06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 OCAK 2014 PAZAR 2 1 Hukuk ve Siyaset Ülkemizin sorunu, yürütmenin kontrolsüz bir güç haline gelmesidir. Yürütme, yasamayı kontrolü altında tutmakta ve yargıyı kullanarak toplumu değiştirmek istemektedir. Siyasetin, yargının önünü açması gerekirken kapatması, hukuk ve adalet ilkelerine aykırıdır. Bu durumda, yıllardır söylenen “Temiz Eller Operasyonu”nun yapılması mümkün değildir. Ali Suat ERTOSUN Yargıtay Üyesi (Eski HSYK Üyesi) OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 7 Aralık 2013 tarihinde başlatılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları sırasında ve sonrasında yapılan müdahaleler, ülkemizde yargının içinde bulunduğu durumun vahametini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Siyasi iktidarın, istemediği soruşturmalara geçildiğinde, üstün bir hukuk kuralı olan “soruşturmanın selametini” engelleyecek önlemler getirmesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Soruşturma açma, adli kolluğa emir ve talimat verme yetkisi bulunan Cumhuriyet savcılarına, bu yetkilerini Cumhuriyet başsavcılarının onayı ile kullanma; CMK’de “katalog suçlar” olarak adlandırılan eylemler nedeniyle yapılan soruşturmaların aşamaları hakkında Cumhuriyet başsavcısına yazılı olarak bilgi verme ve en üst dereceli kolluk amirinin adli olayları mülki idare amirine bildirme zorunluluğu getiren Adli Kolluk Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin yürütülmesi, Danıştay 10. Dairesi tarafından haklı nedenlerle durdurulmuştur. Ülkemizin de kabul ettiği uluslararası belgelerde; savcıların, herhangi bir baskıya maruz kalmadan görevlerini yerine getirmesi gereken kamu yetkilileri oldukları belirtilmiştir. Soruşturmanın tek sahibi olan Cumhuriyet savcısının, bu yetkisini etkili ve eksiksiz biçimde kullanması gerekir. Adli Kolluk Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler, bu görevin yapılmasını engelleyecek ve önleyecek niteliktedir. Yönetmelik değişikliğini ka nunlaştırmak; Danıştay ve idare mahkemelerinin yürütmeyi durdurma yetkilerini kısıtlayıcı yasal düzenlemelere gitmek, “yanlış üzerine yanlış yapmak olacak” ve başvuru durumunda muhtemelen Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilecektir. Normlar hiyerarşisine göre; Cumhuriyet savcıları, anayasa ve kanunlardan aldıkları yetkilerini kullanmakta olup adli görevlerinin haricindeki hizmetlerde üstlerinin emrinde olan adli kolluk görevlileri de soruşturma işlemlerinde sadece Cumhuriyet savcılarının emirlerini yerine getirmek zorundadırlar. Aksine davranışlar suçtur ve cezai müeyyideyi gerektirmektedir. Cumhuriyet başsavcılığı bir bütündür ve Cumhuriyet savcıları, soruşturmaları Cumhuriyet başsavcısı adına yapmaktadır. Bu durumda Cumhuriyet başsavcılarının, soruşturma evrakını ilgili Cumhuriyet savcısından alma yetkisi vardır. Ancak bu yetki, keyfilik değildir ve Cumhuriyet başsavcısı bu yetkisini kullanırken hukuki neden ve gerekçelerini ortaya koymak zorundadır. Yargıya yapılan müdahalelere, öncelikle yüksek mahkemeler ile diğer ana yasal kuruluşlar, üniversiteler ve meslek kuruluşlarının karşı çıkması ve konudaki görüşlerini açıklaması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın başlangıç kısmında kuvvetler ayrımının ne olduğu; 6. maddesinde, egemenliğin sahibi Türk milletinin bu yetkisini, organları eliyle kullanacağı kabul edilmiş; sonraki maddelerinde de yasama, yürütme ve yargı yetkisi düzenlenmiştir. Ülkemizin sorunu, yürütmenin kontrolsüz bir güç haline gelmesidir. Yürütme, yasamayı kontrolü altında tutmakta ve yargıyı kullanarak toplumu değiştirmek istemektedir. Siyasetin, yargının önünü açması gerekirken kapatması, hukuk ve adalet ilkelerine aykırıdır. Bu durumda, yıllardır söylenen “Temiz Eller Operasyonu”nun yapılması mümkün değildir. Üzerinde durulması gereken diğer bir husus da eski HSYK döneminde kurulun seçilmiş üyeleri olarak Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalar ile Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’le ilgili soruşturma ve kovuşturmaların yürütülmesi sırasında, 2009 yılından bu yana söyledikle rimizin doğruluğunun ortaya çıkmasıdır. Bunun en bariz örneği, her ne kadar daha sonra “İfadem maksadını aşan şekilde yorumlandı” demişse de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan tarafından kaleme alınan yazıda geçen, “Ülkesinin milli ordusuna kumpas kuranlar” biçimindeki ifadedir. Bu nedenle, sözü geçen davalarla ilgili hukuka aykırılıkları ve yapılması icap eden değişiklikleri dile getirdiğimizde, eski Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri olarak şahsıma ve arkadaşlarıma yönelik itibarsızlaştırma, karalama ve aşağılama kampanyaları açanların, bugün hiç olmazsa, “Biz hata yapmışız” demeleri ve bir hakkı gecikerek de olsa teslim etmeleri gerekmektedir. Yıllardır alışkanlık haline getirilen ve son günlerde artarak sürdürülen yargıya ve yargı mensuplarına yöneltilen suçlamalar sonlandırılmalı, eteğinde dökülecek taşı olanlar bildiklerini ve kanıtlarını açıklamalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, hükümeti eleştiri sınırlarını geniş olarak yorumlarken kamuoyunun yargıya ve otoritesine olan güvenini zedelememek için yargıyı ve yargı mensuplarını eleştiri sınırlarını çok daha dar kabul etmektedir. Adaletin zengin bir hazine olduğunu, günü gelince herkese gerektiğini ve adalet olmadan düzen olmayacağını unutmayalım. Adaleti siyasete kurban etmeyelim, tam tersine engelleri kaldıralım ve yargının önünü açalım. ABD, Desteğini Kimden Çeker? “Ilımlı İslam” olarak Türkiye’ye empoze edilen “Siyasal İslam” modeli, daha doğrusu Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin uluslararası piyasalarla ABD öncülüğünde bütünleşmesi projesi, başarısız kalınca, ABD Türkiye’de ne yapar, desteğini kimden çeker? HHH Bir ülkenin dış politikada ne yapacağı, dış politikasının o anda geçerli olan ilkeleri kadar, geçmişte ne yapmış olduğu ile de tahmin edilebilir. ABD dış politikası çok pragmatiktir... Belki bu pragmatizmin en önemli sonucu ABD’nin ilgilendiği ülkelerdeki yönetimlerle olan ilişkilerinde ortaya çıkar: Hiç çekilmeyecekmiş gibi görünen destek, liderler veya yönetimler içerde ve dışarda çok yıprandığı zaman, bir anda yok olabilir. Noriega, Batista, Marcos, Somoza, Pehlevi, Mübarek, değişmeye dayalı bu pragmatik politikanın en güzel örnekleridir. HHH ABD “Siyasal İslam” modelinin çökmesinden sonra, hem içerde hem de dışarda çok yıpranmış olan bu iktidar açısından Türkiye’de ne yapar? Aslında bu sorunun soyut yanıtı çok kolay: Mevcut iktidardan desteğini yavaş yavaş çeker ve yeni iktidarın yanında yer alır. Ama iş somuta gelince yanıt hiç de kolay olmuyor... Çünkü Türkiye’de iktidar tek değil, AKPCemaat arasında bir koalisyon... İktidar ortaklarına ayrı ayrı bakmak gerek: Birinci olarak, ABD’nin dünya ve Ortadoğu politikaları açısından, AKP’nin, Suriye ve Mısır olaylarında olduğu gibi hep aşırıya kaçtığı, ABD’nin çıkarlarına ve bölgedeki dikkatli yaklaşımlarına ters düştüğü açıkça görülmektedir. (İki gündür FATF olayını boşuna yazmadım.) Buna karşılık Cemaat, hem dünya ve Ortadoğu politikaları açısından, hem de dünya üzerindeki eğitim etkinlikleriyle, daha itidalli, ABD çizgisine daha uyumlu bir görüntüdedir. İkinci olarak, Türkiye’de yönetimden ve dış politikadan sorumlu olan, siyaseten de sandıkta sorumlu tutulabilecek nitelik taşıyan iktidar ortağı elbette AKP’dir... Cemaatin kaygan ve belirsiz yapısı, siyaseten sandıkta hesap sorulabilir olmaması, onun sorumlu tutulabilmesinin önündeki en önemli engellerdir. HHH Sanıyorum, bu kadar irdelemeden sonra, “ABD Türkiye’de desteğini kimden çeker” sorusunun yanıtı daha rahat verilebilir. B Silivri ve Nurnberg SELÇUK EREZ rası yargı sistemini o zamana kadar görülmemiş boyutta alçaltmıştır. Harry E. Barnes (Thompson, and Strutz ed.), Doenitz at Nuremberg: A Reappraisal, Torrance: Institute for Historical Review, 1983 s.148. 2. Nurnberg duruşmalarının zaafı ortadadır: Kaybedenleri, tarafsız bir jüri değil, savaşı kazananlar yargılamışlardır. T.S. Eliot, ünlü İngiliz yazarı (Thompson, and Strutz ed., s. 51) 3. Burada gündemde olan bir intikam duygusudur, hukuka uyulma yeterli değildir. On bir adamın asılması Amerikalıları uzun süre pişman edecek kara bir leke olacaktır. (ABD Senatoru Robert A. Taft: Kennedy, Profiles in Courage, s.191.) 4. Duruşmalar…yasal ve ahlaki dayanaktan yoksundurlar. 2. Dünya Harbi’nin kazananları, daha düşmana karşı nefretlerinden sıyrılmadan, bu ülkenin vatandaşlarını sadece vatanseverlik gereği görevlerini yaptıkları için suçlu bulmuşlardır. Bu asla yasal ve ahlaki değildir. (Edward Leroy van Roden, ABD’de Başhâkim. (Thompson and Strutz ed., s. 67) Nurnberg Mahkemeleri’nde tarafsız ülkelerin yargıçları değil de harpte kazanan tarafın yani yanlı yargıçların görevlendirilmesi, harbi kazanmış olan ülkenin hukuk adamları ve düşünenlerince bile alabildiğine kınanmıştır. Prof. Rona Aybay, “Uluslararası Yargı” başlıklı kitabında “Nurnberg Mahkemesi, zafer kazanmış devletlerin aralarında bağıtladıkları bir anlayışla oluşturuldu. Bunu galiplerin adaleti olarak nitelemek doğru olur” der. Bu nedenle artık Miloseviç gibi sanıklar uluslararası mahkemelerde yargılanmaktadır. Esas olan, bağımsız, suçlanana karşı ya da yandaşgüçlerce etkilenmeyecek bir mahkemede yargılanmanın şart olduğudur. Başbakan Erdoğan, Ergenekon davası konusunda, Baykal’ın bir demecini yanıtlarken “Hukuki süreç henüz işlerken, demokratik siyasi sürece darbe vurma iddiasıyla soruşturulan illegal yapılanmaların avukatlığına soyunmak, ancak demokratik hukuk devleti anlayışına inancı zayıf olan bir siyasi anlayışın kalkışabileceği bir iştir” demişti. Ayrıca kendisini davanın savcısı olarak da tanımlamıştı. Başbakan’ın, yargılama sürerken önce kendisini savcı olarak nitelemesi sonra da suçlananların “illegal yapılandıklarını” söylemiş olması bu konuda taraf olduğunu göstermiştir. Ayrıca Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve diğer iktidar üyelerinin davalarla ilgili bazı açıklamaları da bu niteliktedir. Arınç, 2009 Mart’ında, “Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Konuşuldukça bu ülkede neler varmış, kimler ne yapmış, kimler kimlerle işbirliği yapmış, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü kimler dinamitlemiş... AK Parti iktidarı bütün bunlara karşı nasıl dimdik ayakta kalmış, bunu görüyoruz” demişti. Balyoz ve Ergenekon davalarının tekrar görülmesinde tarafsızlığın bu tür etkilerden arındırılamamış olması kuşkusuz en önemli gerekçe olacaktır. aşbakan’ın başdanışmanı Y. Akdoğan bir makalesinde, “Orduya kumpas kurdular” deyince, Balyoz davasının avukatları, yargılanmanın tekrarlanması için başvuru yapmaya başladılar. Ergenekon avukatlarının da sırası geldikçe başvuracakları kesindir. Başbakan’ın, “Silahlı Kuvvetler’e yönelik asılsız iddia ve suçlamalar”dan söz açması da başvurularda yer aldı. Yeniden yargılamanın gerekçesi ne olacaktır? a. Birçok eleştiriyi seslendiren ana muhalefet lideri, “Geçmişi kirli ve güvenilmez 44 kişi gizli tanık yapıldı. Terör örgütü suçlusu bir kişi, Genelkurmay Başkanı’nı suçlayan gizli tanık oldu. Tutukluların gizli tanıklara soru sorması engellendi” demişti. Bu ve buna benzer hukukla bağdaşmaz delillere rağmen mahkumiyet kararları verilmişse ve yeniden yargılamanın gerekçesi bu olacaksa, yeni yargılama aynı mahkeme tarafından yapılmamalıdır. b. Kılıçdaroğlu başka itirazları da yansıtmıştır: Ergenekon davası hakkında, “Biz bu yargılamayı yapan özel yetkili mahkemelere karşıyız. Bu mahkemeler olağanüstü dönemlerin mahkemeleridir, adalet dağıtmazlar, güç odaklarına itaat ederler. Özel mahkemelerde görülen bu davaların temel özelliği, siyasal iktidarın güdümünde olmasıdır.” İkinci Dünya Savaşı’nda yenilen Alman komutan ve devlet adamlarının yargılanmaları için kurulan Nurnberg Mahkemeleri konusunda yapılan irdelemeler bize bu konuda ışık tutar: 1. Nurnberg duruşmaları, önceden sağlam yasal emsal, ilke ve usullere dayanılmadan yapıldı. Cinayetler uydurulmuş, tanıkların savcı, hâkim, jüri hatta cellat gibi davranmalarına müsaade edilmişti. Bu duruşmalar, uluslara
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle