylaştı. Kimliğini saklamadan yazan Avusturyalı, 29 Eylül günü yapılan seçimde yeniden federal milletvekili seçilen Alev Korun’a türlü hakaretler yağdırdı. Tehdidin büyüğü sona saklanmıştı; “Biz gerçek Avusturyalılara Türkleri katletmekten başka çare kalmamıştır” deniliyordu. Kimliğini saklamadan yazan Avusturyalı, tehdit mektubunu milletvekili Korun’a “Sorununuzu halifeniz Tayyip’e bildirin” diyerek bitiriyordu. Türk kökenli milletvekiline gönderilen tehdit mektuplarından bazılarının bu Avusturya’nın ulusal medyasına gönderilmiş olmasına karşın herhangi bir yankı görmedi. Doğma büyüme Avusturyalı bir vekil böyle bir tehdit alsaydı, basın sessiz kalır mıydı? Basında bile Türk kökenli milletvekilinin önünde barikatlar vardı. Kadim.uelker@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle