06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 OCAK 2014 PAZAR 14 KÜLTÜR 2013 Berlin Film Festivali’nin Altın Ayı ödüllü ‘Çocuk Pozu’ gösterimde Anneler ve oğullar u ‘Çocuk Pozu’ fonda toplumsal yozlaşmanın her köşesine yayıldığı Romanya’da, oğulla fazlasıyla anaç annesinin sorunlu ilişkisinin hikâyesi. düşünüyordum. Hani Kazdağları’nda tatilini geçirmekte olan gepegenç bir flütçü, cebindeki birkaç kuruş için hunharca öldürüldüğünde yazdığın yazıyı: SUNGU ÇAPAN Bu hafta sinemaseverlere salık vereceğimiz öteki film de yine aileanne sorunsalını ele alan ve geçen yılın Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ve Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu ödüllerini kazanarak dönen, Romanya yapımı “Pozitia CopiluluiÇocuk Pozu”. Bükreşli, 60’lı yaşlardaki, iyi kazanan, varlıklı bir mimardekoratör ama aynı zamanda kontrol manyağı, mütehakkim bir anne olan Cornelia’yla (Luminita Gheorghiu), virüs fobisine sahip, 35’indeki huysuz oğlu Barbu’nun (Bogdan Dumitrache) hastalıklı ilişkisini eksen alan “Çocuk Pozu”, Romanyalı genç yönetmen Calin Peter Netzer’in üçüncü filmi. Sigara eşliğinde Cointreau, Grand Malnier gibi kon yakları deviren, operasever ama aşırı dayatmacı annesinin doğum günü kutlamasına katılmayan Barbu, nihayet annesinin aşırı kontrol baskısından sıyrılıp ayrı bir eve taşınmış, altına bir otomobil çekmiş ve annesinin pek de hoşlanmadığı, Carmen (Ilinca Goia) adında, çocuklu bir sevgili de edinmiş. Neredeyse tütün bağımlısı oğluna Rumen kökenli Al man yazar Herta Müller’le bizim Orhan Pamuk gibi Nobelli yazarların romanlarını alan Cornelia, kent dışı otoyolda sürat sınırını aşarak arabasıyla bir çocuğu ezip öldürmenin travmasını yaşayan oğlunu hapisten kurtarmak için hemen kolları sıvıyor, kürkler içindeki şık, işbilir çözümcü kız kardeşiyle (Natasa Raab) birlikte, rüşvetler verip polisi, tanıkları, bilirkişiyi fi lan ayarlayarak. Hastanedeki nöbetçi doktorun Erdoğan adını taşıdığı, diyaloglarında düşman gibi Türkçe sözcüklerin de geçtiği, düz bir çizgide gelişip sonuçlanan “Çocuk Pozu”, adını yogada rahatlamayı ifade eden rahimdeki cenin pozisyonundan alıyor. Etkin ve her lafa maydonoz olan Cornelia’nın, çevresi geniş, saygın hekimcerrah kocasıysa (Flo rin Zamfirescu) komünist dönemden kalma, sorumluluk almaktan kaçınan, karısını her fırsatta iğneleyici şakalar yapan, uzlaşmacı, edilgen biri. Buyurgan Cornelia’ysa kocasına karşı sert davranıyor. Fonda toplumsal yozlaşmanın (bireysel ve kurumsal anlamda ve bizdeki gibi) her köşesine yayıldığı bir Romanya panoraması çizerek annesinin koruyucu ve denetleyici kanatlarından çıkmaya bakan, yolu yarılamış oğulla fazlasıyla anaç annesinin sorunlu ilişkisi üstüne yoğunlaşan filmde, kamera, oyunculara çok sıcak ve gitgide ağır basan yakın plan ağırlıklı bir anlatım, uzun plan sekanslara yöneliyor finale doğru. Annesini hep tersleyen Barbu’nun kazada öldürdüğü çocuğun gariban babasıyla (Adrien Titieni) sonunda yüzleştiği, arabanın aynasından izlediğimiz sahne gibi etkileyici ve dokunaklı çekimler içeren, Altın Ayı’lı bu “Çocuk Pozu” nda, kesinlikle meraklısının es geçmeyeceği bir film sonuçta. İliklerimize Dek Soyulduğumuzu Yeni Fark Edenlere... Canım Arkadaşım Onat, Dün muhteşem bir ışık vardı. Yaşadığımız karanlığa inat acayip aydınlık bir sabah vardı İstanbul’da, Boğaz’da, Aşiyan sırtlarında... İçimizi onca ısıtan, birbirimizi gözlerimizle kucaklamamız mıydı, yoksa orada olma nedenimiz mi, bilemedim... Orada olma nedenimiz sendin elbet sevgili Onat Kutlar... Dün, hepimize yönelmiş bombayı sırtlanıp gittiğinin 19. yılıydı... Metin Deniz’in baş ucuna diktiği o mermer mezar taşının çevresinde bir avuç insandık... Her birimiz sana ilişkin düşünceler duygularla doluyduk. En çok, en çok da, hasretle, özlemle... Sadece dün değil, ne zamandır senin ileriyi hepimizden önce görmeni düşünmeden edemiyorum. Sevgili Onat, Bugünlerde aramızda olsaydın, şimdi şaşkın şaşkın, “aaa, meğer neler oluyormuş” havasında dolanan aydınlara kim bilir neler söylerdin. İliklerimize dek soyulduğumuzu yeni fark edenlere; Memlekette satılmadık kurum ve yer kalmadığını yeni öğrenenlere; “Ilımlı İslam bal gibi demokratik olabilir” diyenlere; Meğer o mahkemelerde ne ipe sapa gelmez yanlışlar yapılmış diye yeni yeni “uyananlara”; Ama bunlar bizi AB’ye sokacaklardı diye inananlara; Bunlar dindar insanlar, hırsızlık yapmaz yalan söylemez diye belleyenlere; “Atatürk diktatördü... Erdoğan demokrat...” diyen gözünü hırs bürümüş cahillere... “Entelektüel” görünme gereği Tayyip ya da Cemaat baskısını yok sayan kafası karışık cahillere, kim bilir neler söyler ve yazardın... Ben dün Aşiyan’da, o ışıkta, senin yıllar önceki sözlerini Şaşkın aydınlarımız Timuçin Şahin Quintet “Inherence” (Kalan Müzik) Hollanda ve Amerika arasındaki kariyerine, Greg Osby, Randy Brecker, Mike Manieri, Robin Eubanks gibi önemli isimleri sığdıran gitarcı besteci Timuçin Şahin, eleştirmenlerden hatırı sayılır övgüler almış, caz dinleyicisinin gözünde iyi bir yere oturmuştu. Dördüncü albüm çalışması “Inherence”, rotayı farklı ufuklara çevirdiğinin karinesi. Sağlam müzisyenlerle ve beşli formatta kaydedilmiş; trompette Ralph Alessi, altoda John O’Gallagher, davulda Tyshawn Sorey ve kontrbasta Christopher Tordini var. Birbirini iyi tanıyan müzisyenler arasın daki hukuk sistemi, memleketteki gibi adaletsiz değil. Dengeli ve hakkaniyetli bir söz hakkı paylaşımına sahipler. Önceki çalışma “Bafa”ya göre daha olgun ve çağdaş; özellikle sound açısından. İddialı meselelere kafa tutan albüm, özellikle sesler konusunda dinleyici tribününde yoruma açık pozisyonlar veriyor. İçeriğini dayatmıyor; imgeleminizde yaratacağı dünyayı size bırakıyor. Tembel dinleyici istemiyor, onlardan bir parça hayal gücü rica ediyor. Timuçin çocukluğun hayal gücüne dönmeyi arzuluyor (ki bunda baba olmasının ve üç yaşındaki çocuğunun rolü büyük); yedi telli perdesiz ve altı telli perdeli çift saplı gitarı sesin özgürlüğüne yelken açıyor. Erdal Bayrakoğlu ‘Sesumi Duyacaksun’ (Beyoğlu Metropol) Laz Pavarotti diyorlar ona ya da kısaca Lazarotti… Gelin görün ki o da bu övgü dolu sıfatı sonuna kadar hak ediyor. Üç buçuk oktavlık tenorbas bariton sesiyle alaylı besteci şarkıcı Erdal Bayrakoğlu, yedi yıllık albüm hasretini ikinci çalışması “Sesumi Duyacaksun” ile dindiriyor. 1977 Rize Ardeşen doğumlu Erdal, ilk albümüne değin rakçı; lise döneminde Türkülerle Diriliş adında bir topluluk kurarak protest müzik yapmış. Ne vakit ki Kazım Koyuncu’yu kaybediyorlar, bunun üzerine kendi doğup büyüdüğü toprakların kültürüne sahip çıkıyor, müziğine dört elle sarılı yor. “Sesumi Duyacaksun” bu sadakatin ürünü. 2006 yılında çıkan ilk albümü “Zifona”ya göre daha zengin soundlu bir albüm yapmış Erdal. Yanı sıra funk, soul, pop, rock gibi Batı müzik tarzlarını ilave etmiş. Arada boş durmamış; Grup Munzur’dan Grup Yorum’a sayısız isme omuz vermiş. Üç yılın emeği var “Sesumi Duyacaksun” albümünde. 12 parçanın dördünde imzası var; Türkçe dışında Gürcüce, Rumca ve Lazca parçalar, ayrıca anonim besteler bulunuyor. Laz dilinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya oluşu nedeniyle, kültürünü dünyaya duyurma ihtiyacı duymuş. Bu ihtiyaçtan kaynaklanmış albümün kapanışındaki mükemmel “Bella Ciao” yorumu. [email protected] Şöyle diyordun: “Para ün ve iktidar hırsının gözleri bürüdüğü, üç kuruş gasp ederiz diye gencecik bir flütçünün acımasız ellerce boğulduğu, ortaçağ karanlığının her gün biraz daha koyulaştığı, köylerin, kasabaların, kentlerin etnik boğuşmalarla kan gölüne döndürüldüğü, gerçeğin mafya liderlerinden sorulduğu, hapishanede yazarların, bilim adamlarının çürütüldüğü, devletin ve halkın iliklerine kadar soyulduğu ve soygunun soyana kâr kaldığı, goygoycuların minareye kılıf hazırladığı, eğitimin ve yönetimin şeriatçılara teslim edildiği, politikacıların çoğunun iktidar labirentlerinde kaybolduğu ya da çıkar peşine düştüğü, erdemin, dürüstlüğün, onurun unutulduğu, kültürün, kültürfizikle karıştırıldığı bu şiddet, bu soygun ve ikiyüzlülük toplumunda, birçok kişi, tıpkı benim gibi, herkesin ‘şıkıdım şıkıdım’ oynamadığının farkında. Ama acaba reklam rekabeti, ün ve çıkar hırsı ile gözleri kararmış olanlar yeterince farkında mı?” Yıllardır Cumhuriyet gazetesinin “Farkında mısınız?” sorularını küçümseyen, görmezden gelen kimileri, şimdi farkında olmaya başladılar Sevgili Onat... Ama canım arkadaşım, bil ki başından beri bunların farkında olan bizler “Bahar İsyancıdır”ı da unutmadık. Bahara inanıyoruz. Ve bilesin ki: Seninle birlikte geleceğin duvarı önünde durmamız... Belki kaygılı, belki sabırsız ama dimdik... Umutsuzluğa, boş vermişliğe, çaresizliğe teslim olmamamız... Geleceğin duvarı karşısında susmamamız... Hesap sormamız, sonuna dek hesap sormamız... Bir türlü bastıramadığın yüreğindeki ozanın “Bahar isyancıdır” diyen sesine kulak vermemiz... Bunlar hâlâ bizimledir. Kadehimi sana kaldırıyorum sevgili arkadaşım. Bahar Hâlâ İsyancı Onat Kutlar mezarı başında anıldı Kültür Servisi Gazetemizin yazarlarından, öykücü, şair ve senaryo yazarı Onat Kutlar, öldürülüşünün 19. yılında dün Aşiyan’daki mezarı başında sanatçı dostları ve aile yakınları tarafından anıldı. Anmaya aralarında Kutlar’ın eşi Filiz Kutlar, oğlu Mazlum Kutlar, yeğeni Tolga Kutlar, kız kardeşi Ege Kutlar, kuzeni Ahmet Kutlar, Arif Erkin, Hülya Uçansu, Ali Uçansu ve gazetemiz yazarı Zeynep Oral’ın da bulunduğu isimler katıldı. Anmada, anılar anlatıldı, düşünceler ve duygular paylaşıldı. Dostları, gelecek yıl Kutlar’ın ölümünün 20. yılı olması nedeniyle görkemli bir anma töreni hazırlamayı planlıyor. Anmaya katılanlar daha sonra Onat Kutlar’ın mezarının yakınında yer alan tiyatro yazarı ve araştırmacı Aziz Çalışlar’ın mezarını da ziyaret etti. KÜLTÜR SANAT Fotoğraf: vedat arık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle